AHMET KURUCAN | YORUM
Bugün köşemi çok sevdiğim, çeyrek asrı aşkın dostluğumuz içinde gördüğüm istikamet, istimrar ve istikrar içindeki hayatı ve içi kan ağlasa da dış dünyaya bunu yansıtmamak için elinden gelen gayreti gösterip yüzünden tebessümü hiç eksik olmayan Sait Önal Ağabey’imin sosyal hayatımızla alakalı kanayan yaramıza parmak basmaya çalıştığı bir mektuba terkedeceğim.
Sözü fazla uzatmıyorum; buyrun… Sizleri, bu hususta kanayan yarası olan herkesin derdine derman olabilecek düşüncelerle dolu mektubu okumaya davet ediyorum:
“Gönüllülük ve toplum hizmeti dünyasında zaman sadece bir meta değildir; bir misyonun başarısının dayandığı temel taşlardan biridir. Bir kişinin yardım etmesi beklenen grup etkinliklerine zamanında gelmesi gibi basit bir eylem, sadece birey için değil, tüm kuruluş ve gönüllü arkadaşları için derin bir öneme sahiptir.
Dakikliğin temelinde bir amaca bağlılığa duyulan derin saygı yatar. İster bir aşevine yardımcı olun, ister bir bağış toplama etkinliği düzenleyin veya bir toplum temizliğine katılın, zamanında gelmek çok şey ifade eden bir adanmışlık gösterir. Bu, her gönüllünün kuruluşun misyonuna kendi programında öncelik verecek kadar değer verdiğini gösterir.
Güvenilir olmak!
Grup etkinliklerinde dakikliğin öneminin başlıca nedenlerinden biri, etkinliklerin sorunsuz işleyişi üzerindeki doğrudan etkisidir. Gönüllülerin stantları kurmak, sergileri düzenlemek veya konukların gelişlerini koordine etmekle görevlendirildiği bir yardım etkinliği düşünün. Bir gönüllünün bile gelişindeki gecikme, etkinliğin genel başarısını etkileyerek zincirleme bir verimsizlik reaksiyonu başlatabilir.
Dahası, dakiklik ekip üyeleri arasında güvenilirlik ve güven duygusunu teşvik eder. Herkes zamanında geldiğinde, bu bir uyum ve birlik atmosferi yaratır. Gönüllüler, herkesin aynı hedefe bağlı olduğunu ve birbirlerinin zamanına saygı duyduğunu bilerek birbirlerine güvenebilirler.
Zamanındalık, diğer gönüllülerin katılımını ve motivasyonunu sağlamada da önemli bir rol oynar. Birinin geç gelmesi, zamanında gelen diğer gönüllüler arasında hayal kırıklığı ve ilgisizlik duyguları yaratabilir. Bu durum domino etkisine yol açarak tüm grubun moralini etkileyebilir. Öte yandan, herkesin zamanında gelmesi gün için olumlu bir hava yaratır, yoldaşlığı ve ortak bir amaç duygusunu teşvik eder.
Bir farkındalık göstegesi…
Gönüllülere güvenen kuruluşlar için dakikliğin önemi abartılamaz. Planların sorunsuz işlemesini, görevlerin verimli bir şekilde tamamlanmasını ve misyonun günlük faaliyetlerin odak noktası olmaya devam etmesini sağlar. Dakiklik sadece zamanında gelmekle ilgili değildir; organizasyona saygı duymak, taahhütleri yerine getirmek ve ortak hedeflere ulaşmak için gereken kolektif çabanın farkına varmakla ilgilidir.
Özünde, kişinin yardım etmesinin beklendiği grup etkinliklerine zamanında gelmek, sadece ortaya çıkmakla ilgili bir mesele değildir; başarının temel direğidir. Çarkların dönmesini, morallerin yüksek olmasını ve görevin başarılabilir olmasını sağlar. Bu nedenle, bir dahaki sefere bir gönüllülük taahhüdü için çalar saat erken çaldığında, zamanında gelmenin sadece kişisel bir seçim olmadığını, kendinden daha büyük bir amaca adanmışlığın güçlü bir ifadesi olduğunu unutmayın.”
Doğu ülkelerinde dakikliğe riayet edilmemesinin sebebi eskilerde zamanımızı namaza göre ayarlamamış olmamızdan ve randevularımızı da buna göre tanzim etmemizden kaynaklanıyor. Artık o devirler çoktan geçse de geç kalma konusunda bir uzlaşı olmuş sanki. İnsanlar karşılıklı olarak birbirlerine çok kolay gol atabiliyorlar.
Hizmet’te de bu farklı olmadı. Türlü yöneticiler, abiler insanları ha bugün ha yarın, haftaya mutlaka motivasyonuyla aylarca beklettikleri insanlar da bi müddet sonra abilerini, yöneticilerini ha bugün ha yarın, haftaya mutlaka diyerek oyaladılar ve buna devam ediyorlar. Aslında onlar da biliyorlar oyalandıklarını ama diyecek bi şeyleri yok, çünkü onlar da onları oyalamış defalarca. Ama kimse kimseye boşuna bir hafta, iki hafta beklemeyin, en az 6 ay beklemeniz lazım diyemiyor, bu ayıp kaçacağı için.
Bu bitakım konulara izah getirmemiz gerektiğinde de yaşadığımız bi şey. Misal aradan 7 yıl geçiyor, belli konularda çenemiz düşerken belli konularda sütünü dökmüş kediye dönüşüyoruz. Bank Asyalar, Bylocklar, yakayı ele veren mahremler vesaire.
Oysa bu işler böyle başlamamış. İnsanlar bi vakitler namaza göre yaşarken normalmiş, veya medeniyet arttıkça insanların ‘Yok’ kelimesinden ‘söz veremem, hayırlısı neyse o olsun’ manasına gelen ‘hayır’ kelimesine geçmesi de çok normalmiş. Halbuki biz bugün hayır diyememek gibi bir psikolojiyi konuşuyoruz.
Geçmişe gidemezsin, gitsen bir yerde gerici olursun, bugün çok yargılayıcı, geçmişle bugünü barıştıracak bir sentez kabiliyetimiz de yok, ne yapsak sırıtıyor.
Ne diyelim, hayırlısı