YORUM | YÜKSEL DURGUT
General Pervez Müşerref ile ilk olarak darbe ile iktidara geldikten kısa süre sonra 1999 yılının Ekim ayında Pakistan’ın başkenti İslamabad’ın komşu şehri Rawalpindi’deki Ordu evinde tanışmıştım.
Darbeden kısa bir süre sonra Müşerref’ten röportaj sözünü almıştım. Bunda Türk medyası adına talepte bulunmam ve Türkiye’den gelen bir gazeteci olmam etkili olmuştu. Kibar bir Türkçe ile beni “Hoş geldiniz” diyerek ağırlamıştı. Büyük ve soğuk bir salonu keskin mizah anlayışı ısıtıyordu. Açık sözlülüğü ve cana yakın kişiliği taşıdığı asker kimliğine ve giydiği üniformaya karşı tezat oluşturuyordu. Her ortamda ‘Atatürk hayranı’ ve ‘Beşiktaş taraftarı’ olduğunu dile getiriyordu.
“Dünyanın yönetimi en zor ulusunun” dümeninde siyasi bir güç olarak oturmasından açıkça zevk aldı. “Çok zor bir iş, ancak güven duyulduğunda sorumlu olma hissi bu görevi keyifli kılıyor” dedi.
Pakistan’ın geçmişinde büyük izler bırakan kendisi gibi ordu komutanı olan General Muhammed Ziya-ül-Hak’ın aksine, Müşerref üniforması dışındaki kıyafetleri, gösterişi, müzik ve dans tutkusuyla tanınıyordu. Laik bir duruş sergileyen, eski mektepli bir subaydı.
Kameraların karşısında konuşurken yeni hükümetinin karşılaştığı sorunlar ve zorluklar hakkında hep ılımlı ve pragmatik bir adam olarak karşımıza çıktı.
Darbe sonrası beklenen büyük tepkilerin yerine kamuoyu coşkusu ve kendisini kucaklayan halk sokaklarda sevinç çığlıkları attı. Halkın sevgisinin dışında seçilmiş bir hükümeti devirmesinden dolayı uluslararası arenada da çok fazla tepki almamıştı. Bu da Müşerref’in kendisine olan güvenini arttırmıştı.
Kendisini “Gönülsüz darbeci” olarak nitelendiren general, ülkesinin kısa bir sürede demokrasiye dönmesinin mümkün olmadığını çok net bir şekilde dile getirmişti. Pakistan’daki çürümüş siyasi sistemi temizlemek gerektiğini ve politikacıların kanun önünde hesap vereceklerinin sözünü ilk günden tüm dünyaya ilan etmişti.
Müşerref’in askeri geçmişi ve kişiliği, başına buyruk bir yol izleyeceğini ortaya koyuyordu. Bunun yanı sıra da azimli bir politikacının taşıdığı tüm özellikleri taşıyordu.
Hindistan ve Pakistan’ın 1947 yılındaki bölünmesinden kısa süre sonra milyonlarca Hindistanlı Müslüman aileden birisi olarak Pakistan’ın güney şehri Karaçi’ye göç etmişlerdi.
Üç erkek çocuktan ikincisi olarak dünyaya gelen Pervez’in babası dışişleri bakanlığı çalışanıydı. Annesi, Uluslararası Çalışma Örgütü’nde uzun bir kariyere sahip, eğitimli, Müslüman, dönemin parmak ile gösterilen çalışan kadınlarından birisiydi.
Müşerref 1964 yılında orduya katıldı. Birkaç ay sonra disiplinsizlik nedeniyle neredeyse ordudan atılacaktı. Başka bir disiplin ihlalinden dolayı teğmen rütbesiyle askeri mahkemenin karşısına çıktı.
Hindistan ile 1965’te savaşa girilmesi Müşerref’i bu yargılamadan kurtarmıştı. Yargılama ertelenmişti. Savaş sonrası aldığı kahramanlık ödülüyle birlikte askeri mahkemedeki davadan kurtuldu. Ardından 1971’de patlak veren Hindistan ile ikinci savaşta bir cesaret ödülü daha aldı.
Gösterdiği üstün başarılara rağmen, teğmen rütbesinden albaylığa kadar yükselişindeki disiplinsizliği kariyerini neredeyse sona erdiriyordu. Müşerref, “Ordu şefi görevine yükselişim bir mucize” diyerek itirafta bulunmuştu. Subay arkadaşları tez canlı ve kararlı bir karakteri olduğunu anlatmışlardı.
General Müşerref, dönemin başbakanı Navaz Şerif tarafından Genelkurmay Başkanı olarak atandığında Mangla Kolordu Komutanı olarak görev yapıyordu. Pakistan Ordusunun I. Kolordu komutanlığının merkezi Pakistan’ın Hindistan ile sorunlu bölgesi Azad Keşmir’de bulunuyor. Hint-Pakistan savaşlarında aktif olan Kolordu, Kargil ve Kuzey-Batı Pakistan’daki savaşlarda da öncü bir rol oynamıştı.
Müşerref, Kargil’de Hindistan-Pakistan gerilimlerinde yıllarca süren korkunç bir tırmanmaya neden olan askeri operasyona başkanlık etti.
Hindistan Başbakanı Atal Bihari Vajpayee’nin içinde olduğu Dostluk Otobüsü iki ülke arasında barış için büyük bir umut olarak görülüyordu. 1999 Şubat’ında Lahor’a hareket eden bu barış köprüsü de yaşanan gerilimden etkilendi.
Kargil’de yaşanan gerilim siyasi ve askeri liderlerin arasını da açtı. Bunun sonucunda Navaz Şerif, Sri Lanka’dan tarifeli bir uçakla Karaçi’ye dönmekte olan General Müşerref’i daha havadayken ülkeye inmesine izin verilmesine engel olmaya çalıştı. Müşerref’in uçağı daha piste inmeden görevden alınmış oldu.
Müşerref anılarını yayınladığı kitabında, Navaz Şerif’in kendisini genelkurmay başkanı olarak görevden alma hamlesini, orduyu Ekim 1999’da iktidara getirmeye sevk eden bir “Darbe” olduğunu yazdı. “Şerif’in darbesiydi. Bu, hukukun suistimal edilerek kötüye kullanılmasıydı. Anayasalara bağlı atanmış genelkurmay başkanını, bir sebep göstermeden ve yasal süreci uygulamadan görevden alamazsınız.”
Bu olay, askeri yönetimin ele geçirilmeye çalışılmasıydı. Ordu, darbeye karşılık “darbe” ile karşılık verdi ve seçilmiş hükümeti devirdi.
Pembe dizileri aratmayan olaylar 12 Ekim 1999 darbesi olarak hatırlandı. Seçilmiş bir hükümet tarafından atanan ordu komutanı, kendisini atayan siyasi lideri devirerek yönetimi ele geçirmişti.
Ancak bu darbenin diğer darbelerden farkı “sıkıyönetim ilan edilmemesi” oldu. Başlangıçta kendisini “Baş Yönetici” olarak adlandırdı. Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük bir hayranıydı. Pakistan’ı da liberal bir ülkeye doğru götürme sözü veren reformist olarak görüldü.
İslami radikalizmin ve mezhepçiliğin ortadan kaldırılmasını içeren yedi maddelik politik konuşması takdir edilmişti. Pakistan’ı ılımlı bir Müslüman devlete dönüştürerek Ziya’nın radikal mirasını geri alma sözü verdi. Batıda eğitim görmüş kabinesinin liberal profili halk arasında umut olmuştu.
11 Eylül 2001’de ABD’ye yönelik terör saldırılarıyla ortaya çıkan kriz ile hem kendisine hem de Pakistan’a uygulanan uluslararası baskıyı ortadan kaldırmıştı. Pakistan, ABD ile teröre karşı birlikte savaşarak uluslararası ilgiyi yeniden üzerine çekti.
Eskiden askeri diktatör olarak dışlanan Müşerref, Batı’nın değerli bir dostu oldu. Yaptırımların kaldırılması ve ABD’nin doğrudan ekonomik desteğiyle Pakistan’ın mali zorluklarını hafifletti. Yaşanan olaylar Müşerref’in koltuğunu güçlendirdi.
Kendisinden önceki diğer askeri yöneticiler gibi Müşerref de karışık bir siyasi sistem kurmaya çalıştı. Askeri yönetimi meşrulaştırma çabasıyla, siyasi kültürü daha da yozlaştırdı. Siyasetçilerle iş birliği yaptı. Ortadan kaldırmayı taahhüt ettiği himaye sistemini güçlendirdi ve siyaset mühendisliği kurumları daha da zayıflattı.
Kendisini daha önceki liderlerden farklı görmesine rağmen, Müşerref kendi planını uygulamıştı. Ziya gibi, o da yönetimini meşrulaştırmak amacıyla referandum yaptı. Ancak Müşerref’i diğer siyasi liderlerden ayıran en büyük özelliği, hakkında hiçbir rüşvet dedikodusunun ortaya atılmaması oldu.
Belucistan eyaleti valiliği görevini yürüten ve bu bölge için silahlı mücadele isteyen, eski Bakan Nawab Ekber Han Bugti’nin saklandığı mağaraya yapılan baskında öldürülmesi halkı ayaklandırmıştı. Olay siyasi bir suikast olarak adlandırıldı. Beluci liderin öldürülmesi, Müşerref’in askeri liderliğindeki hükümetinin içinde ayrışmalara neden oldu. Yaşanan olay Belucistan’da öfkeleri arttırmıştı.
Diğer otoriterler gibi Müşerref de yargının bağımsızlığına el uzattı. Yargı sürecine müdahale etmeye iktidara geldikten kısa bir süre sonra başladı. Hakimlerden bağlılık yemini etmeleri istendi. Yargı mensuplarının davetine Pakistan’ın Başyargıcı davet edilmemişti. Başyargıç İftikhar Chaudhry’yi görevden almaya çalışması hukuk camiasını da karşısına almasına neden oldu.
Ülke çapında protestolarla karşı karşıya kalan Müşerref, Anayasa’yı askıya aldı ve 3 Kasım 2007’de ikinci darbe olarak nitelendirilen “Olağanüstü Hal” ilan etti. Baş yargıç da dahil olmak üzere çoğu üst mahkeme hakimi gözaltına alındı. Hükümet karşıtı protestoları kontrol altına almak amacıyla medyaya sıkı kontroller getirildi. Yasayla, televizyonların canlı haber yayınlarını durdurulması ve siyasi tartışma programlarının askıya alınması emredildi.
Sürgünden döndükten sonra siyasete dönen Benazir Butto’nun Rawalpindi’de öldürülmesi hükümet safındaki yaşanan sıkıntıları derinleştirdi. Bütün parmaklar Müşerref’e doğrultulmuştu. General Pervez Müşerref kendisini bir anda köşeye sıkışmış buldu.
Genel seçimlerden sonra kurulan seçilmiş hükümet tarafından görevden alınma korkusuyla Ağustos 2008’de cumhurbaşkanlığı görevinden istifa etti.
Müşerref’in görevi bırakması, ABD’nin aracılık ettiği bir anlaşmanın ardından geldi. Washington’a gönderilen ve Wikileaks tarafından ortaya çıkarılan bir telgrafta, dönemin Amerikan büyükelçisi Anne Patterson, Asif Ali Zerdari’nin Müşerref’e teminat vererek hakkında bir soruşturma açılmayacağını taahhüt ettiğini bildirdi.
Ancak Zerdari’den sonra Navaz Şerif’in iktidara gelmesiyle durum değişti. Görevi bırakmasından beş yıl sonra hakkında ihanet davası açıldı. Özel bir mahkeme General Müşerref’i 2014 yılında vatana ihanet suçlamasıyla yargıladı.
İhanet davası siyasi bir meseleydi. Ordu ve Şerif yönetimi arasındaki sürtüşmenin bir nedeni olarak ortaya çıktı. Ordu, eski genelkurmay başkanını vatana ihanet suçlamasıyla hakim karşısında görmekten mutlu değildi. Eski askeri komutan, seçilmiş bir hükümete karşı darbe düzenlemekten dolayı değil, 2007’de OHAL ilan etmek ve Anayasa’yı askıya almaktan yargılandı.
2007’de İslamabad’daki Lal Mescidinin ordu tarafından kuşatılması, yalnızca Müşerref yönetiminin gidişatını değil, Pakistan’ın İslamcı militanlarla ilişkisini de değiştirdi. Yıllar boyunca ülke genelinde çok sayıda saldırı gerçekleştiren Tehreek-e-Taliban Pakistan’ın (TTP) yükselişine yol açtı.
Müşerref, Lal Mescidi operasyonu, mal varlığına el konulması ve banka hesaplarının dondurulması gibi başka davalarla da karşı karşıya kaldı. Üç yıllık seyahat yasağının ardından tıbbi tedavi için ülkeyi terk etmesine izin verildi. 2016’dan beri BAE’de yaşayan Müşerref asla geri dönemedi. Özel bir mahkeme onu gıyaben mahkum etti ve ölüm cezasına çarptırdı.
Müşerref, arkasında anlaması zor ve karışık bir miras bıraktı. İlk başlarda Pakistan’ın siyasi ve ekonomik durumunu istikrara kavuşturmuş ve 11 Eylül olaylarından kaynaklanan zor dönemi atlatmıştı. Anayasaya aykırı hareketleri devlet kurumlarını zayıflattı ve Pakistan’ı birkaç yıl geriye götürdü. General Pervez Müşerref’in halkın gözünde yargınlaması ise tarihe kaldı.
Birebir konuşunca çok insan kibar olabilir. Bakarsınız Hitler ya da Stalin gibi adamlar hayvanlara sevgi ve merhamet gösterir. İnsanları çizgifilmlerdeki gibi saf kötü ve saf iyi görmezsiniz. Zaten bizleri de yanıltan budur. Her yönüyle pırıl pırıl görünen bir adamın bir yönü çok karanlık ve acımasız olabilir. Pervez de gerçek yüzünü iktidarda göstermiştir diyebiliriz