Gölgeler boksunun sonu

YORUM | ASLI R. TOPUZ

Kader en kötü kartlarla en iyi kartları birlikte açar. Pendulum solda ne kadar uzağa savruluyorsa, sağda da o kadar uzağa açılır. Sapanı ne kadar geriye çekersen, taş o kadar ileri fırlar. Tıpkı yaşadığımız gün gibi. Aynı anda bir yandan tüm dünyada soykırımlar normalleşirken, diğer tarafta insanoğlu evcil hayvanların aile üyesi sayılmasını, bebeklerin bezini değişirken onların rızasını almayı, robotlara karşı etik sorumluluklarımızı, bilimkurgu filmlerinde uzaylıların hep istilacı olarak gösterilmesinin bir tür ırkçılık olup olmadığını tartışıyor. İyi ve kötünün birbirini uyarma, birbirinin sınırlarını zorlama yönü vardır. Kesifleştikten sonra birbirini dışlayan ama kendi kıvamlarını bulana kadar sınırları birlikte kolaçan etmesi gereken iki mahiyet…

Kader en kötü kartlarla en iyileri birlikte açar. Türkiye siyaseti ve toplumunun önünde artık sadece en iyi ve en kötü kartlar var. Her şeyin mutedili kayboldu. Peki oyun eski kartlarla sürseydi, ne olurdu? Kemalist mahalle ile muhafazakar mahalle arasındaki gerilim bir şekilde hep sürerdi. Ama Avrupa Birliği üyeliği rüzgarı da sürer, onun etkisiyle taraflar daha medeni bir hal sergilemeye çalışır; itiş kakışlar, tartışmalar asla dinin kaynaklarına ve devlet ideolojisinin çekirdek öğelerine yani tarafların en kutsallarına sıçratılmadan, iki tarafın da sessizce anlaştığı belli bir kontrollü, “edepli” alanda tutulurdu. Bu şekilde bir refah ve “birbirini çok kışkırtmamaya dayalı” bir düzen istikametinde küçük adımlarla küçük mesafeler kat edilirdi. Bu küçük kartlar masadan kalktı.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Küçük kartları bir kenara itip devlet gücünü arkasına ve iktidarı avucuna alan Kemalist mahalle, istemediği kesimleri belli bir dengede tutmak yerine, onları hırsla tamamen ve çirkin bir şiddetle yok etmeye kalkınca, aslında kendini de en kırılgan bir hale soktu. Tarihin bu bilinç noktasında, gereksiz yere nefret beslediği bir zümreyi tarihin en lanetlediği söylem ve yöntemlerle kırmaya kalkınca, önce kendi apoletlerini düşürdü. Karşısındaki herkesin şimdiye kadar centilmenlikten veya evin şımarık çocuğunu idare etme sabrıyla ilişmediği zayıf ve kusurlu kutsallarını da tartışmaya açtı. Kasaplık yapmaya kalkışınca, ilk önce kendi takım elbisesi üzerinden uçtu.

Geçmişi hatırlıyorum. Ne kadar küçük isteklerimiz vardı. Başörtüyle çalışabilmek ve kısa günlerde namazı işyerinde kılabilmek. Bu ikisi için her tür alttan almaya, uzlaşmaya razı sayısız insan. Bunların zaten insan hakkı olduğunun, çok daha fazlasını bile istemeye hakkı olduğunun farkında olmayan yüzbinlerce uslu, uysal baş. Yetenekliyken, işyerinde kimseye batmamak için hep potansiyelini dizginleyen; hep hak ettiğinden azını almayı kanıksayan sayısız insan. Sonra bize bir soykırım hediye ettiler: Kavgada bile olacaksa karşılarına artık rakip olarak çıkma şansını ve geçmişte istediklerimizden daha fazlasını isteme gücünü bize elleriyle verdiler. Bize çirkinliklerini ve gerçekte ne olduklarını gözlerinin içine bakarak söyleme gücü ve özgürlüğünü verdiler. Bundan 10 yıl önce bir Kemalist’e Nazi olduğunu söyleyemezdim. Ama şimdi cahil ve Nazi olduklarını yüzlerine haykırabiliyorum. Bana yaptıkları kötülük sayesinde artık bu kadar cesurum ve ben de artık onlar kadar acıtabiliyorum. Onlar da artık karşımda çıplak. Gölgelerde boks bitti. Vururken, eleştirirken ürkek ölçülerim, yenilmiş rolü yapmalarım, sayı hediye etmelerim bitti. Eskiden “Türkiye’yi birtakım kusurlarına rağmen ileri taşımaya çalışan görece daha modern mahalle” olarak etiketlenirken, bugün artık “Ülkenin en yolsuz ve kriminal partisinin soykırım işbirlikçileri” olarak etiketleniyorlar. Hırs, sebeb-i mahrumiyettir. Onurları paylaşmayıp tek başlarına gaspetmeye çalışınca, ellerindeki küçük onurlardan da oldular. Soykırım gibi büyük kartları masaya sürdükleri için büyük kaybettiler; Nazi olarak anılmaya başladılar. Bugün Nazi olduklarını yüzlerine söyleyebiliyorsak, kendi sayelerinde.

Buradan sanki yaşanan kıyımı olumladığım zannedilmesin. Ama dediğim gibi, kader çok kötü kartlar açmışsa, denge için yanıbaşında hemen çok büyük kartlar da açıyor. Bu kadar çirkin bir dibe vuruştan sonra, ülke Ergenekon gibi davalar tamamlanabilse ulaşabileceği faydalardan daha büyük faydalara gebe. Eğer o davalar tamamlanabilseydi, belki belli sayıda suçlu cezalanabilecekti ama asla o suçluları doğuran ideolojinin kendisi bu kadar tartışmaya açılmayacak; sorgulamanın boyutu kişi ve olaylardan fikirler boyutuna genişleyemeyecekti. Orada kaçan fırsat, şu an belli sayıda suçlunun cezasız kalması pahasına da olsa, bütün bir epistemeyi silkeleme kartını elimize koydu. Kemalizmin kendisi de artık arenanın ortasına kalkansız, korumasız düşmüştür. Şimdi ülkenin önünde büyük bir epistemik kopuş, fikri isyan ve buhranlı bir nihlizmle birlikte daha tutkulu bir çoğulculuk, demokrasi ve insan hakları düzenini arayış şansı var. Gölge boksu bitti. Rakip etiyle, kanıyla karşımızda yenilmeyi bekliyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

12 YORUMLAR

  1. Aslı hanım! coşkun olduğu kadar sağlam sağlam paradigmalar içeren yazınız tebrik ediyorum. Bu analizde kullanılan ideolojik fikri, siyasi örneklerin önerdiğiniz seviyedeki çatışmayı da “kendi mahallelerinin sokak röportajı” seviyesinde karşılayabilecek donanımlarını, entelektüel (!) yeteneklerini de düşününce zamanın biraz ötesi bir makale olarak değerlendirdim. Teşekkür ediyorum

  2. Kaleminize sağlık! Süper biz yazı olmuş, nokta atışı olmuş! Kemaliz gerçekten de bir tür Nazizm’dir! M. Kemal döneminde Nazizm Avrupa’da da modaydı. Ama 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bu moda Avrupa’da bitti. Avrupa yenilendi..! Ama tr aynı eski, saçma kafada kalmaya devam etti! Kemalizm sorgulanmalı ve Türkiye’nin bu faşist dikta sistemi yenilenmeli! Aksi takdirde ne Kenan Evrenler biter, ne Şerdoğanlar..!

  3. “Şimdi ülkenin önünde büyük bir epistemik kopuş, fikri isyan ve buhranlı bir nihlizmle birlikte daha tutkulu bir çoğulculuk, demokrasi ve insan hakları düzenini arayış şansı var” Bu arayışı kim yapıyor, ben kimseyi göremiyorum. Ne muhafazakarı ne kemalisti kimse insan hakları veya demkrasiyi aramıyor, herkes sadece öteki yok olsun istiyor. Kendimizi kandırmayalım lütfen.

  4. İyi, Kötü ve Çirkin…..

    Yazı, beni Clint Eastwoodun, “İyi, Kötü ve Çirkin” filmini götürdü. Kötünün hedefi için, gerektiğinde ve lüzumunda müdahaleleri dışında şiddete pek yönelmediği bu filmde, ortalığı karmakarışık eden Çirkindi. Çirkin mi daha tehlikeliydi, Kötü mü sorusuna cevabım benim sanırım Çirkin olacak, kötüyü bu ilişkide daha naif gördüğümü belirtmek isterim.

    Aslı Hanımın, ülkede, Kötü rolünü hakkıyla yerine getiren Ergenekona ilişkin anlatımlarına katılmamak elde değil. İtirazım, Çirkinin hafife alınmasında.

    Çocukken o masum sevgilerimizi içimizde yaşarken, komşu çocuğu olmanın, yakan top arkadaşlığının etkisiyle paylaştığımız o yer yüzünün en gizli sırrını verdiğimiz kişide, o Çirkinden başkası değildi. “Söyleyim mi, söyleyim mi” diye yaptığı şantajları ve sonunda faş etmekten duyduğu o hazzı kim unutabilir ki. Kıskançlık Çirkinin doğası. Bir yol bulabilse eğer, o da bunun için rahatlıkla bir Kötüye dönüşebilecekti.

    İşte, sanırım o çoçukluğumuzun Çirkini, yakan topu arkadaşımız büyüdü ve Siyasal İslamcılar olarak karşımıza çıktılar. Öyle bir kıskançlık ki, Kötüyü oynamaya dünden razıydılar. Haset, kıskançlık bir ateştir, yakacak birşeyi bulamazsa en son kendini yakar derlerdi, nitekim şu an toplum olarak onu yaşıyoruz.

    Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Atatürkün hayatını derinlemesine ele aldığı 2 ciltlik eserinde, Atatürkten “komplekslerimiz bizi hayatta başarıya doğru kamçılayan en güçlü şeylerdir ‘ sözünü nakleder. Yeryüzünde önce doğmanın kıdem kabul edildiği askerlik mesleğinde, sürekli Enver Paşanın gerisinde kalmasının Atatürkü kamçıladığı, bu gölgelemenin etkisinden kurtulmak için, hem de lüzum üzerine, gönüllü olarak Suriye ve Trablusgarb cephesine gitmesinde, işte bu kompleksinin etkili olduğu anlatılır.

    Kader herkese bir fırsat sunar kısaca, komplekslerimizi şansa, çirkinliklerimizi fırsata çevirme şansı.

    Bizim Çirkinler, bunu şerre yönelttiler ve İslam tarihinde eşine az rastlanır, bazı yönleriyle rastlanmamış bir Soykırıma imza attılar.

    Ben İmza sahibini Kötü değil Çirkin olarak görüyorum kısaca.

    Siyasal İslamcıların imzalarıyla bu soykırımlar yapıldı.

    Çirkinin ihtirasıyla bütünleşen kompleksi, artık doyma bilmez bir hal ile koca bir ülkeyi de yangın yerine çevirmek üzere.

    Bu nedenle, Aslı hanım, yazınıza katılmakla birlikte, Çirkinin asla hafife alınmaması gerektiğini söylüyorum. Ergenekonun duruşunu da herşeye rağmen, Siyasal İslamcılara nazaran naif buluyorum.

    Bir Katilden beklenen şey, soğuk kanlılığıdır, amacını yerine getirir yaşantısına devam eder, zulmün hıncıyla olmuş ihtiraslarıyla başedemez. Ezilmişlik çamurunu üzerinden bir türlü atamayan Siyasal İslamcılar durum duygusal bir haldir Aslı hanım kısaca. Katil için bu bir iştir, Zalim için eylem. İnsan yaptığı işten kendini ırak edebilir, ama eylemleriyle yapışıktır. Zulm Çirkinin üzerine artık iyiden iyiye yapışmıştır.

    Bu nedenle Aslı hanım,

    Çirkine diyorum, artık biraz da Çirkine. Çirkine yönelme vakti.

    Sizin yurtdışı yaşantısına daha önce başlamış olmanız, Ergenekonlu bir Türkiye konuşulurken ayrılmış olmanız sizi yanıltmasın, metaforlar değişti, değerler de.

    Hülagü geldiğinde, Basra da halifeye kızmaktan vazgeçmişti halk.

    Uzaylılar bahsi geçtiği yazınızda, durum belki de öyle, insanlığı tehdit eden bu medeniyet düşmanlarını bence öne almalıyız.

    Çirkini hafife almamalıyız.

    Bu nedenle, bir yazı da, benzer, Siyasal İslamcılara yönelik derim.

  5. Aslı hanımın yazısı, omantizm akımını hatırlattı. Coşkun, dışavurumu. Klasisizmin o katı bunaltıcı atmosferinden bunalmış yazın dünyası, Fransız ihtilalinin etkisiyle, açan bir güneş gibi, tiyatronun şiirin o dar kalıplarından kendini sıyırıp, uzun uzun anlatımlarla Romanlarla kendini ifade etmek ister. Elbette, değişen bir başka şey, bakış açısının değişimidir de.

    Oysa, şu an klasiszmin tüm sert kalıplarını hissede hissede yaşıyor toplum. Bir hesaplaşma olmadı, Türk toplumu kendine has dönüşümünü, kendi Fransız İhtilalini yaşamadı. Şu anki atmosfer, Sanattan tut siyasete, ekonomiden tut, din anlatımına tüm ögeler, olgular benzer kalıplarla açıklanıyor,tekrar edip durageliyor. Buz kesiyor kısaca hava. Mevsim kışın tam ortası. Şikayelerde toplumun kışa ilişkin. Var olan bir uyanış varsa da, Ağustos böceği olmanın zararlarına ilişkin. Bir daha yazın çalıp kışın oynamamak için, neler yapmalız etrafında dönüyor konular. Toplumun gündemi kısaca, ağızda pityalin enzimiyle başlayan, bağırsakta sonuçlanan sindirim sistemine ilişkin.

    Henüz zihne ilişkin bir kaygıyı toplumda okumuyorum. En entelektüel konuşmalar dahi toplumda, araçsal. Daha zengin bir ülke olma hayali için ancak hukuk talep ediliyor. Adaletin uygulanması, yabancı sermayenin çekilmesinin bir yolu olarak düşünülüp, bu gerekçeyle talep ediliyor.

    Kısaca, toplumun talepleri bir an olsun “aceba?” sorusunu bize yöneltse de, gerekçesini öğrenince, tasında hamamında aynı olduğunu görüyoruz.

    Bununla birlikte, Aslı hanımın nihilizmin rüzgarlarına kapılan topluma işaret etmesi, güzel bir tespit. Bir bataklıktır nihilizm, içine düşen de çıkmak istemez. Otorilerden bunalmış insanların otoriteyi bir kere yırtması yeterlidir. Tutkusunu asla terk edemez nsanlar, otoriteyi kabul etme tutkusu ise bambaşka.

    Madem bu yırtma, kalıbı parçalama tutkusunu sürekli din üzerinden tatmin etmeye çalıştı toplumlar bugüne kadar, ve her zaman ki gibi en kolay olan otoriteyi de, dinin emir ve yasaklarını reddetmeyle kolaycılığına kaçtı, tek güç gösterisi adam gibi oydu, insanın bu özelliğini olumlu yöne kanalize etme vakti öyleyse.

    İşte gerçek bir otorite var karşımızda, sömüren, insanı aşağılayan. Türk toplumuna bunun tadını bir kere alırsa, artık dinine tu kaka yapmaktan da vazgeçecektir. Tutkularını tatmin etme yönünü değiştirecektir.

    Ve toplum olarak bunun arefesinde olduğunu düşünüyorum bende. Konu mideye, bağırsağa, sindirim sistemine yönelik kaygılar olsa da, bir kere giriştiği reddediş tutkusu gittikçe büyüyecektir. Her devrim kendi çoçuklarını da yemiştir. Fransız ihtilali sonrası olanlar, öncesinden az değildi. Ama bu bir süreç, doğası ne ise yaşanacak. Ve bir denge bulunacak.

    Ama dediğiniz gibi, daha toplum o noktadan uzak. Ergenekon mantalite olarak dimdik duruyor, onu savunanlarda her zamankinden daha haklı hissediyorlar.

    Amerikada talebeyken “busboy” olarak part time çalışırdım. Benden daha kıdemli olan Meksikalı bulaşıkçıyla ara ara konuşurdum da, büyüğüm olduğu için dinlerdim de, tarzanca İngilizcesini. Birgün bana iki parmağını yan yana getirip, ” You, Saddam together” demişti. Gülmekten kırılmıştım. Açıklamasını istedğimde şunu anlamıştım. Adam, siz Saddamla aynımısınız, senin memleketin Saddamın memleketimi diye sormak istemişti adam.

    Diyeceği o ki, makro ölçekte bakınca, uzaktan hepimiz bir Ortadoğuluyuz, Asyalıyız. Ama işin iç yüzüne bakınca, “Ben İzmirliyim” diye gururla söylenildiği bir ortamda, ben “Şırnaklıyım” diyen aynı coşkuda olmuyor. Gerçek bazen daha yakından bakmamızı gerektirir.

    Uzaktan hepimiz Ortadoğuluyuz, yakındansa İzmirli, Şırnaklı, Türk, Kürt, Atatürkçü, İslamcı..

    Daha 20 yıl öncesine kadar, devlet memurunun ayrı hastaneye, olmayanların ayrı hastaneye gönderildiği, biri boşken diğerinin tıklım tıklım olduğu bir toplumduk. Köklerimiz bu. Bunu biri gelip değiştirene kadar da, aslında pek te aklımıza gelmemişti. Tek amacımız yer bulmaktı. Yer bulunsaydı, neden o ayrım yapılıyor onu bile tartışmıycaktık.

    Umarım bu olanlar, ülke insanın gerçek anlamda düşünmesini sağlar.

  6. Türkiye bir diktadan diğer bir diktaya geçiş yaptı. Eskiden de faşistti yine faşist. Eski faşistler yeni faşistlerin faşistlikleri karşısında ağzı açık kaldı. Eskiden atatürkü koruna kanunu vardı şimdi tayyibi koruma kanunu var. Eskiden chp ye laf söylenmezdi şindi akpye laf söylenmiyor. Eskiden devletin sahibi chpydi şimdi akp. Ne faşizm değişti ne diktatör ne de faşist halk. Kemalistlere faşist olduklarını söyleyince nooluyor ki durup düşünmeye mi başlıyorlar? Nerde hata yaptık diye kendilerini mi sorguluyorlar. Kendilerini sorguladıkları tek şey “tayyibin fetöye yaptıklarını biz niye yıllar önce yapmadık. Yapsaydık fetöden de tayyipten de akpden de kurtulmuş olurduk”

    • Size aynen katılıyorum, ancak kemalistler en azından dine bu kadar zarar vermemişlerdi, dindarın elinden kimseye zarar gelmez diye düşünürdük eskiden. Güç ellerine geçince bu -sözümona/lafta dindarların- sırtlanları nasıl yırtıcılıkta geçtiklerini de görmüş olduk.

  7. Daha önce A.Ender Fırat beyin CHP (yada Kemalist zihniyet) ile alakalı bir makalesine yazdığım yorumu tekrar yeri geldiği için burda tekrarlıyorum!..
    Türkiye toplumunun en büyük başbelası CHP zihniyeti’dir, hiçbir zaman hukuk, adalet veya demokrasi yanlısı olmamıştır, bilâkis önce zulmettiği kitleleri Stockholm sendromu ile kendine taparcasına bağımlı hale getirmeyi başarmıştır. (Dersim olayları v.b) bugünün AKP Hortlak zümresi dahi O mezkur zihniyetin cami avlusuna bıraktığı nesebi gayri sahih veledi zinasıdır!..
    Umarım tez zamanda Allah her ikisininde belasını verir!..

  8. Kemalistler artık çıplak. Arenada kalkansız.

    Çünkü kemalist kimlik müslümanlığı kontrol etmek üzere kurulmuş kimliktir. Burada esas olan müslüman kimliği kabul etmemektir. Yokmuş gibi yapmaktır. Fakat namaz kılan bir adama “anne bu kim, ne yapıyor?” diye sorulduğunda o adamın aslında atalarını temsil ettiğini söylemeyeceğine göre “onlar irtica” diyecektir. Yada “anna bu kadınlar neden bizden farklı giyiniyor?” diye soru karşısında “onlar irtica” deniyor cevap olarak. Sonra irticanın yani paralel müslüman kimliğin tanımı yapılıyor. Aslında yukarıdaki nedenden ötürü hiçbir zaman tarifi yapılamamıştır, bilerek tarifsiz bırakılmıştır. Ama kendilerine göre tarifleri vardır. Müslümanları yani irticayı karanlık olarak tanımlıyorlar yada geri olarak. Kemalist kimliği tam da bu tanımlama üzerine oturtuyorlar. Yani irticanın tersi konumu. Kemalist birisi kendini tanıtırken irtica olmayan şeklinde kendini tanıtmaktadır. Yani sen karanlıksın, gerisin diyerek kendisini aydınlık, ileri pozisyona sokmaktadır. Yani aydınlık olması için irticaya ihtiyacı vardır. Yani kimlik kendini var etmek için sülük gibi kendine müslüman kimliği seçmiştir. O yüzden kemalistler müslümanın yakasından düşmezler. Çünkü onları besleyen kök müslümanlığa sövmekten beslenir. O yüzden kişi kemalist olduğunu göstermek için düzenli olarak irticaya yani dine sövmek zorundadır. Bu günümüzde kişinin vatansever olduğunu göstermek için düzenli olarak fetöye sövmesine benzerdir. Yani kişiler iyi biri olduklarını, daha doğrusu sadık olduklarını düzenli aralıklarla kanıtlamak zorundalar. Bu o kişileri dejenere etmek için kullanılan ritüellerdir. Küfretmesi istenen kişi küfretmeyi öğrenir. Ve bu teşvik edilir. Zamanla küfür sıradanlaşır ve o kişinin ağzı bozulmuş, dejenere edilmiş olur.

    Şimdiye gelecek olursak kemalistlerin sırtını dayayacağı bir irtica kalmadı. Yani irtica eskiye göre daha çok ama artık kemalizm tasfiye edildiği için irticayı, laikliğin elden gittiğini, iran olduğumuzu, cumhuriyetin değerlerine saldırıyı duymuyoruz. Dolayısıyla kemalistlerin sırtını dayadığı irtica yok artık. O yüzden gerçekten çıplaklar. Hiçbiri laikliğin elden gittiğini yada cumhuriyetin değerlerinin kalmadığını söylemiyor. Söyledikleri şey ek göstergeler, çiftçinin mazotu, enflasyon. Eğer islamcılık biterse ki bitecek peşinden tarikat ve cemaatlerde çorap söküğü gibi gidecek, o zaman kemalizmde doğal olarak bitecektir. Çünkü varlıklarını müslümanı kötüleme üzerine kurmuşlar. Yani müslümanı aşağı gösterdikçe insanlardaki üstünlük duygusunu kullanıp insanların karanlıktan aydınlığa, üstünlüğe yol açıyorlar. Kötülük kalmayınca nasıl aydınlık olacaklar. Bu propaganda sadece anadoluda uygulandı. Eğer kemalizm diye gerçek bir kimlik olsaydı mesela bu kimliği komşulara da anlatmak gerekirdi. Bu proje sadece anadoluyu kapsamaktadır. Başka yerde kemalizmi bulamazsınız. Ama müslümanlık gerçek bir kimlik olduğundan dünyanın her yerinde bulabilirsiniz. Maalesef kemalistler hallerinden memnundu. Çünkü bu mekanizma sayesinde durduk yere aydın olabiliyordu. Hiçbir bedel ödemeden, hiçbir çaba göstermeden aydın oluyordun. Aydın olduğun yetmiyordu birde başka insanları aşağılama hakkı elde ediyordun. Ve bu makama ulaşmak çok kolaydı. Dolayısıyla üstünlüklerini bırakmak istemiyorlardı. Aslında bu gerçek bir üstünlük değildi. Dünyanın hiçbir yerinde kendilerini anlatamıyorlardı. Onlar sadece sokakta gördükleri bir türbanlı olursa ona güzel kendilerini ifade edebiliyorlardı.

    Şimdi kemalistlik sonlandı. Çünkü rejim değişiyor. Avrupa yerine daha kapalı bir sistem gerekiyor. Arkalarında rejim desteği kalmayınca kemalistlere bakıyorum hiçbir şey konuşamıyorlar. Cumhuriyetin değerleri yıkılırken sadece “oh olsun, zamanında sizde destek verdiniz” gibi intikam ifade eden cümleler kuruyorlardı. Demek onlara verilen yeni görev onları intikam duygusuyla doldurup bu sefer cemaatin üzerine salmak. Yani vatansever görevlerine devam etmek. Çaresizce onlara verilen görevleri yerine getiriyorlar. Papağan gibi aynı şeyi tekrarlayıp duruyorlar. Senin konuştuğunu dinlemiyor bile. Ama 2010 daki referandumda “ülke elden gidiyor, iran olacağız, irtica hortladı” şeklinde ruh hastalığı belirtileri gösteriyorlardı. Şimdilerde ise sadece intikam belirtileri. Sanki içleri intikam dolmuş, kişilikleri bir yerlerde sıkışıp kalmış gibi. Normalde kemalistlerden beklenen tepki atatürkün, cumhuriyetin değerlerini anlatmaktır. Ama avrupadan kopan, cumhuriyetin değerlerinden kopan kendileri olduğu için sesleri çıkmıyor.

    Öyle bir oyun oynandı ki ister inanın ister inanmayın. Kemalistler üzerlerindeki gömleği çıkarttılar ve cemaate giydirdiler. Madem ‘devleti ele geçirdin’ yani biz kaybettik demek istiyor, o zaman devletle beraber yok ol dediler. Çakmağı yakıp kemalist rejimi devlete bağlı bireylerle yaktılar. Ve kendi işledikleri bütün suçları cemaate yıktılar, kemalist rejimle birlikte gömdüler. Yeni bir rejim kurdukları için kemalist söylemi hiç kimseden duyamazsınız. Çünkü avrupa birliğinden uzaklaşan rejimde atatürkün batılılaşmasını nasıl anlatacaksınız? 200 yıllık batıya yönelimden bizi alıkoyanın ne olduğunu açıklamak zorunda kalacaklar. Ama kemalizm olmasığından kılıçdaroğlu, meral, diğerleri avrupa birliğinden bahsetmemeleri hiç dikkat çekmiyor. Yani iki almanyaya fransaya ey çekmesi, iki yunan gemisi kovalaması mı ab den uzaklaşmayı açıklayacak. Türkleri bilinçli olarak ab den uzaklaştırıyorlar. Hani bir adamı döveceğin zaman ıssız bir yere çekersin ya. Avrupa limanından türkleri uzaklaştırdığın zaman demokrasi, insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü kavramlarını daha zor duyarsın. Türkleri avrupadan belki ortaasyadan soyutluyorlar. Müslüman karşıtlarının eline belki ışid terör örgütünü verebilirler. Yani müslümanı susturmak, bastırmak için yeni rejim ak parti tabanından öfkeli gençler çıkartabilir belki.

  9. “Aynı anda bir yandan tüm dünyada soykırımlar normalleşirken, diğer tarafta insanoğlu evcil hayvanların aile üyesi sayılmasını, bebeklerin bezini değişirken onların rızasını almayı, robotlara karşı etik sorumluluklarımızı, bilimkurgu filmlerinde uzaylıların hep istilacı olarak gösterilmesinin bir tür ırkçılık olup olmadığını tartışıyor…” İnsan denen “çamur yumağı” bu işte.

    “Geçmişi hatırlıyorum. Ne kadar küçük isteklerimiz vardı. Başörtüyle çalışabilmek ve kısa günlerde namazı işyerinde kılabilmek. Bu ikisi için her tür alttan almaya, uzlaşmaya razı sayısız insan. Bunların zaten insan hakkı olduğunun, çok daha fazlasını bile istemeye hakkı olduğunun farkında olmayan yüzbinlerce uslu, uysal baş. Yetenekliyken, işyerinde kimseye batmamak için hep potansiyelini dizginleyen; hep hak ettiğinden azını almayı kanıksayan sayısız insan. Sonra bize bir soykırım hediye ettiler: Kavgada bile olacaksa karşılarına artık rakip olarak çıkma şansını ve geçmişte istediklerimizden daha fazlasını isteme gücünü bize elleriyle verdiler….” Orta yolda yürüyenlere hep küçümseyici bir bakış ile yaklaşıldı. Herzaman posa muamelesi yapıldı. Tokat attığınızda diğer yanağını çeviren insanı “gariban Billo’dan, banker Bilo’ya” dönüştürdüler. Her insanın içinde uyuyan bir dev vardır, yalvardım uyandırmayın onu diye ama zavallı bir kediyi ellerindeki sopayla dürten fırlama çocuklar gibi zorla “pandoranın kutusunu” açtılar.

    Cin şişeden çıktı…

  10. Siyasette güçlü olan değil birlik olan kazanır , karşımızdaki yaratık ergenekonculardan tarikatçılara , ülkücülerden liberalllere geniş bir kesim arkasında bir beraber tutuyor . Biz ise kendi içimizde bile birlik olabilmekten uzağız . Malesef yakın zamanda bir zafer görmüyorum hele hele kemalist kesime karşı …
    Allah inayetiyle bu zalimi bir şekilde yerle yeksan edecektir , beklentim bu yönde…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin