YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Devlete bir renk ve bir san seçecek olsaydım, onu “gri tanrı” diye adlandırırdım ben.
Devletin rengi gridir. Ve o bir sahte tanrıdır. Ondan saklanmak, kamufle olmak için en iyisi griye bürünmek! “Sen, ben yokuz! Biz varız!” Biz metrobüste veya banliyöde istif olan, aybaşında asgari ücret maaşı geç yatırılan, çocuğuna et yediremeyen, ödeyemediğinde elektriği veya doğalgazı kesilenleriz. “Sen, ben yokuz! Biz varız!” Biz bir sabah evinden alınan, sonra bir “hainler mezarlığında” mezar taşsız gömülen, ya da soğukta üst aramasında askerlerin önünde üzerindekileri çıkarttırılan Kürt kız çocuğuyuz.
“Sen, ben yokuz! Biz varız!” Biz Boğaz Köprüsü’nde linç edilen erleriz, askeri öğrencileriz. “Sen, ben yokuz! Biz varız!” İyi de siz ki, korumaları ve altında makam aracı, askeri-polisi ve de vergilerimizle ödenen birkaç kallavi maaşı olanlarsınız. “Sen, ben yokuz! Biz varız!” Tamam, sustum. Ben olamam, ancak ben “bizin” bir parçasıyımdır. Yeter ki siz olun! Devletin görevi işte bunu muhafaza etmektir!
Sizin kim olduğunuza devlet karar veriyor. Sizin kim olmadığınıza devlet karar veriyor. Değerinize veya değersizliğinize devlet karar veriyor. Kaderinize karar veren aynı devlet. Oyun hamuru gibi bir malzemesiniz devlet için. Şekilden şekle sokuyor sizi. Beğenmezse yeniden yoğuruyor. Sizin yeniden biçimlendiriyor. Sizi sadece fiziki olarak değil, kimliksel olarak da, değerler evreniniz bakımından da devlet var ediyor.
Unutulanlardan değilseniz eğer siz, ne ala size! Her sabah işinize gidin. Akşama eve dönün. Uygun görülen gazeteleri okuyun, televizyonu açtığınızda karşınıza çıkarılan sunucunun ağzından size anlatılanları dinleyin. Hafta sonu komşuyla veya bacanakla konuşurken, reklam arasında belki uzak diyarlarda sizin olmayan bir yerlerin esasında “aslanlar gibi Osmanlı toprağı” olduğunu konuşun. Kuzey Afrika’nın oralarda gaz arayan, ama aslında ya “size gaz veren” ya da “sizin gazınızı alan” devletinizle gurur duyun. Ama dikkat edin, reklamlar az sonra biter.
Kim bilir ne güzel programlar vardır izlenecek. O programların hiç birinde ne devleti soyanları, ne devleti satanları, ne devlete musallat olanları, ne devleti şirazesinden çıkartanları görmeyeceksiniz. Zaten herkesin “bize düşman olduğu” dünyadan birkaç haber izlersiniz belki. Fethedemediğiniz, düşmanlarda kalan o eski yerlerin hayallerini kurarken, oralara bugün vize alamadığınız veya paranız olmadığı için gidemeyeceğinizi akıl eder misiniz? Olsun. Fetih sonrası vizeye gerek olmaz. Öyle mi?
Kullanmadığınız özgürlükleri talep etmenin anlamı ne ki zaten? Sahip olmadığınız bir düşünceyi ifade edeceğim diye risk almaya değer mi? Zaten spor ve magazin haberlerine bakarken, medya özgürlüğünden size ne ki? Fenerbahçe veya Galatasaray maçının skoru mu değişecek sanki kardeşim, basın özgür olursa? Laf! Suç işlemedikten sonra yargı bağımsız olsa ne olur, olmasa ne olur?
“Zaten ne öyle bağımsızlık falan! Bizim apartman yönetimi bağımsızlık falan dese hoşuna gider mi komşuların? Kapıcı çıkıp “hak” mı talep ediyor? Görevlerini yapsınlar olur biter. İşkence var falan diyorlarmış! E ne yapsın devlet? Suçlu suçunu itiraf etmiyor ki adam gibi birader! Öyle mi? Kürtlere hakmış! Yahu ben ekstra hak istiyor muyum? Ne? Dil mi? Bana ne kardeşim! Bak Kilisenizi cami yaparım! Ayrıca yaptım da! Ne oldu? Sonuçta hakkını yediğim diğerleri bile sustu en azından, doğru mu? Bak, beğenmeyen gider, beğenen ziyaret edecekse camiyken de ziyaret eder!”
Bu mudur?
Budur. Çünkü siz kolektifsiniz. Kolektifin bir çarkısınız. Önemli olan kolektif! Siz kimsiniz ki! Ve şunu unutmayın sakın. Bu kolektifin başında da gri bir sahte tanrı olan devlet var.
Devletinizin geçmişinde “büyük olmasıyla” övünün. Devletinizin gelecekte “yine büyük olacağının” hayallerini kurun. Devletinizin size öğretildiği kadarıyla tarihini öğrenin. Mesela Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Fransa Kralı Françesko’ya yazdığı mektubu iyi bilin. Tam fethedilecekken “kadınların oyunu ile baştan çıkartılan” vezirlerin veya kumandanların zafiyetlerine bıyık altı gülün. Aklınıza Malkoç oğlu veya Kara Murat filmlerini falan getirin. O filmlerdeki “kahpe Bizans’ı”, “çorbacı gâvuru”, çorbacının güzel kızın Maria’yı ve ona musallat olan alçak ve sarhoş Bizans askerlerini falan düşünürsünüz. Sonra Kara Murat’ın onları nasıl alt ettiğini, kızı kurtarıp onunla aşk yaşadığını falan hayal edin. Ülkücü kahvehanesinde bunlar ileride arkadaşlarla yapacağınız tarih muhabbetlerine iyi malzeme olur. Ortaokulda tarih hocasının tarih atlasındaki en geniş sınırların üzerinde parmaklarınızı gezdirin. İşte bu devlete kast etmek istiyorlar! Ne duruyorsunuz? Basın küfrü! Basın!
“Bu devletle ne çok uğraşan vardır, bilmez misiniz? Tarihin yegâne birleştirici özelliği Türk ve Müslüman düşmanlığıdır. Hala anlamadınız mı? Batılılar zaten hep bir olmuş, tek amaçları “bizi bölmek, parçalamak”. Bizi çekemiyorlar azizim! Değil mi? Çünkü İstanbul’da Frankfurt Havalimanından daha büyük havalimanı “yaptık!”. Helal bize. Bak hainler diyor ki, neymiş efendim neden her siyasetçinin, kıçı kırık bürokratın, hatta art arda iki cümle kurmaktan aciz bir çuval dinbazın altında sürüsüne bereket, mebzul miktarda Mercedes, BMW, Audi, Volkswagen araçlar var? Şimdi sen bunlara mı hak talep edeceksin? Yahu bir tane de olumlu bir şey söyleyin be kardeşim bu ülke, bu millet ve bu devlete dair!”
“Oyunlarını bozduk. Hainlerin ihanetini deşifre ettik. Devlete kalkan başlara ne olduğunu cümle âleme gösterdik. Gezi’yi de bunlar yaptı. Arkalarında hep aynı güçler. Yerli-milli ayağa kalkışımızı, üzerimize dar gelen esvabı yırtıp atışımızı, bize biçtikleri rolü artık oynamadığımızı, onların oyununda figüran olmaktansa kendi oyunumuzda başrol oynamaya karar verdiğimizi gördüler! 17 Aralık’ta sivil darbeye kalktılar. 15 Temmuz’da fiilen darbe yaptılar! Hep karşılarında bizi buldular! Çünkü bu inleyen ezanları susturamayacaklar! Bu bayrağımızı gönderden indiremeyecekler. Bu her bir santimetre karesi şehit kanlarıyla sulanmış vatanımızı bölemeyecekler!”
Hapishanedeki insanlar kolayca unutuldu. KHK’lılar unutuldu. Meriç’i ve Ege’yi geçerken hayatını kaybedenler unutuldu. Şehri uzaktan ağır silahlarla bombalanırken öldürülenler, cesetleri yerde sürüklenenler, izbe ve gizli mekânlarda maaşlarını vergilerden alan memurların yaptığı ağır ve aşağılık işkencelere uğrayanlar unutuldu. Annesine pasaport verilmeyen ve adeta kedinin fareyle oynadığı gibi oynanan zavallı Kara Efe gibi ağır hasta çocukların babalarına veya annelerine hasret can verdiği unutuldu. Kendisine pasaport verilmeyen ve tedavisi geciktirilen Haluk Savaş Hoca’nın “bağıra-bağıra öldüğü” unutuldu. Malları gasp edilen ve yağmalanan vatandaşların hakkı-hukuku unutuldu. Yerde tekmelenen madenci yakını unutuldu. Roboski’de katledilen masumlar unutuldu. Gar saldırısı unutuldu. Ahmet Altan ve Osman Kavala unutuldu. Çünkü toplumun çok, ama çok büyük bir bölümü, bu mağduriyetlere uğratılan yüz binlerce insanın terörist ve vatan haini olduğundan emin. Onlar gri tanrının kulları, ona itaat ediyor, ona tapıyorlar. Onsan korkuyor, ondan rızık talep ediyorlar. Ona dua edip ona masum adaklar ve kurbanlar veriyorlar.
Bugün de kim olduğumuza karar verdi. Kim? Gri tanrınız! Ve bugün de kim olmadığınıza karar verdi. Bugün de değerinize veya değersizliğinize karar verdi. Kaderinize de. Oyun hamuruyum, oyun hamurusun, oyun hamuruyuz bu devlet için. Bizler bir malzemeyiz. Şekilden şekle gireriz. Bizi beğenmezse yeniden yoğuruverir. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 17 Aralık ve 15 Temmuz. 1915, Rum Katliamları, 6-7 Eylül pogromu, Varlık Vergisi, Dersim Katliamı, Maraş Katliamı, Sivas Katliamı, Kürtlerin başına gelenler! Daha neler, neler! O size ne çok sahte peygamber gönderdi bugüne dek! Sizi her gün yeniden biçimlendiriyor. Sizi sadece fiziki olarak değil, kimliksel olarak da, değerler evreniniz bakımından da gri tanrı var ediyor. “Ona tapın” denince kızıyorsunuz sonra. Ama sizi var etmese de biçimlendiren, inşa eden, sonra istediğinde yok eden, güzü sınırsız, gücü denetlenemeyen odur. Gri tanrınız size cenneti vaat eder ama devamlı cehennemde tutar. Buna rıza gösterirsiniz. Çünkü gri tanrıya itiraz olmaz! Hala aklınızda bir şüphe mi var?
Bu devlettir tanrınız sizin aslında. Onu da tıpkı gerçek Tanrı gibi göremez, ona dokunamazsınız. Ama o sizi her yerde görebilir, gerek görürse size “dokunur” hatta. O devleti yakından tanırsınız. Özellikle de eğer size dokunduysa! Ve yoluna çıkmamaya gayret edersiniz. Grileşmeye çabalarsınız. Renklerinizden utanarak koyu bir tonun arkasına gizlenip, sobelenmemeye çalışan bir çocuğun ebeden kaçamaması gibi, sonunda onun eline düşersiniz. Bazen insan değilsinizdir. Mesela ağaçsınızdır. Ya da bir göl! Bazen bir mezrasınızdır, boşaltılan ve ateşe verilen. Bir dağsınızdır belki de, siyanüre boğulan. Bir arkeolojik esersinizdir, barajın altında bırakılan. Canlı veya cansız, fark etmeksizin, insanından taşına herkes tanır bu tanrıyı. O yaratmasa da hiçbir şeyi, o yok etme hakkını kendinde bulandır! Dahası ona bu gücü siz verirsiniz.
Devlet Türkiye’de bu gri tanrıdır. Bu tanrının peygamberleri değişse de, talep ettiği hep aynı: griliklerde kaybolmanız. Her sahte tanrı gibi, gri tanrının en büyük korkusu farklılıklarımız ve renklerimiz!
Harika bir yazı. Tarihe geçecek eserler bırakıyorsunuz. Tebrik ederim.
Harika bir yazı; tebrikler sayın Çaman.
Çok vülgarize etseniz de, -maalesef- haklısınız.
Gramchi ve özellikle Althusser de görseydi bu yazınızı, sanırım alkışlarlardı. “Devlet hem ideolojik, hem de baskıcı aygıtlarını, -inananlarını- boyamak için kullanır”, “Organik aydınlar da aslında birer boyacıdırlar” derlerdi.
Okurken Ali Şeriati’nin Hacc’ı geldi aklıma. Hac’da kesilen kurbanla ilgili yorumunda:
“Sen de ibrahim gibi kendi İsmail’ini getirmelisin Mina’ya. Senin ismail’in kim? Ancak sen bilebilirsin, başkası değil. Belki eşin, işin, yeteneğin, gücün, cinsiyetin, statün vs. Ne olduğunu bilmiyorum, ama ibrahim’in ismail’i sevdiği kadar sevdiğin birşey olmalı. Senin özgürlüğünden çalan, görevlerini yerine getirmeni engelleyen, seni eğlendiren, hakikatı duymaktan ve bilmekten alıkoyan, sorumluluk kabul etmektense meşrulaştırıcı sebepler ürettiren ve seni sadece gelecekte senden gelecek yardım için destekleyen ne varsa; işte bunlar onun işaretlerindendir. Onu arayıp bulmalısın. Eğer Allah’a yaklaşmak istiyorsan, İsmail’i Mina’da kurban etmen gerek.”
Sonra da Ahmet Hulusi’nin güzel anlatımıyla -aklımda kaldığı kadarıyla- “Önce “La” diyerek başlıyoruz hakka şahitliğe. “La ilahe”, “Tanrı yoktur” diyoruz önce ve ardından geliyor doğru olan “ancak Allah vardır”…
” Sizin kim oldugunuza Devlet karar veriyor” sözü Demokratik diye de tabir edilen (Lobili Demokrati) de dahil bütün Ülkeler icin gecerlidir. Aradaki fark alti kuru olanlar bu konuda biraz daha esnek! Devlet seni modern köle etmisse, senin hareket alanin bellidir zaten!!
Dünya Medyasi, Bati Medyasi bir bakima Yandas Medyadir!!!!!
Yorumlarım nerde Demokrat!