SORU VE CEVAPLARI İLE GEZİ EYLEMLERİ (3)
YORUM | RAMAZAN F. GÜZEL
Bir önceki yazımızda Gezi olaylarının siyasi iktidar tarafından nasıl büyütüldüğünü ve yönlendirilmeye çalışıldığını ele almaya çalıştık. Bu son bölümde ise İktidarın dosyayı yönlendirme çalışmalarını, savcılara baskıları, İstihbarat’ın muhtemel etkilerini ve rollerini, bunun üzerine gitmeye çalışan yargı mensuplarının yaşadıklarını kısaca işleyeceğiz…
11 Haziran’da perde arkasında ne oldu?
11 Haziran gününe gelindiğinde Taksim Meydanı provokatör bazı gruplarının cirit attığı, bayrak ve flamalarının her yere asıldığı bir yer haline gelmişti. Artık insanlar, “Çığırından çıkan bu olaylara polis neden müdahale etmiyor?” demeye başlamıştı.
Gezi Parkı eylemlerinin toplumsal desteğini kaybetmesi üzerine polis sabah erken saatlerinde göstericilerin hazırladığı barikatları aşarak Taksim Meydanı’na girmiş, eylemleri provoke eden, polise saldıran, taş, bilye atan gruba müdahale edilmişti.
Taksim alanı bir anda savaş alanına dönmüş, TV kanallarının olayları canlı yayınlaması nedeniyle bütün ülke Taksim Meydanı’na kilitlenmişti. Polise karşı molotof kokteyli atmaya çalışan, havai fişek atan ve üzerinde “SDP Asayiş” yazılı kalkan taşıyan 10-15 kişilik grubun polise saldırması tepkilere neden olmuştu.
Bazı yabancı yayın organları bu tavrı, “Provokatör bazı istihbarat elemanlarının, Başbakanı gezi parkına müdahaleye açmak için sahte bir senaryo uyguluyorlar” şeklinde okumuşlardı. Bununla birlikte polis, bu grubun ve sonrasında gelen bir kısım grupların Gezi Parkı’na girme ve diğer göstericilere müdahale girişimini engelleyerek sivil vatandaşları korumaya almışlardı. Aksi durumda 11 Haziran günü çok fazla ölü ve yaralı olabilirdi. Kısa sürede meydana hakim olan polis, AKM binası ve Cumhuriyet anıtı üzerinde bulunan pankartları toplamıştı.
Gezi soruşturmasını yürüten ve ilk Gezi iddianamesini hazırlayan Muammer Akkaş’ın hazırladığı İddianame’ye göre eylemler nasıl provoke edilip kontrolden çıkarıldı?
Gezi soruşturmasını yürüten ve ilk gezi iddianamesini hazırlayan Muammer Akkaş’ın hazırladığı iddianame’de ilginç bir detay vardı: “ÖDP, ESP, Barikat (MLSPB) gibi sol örgütlerle bağlantılı gruplar ile SDP, TKP-1920, SODAP, DAF ve HE gibi sosyalist ideolojiye sahip bazı siyasi parti ve marjinal grup mensuplarının Taksim Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak farklı zamanlarda bir araya gelerek yaptıkları toplantılarda belirttikleri görüşler ve aldıkları kararlarla, bu gruplar Gezi Parkı gerekçeyle güçlerini birleştirmiş, kısa sürede Devrimci Koordinasyon adı altında bir yapılanma oluşturmuşlar, bu yapılanma düzenlenen eylemlerin merkezini oluşturmuş, düzenledikleri toplantılarda aldıkları kararlar doğrultusunda da kendi mensup ve yandaşlarının alandan ayrılmamalarını istemişlerdi.”
Cumhuriyet savcısının bu kanaate ulaşmasının sebebi, sanırım 11 Haziran günü polisin SDP binasında yaptığı aramada birtakım bazı delillere ulaşılması idi. Arama sırasında ele geçirilen bir ajanda vardı ki, bu ajandada bulunan notlar ve toplantı tutanakları Taksim’de yaşanan olaylara dair bazı soru işaretleri oluşturmuştu.
O “Ajanda”da neler vardı ve bu toplantıları kim organize etmişti?
“Ajanda”dan öğrenildiğine göre, Taksim olaylarının başladığı tarihten itibaren yukarıda isimleri yazılı olan gruplar bir araya gelerek toplantılar yapmış ve kararlar almışlar… O ajanda doğru ise demek ki bir araya bir türlü gelemeyen bazı sol gruplar Gezi sayesinde bir araya gelebilmişlerdi.
O “Ajanda”da başka neler vardı?
Ajandada toplantı tutanakları bulunmaktaydı. Örneğin 01 Haziran tarihinde yapılacak eylemler tek tek yazılmış, her grubun görevlendirmeleri yapılmış, günlük olarak karara bağlanmıştı… Eğer bu ajanda doğru ise; Taksim’de yaşananlara baktığımızda bu toplantıda alınan kararlara harfiyen uyulmuş…
Taksim Meydanı’nı marjinal gruplarının flama ve bayraklarıyla donatmak, barikatlar kurmak, taş ve sopalar ile polise saldırmak ve Taksim Meydanı’nda sadece Gezi Parkı’ndaki ağaçların yok edilmesini engel olmaya çalışan insanları provoke etmek olarak görebiliriz.
Bütün kışkırtıcı faaliyetlerden sonra Taksim eylemlerine toplumun desteği azalmış olacak ki, polis Taksim Meydanına girerek oradaki gruplara müdahale etmiş ve Taksim eylemlerini marjinalize etmeyi başarmıştı.
SDP binasındaki bu toplantıları kim organize etmişti?
O “Ajanda”ya göre bu toplantıları organize eden kişi: “METİN” isminde veya kod adında birisi…
METİN denen kişi kimdir?
Gözaltındaki kişiler arasında Metin isminde kimse yoktu… Ve şüphelilerin sorgularında Metin’in kim olduğuna dair hiçbir ipucuna ulaşılamamıştı. Şüpheliler böyle bir kişiyi tanımadıklarını ifade etmekteydiler. Metin isimli şahıs her gün SDP binasına gelerek uç bazı grupları bir araya getirerek ortak amaç etrafında hareket etmelerini sağlıyordu.
İktidarın bütün provokatör eylemlerine karşı terörize olmayan Gezi eylemcilerinin aralarına sızan bazı karanlık tiplerin, polise karşı şiddet kullanılması için bütün yolları denediklerini görülüyordu. Bu ise iktidarın amaçlarıyla örtüşmektedir. Yabancı medya gruplarının yorumu da bu yöndeydi.
“Metin” isimli şahısın istihbaratın bir görevlisi veya istihbarata çalışan bir kişi olmalıydı ki bu kadar etkili olabilsin… Çünkü Türk istihbaratı geleneğinde bütün marjinal grupların içerisinde kendi elemanlarına yerleştirmek gibi bir “sızma stratejisi” vardı.
Diğer gruplarda olduğu gibi sol gruplarda da MİT elemanlarının cirit attığı herkesin malumu. Emniyet soruşturmalarında bunun örnekleri fazlasıyla görülüyordu da… Her kritik soruşturmanın içerisinde MİT elemanlarının suçlara bulaştığına şahit olunuyordu. (KCK Dosyası ve 8 Şubat MİT/ Hakan Fidan Krizi’ni bu bağlamda okumak gerek… Onu da bir başka yazıda detaylı ele almaya çalışalım.)
Bir gece yarısı MİT ten gelen yetkililerin şüphelinin kendi elemanları olduğunu söyleyerek soruşturma dışı bıraktırmaya çalıştıklarının örneklerinin çok olduğunu, o dönemin yargı mensuplarından duymuştum…Ki, o “Metin” de büyük olasılıkla MİT elemanıydı. Bu defa da polise yakalanmamayı başarmıştı.
Devrimci Karargah davasının sanıklarından olan ve aynı zamanda Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) MYK üyesi şüpheli Ulaş Bayraktaroğlu’nun “Taksim Gezi Parkı eylemlerine katıldığı, yüzünü gaz maskesi ile kapatarak, polise molotof kokteyli ve havai fişek ile saldırdığı” iddianamede şöyle yer alıyordu: “Belinde her an saldırıya hazır silah bulundurduğu, içinde ateş yanan çöp konteynerini barikat kurmak için taşıdığı, SDP flaması ve kalkanları arasında bulunan ve onlarca molotof kokteyli, taş, sapan, havai fişekle polise saldıran ve saldırılarını arttırmak için SDP yazılı tahtalardan yapılan kalkanlar kullanan grubun arasında bulunduğu, SDP binasının penceresinden çıkarak, güvenlik güçlerini tahrik etmeye çalıştığı, elinde bulunan demir boruyu ve taşı güvenlik güçlerine fırlattığı, görevlilerin görevlerini yapmalarını engellemek için aktif şekilde direndiği ve grubu yönlendirerek yönetici konumda olduğu kanaatine varılmıştır.”
Kamu mallarına, özel mülkiyete zarar verme, kamu görevlilerini aciz düşürme, güvenlik güçlerinin yaralanmasına sebebiyet verildiği belirtilen iddianamede, 11 Haziran 2013’de Taksim Meydanı’nda bulunan terör örgütlerinin bayrak ve flamaları ile posterlerinin toplanmasına yönelik yapılan faaliyet sırasında terör örgütü mensuplarının güvenlik güçlerine molotof kokteyli, ses bombası sapan atmak suretiyle engellemeye çalıştıklarından bahsedilmektedir.
O İddianamede ayrıca Taksim Meydanı yayalaştırma projesi kapsamında Taksim Gezi Parkı’nda 28 Mayıs 2013’de başlayan protestolar, demokratik tepkinin ötesine geçerek ‘terör’ örgütleri ve ‘marjinal’ grupların yönlendirmesiyle ‘terör’ örgütlerinin propagandalarına ve eylemlerine dönüştüğü anlatılmaktadır. Ancak Gezi Parkı eylemlerine katılan sivil vatandaşların Gezi Parkı’na çekilerek eylemcilerden ayrıştığı, terörize faaliyetlere katılmadıkları özellikle vurgulandığı görülüyordu.
Asıl can alıcı soru: Gezi iddianamesinde neden bu ajandadan ve dolayısıyla da “Metin”den bahsedilmiyor?
6 yıl geçmesine rağmen Metin isimli şahsın kimliği neden hala ortaya çıkarılmadı?
Akkaş’ın bu ajandadan dolaylı olarak bahsetmesinden anlaşılıyor ki, Akkaş bu toplantıyı düzenleyen Metin isimli şahsın kim olduğunu araştırıyordu ve bu konuda çok ciddi delillere ulaşmıştı. Ancak HSYK, Akkaş’ı ve diğer savcıları görevden alarak başka bir ile atayarak bu soruşturmanın ve diğer önemli soruşturmaların savsaklanmasına sebebiyet vermişti.
Akkaş’tan sonra Gezi soruşturmasını devralan savcıların bu konuda soruşturmayı derinleştirmedikleri ve herhangi bir araştırmaya girmedikleri görülüyor… Gezi soruşturmasında bir arpa boyu bile ilerleme sağlanmadığı anlaşılmaktadır. Hatta siyasal iktidarın en çok ihtiyaç hissettiği dönemde iddianame hazırlarken asıl failleri ve provokatörleri araştırmak yerine Gezi Parkı eylemlerinin “hükümete karşı bir darbe olduğu” iddiasında bulunmak “yargının siyasetin köpeği” haline geldiğini bir kez daha göstermektedir.
Ayrıca yukarıda bahsettiğimiz “SDP binasında ele geçirilen ajanda” ile ilgili 30. Ağır Ceza Mahkemesine açılan 04/03/2019 tarihli iddianamede hiçbir bilgi olmadığı gibi, iddianamenin eklerinde ajanda delil olarak gösterilmemişti. Evet, o esrarengiz “ajanda” mahkemeye intikal ettirilmemiş; bu da delilin suç ortakları tarafından yok edildiğini ve derin bağlantıları yok etmeye çalışıldığını gösteriyor.
“Dönemin Başbakanı”nın, iktidarın dosyaya dahli nasıl oldu?
Daha önceki “Gezi” yazılarımızda dönemin başsavcı vekillerinin ve emniyet müdürlerinin HSYK’ya çağrıldığını ve kendilerine baskılar yapıldığını aktarmıştık… Bu konuya dair sosyal medyada emniyetçi kökenli bazı kimselerin benzer ifşaları da ortaya çıkmaya başladı. Evet, birçok yerden teyit ettiğim husus şudur;
O dönem, Erdoğan’ın talimatı ile tüm büyük illerin başsavcıları, ilgili tüm emniyet müdürleri, Şube mudurleri HSYK’da toplantıya çağrılmış, dönemin Adalet Bakanı ve ekser HSYK üyeleri de dahil toplantıya dahil olmuş ve orada katılanlara Bakan: “Arkadaşlar, sayın başbakanın emri, sokağa çıkan herkese ‘Darbeye teşebbüs’ten işlem yapılması…” deyip şunu da eklemeyi ihmal etmemişti: “Ki, ben kendisine bunun zorlama olduğunu söylemeye çalıştım ise ikna edemedim.”
O toplantıya katılan başsavcı vekilleri ise ortada adli vakıaların olduğunu, ancak bu yönde işlemler yapabileceğini, darbeye sokmanın ise zorlama olacağını anlatmaya çalışsalar da kabul görmemişti.
O dönemki savcıların eylemlerde istihbarat bağlantısını araştırmaya başlamalarının yanında, bir de bu dosyaları iktidarın talebi doğrultusunda ‘Darbeye teşebbüs’e sokmamaları karşısında düğmeye basılmış, Erdoğan iktidarı Akkaş dahil dosya savcılarını ve de hemen hemen bütün illerdeki emniyet şube müdürlerini ve TEM görevlilerini değiştirmişti.
O zamana kadar da Osman Kavala’ya dair bir işlem yoktu. (Sadece ağustos sonunda bazı sol grupların eylem yapması için yapılan toplantılara katılmış birisinin Kavala’nın yönetim kurulu başkanlığını yapmış olduğu Anadolu Kültür Derneği’ne ziyaretler yapmış olduğunun tespiti bulunuyordu dosyada…)
İsmail Saymaz gibi bazı gazetecilerin iddia ettiği gibi Kavala ve arkadaşlarına dair dosyalardaki bilgiler ve belgeler ne Savcı M. Akkaş ne de Emniyet Müdürü Nazmi Ardıç dönemine ait idi ve onların yaptığı işlemlerde buna dair en ufak bir detay yoktu. Merak edenler açıp bakabilir. Zaten öyle bir derdi olmayanlar, her olayda olduğu gibi burada da işi “Günah keçisi”ne yükleyip geçmeyi tercih ediyorlar.
Evet, işte yeni atanan o Emniyet İstihbarak Şube Müdürleri de özellikle Kavala üzerine yoğunlaşmış ve dosyayı ısrarla -direktifler doğrultusunda- ‘Darbeye teşebbüs’e sokmuşlardı. Bu soruşturmalar da 2019’da yeni savcılarca darbe iddianamesine dönüştürülmüştü… Bu zorlama dosyalarla da şimdi “ayıkla pirinci taşını.” Ya da “bir delinin kuyuya attığı taşı 100 akıllının çıkarmaya çalışması” durumu!
**
İktidarın hukuk dış uygulamalarına karşı isyanın dışa vurmuş hali olan Gezi Parkı eylemleri gelecekte daha iyi analiz edilmesi gerekir… Görünen o ki gezi eylemleri daha uzun süre tartışılmaya devam edecek ve ülkede ciddi kırılmalara ve adaletsizliklere sebep olacak gibi duruyor.
Gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkma gibi kötü bir huyu vardır. Gezi Parkı’nda uygulanan psikolojik harekatın sonucunda ölen ve yaralanan insanların hesabı adalet önünde mutlaka sorulacağına inanıyorum. Bundan sonra aradaki bütün ihtilafların bir kenara bırakılarak hukuk adına, demokrasi adına, insan hakları adına mücadele etmenin vakti gelmedi mi?!
Burda “sokağa çıkan herkese ‘Darbeye teşebbüs’ten işlem yapılması…”
Bana iktidarın niyet acıklaması gibi gelmis, gezi sayesinde yuruyecekleri bir başka deyişle mağduriyet durumunu pratik etmişlerdir