YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR
Son dönemde insanlarda bir hareketlenme, hizmetlerde dikkate değer bir canlılık var. Pek çok arkadaşımız kaygılarını, korkularını atmaya, elinden gelenleri yapmaya başladı. Yazanlar, konuşanlar, sosyal-kültürel faaliyetlere katılanlar artmaya başladı. Yaşadığımızın kötü bir kabus olduğunu ve bir gün eski dünyaya döneceğimizi düşünenler yavaş yavaş gerçeğe uyanıyor. Bu farkındalıktan, uyanıştan mütevellid insanlar yeni hayata, yeni şartlara uyum sağlamaya çalışıyor.
Zulüm hep böyle devam mı edecek? Hukuk geri gelip haklarımızı almayacak mıyız?
Elbette olacak! Ama eli böğründe bekleyerek değil. Bir yandan hukuki mücadeleler verecek, haklarımızın takipçisi olacağız; öte yandan mevcut hale, yeni şartlara uyum sağlayıp ayakta ve hayatta kalacağız.
İnsanların ve imkanların çok büyük kısmını hala harekete geçirememiş olsak da eylemsizlik halinden uyanış, bir kıpırdanma var.
Peki Hizmet’in potansiyelinin ne kadarı aktive edildi?
Dört yıldır bir nevi nadasa bırakılan toprağın ne kadarını üretime geçirip verimli hale getirebildik?
Elbette dikkate değer gelişme, canlılık var. Ama iyimserliği korumakla birlikte, rahatlamak yerine potansiyelin tamamını düşünüp ona göre adımlar atmak durumundayız. Eğer hala potansiyelimizin, insan kaynaklarımızın büyük kısmı atıl, eylemsiz, denklem dışı ise, kenarda veya uzakta duruyorsa, canlılığa sevinelim ama geride kalan potansiyeli aktive etmenin çarelerine de kafa yoralım.
Allah bu Hizmete çok güzel imkanlar verdi, çok özel kapılar açtı. Mensuplarının liyakatlarının, becerilerinin çok çok üstünde lutuflarda bulundu, önemli işler yaptırdı. Allah, Hizmet’i kullanarak Anadolunun kavruk, fakir aile çocuklarından eğitimli, donanımlı, olumsuzluklara ve husumete kapalı, dengeli, ahirete inanan, ama dünyaya açık nesiller üretti. Türlü tuzaklara, planlara rağmen defalarca bu Hareketi korudu; çevrilen oyunlara müsaade etmedi. Bitirilmek, yok edilmek istendikleri durumlarda bu güzel, hasbi, samimi insanlara mucizevi çıkışlar ihsan etti. En zor durumlarda fereç ve mahreç verdi. Bu zulümleri bize yaşatan Tiranların, iktidarların, partilerin yıkılıp gidecekleri, tarihin çöplüğüne gömülecekleri, bir zaman sonra tabelalarının bile kalmayacağına inancım tam. Eğer istikameti koruyabilir, çağı doğru okuyabilir, yapılması gerekenleri doğru zamanda doğru şekilde yapabilirsek Allah yeniden yeni kapılar açacaktır.
15 Temmuz sürek avından sonra binlerce okul, yurt, yüzlerce dershane, onlarca üniversite kapatılmış, binalara çökülmüş, imkanlar alınmış olsa da Hizmet’in yetiştirdiği insanların (işkenceyle, zulümle öldürülenler hariç) çok büyük bir kısmı hayatta ve potansiyelini muhafaza ediyor. Kimi hapiste, kimi işsiz, kimi sürgünde olsa da bu potansiyel tekrar çok şey üretebilecek durumda. Şu anda atmosfer, şartlar, sosyal, siyasi çevre yeterince müsait olmasa da ülke cinnet sürecinden çıktığında, hapistekiler özgür kaldığında, sürgündekiler yeni hayata adapte olduğunda Allah’ın izniyle bu beşeri potansiyel, ülkemiz ve insanlık için tekrar harika şeyler yapacaktır. Gerek güç ve çıkar hesabına her şeyin tahrip edildiği Türkiye’nin restorasyonu ve iç barışı için, gerekse giderek huzurunu yitiren, otoriteryanizme kayan dünyanın barışı için bu insanlara şiddetle ihtiyaç duyulacaktır.
Fakat bunun için herşeyden önce yeniden güven inşasına ihtiyaç var. Güven inşasını, iç güven ve dış güven inşası olarak iki kalemde ele almak mümkün olabilir.
DIŞ GÜVEN İNŞASI: Dış güven deyince hareket mensupları dışındaki dünyanın güvenini kastediyoruz. Buna Türkiye kamuoyu yanında dünya kamuoyunu dahil edebiliriz.
Türk toplumu son yıllarda, münhasıran 15 Temmuzdan sonra üretilen ithamlar, iftiralar, söylemler nedeniyle Hizmete ve Hizmet insanına güvenini yitirdi. Hitler’in propaganda bakanı Gobbels’e rahmet okutacak kampanyalarla ömrünü Anadolu insanına ve insanlığa adamış güzel insanlar karalandı, şeytanlaştırıldı. Kendinizi ifade etmeye, haklılığınızı ispata dair mecralar yok edildiği ve farklı her sese, iktidarın söylemine uymayan ifadelere fırsat verilmediği için dış güveni yeniden inşa etmek çok kolay değil. Gerçeklerin AKP/Erdoğan diskurlarından tamamen farklı olduğunu söylemek ve insanları ikna etmek ülkedeki şartların değişmesine bağlı. İnsanların kendiliğinden bazı gerçeklere uyanması, çıkarımlarda bulunması dışında dış güven inşası adına yapılabilecek çok şey görünmüyor. Türkiye adına yapılacak şey ülkemizde demokrasinin kazanması, hukukun, adaletin, insan haklarının geri gelmesi ve hayatın normalleşmesi için dua etmek, zulümleri anlatmaya, hakikatleri duyurmaya devam etmek. Münhasıran vicdanı ölmemiş, cesaretini hepten yitirmemiş gazetecilere, aydınlara, toplum önderlerine ulaşarak olayların içi yüzüyle ilgili onları bilgilendirmek önemli.
Türkiye’de Hareket’e karşı sürdürülen güçlü ve yoğun propaganda nedeniyle toplumda bir güvensizlik, korku oluştu. İnsanlar iftiralara inanmasalar da korku ve kaygı nedeniyle gerçekleri ifade edemiyorlar. Bazıları iktidarın söylemini tekrar ederek kendini güvenceye alıyor; bazıları aynı kareye girmemeyi tercih ediyor. AKP hükümetinin tezleri, söylemleri devletin gücü ve imkanları kullanılarak dünyadada yaygınlaştırılmaya, kabul ettirilmeye çalışıldığı için ülke dışında da bir miktar güvensizlik var. Bazı ülkeler diplomatik sebeplerle, ticari, siyasi ilişkiler nedeniyle Hükümetin resmi söylemlerini benimsiyor. Ama dünya genelinde, özellikle demokrasinin, hukukun olduğu ülkelerde Erdoğan’ın söylemlerin karşılığı yok. Bu ülkelerde daha ziyada sol ve Kemalist kesimlerin söyledikleri olumsuzlar etkili. Dış dünyada Hareket’in güven inşası için, iddiaların hal diliyle yalanlanmasına ihtiyaç var. Özellikle demokratik batıda demokrasiye, temel insan haklarına, özgürlüklere uygun, şeffaf, hesap verebilir, denetlenebilir, amaçları ve hedefleri net ortaya konmuş yapılar haline gelinebilir, eylemlerimiz de bunlara uygun olursa, zaman içinde güvensizlikler izale olacaktır. Bulunduğumuz ülkelerde yararlı şeyler üretme, toplumun sorunlarına kafa yorma, işbirliği içinde çözümler geliştirme bu güven kaybını tamiri hızlandıracaktır.
İÇ GÜVEN İNŞASI: Yaşanan süreci atlatmada iç güven inşasının herşeyden önemli ve öncelikli olduğunu düşünüyorum. Harekete gönül veren insanlarda farklı sebeplere dayanan bir güven erozyonu var. Bunu inkar etmek, yok saymak Hareket’i güçlü kılmadığı gibi güven erozyonunu derinleştiriyor. İç güven erozyonuna neden olan konuların başında 15 Temmuz sırasında yaşanan ve izah edilemeyen konular geliyor. Bunun yanında son 10 yılda yapılan ama 15 Temmuz sonrası insanların mahkumiyetine, suçlanmasına neden olan, gerçekte suç olmayan, belki isabetliliği tartışılabilecek bazı icraatlar da var. Ayrıca insanların idarecileriyle, beraber çalıştıklarıyla yaşadığı bireysel olumsuzluklar genelleme yapılarak Hareket’e güvensizliğe dönüşebiliyor. Travmanın etkisiyle arızi güven kayıpları, küskünlükler, kırgınlıklar yaşayanlar oluyor. Türkiye’de var olan ve devam eden baskı ortamı, sürek avı nedeniyle “bekleyelim, bakalım, görelim” diyenler var. Ticaretinde kayıplar, ortaklığında problemler yaşayıp vebali Harekete yükleyenler var…
Dış güven inşası biraz da zaman ve konjonktör meslesi. Eğer içte yeniden bir güven inşa edilebilirse, potansiyeli daha fazla harekete geçirmek mümkün olabilir. İçteki güven inşası ile ortaya çıkacak ivme, hareketlilik, anilmerkez güç zamanla dış dünyadaki güvensizliklerin, olumsuzlukların aşılmasına yardımcı olacaktır. Bu sebeple iç güven inşası, bir şekilde kendisini hareketle ilgili görenlerin kafa karışıklıklarının giderilmesi, olumsuzlukların tekrar edilmeyeceği, arızaların tashihi konusunda güven temini diğer bütün olumsuzlukları bertaraf etmede anahtar, tetikleyici bir adım olacaktır.
İç içe halkalar şeklinde düşünmek gerekirse, çalışanlarına, mensuplarına güven veren, onları ikna ve tatmin eden bir yapı potansiyelini harekete geçirebilir, mensuplarını, muhiplerini, dostlarını kolayca motive edebilir. İç güvenin sağlanmasından ortaya çıkan ümit, iştiyak, heyecan ve çaba ile potansiyelden daha fazla yararlanabilecek, katılım artacaktır. Bu enerjinin doğuracağı yeni faaliyetler, projeler, sonuçlar kenarda ve eylemsiz duranları daireye çekmekle kalmayacak, dış halkalardaki güvensizlikleri, şüpheleri de izale edecektir.
İnsanlar güvenmedikleri ile beraber yol yürümek istemezler. Güven duymadıkları organizasyonlara kabiliyetlerini, imkanlarını açmazlar. Evlilik, ortaklık, dernekleşme dahil her sosyal ilişkinin temelinde güven vardır. Güven başa konan güvercin gibidir; uçunca geri getirmek kolay değildir. O nedenle güveni yitirmemek en önemlisidir.
Hareket yıllarca Türkiye’de ve dünyanın pek çok coğrafyasında hizmetlerini elde ettiği güvenle yürüttü, genişletti. Her dinden, milletten, kesimden insanlar üzerine titrediği gözbebeği çocuklarını, genç kızlarını ardına bakmadan yirmili-otuzlu yaşlardaki bu insanlara teslim etti. Allah’ın izniyle güvenleri boş çıkarılmadı. Hoca Efendi yıllarca “en büyük kredimiz bize duyulan güvendir” dedi ve bunun önemini hep vurguladı.
Güven inşasında en önemli mesele güven kaybına neden olan problemleri çözmek, güvensizlik oluşturan gri, kapalı alanları açık-berrak hale getirmektir. Suizanna, töhmete sebep olan kapıları kapamaktır. Herşeyden önce yeni güvensizlikler üretmemek, yeni hatalar yapmamaktır.
Hizmet eğitimli, nitelikli, donanımlı, özverili, çalışkan insanlardan oluşan muazzam bir beşeri potansiyele sahip. Yaşanan baskılar, kırılmalar, travmalar ve bazı problemler nedeniyle şu anda bu potansiyelin çok az kısmından yararlanılıyor. Potansiyelin tamamından veya daha fazlasından yararlanabilmek için bir güven inşa sürecine ihtiyaç var.
Geneli itibariyle güzel bir yazı, elinize aklınıza sağlık. Sadece bir şeyi hatırlatmak isterim.
Herkes dünyaya bizim çerçevemizden bakmadığı için bizim şaşırdığımız, nasıl böyle şey olabilir dediğimiz konularda başkalarının kendi bakış açısından kaynaklanan farklı açıklamaları olduğu için tamamen zıt fikirleri gayet fıtri bir şeymiş gibi savunabiliyorlar. Mesela, yazınızın aşağıdaki bölümü hakkında;
“AKP’ye yüzde 80’lere yakın oy veren Kayseri’de bir grup insan, bir cenazeyi mezarından çıkarıp yakmaktan, asmaktan bahsediyor. Bunu kameralara karşı, cüretle söylüyorlar. Bunlar Hazreti Peygamberin Yahudi cenazesine ayağa kalktığını bilmiyorlar mı? İnsanın dirisi kadar ölüsünün de saygıya layık olduğunu duymamışlar mı?”
Bu tür gayet makul bir cümleye verilen/verilecek cevap “iyi de, kendi halinde bir yahudi veya hristiyana da bizim bir tavrımız, şiddet eylemi niyetimiz yok (!?). Zaten yüzyıllardır aramızda yaşıyorlar. Ama siz vatan hainisiniz, size sokaktaki kendi halinde bir yahudiye davrandığımız gibi tabiiki de davranamayız. Hainliğin karşılığı budur, vs” tarzı yaklaşabiliyorlar. Dolayısı ile size gayet makul gelen bir açıklama/argüman, karşıdaki sizi farklı bir kategoriye oturttuğu için, karşıdakinin size olan bakış açısını değiştirmediği sürece bir şey ifade etmiyor. Yani bu insanları ayet ve hadislerle ikna etmek çok mümkün olmayabilir çünkü onlar sizi hain veya bilmem ne ajanı olarak gördüğü sürece o kategoride muamele edecek, ona göre kendilerini haklı gösteren argümanı ileri sürecek. Tabiki bahsettiğiniz dini düsturlar bazılarını düşünmeye itip en azında yumuşatabilir ve böylelikle siz de derdinizi anlatmak için nispeten daha uygun bir ortam bulabilirsiniz. Yine de bakış açısı değişnediği sürece temel/ciddi bir değişiklik olacağını sanmıyor. O değişiklik için de dünyevi bazı deliller gerekiyor. Bizden gelecek deliller kafalarda bir “acaba” dedirtse de galiba ya onların kendi itirafları ya da dışarıdan güçlü birilerinin delillerine ihtiyaç var. Bunları bile tencerenin isyanı veya kuklayı oynatanların iplerini kesmesinden önce beklemek biraz zor.
Güven konusunda ciddi hayal kırıkları yaşandı. En en basitinden soruşturmalar dolayısıyla yurtdışına çıkmak zorunda kalmış, yıllarca ‘bak bu da cemaatten’ diyerek insnaların cemaate olan sempatisini, ilgisini, güvenini arttırdığı ünlü futbolcu, ramazanda yardım yapmasına aracılık edecek birilerini sosyal medyadan arayor. Cemaat meşveretine vereyim demiyor. Neden ‘cemaate’ güvenmiyor mu?
İnsanların hapsedilmesine gerekçe olarak kullanılan bir çok konuda sorumlular kim belli değil ve hesap verilmedi. Mesela M.Yeşil, E.T. Aytav moderatörlüğündeki bir FKM toplantısında neden bankaya destek çıkmamız gerektiğini, zaruret halinde domuz yemek bile caiz diye örnek vererek anlatmış, milleti destek olmaya çağırmıştı. İnsanlar faize bulaşma pahasına kredi çekip bankaya yatırdı. Şimdi bankaya 50 tl yatıran bile terörist oldu. Bu konuda da hesap veren, o zaman o karar doğruydu denecek olsa bile, görmedik.
Aynı şekilde ilk önce öğretmenlere sendika kurduruldu, sonra Akp ile pazarlık yapıldı ve sendika kapatıldı. Sonrasında tüm memurlara ve işçilere sendika kurdurtuldu ve adeta insanlar savaşta piyon olarak öne sürüldü. Bunun sonucunda herkes resmi belgelerle fişlenmiş oldu. Hatta arada hatır gönül veya müdür korkusuyla sendikaya üye olan ama cemaatle alakası olmayanlar dahi işten atıldı. Bu konuda hesap vereni duymadık ama A.Yurtseven G.Cavusoğlu hanıma verdiği youtube mulakatında, ‘biz bunları ali heyette konuşuyoruz ama siz kimsiniz ki bunları bileceksiniz, sıradan öğretmenler!’ diyerek sonuçlarından etkilenen, hatta hayatları kararan yüzbinlerce insana hiç muamelesi yaptı.
Şifreli haberleşme programı yazdırmak, teyzelere varıncaya kadar yaymak nasıl bir aklın ürünü kısmını geçtim, serverları kim güvenli ülkelerden Litvanya gibi Mit’in opresyan yapacağı bir ülkeye taşıdı belli değil. Bu yetmezmiş gibi bir de ‘mor beyin’ gibi bir itham var ki; programı kurmayan, kullanmayanlara bile bir şekilde bu yaftanın yapıştırılması için düzenekler kurulduğu iddia ediliyor. Tabi ki bu konuda da bir açıklama yok ama insanların ‘cemaat bunu bile yapmış’ diyecek kadar güveni sarsılmış.
Daha asıl dananın kuyruğunun koptuğu 15 temmuz ile ilgili şaibelere hiç gelmeden bile insanlar ciddi güven erozyonuna uğradı. Bütün bu süreç bitse bile, bir zamanlar cemaatin içinde olanların bile, bırakın cemaatin içinde kalacaklarını, kurban için vekalet verecekleri bile şüpheli. Bütün bunlar olurken hala aynı yüzler önde, hala hesap veren, geri plana çekilen yok ya da asıl mağdurlar görmüyor, duymuyor.
En iyisiniAllah bilir.