M. AHMET KARABAY | YORUM
Bu ülkede iyilerle kötülerin mücadelesini hep kötüler kazandı. İyilerin kazanması maalesef hep masallarda idi. İşin daha acısı, mücadeleyi kötülerin kazanması sadece bugün değil, dünün de gerçeği idi. Geçmişte iyilerin kazandığı iddiası ise bize tarih diye okutulan masallardan kaynaklanıyor. İyi bildiklerimiz aslında “iyinin kazanması” değil, tarihi galiplerin yazmasından dolayıydı. İyiler mağlup olup silinip gittiği için gözyaşı dökecek kimseleri kalmadığı gibi tarihe not düşecek kimseleri de yoktu geride.
Amacım tarihten sayfa açmak değil. Tarihe göndermeler yapmak hiç değil. Bugünü anlatmak istiyorum. Hem de tam yaşadığımız bugünü.
Siyasette döndürülen fırıldakların ayyuka çıktığı, menfaat pazarlıklarının toplumun hücrelerine sindiği, siyasi cinayetlerin örtülmeye çalışıldığı ve çetelerin devleti ele geçirdiği günümüzden söz etmek istiyorum.
Şike bir dönem futbolda konuşuldu. Vardı yoktu tartışmaları sürerken, muktedirler “kumpas” deyince pazarlıkları yapanları görüntüleyen, kayda alanlar suçlu olarak hapse tıkıldı. Tıpkı hırsızlık yapanları ortaya çıkaranların yaşadıkları gibi.
Siyasette durum farklı mı? Beştepe Sarayı’nın karşısına kim çıkarsa bir süre sonra bakıyorsunuz bir şekilde kenara çekilmiş. Sonradan öğreniyorsunuz ki ya rakip bir şekilde devşirilmiş ya da devşirme rakip olarak ortaya çıkmış/çıkarılmış.
2023’te yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde Muharrem İnce ve Sinan Oğan’ın devşirme aday veya aday adayı olarak ortaya çıkması bu cümledendi.
Tam bugüne gelelim.
- Altılı Masa’nın çürük ayağı İYİ Parti Kurucu Genel Başkanı Meral Akşener’in Tayyip Erdoğan ile dansını toplum anlamlandırmaya çalışılırken,
- Sinan Ateş cinayetinin, tamamen MHP mutfağında pişirilip hayata geçirildiği çorap söküğü gibi gelmekte iken,
- Çete reisi Ayhan Bora Kaplan’ın izlerinin Balgat’taki MHP Genel Merkezi’ne ulaştığı anlaşılmışken,
- Merkezinde MHP’nin olduğu yeni bir darbe soruşturması başlatacağı konuşulurken,
- Birilerinin şahsi menfaatleri için ülkeyi kaçak göçmen yurduna çevirmenin yükü ağırlaşıyorken,
- Rus lider Putin Türkiye’ye “ayağını denk al” diye açık ayar vermişken,
- İsrail’in Filistinlilere yaptığı zulümler bütün dünya gündeminde ilk sıralara yerleşmişken,
- Ülkede yaşanan enflasyonun savaşan Rusya ile Ukrayna’nın enflasyonları toplamının 7 katını aşmışken,
- Ekonomik krizde en kötünün aşılmadığı, dar gelirliler için yeni başlamakta olduğu netleşmeye başlarken,
- Çiftçinin bütün girdileri yüzde 100’leri bulan oranlarda zamlanmış, ürettiği buğdaya sadece 1 TL zam yapılmışken (8,25 TL’den 9,25 TL’ye çıktı)….
Türkiye geride bıraktığımız dönemde yeni bir gündemle uyandı. 8 yıldan bu yana ülke gündeminden düşmeyen 15 Temmuz darbesine yeni bir pencere açılmaya çalışıldı. Yeğen Ebuseleme Gülen’in anlattıkları, bütün sorunların üzerine kalın bir örtü sermişe benziyor.
Ebuseleme Gülen’in iddiaları konuşulur, tartışılır taşlar yerine oturur. Bunlar ayrı bir konu. Lakin bu ülkede zulüm hız kesmeden devam ediyor. Sadece demir parmaklıklar ardında tutsak bulunan on binlerce kişi zulüm görmüyor.
- Tek Adam rejiminin kestiği cezayı çekip serbest bırakılanlar,
- Delil bulunamadığı için tahliye edilip davasının tamamlanmasını bekleyenler,
- Hakkında dosya açılıp fakat kendisine şimdiye kadar bir tebligat gelmeyenler,
- Hakkında hiçbir işlem yapılmadığı halde bu ülkede yaşama talihsizliğinde bulunanlara hayatları zehir edilmeye devam ediliyor.
Kral Şakir’in “Uç Özgürce” şarkısını söyleyerek büyüyen çocuklar, koparıldıkları anne ve babalarına yıllar sonra kavuştuklarında onlara bir şarkı ezberlediğini söyleyip sarılıp ağlarken, Mor ve Ötesi’nin “Bir Derdim Var” şarkısını söylüyor.
Mor ve Ötesi’nin Bir Derdim Var şarkısını bugüne kadar defalarca dinledim. Fakat Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun sosyal medyadan yaptığı “Kuyuların dibinden gelen sesler-33” paylaşımındaki kadar beni yüreğimin en ince yerinden yakalamadı.
“190 gün sonra çocuğumu görebildim, ona dokunabildim… Uzun uzun sarıldık birbirimize, ikimiz de ağladık. Ona neden ağladığını sordugumda, ‘Çünkü seni çok özledim…’ dedi. Konuşmadan sadece birbirimize sarılı kaldık. “Anne bir şarkı ezberledim sana söylemek istiyorum.” dedi…… pic.twitter.com/8vpjNKv6vF
— Ömer Faruk Gergerlioğlu (@gergerliogluof) June 7, 2024
Güftesini grubun solisti Harun Tekin’in yazdığı şarkının sözlerine ilk kez Bafra Cezaevi’nden gelen bu çığlıkla dikkat kesildim.
“Bir derdim var, artık tutamam içimde
Gitsem nereye kadar?
Kalsam neye yarar?
Hiç anlatamadım, hiç anlamadılar.
Herkes neden düşman?
Herkes neden düşman?
Unuttuk hepsini, Nuh’un nefesini
Gelme yanıma, sen başkasın, ben başka.”
Bu hay huy arasında eşi ve 7 yaşındaki çocuğuyla 7 Eylül 2023 tarihinde Edirne’den Yunanistan’a geçmeye çalışırken yakalanan bir kadının ve onun gibilerin feryadını kimsenin duyduğu yok. Haftalarca 8 kişilik koğuşta 25 kişi kaldıktan sonra yatacak bir yatağa kavuştuğu için neredeyse mutlu olacakların sesi bu çığlık.
Benim kursiyer oğlum 15,Temmuz’dan sorumlu tutularak müebbet verildi.
Melih Gökçek’in oğlu millet vekili.
Adaletiniz batsın @Akparti @yilmaztunc @abdulhamitgul @bybekirbozdag @AYMBASKANLIGI https://t.co/UVb7winDwf pic.twitter.com/YntFtpITZr— Sevinc Cakir (@SevincCakir8) June 8, 2024
Karanlık kış günlerinin ardından geldiği söylenen bahar güneşini ancak avluda sandalyenin üzerine çıkınca ulaşabilmenin ne demek olduğunu dört duvar ardında yıllarını geçirenler anlar. Bir tutam güneşe kavuştuğunuzda, 10-15 dakika sonra kaybedeceğini bilerek bütün hücrelerinizle içinize almak istersiniz.
4,5 yılını dört duvar arasında geçiren biri olarak yıllar sonra gökyüzünü engelsiz seyredebildiğim ilk günde, çevremdekiler farklı şeyler yaparken ben sırt üstü yatıp dakikalar boyu gökyüzüne dalıp gitmiştim.
İnsanlar çürütülmeye çalışılıyor; kimi dört duvar arasında, kimi hapishaneye döndürülen bu ülkede, kimi de yurduna hasret dışarılarda.
Bu kanayan yaraya çözüm bulunamazsa bir nesil yok olup gidecek. Gündemler değiştirilse de bu gündem değişmemeli.
Hep kötülerin kazandığı doğru. Çünkü insanoğlu fıtraten bencil ve ikiyüzlü.
Kötülerin kazanmasının sebebi insanoğlunun fıtraten bencil ve ikiyüzlü olması değil. İnsan fıtraten kötülüğe de iyiliğe de meyillidir. Kötülerin kazanmasının sebebi kötülüğün ve yıkımın çok kolay ve gayretsiz olması, iyiliğin ve inşa etmenin ise çok çaba gerektirmesi. Risalelerde de açıklandığı üzere bir sarayı inşa etmek yüzlerce insanın yıllar süren emeğini gerektirir ama o sarayı yok etmek için bir çocuğun kibritle bir yerini ateşe vermesi yeter. Tahrip kolaydır. Çıkarları için bir araya gelmiş 10 tane insan 1000 tane insanın inşa ettiği güzellikleri mahvedebiliyor. Ve sonuçta kötülerin bir prensibi de yok, onlar için her yol mübahken iyiler için aynı durum söz konusu değil. O yüzden de iyi insanlar kesinlikle Allah’a dayanıp güvenmeli ve yardımı O’ndan istemeli.
İnsanlık tarihini yeniden bir gözden geçir istersen insanların birbirine zulmü ne zaman bitmiş. Buna dinler tarihi de hatta İslam tarihi de dahil kardeşim.
İnsanoğlu çıkarının olmadığı yerde iyiliğe meyletmiyor.
Malesef ahseni takvim değilde belhüm adel. Hayvandan daha tehlikeli ve aşağı. Hatta hayvandan daha az zeki. Çünkü hayvan doyduğu zamanı biliyor ve duruyor, insan doyuma ulaşmayacak kadar cahil ve vicdansız.
Kötülüğün ve yıkımın çok kolay olduğuna inanıyor musun gerçekten? İnsanların başına binbir türlü belalar açanlar bunu çok kolay mı yaptı plansız mı yaptı? Çalışmadan mı yaptı? İnançlı insanlar senin gibi Allah’a sığınıp vicdanını rahatlatırken Onlar plan ve çalışma peşindeydi.
Şu konuda haklısın kötülerin kuralları ve vicdanları yok. Madem öyle iyilerin sayısı çok, manevi amaçları için olsun birlik olup akıllı olup bunu bertaraf etsinler. Ama hayır iyiler gücü eline geçirince asli fıtratlarına dönüyorlar. Yani kötü oluyorlar , Ben liderim , Ben zenginim ben akıllı yım. Egolar çıkar çatışması başlıyor.
Fransız ihtilalini yapan mazlumların zalim olması, komünizmi adalet için başlatanların mafya olması.
Dur devam edeyim İslam’ı insanlık için kurtarıcı yapanların daha bir asır geçmeden Muaviye ler çıkartıp peşine sürüyle takılması.
Kusura bakma da risalelerde yazan her şey de doğru değil tartışılabilir.
Biraz farklı kafa yapılarını anlayıp bu saflıktan kurtulmak lazım yoksa daha çook darbeler yiyip hesabı ahirete bırakırız.
Ne demiş karşı görüşlü Machiavelli “İnsanlar olaylara oldukları gibi değil, olmasını istedikleri gibi bakarlar ve mahfolurlar.”
Kardeş sana edepli, üstüruplu, hatta hepimize faydalı bulduğum bir cevap yazmış idim.
Maalesef sanırım yorum kontrolündeki arkadaşların onayından geçmemiş, ne hikmetse.
En dengesiz provokatör kafalı insanların yorumları geçiyor, benimki takıldı.
Farklı görüşlere kapatalım kendimizi, yerimizde saymaya, saf insanların vebalini almaya devam edelim.
Bu topraklarda iyilerle kötülerin mücadelesini hep kötüler kazandı demek çok ağır bir hüküm. Yazarın yaşadıkları ışığında böyle bir duyguya kapılması anlaşılabilir. Ancak bu hükmün doğruluğu tartışmaya açık bence.
Galiba bu toprakların en büyük problemi din ve milliyetçilik. İnsanlar din ve milliyetçilik ile uyutuluyor, beyinleri uyuşturuluyor, aldatılıyor. Ezanlar susmaz, bayrak inmez diye diye, yerli ve milli diye diye yerli ve milli ne varsa içi boşaltıldı. TL pul oldu. Bir düşünün, Türkiye´nin en büyük bankbotu 200 TL, bu parayla Almanya´da bir döner alamazsınız.
Geçenlerde yaşadığım ülkede tramvayda üç gencin konuşmasına tanık oldum. Konuşdukları dil tanıdık geldi, tanıştık, Bakü´den Azeri gençlermiş. Türkiye kökenli olduğumu duyunca ilk sözleri şu oldu: Azerbaycan´da durum sizin ülkenize göre daha iyi. Paramız daha değerli. Bir Manat 20 TL yapıyor. Şimdi artık Türkiye bizim için de çok ucuz bir ülke haline geldiği için Azeriler artık oraya tatile gidebiliyor…
Din ve milliyetçilik ile insanlar sadece seçmen pozisyonunda uyutulmuyor, günlük hayatta da aynı şey geçerli. Bizde bir sorun ortaya çıktığında insanlar kendi kafasını kullanarak çözüm bulmaya çalışmak yerine hemen şunu soruyor: Din buna ne diyor? Dolayısı ile top ilahiyatçılara atılıyor. Bu onların da işine geliyor, onlar da bu durumun devam etmesini sağlıyor.
Sonuç? İnsanlar düşünmüyor. Kısır bir döngüde dönüp duruyoruz. Bu kısır bir anlayışı doğuruyor. Yine küçük bir anekdot. Yaşadığım ülkeye mülteci olarak gelmiş ve burada bir hizmet kurumunda çocuklara Kuran öğreten bir hoca ile tanışmıştım. Burada devlet kirasını ödüyor, eşi ve kendisi geçinecek kadar maaşını veriyormuş. Çok memnundu devletten, Allah bu millete hidayet versin diye dua ediyordu.
Sonra anlattığına göre Türkiye´den de emekliymiş, ama oradaki maaşını buradaki devlete bildirmemişler, çocukları alıyormuş… Ahlak anlayışına bakın. Kendisine kucak açan Avrupa devletine oradaki maaşını bildirmiyor, ama kendisine ve eşine bakan bu gayrimüslim insanların hidayeti için duacı.
Her şey dine, her şey hocalara, ilahiyatçılara havale edilmese, din şekilcilikten ibaret görülmese, biraz seküler akıl geliştirilse ve kullanılsa dindarlar bu kadar karaktersiz ve ülke bu durumda olmaz gibime geliyor.
Ama tabii doğrusunu hacı hoca ve ilahiyatçı abiler bilir.
“””””Bu kanayan yaraya çözüm bulunamazsa bir nesil yok olup gidecek. Gündemler değiştirilse de bu gündem değişmemeli.”””” tespitiniz çok önemli.
Yoksa gerçekleri, kendi yumuşak koltuğundan, uzaktan,
–“Rabbim Avrupaya, Amerikaya saçtıkça saçtı.”
–“Biz elimizle gidin deseydik, böyle dünyanın her yerine, köyüne, kasabasına yerleşecek şekilde gönderemezdik”
tadında görecektik.
Tarihi muktedirlerin yazması gibi, benim de içim bu bahsettiğim modda bu zamanın anlatılmasına razı olmuyor.
İnsanı öncelemeyen, amaç odaklı düşünen, zafer olsun da sonu pirüs olsun modundaki yaklaşımlardan fersah fersahta içsel olarak iğreti duyuyorum.
Hapisten çıkan, gaybubette ömür törpüleyen, hicrette ancak yaşayanların fark ettiği ama gizli bir şifre kod gibi, bunu yaşamayanlara anlatmadığı, yaşamayanların da pek anlamayacağı, işin aslında umurlarında da pek olmadığı ruh halinde olanların ağzından çıkan sözlere çok değer veriyorum.
Yaşamadığın şeyleri söyleme uyarısı gibi, işte yaşayanların sözlerini önemserken, kalanın, arisinin o tumturaklı sözlerini nedense yine içsel olarak bir türlü samimi bulamıyorum.
Beyaz kefenli Akpartililerin dünyaya niza veren halleri ne ise, ben böyle konuşanların halleri de öyle görüyorum çünkü.
Bu nedenle de sevgili yazar, tespitinizi önemsiyorum, bir nesil perperişan ediliyor gerçek bu.
Bunu yaşayan biliyor,
Yaşamayanın dilinde bir Yusuf masalı tadında.
Ümit insanı yaşatan en önemli şeylerden. Ümitsiz olmak bir konu, ama gerçeği çıplaklığı ile görmek ayrı konu.
Sonraki nesillere kayıt geçsin, sizlere bizler tohum gibi saçılmış görünsek de, ve neticeleri itibariyle öyle sonuçları görmüş olsanız da, bilin ki ne tohum gibi saçılmak örneği uyuyor duruma, ne başak vermek.
Saçılıp darmadağınık hallerle Avrupalarda, Amerikalarda buldular kendilerini diyenlerin söz ve satırlarını daha kale alın.
Zulmden doğrudan, hapis, gaybubet, hicrette zorluklar şeklinde pay almamışların sözlerini önemsemeyin demiyorum.
Ama mihenk taşınız, hapis, yaşamış, gaybubet, hicretin zorluklarını yaşamış olanlar olsun.
Diğerlerinin sözlerini o mihenge vurun.
Yaşamadığını destanlaştıran bin dil ustası yerine, yaşadığını anlatan bir kekemeyi tercih edin, edin ki daha gerçekçi daha sağlıklı olsun.
İşte, sevgili yazarın, tekrarlarsam,
“”Bu kanayan yaraya çözüm bulunamazsa bir nesil yok olup gidecek. Gündemler değiştirilse de bu gündem değişmemeli.”
sözü bu dönemin ruh halinin gerçekliği açısından önemli.
Cüneyt Arkın filmlerinin senaristi tadında anlatımlar beni yoruyor.
Ana babayı, eşi evladı, dostu akranı kaybeden Cüneyt filmin sonunda, kötü adamları tek tek yok eder, ve buruk ama sevinçle bitiririz ya.
Senariste sorasım geliyor, anayı babayı, eşi evladı, dostu akranı kaybetti sonradan kötü adamları yok et, bakalım sevinç duyacak mısın?
Yaşayanın ağzından çıkan satırları mihenk görün, yaşamayanın tumturaklı, yaldızlı, süslü sözlerini ona vurun.
Eğer bu devri anlamak isterseniz tabi.
Ümitsizliğe sevk etmemeli sözlerim.
Herkesten daha fazla, ümitli, ve herkes kadar doğru biryerde olduğum duygusundayım.
Ama şunun da farkıdayım,
telafisi imkansız şeyler arttıkça,
genç kızlarımız gençliklerini, analık ruhunu çağını,
erkeklerimiz hayatta adam gibi ayakta durma çağlarını kaybettikten sonra,
……..
ve olgunlarımız yaşlanmış, yaşlılarımız ise bir bir gruba yükseldikten sonra,
bu devri tohum saçılma olarak adladırıyorsan, ben buna bencillik, insanı aşağılama derim.
Her nimetin şükrü kendi cinsinden..
Sanırım, her destanı, yazan da kendi cinsinden olmalı..
Hapiste yıllarca çıkmış birinin nasihatlarını dinlemek,
Onun tevekkülünü, tesbihini hamdini, olaylara bakışını dinlemek,
bana daha içten, daha gerçek ve daha samimi geliyor.
Ve dikkat ediyorum öyleleri daha temkinli, daha olgun konuşuyor.
Bu son yorumunuzu da o minvalde görüyroum sevgili yazar..
3. kez yazar isem:
“Bu kanayan yaraya çözüm bulunamazsa bir nesil yok olup gidecek. Gündemler değiştirilse de bu gündem değişmemeli.”
Peygamber ile diğer insanlar elbet karşılaştırılamaz,
Ancak, öyle bir devir ki, Hz. Muhammedin bu son asırdaki ümmeti, haksızlığa karşı geldiği için, zindan da Yusuf peygamberle yarışır oldu, 11 yıla yaklaştı.
Kuyu da yusuf, üç dört saat kaldı, bir kaç gün belki diyenler, zifiri karanlıkta yıllarca köreltilenleri göz ardı etmesinler.
Bu devri, bu yaşananları hakkıyla ele alsınlar.
Karşımızda çok büyük bir insani kriz var.
Krizin boyutları çok büyük.
Bu nedenle yazarın son söylediğini tekrarlıyorum..
“”Bu kanayan yaraya çözüm bulunamazsa bir nesil yok olup gidecek. Gündemler değiştirilse de bu gündem değişmemeli.””
Rabbim, mazlumların, mağdurların bir an önce yardımına yetişsin.
Bir nesil çürüyor hem yurt içinde hem yurt dışında diyorsun da cemaat öyle demiyor. Hamlar ile haslar ayrıldı diyor, bir başka bahar için yaprak döktük diyor, akp kaybetti biz kazandık diyor, trye sıkışıp kalmıştık tüm dünyaya açıldık diyor.
Bir sonraki yazınızda metin külünkü yazmışsınız ya, bu yazı da tıpkı metin külünkün yapmaya çalıştığına benzemiş.