Necip Fâzıl ne güzel demiş:
Ağlayın su yükselsin,
Belki kurtulur gemi.
Anne seccaden gelsin,
Bana dûa et e mi?
Gözyaşları artık “Çağlayan”… Gemi elbette kurtulacak Allah’ın izn ü inayetiyle…
Yıllar önce “Sızıntı”nın kapağına Hocaefendi (Allah ondan ebeden razı olsun ve bizi de ona layık eylesin):
“Sıza sıza göl olur
Akar akar yol olur
Yaradan dileyince
Az çoklardan bol olur…”
dörtlüğünü koydurmuştu. Gaspçı hırsızlar kapattılar, üstüne çöktüler bu güzel derginin… Ama, nâdan ne bilsin “Sızıntı”nın “Çağlayan”a dönüşeceğini…
“Sızıntı” umman oldu.
Can içinde can oldu.
Lütfeyledi Yaradan,
Coştu, “Çağlayan” oldu…”
Allah’ım, sana sonsuz hamd ü senâlar olsun! Lütfen hayırlara vesile eyle “Çağlayan”ımızı…
ÂŞIK DERYAMÎ (DERYAMÎ BABA)
İşte büyük bir âşık daha… Konya âşıklar Bayramı’nın unutulmazlarından… Anlata anlata bitiremezsiniz. Ben de nereden başlayacağımı bilemedim. En çarpıcı özelliği zehir zemberek bir hiciv şairi oluşu.. Sanırım benim en etkilendiğim tarafı bu… Bir âşıklar gecesinde jüri üyeleri sahneye çağırıp, bir de konu vererek o anda irticalen türkü yakmasını istiyorlar. Normalde ümmi bir âşık; okuma yazmayı sonradan öğrenmiş, ama irfan sahibi… İlim- irfan öyle bir şey ki Allah bazı kullarına hediye etmiş… Hem “dertli söylegen olur”; Deryamî Baba da verilen konu hakkında türkü yakmadan önce biraz konuşuyor, seyircilerle hasbihâl ediyor. Az da uzatınca jüriden bir profesör:
“Yahu âşık, bu kadar profesörün yanında böyle kelâm etmek sana düşmez. Sen türkünü söyle!” diyerek ihtiyarı incitiyor. Ama, karşısında kim olduğundan belli ki habersiz… Deryamî Baba bozulduğunu hiç belli etmeden;
“Haklısınız hocam, ben türkümü söyleyip gideyim…” deyip sazın tellerine vuruyor:
“Her sarıya altın diye sarıldım;
İnceledim kaplamadan ibaret…
Alim dedim arkasından yoruldum;
Varı yoğu diplomadan ibaret…
Şansı yaver gitmiş uzanmış kolu,
İnsanı kandırır yordamı, yolu,
Zannettim sırtında dağarcık dolu,
Ordan burdan toplamadan ibaret…
Nerde ne bulursa onu kapıyor.
İpliğini az çektin mi kopuyor.
Seyrettim, sahnede oyun yapıyor;
Deryamî der, hoplamadan ibaret…”
Seyircilerin alkıştan avuçları patlayadursun, Deryamî arkada diğer âşıkların arasındaki yerine oturmayıp kulise yöneliyor ama, profesör de yiğit adammış, onun peşinden… Elinden tutup tekrar sahneye getiriyor ve;
“Üstad, sana bir özür borcum var, hakkını helâl et…” deyince Deryamî de büyüklüğünü gösteriyor, sarmaş dolaş oluyorlar…
(Bu şiiri, Necip Fâzıl’ın “hokkabaz profesör” tarifine bire bir uyan;
- Diyaneti dinayet (denaet) yuvasına çeviren, Kur’an’ın “sümmün, bükmün, umyun…” ifadesine muhataplığını tevafuken ismiyle de tescil ettiren, beni de;
“Aynayı çevir yüzüne, ‘firak-ı dâlle’ye bak,
Hem bir adet taylasanlı içi boş kelleye bak!” demek zorunda bırakan profesöre…
- Kurduğu cümlelerle bizi kahkahalara gark eden sarayın tescilli komedyeni, asrın ordinaryüsü, aslında “niye bu hâldeyiz? sorusunun ete kemiğe bürünmüş bir cevabı olan anayasa profesörüne…
- Her yerde iki buçuk ayda hafız olduğunu hindiler gibi kabara kabara anlatan, zahir hızlı ezberlediği için tek bir ayetin tek bir kelimesini anlamadığını her tavrıyla ortaya koyan, üç kuruşluk dünya için o ezberlediği, sadece ezberlediği ayetleri ucuza satan talihsiz, zavallı profesöre…
- Ve bunlara benzeyen profesörlere tavsiye ediyorum…)
Hele şu ümmi dediğimiz adamın sözlerine bir kulak verin:
Ceviz kadar bir beyinin içinde,
Milyarların üzerinde bandı var.
Ömür boyu yaptığını hatırla,
O beyinin kubbesinde kendi var.
Geç kendi karşına kendini seyret,
Gözün gördü ise edersin hayret.
Kalbine bakarsan yumruk kadar et;
Sayısı sayılmaz nice bendi var.
Deryamî kendini kendine sormuş,
İleri gitmemiş, orada durmuş.
Bu kadar aleti deriye sarmış,
Ne dikişi belli ne kemendi var…
Vay be! Hakikaten hiç düşünmemiştim; en usta terziye bir elbise diktiriyoruz, yakası, kolları, astarı, eteği, bin bir yerinde dikiş var… Koskoca insan vücuduna Allah deri diye bir elbise vermiş, bir tane dikiş yok. (Siyasal İslâmcı kardeşlerim, işte “Allahuekber” tam da böyle durumlarda denir…)
Önümüzdeki haftalarda Deryamî Baba’dan gene bahsedeceğiz inşallah…
*************************************************
DÖRTLÜK TAMAMLAMA
Dörtlük tamamlayan gelen dörtlükler hâlâ âşık edebiyatının lezzetini vermiyor. Kafa değil gönlümüzü yormamız lâzım…
Yüz yıldır milyonlar hizmet ediyor.
Bu kadar emek hiç boşa çıkar mı?
………………….
………………….
Zalimler bir günde talan ediyor
Tekrar yapar hizmet ehli bıkar mı?
Yüz yıldır milyonlar hizmet ediyor
Bu kadar ekmek hiç boşa çıkar mı?
Yaratan ihsan eylemiş kaderi
Arif gönüllere şükrettiriyor
Ibrahim Kurt
Hain, munafik;vazifesidir gadrediyor,
Allah dava erini hic yalnız bırakır mı?
Gurbetteyken kurbet yudumlanıyor.
Karanlıkta ışık hiç yol almaz mı ?
Sarışın, esmeri bütün renkleri
Bir arada dünyanın sulh gelmez mi