“Ridley Scott, 86 yaşında çektiği Gladiator 2’de görsel şölenin altına imza atarken, Denzel Washington’ın performansı filmin yıldızı oluyor. Film yan karakterlerin cılızlığı ve kahramanın temel motivasyonunun zayıflıkları gibi defolar da barındırıyor.”
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Önce genel bir girizgâh yapalım.
Ridley Scott’ın yönettiği “Gladyatör” (2000), antik Roma döneminde geçen ve beş Oscar ödülü kazanan epik bir yapımdı. Film, Marcus Aurelius’un güvendiği General Maximus’un (Russell Crowe) trajik hikâyesini anlatır. İmparator Marcus Aurelius’un oğlu Commodus’u es geçerek Maximus’u veliaht göstermesi üzerine, Commodus babasını öldürüp iktidarı ele geçirmesi sonrasında yaşanan klasik hikâyeyi anlatıyordu. Genel hatlarıyla bakacak olursak: Maximus’un ailesi katledilir, kendisi de köle olarak satılır ve gladyatör olarak arena yolculuğu başlar.
Gladyatör, bazı tarihsel gerçekleri başarıyla yansıtırken, bazı noktalarda dramatik etki için tarihi gerçeklerden sapmış ve bu yönüyle birtakım eleştiriler de almıştı. Tarihçilere göre; Marcus Aurelius ve Commodus karakterlerinin gerçek tarihsel kişilikler olması, gladyatör dövüşlerinin toplumsal önemi ve Roma İmparatorluğu’nun genel politik yapısı doğru yansıtılmıştı. Ancak Marcus Aurelius’un ölüm şekli (gerçekte hastalıktan ölmüştür), Maximus karakterinin kurgusal olması ve Colosseum’daki bazı sahne düzenlemeleri tarihi gerçeklerden farklılık göstermekteydi. Elbette film dediğimiz şey bir kurmacadır ve belgeselden farkı, tam da burada saklıdır. Bir dramda tarihteki olaylardan, isimlerden ilham alabilir ve arzu ettiğiniz şekilde hakikatı eğip bükebilirsiniz.
Öte yandan filmin teknik başarısı, özellikle görsel efektler ve müzik alanında dikkat çekiciydi. Roma’nın dijital rekonstrüksiyonu, “Colosseum” sahnelerinin inşası (Her ne kadar dönemin teknik imkânları dolayısıyla bir sepya tonu hakimiyeti olsa da) ve Hans Zimmer ile Lisa Gerrard’ın ödüllü müzikleri, filmin atmosferini güçlendiren unsurlardı. Ve elbette dönem detaylarının titizlikle işlenmesi ve teknik ekibin başarılı çalışması, filmin inandırıcılığını artırmıştı.
“Gladyatör”, popüler kültür üzerinde önemli bir etki oluşturmuş, antik Roma temalı yapımların artmasına ve tarihsel drama türünün yeniden popülerleşmesine katkıda bulunmuştu. Film ayrıca tarihsel gerçeklik ve sinemasal etki arasındaki dengeyi tartışmaya açmış, akademik çevrelerde Roma İmparatorluğu’nun popüler kültürdeki temsiliyeti üzerine yeni tartışmaların başlamasına neden olmuştu.
Film endüstrisinde de önemli gelişmelere yol açan yapım, epik tarih filmlerinin yeniden yükselişe geçmesini sağlamış, özel efekt teknolojilerinin gelişimine katkıda bulunmuş ve kostüm-set tasarımında yeni standartlar belirlemişti. Eleştirmenler, filmin tarihi tutarlılık konusundaki eksikliklerini eleştirirken, dramatik yapısını, teknik başarısını ve oyunculuk performanslarını övmüşlerdi.
“Gladyatör”, tarihi gerçeklerden bazı sapmalara rağmen, sinema sanatının gücünü kullanarak antik Roma dönemini modern izleyiciye başarıyla ele alan bir film olarak hafızalarda kaldı, hatta “Kült” sınırını zorlayan bir klasik bile oldu diyebiliriz. Zira Scott’un (çektiği zaman 63 yaşındaydı) çektiği film sadece bir eğlence ürünü olmanın ötesine geçerek, tarih, politika ve insan doğası üzerine evrensel temalar işleyen önemli bir kültürel eser haline gelmiş ve sinema tarihinde kendine özgün bir yer edinmişti.
Dikkatli okurlarımız hatırlayacaktır. “Dolunay Katilleri” filmi dolayısıyla kaleme aldığımız yazıların sonuncusunda (Yazı şurada) bir yönetmenin kolay kolay emekli olamayacağını, ancak sanatın kendisini terk edebileceğini yazmıştık. Bunun en şahane örneği Clint Eastwood olsa gerek.
Ridley Scott 1937 doğumlu… Yani 86 yaşında… Bizim gibi bir ülkede olsa, ya namaz vakitlerinde evden çıkan bir dede ya da gününü bir çay ocağında arkadaşlarıyla geçmişi yad eden şirin bir amca olurdu. Ancak Hollywood ve sanat öyle bir şey ki, sanırım kişiyi hayata daha sıkı bağlıyor.
Benzer bir hissiyatı Mad Max’in efsane yönetmeni George Miller hakkında da hissetmiştim. Miller da, 79 yaşında ve hala film üretmeye devam ediyor.
İlle de Clint Eastwood. 94 yaşındaki koca çınar ısrarla film yapmaya devam ediyor. 2021 yılında çektiği (ve oynadığı) Cry Macho pek çok yönden beğenilmesine rağmen, özellikle ustanın oynadığı bazı sahnelerin çiğliği eleştiri konusu olmuştu. Eleştirmenler ona duydukları tüm saygıya rağmen “Artık emekli mi olsa” filan gibi yazmaya başlamışlardı. Buna rağmen Eastwood’u kimse durduramadı ve “Juror #2” isimli bir film çekti. 2024’te vizyona girmesi gereken film hala gösterime girmiş değil.
Dönelim Gladyatör’e…
Aslında “Gladiator 2” filminin yapım süreci, sinema dünyasında uzun zamandır merakla beklenen bir projeydi. Beş Oscar ödülü kazanan “Gladiator” filminin başarısının hemen ardından, devam filmi için çalışmalar başlamıştı bile.
İlk filmden sonra, devam filmi için çeşitli senaryo taslakları oluşturuldu. 2001 yılında, senarist David Franzoni’nin bir “prequel” veya “sequel” üzerinde çalıştığı bildirildi. Bu terimlerin ne anlama geldiğini önceki iki yazımızda ayrıntılı olarak ele almıştık.
Bir yıl sonra; 2002’de, John Logan’ın senaryoyu yazdığı ve hikâyenin 15 yıl sonrasını, Lucilla’nın oğlu Lucius’un biyolojik babasını arayışını konu alacağı açıklandı. Ancak, bu projeler çeşitli nedenlerle ilerlemedi.
2006 yılında, Nick Cave’in “Christ Killer” adlı bir senaryo yazdığı, ancak bu taslağın da reddedildiği biliniyor. Bu süreçte, DreamWorks Pictures’ın finansal zorlukları nedeniyle proje durakladı.
2018 yılında, Paramount Pictures’ın projeyi yeniden canlandırdığı ve Ridley Scott’ın yönetmen koltuğuna geri döneceği duyuruldu. Senaryoyu Peter Craig’in yazdığı ve hikâyenin Lucius karakterine odaklanacağı belirtildi.
2021’de, senaryonun David Scarpa tarafından yeniden yazıldığı ve Ridley Scott’ın “Napoleon” filminin ardından bu projeye odaklanacağı açıklandı. Scott, senaryonun Lucius’un hikâyesine odaklanacağını ve Roma İmparatorları Caracalla ve Geta’nın dönemini işleyeceğini belirtti.
Artık Gladyatör 2 gittikçe belirgin şekilde görülmeye başlamıştı.
Filmin prodüksiyon bütçesi başlangıçta 165 milyon dolar olarak planlandı, ancak çekimlerin tamamlanmasıyla birlikte bu rakam 310 milyon dolara ulaştı. Malta’da gerçekleştirilen çekimler için yaklaşık 47 milyon euro’luk bir vergi indirimi alındı, bu da Avrupa Birliği’nde bir film prodüksiyonu için verilen en büyük teşviklerden biri oldu. Çekimler sırasında, Ridley Scott’ın ilk filmde gerçekleştiremediği bir gergedan savaşı sahnesi (Burayı birazdan inceleyeceğiz) de dahil edildi.
Başrolde Paul Mescal, Lucius karakterini canlandırırken, Denzel Washington Macrinus rolünde, Pedro Pascal ise General Marcus Acacius olarak kadroya katıldı. Connie Nielsen, Lucilla rolüyle geri dönerken, Joseph Quinn ve Fred Hechinger sırasıyla İmparatorlar Caracalla ve Geta’yı canlandırdı. Barry Keoghan’ın projeden ayrılmasıyla, kadroya yeni isimler dahil edildi.
Hikayenin son şekli ise şöyleydi:
Lucius (ilk filmdeki çilli şirin çocuk), çocukluğunda Maximus’un kahramanlıklarına tanık olmuş ve ondan ilham almıştır. Yıllar sonra, Roma İmparatorluğu’nun genişleme politikaları nedeniyle Roma’dan kaçmış karısı Arishat ile birlikte Numidya’da yaşamaktadır. Karısı da kendisi gibi bir savaşçıdır.
Ancak, Roma’nın arızalı mı arızalı iki kardeş imparatoru vardır: Caracalla ve Geta. Bu iki psikopat Roma’yı Commodus’tan bile kanlı ve sapkın şekilde yönetmektedir. Aslında bu iki karakter gerçekten yaşamış tarihi şahsiyetlerdir. Şöyle ki:
Caracalla (188-217) ve Geta (189-211), Roma İmparatoru Septimius Severus’un oğullarıydı. Babaları öldüğünde ortak imparatorlar oldular. Ancak Caracalla, 211 yılında kardeşi Geta’yı annelerinin kollarında öldürttü ve tek başına imparator oldu. Caracalla, zalim yönetimi ve büyük hamamlarıyla (Caracalla Hamamları) tanınır. 217’de bir suikastla öldürüldü. Scott, gerçek tarihi karakterler olan Caracalla ve Geta’yı hikayesine dahil ederken Lucius karakterinin hikayesi, bu iki kardeş arasındaki iktidar mücadelesi döneminde geçiyor. Filmin, kardeş kavgasını ve Roma İmparatorluğu’nun bu karanlık dönemini işliyor.
Bu iki manyak generalleri Marcus Acacius’ı Numidya’yı fethetmekle görevlendiriyorlar.
Numidya’nın işgali sırasında Lucius’un eşi Arishat trajik öldürülüyor ve kendisi esir alınarak Roma’ya götürülüyor. Burada, gladyatör olarak arenada savaşmaya zorlanıyor. Karısının ölümünden sorumlu olarak Romayı tutan Lucius, intikam arzusuyla dolu ve Roma’nın kalbinde, Colosseum’da, hem hayatta kalmak hem de ailesinin intikamını almak için mücadele etmeye başlar.
Filmin sürpriz karakterlerinden biri ise Denzel Washington’un başarıyla canlandırdığı ve her sahnesinde ortamdaki diğer oyuncuları ezip geçen Macrinus karakteri. Bu karakter de gerçek bir kişilik. Macrinus (164-218), Roma İmparatorluğu’nun ilk senatör olmayan imparatoru. Caracalla’nın muhafız birliği komutanıymış ve Caracalla’yı öldürterek imparator olmuş. 14 ay gibi kısa bir süre hüküm sürmüş. Caracalla’nın kuzeni Elagabalus tarafından devrildi ve idam edilmiş.
Filmde ise Lucius’a mentorluk yapan eski bir gladyatör olarak görüyoruz. Sinsi, gizemli ve tehlikeli!
Macrinus, Lucius’u kendi gladyatör ekibine dahil ediyor ve ona Roma’nın entrikaları ve politik oyunları hakkında rehberlik ediyor. Lucius, arenada yükselirken, aynı zamanda Roma’nın yozlaşmış liderlerine karşı bir isyanın fitilini ateşlemeye başlıyor.
Hasılı kelam Gladiator 2, Lucius’un hem kişisel intikamını alma çabalarını hem de Roma’nın geleceğini şekillendirme mücadelesini anlatıyor. Arenadaki kanlı dövüşler, politik entrikalar ve Roma’nın görkemli atmosferi, izleyicilere epik bir deneyim sunuyor.
Hikayede ilk filmden sadece iki karakter var: Senator Gracchus ve Prenses Lucilla…
Scott kendi yaşında olan (86) oyuncu Derek Jacobi’yi ısrarla oynatmak istemiş ve oynatmış da. Ancak Jacobi de yaşanın verdiği dezavantajları sıklıkla hissettiriyor. Hani neredeyse ölüm öncesi yorgunluğu onun oynadığı her sahnede hissediyoruz.
Aynı olumsuzluğu 59 yaşındaki Connie Nielsen hakkında söyleyemeyiz. Bir kere (Makyaj yardımıyla belki de) asla 59 yaşında görünmüyor. Lucius’un annesi Lucilla rolü ile ilk filmdekinden bile daha ağırlıklı bir role sahip serinin ikinci filminde.
Şimdi filmin analizine geçebiliriz….
“Gladiator 2”, 15 Kasım 2024’te vizyona girdi. Film, görsel efektleri ve savaş sahneleriyle övgü alırken, senaryo ve karakter gelişimi konularında eleştiriler aldı. Yine de, Ridley Scott’ın yönetmenliği ve oyuncu performansları genel olarak (Ben tam olarak öyle düşünmesem de) olumlu karşılandı.
Önce sinema dünyasının Gladyatör 2’yi nasıl karşıladığına bir göz atalım.
Özellikle yönetmenin görsel anlatım gücü ve Denzel Washington’ın etkileyici performansı övgüyle karşılandı. Paul Mescal’in Lucius karakterindeki başarısı ve arena sahnelerinin görkemi, filmin en çok takdir toplayan yönleri arasında yer aldı.
Yapımın CGI kullanımını minimize edip pratik efektlere ağırlık vermesi ve Colosseum’un gerçek ölçülerde inşa edilmesi, prodüksiyonun iddialı yaklaşımının göstergesi olarak değerlendirildi. Ancak Hans Zimmer’ın müziklerinin eksikliği, filmin duygusal etkisini zayıflatan bir faktör olarak öne çıktı. Harry Gregson-Williams’ın besteleri, her ne kadar yeterli bulunsa da, Zimmer’ın ilk filmdeki unutulmaz bestesinin derinliğini yakalayamadığına vurgu yapan otoriteler hikayenin fazla tanıdık ve öngörülebilir olması eleştirilerin odak noktalarından birini oluşturdu. Yan karakterlerin yeterince geliştirilmemesi, özellikle Connie Nielsen’ın canlandırdığı Lucilla’nın hikayesinin derinleştirilmemesi ve iki imparatorun yükselişinin yeterince açıklanmaması, senaryonun zayıf noktaları olarak görüldü. Pedro Pascal’ın sınırlı ekran süresi de hayranları hayal kırıklığına uğrattı.
Bununla birlikte film, günümüz siyasetine yaptığı göndermeler ve “pan ve sirk” temasını işleyişiyle takdir topladı. Eleştirmenler, yapımın ilk film kadar çığır açıcı olmasa da, bir devam filmi olarak beklentileri karşıladığı konusunda hemfikir. Çoğu eleştirmen filmi beş üzerinden 3.5 ile 4 yıldız arasında değerlendirdiler.
Ve bakalım kimler ne söyledi film hakkında:
The Guardian’dan Peter Bradshaw: “Scott hem orijinal filmin ruhunu koruyor hem de yeni bir vizyon sunuyor. Washington’ın performansı, filmin her sahnesini yükseltiyor. CGI’a boğulmak yerine fiziksel setlerin kullanılması, filme gerçekçi bir atmosfer katıyor.”diyor ve ekliyor: “Maximus’un yokluğu hissedilse de Mescal kendi karakterini inşa etmeyi başarıyor. Film, tıpkı bir Groundhog Day gibi, ilk filmin anlatı unsurlarını yeniden şekillendiriyor.”
Açıkçası oldukça iyimser bir yorum ve sanırım başroldeki kahramana vatandaşları olmanın torpilini geçmiş gazete.
Empire Magazine’den Ian Freer’in: “Gladiator II, ilk filmin gölgesinde kalma riskini göze alarak kendi yolunu çizmeyi başarıyor. Washington’ın Macrinus’u, Heath Ledger’ın Joker’i kadar etkileyici bir kötü karakter portresi çiziyor.” Tespitlerine katılıyorum. Buna bakılan bir yazar daha var. IndieWire’dan David Ehrlich… Şöyle yazmış: “Denzel Washington’ın her sahnesini izlemek saf keyif. Macrinus karakteri, politik entrikanın vücut bulmuş hali. Kostümleri bile karakterin yükselişini anlatıyor.”
Total Film’den Jordan Farley: “Scott’ın 85 yaşında böylesine enerji dolu bir film yapabilmesi takdire şayan. Her ne kadar Hans Zimmer’ın müziklerini özlesek de, görsel şölen bunu telafi ediyor.”demiş.
Açıkçası eleştirmenlerin hep bir ağızdan filmin müziklerini bu kadar sert bir şekilde eleştirmesi ve tabiri caizse “gömmesi” beni hayrete düşürün hususların başında geliyor. Elbette ilk filmde Zimmer’in müziği unutulmazdı ama ikinci filmin müziklerini de açıkçası hiç de fena bulmayanlardanım.
Dikkatle takip ettiğim yazarlardan Variety’den Owen Gleiberman ise filmin içeriğine odaklanmış ve şöyle diyor: “Film, modern siyasete yaptığı göndermelerle Roma’nın yozlaşmış politik dünyasını ustaca resmediyor. İki imparatorun teatral performansları, günümüz liderlerinin karikatürü gibi.”
Gelelim kişisel kanaatlerime. Öncelikle filmin Roma’nın politik yozlaşmasını ve gladyatör arenalarının vahşi dünyasını görsel bir şölenle aktarması benim büyük önyargıma rağmen Scott’ın yönetmenlik kariyerinin hala zirvesinde olduğunu ispatlıyor. Görsel efektlerdeki bazı tartışmalı sahnelere rağmen, genel prodüksiyon kalitesi ve aksiyon sekanslarının etkileyiciliği, filmi yılın görülmesi gereken yapımlarından biri haline getirmiş…
Ancak.
Film anlatacağı hikayenin temelini oluşturmadan bizi doğrudan görkemli bir aksiyonun içine atıveriyor. Malta’daki deniz savaşı evet çok etkileyici ama kahramanımızın askeri yetileri, statüsü, hatta bir bakıma evliliği bile net bir şekilde ortaya konmadan, kahramanın kadını öldürülüyor. Ve film bu katledilmenin intikamı üzerine kuruluyor.
Scott, ilk filminde olduğu gibi bize bir epigrafla arka plan veriyor ama maalesef yeterli değil. Mesela Roma’nın psikopat iki imparatorunun isimlerini öğreniyoruz ama bunların ne mene dehşetli tipler olduğunu izledikçe anlıyoruz. Bunlar öz babalarını bile katledebilecek derecede manyak tipler. Bu karakterler uzun süre yapay şekilde sırıtarak ilerliyor hikayede.
Filmin senaryosu oldukça sorunlu…
Kahramanın motivasyonunu anlayabilmek için yeterince çaba sarfetmeden intikam hikayesine dönüşüyor. Kaldı ki, genç kahramanımızın arenada bir anda komutayı ele alması da saçma. Hatırlayalım ilk filmdeki Maksimus’un gladyatörleri yönetmesini. Bir general geçmişi var ve ekibini yönetmeden önce epey mücadele veriyordu. Şunu söyletti bize; “Orduları yönetmiş adam üç-beş gladyatörü mü yönetemeyecek!”
Bence Gladyator 2’nin en zayıf yönü, yan karakterlerin köksüzlüğü. Senaristler neredeyse hiç üzerinde durmamışlar. İzleyici Jubarta karakteriyle tam bağ kuracakken, bir anda intihar ediyor adeta. Keza Lucius’un yanındaki diğer gladyatörler, neredeyse hiçbirini tanıtamıyor film.
Bununla beraber gereksiz gevezelikler gırla gitmiş. Sağlam bir diyalog ekonomisi yapılsa, diyalogların üçte biri çöp olurdu tahminim.
Özellikle İngiliz eleştirmenler başroldeki Paul Mescal’i göklere çıkarmış ama, hatırlayın ilk filmdeki Lucius’u. O şirin çocuk büyüyünce bu tipolojide mi olur. Nerede Russell Crowe’un karizması nerede Metro turizmin muavini gibi duran Pascal Mescal!
Bu pısırık imaj sebebiyle Gladiator 2, Lucius’un değil Denzel Washington’un canlandırdığı Macrinus’un filmi olmuş. Bu kadar güçlü inşa edilmiş bir karakteri usta bir isim canlandırınca, hangi sahnede olursa olsun, muhatabını tepeleyip geçmiş Denzel Washington.
Ancak tüm bunlara rağmen, hiç de fena olmayan bir epik film olmuş Gladiator 2. Hele hele artık 90’ına doğru giden bir yönetmen için gerçekten muazzam.
Arena sahnelerindeki başarı, Scott kadar aksiyon yönetmeninin de işi. Ancak, gergedanlı, sulu sahneleri anlarım da (Sahi o sahnenin sonunda gergedanın sırtına konun kuş işi nasıl oldu yahu?) köpek goril karışımı o tuhaf hayvanlar da neyin nesiydi?
Ez cümle: Gladiator 2, tüm eksiklerine rağmen modern sinemanın nadiren sunduğu türden bir görsel şölen sunuyor. Ridley Scott’ın 86 yaşında böylesine iddialı bir projeyi hayata geçirebilmesi, sinemada yaşın değil tutkunun belirleyici olduğunu ispatlıyor. Denzel Washington’ın muhteşem performansı, Paul Mescal’in pısırık Lucius’unu gölgede bıraksa da film bir bütün olarak 2024’ün en dikkat çekici yapımlarından biri olmayı başarıyor. Senaryo zayıflıkları ve yan karakterlerin derinliksizliği gibi sorunlarına rağmen, özellikle arena sahnelerindeki görkemiyle sinema salonlarında izlenmeyi hak eden bir yapım olarak karşımızda duruyor. Belki ilk film kadar çığır açıcı değil, ama günümüzün dijital efekt bombardımanına boğulmuş sinema dünyasında, otantik aksiyonun değerini hatırlatan önemli bir örnek teşkil ediyor.
Adam tam anlamiyla filim hastasi, baska derdi yok gece gündüz filim izliyor, üstelik baskalarinida bu batil aliskanligina tesvik ediyor, sizde buna meydan vererek imkan sagliyorsunuz, ahirette hesabini verirsiniz…
Bak Cem kardeşim, sen git başka yerlerde okuyacak başka yazarlar bul. Boşver bizi. Biz bu yazıları okuyarak kendi çapımızda nefes alıyoruz. Darlandırma.
Madem hazzetmiyorsun ne diye bu “film hastası” yazarı ve onun yazılarının hastası olan bizlerin iki kuruşluk hazzına mani oluyorsun.
Hem sana ne kardeşim bizim ahirette vereceğimiz hesaptan. Sen git kendi hesabına bak.
Bizi düştüğümüz bu “batıl alışkanlığımızla” baş başa bırakıp git olur mu?
Ve lütfen giderken sessiz ol. Çünkü film başladı….
film de bir sanattir.. keske muslumanlarda soyle kaliteli filmler cekseler ve hz halid bin velid’i dunyaya tanitsalar mesela… ya da yavuz sultan seliminin ne kadar buyuk oldugunu anlatan filmler yapsalar mesela..
cunku gunumuzde insanlarin cogu okumuyor, doguda ve batida, boyle gorsel seylerden ogreniyorlar. filmler de bunun icin guzel bir arac..
teknolojiye bir de bu acidan bakmak lazim.
Haydaaaa…
Nedim bey sarraf titizliğiyle olay ve olguları güzel resmetmissiz. Tebrikler. Görene çok ibretler var yazınızda.