SORU VE CEVAPLARI İLE GEZİ EYLEMLERİ (1)
HABER-YORUM | RAMAZAN F. GÜZEL
Yıllardır süren “Gezi Davaları”nda yeni bir sürece girildi.
Bu yazı dizisini hazırlamamıza sevk eden en önemli saik, Gezi iddianamesindeki yanlış bilgiler ve Gezi eylemlerinin hükümete karşı darbe olduğu iddiasının 5 yıl sonra savcılık tarafından da ilan edilmesiydi. Her şeyde olduğu gibi bu konuda da çok fazla bilgi kirliliği mevcut. Bu konuda zihinlerdeki bilgileri berraklaştırmak için bu yazıyı kaleme aldık.
Bu 2 bölümlük yazı dizisi için uzun süredir üzerinde çalışmakta idik. O dosyanın ilk soruşturma aşamasında yer almış ve sonrasında ihraç olmuş savcılarına ulaşmaya çalıştık. Onlarla sosyal medya üzerinden yazışmaya çalıştık. Gezi Davası ile ilgili akılda kalan bazı soruları kendilerine yönelttik ve gelen cevapları özetleyip derleyerek bir dosyaya dönüştürdük. Belki de burada yazılan bazı bilgileri ilk defa duyuyor olacaksınız.
Beraat sonrası neler yaşandı?
İki yıldan fazla zamandır içeride tutulan Osman Kavala ve arkadaşlarının son duruşmasında sanıkların son savunmaları bile alınmadan apar topar tahliye ve beraat ettirildiler. Sonrasında da kıyamet koptu.
Sonradan öğrenildi ki beraat veren yargı mensupları hakkında soruşturma başlatılmış, tahliye ve beraata savcılık itiraz etmiş ve Kavala bu sefer de “15 Temmuz”dan içeriye alınmış oldu! Başsavcılıktan yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Yargılama sonunda tahliyesine karar verilen sanık Mehmet Osman Kavala hakkında 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin Başsavcılığımızca yürütülen bir başka soruşturma kapsamında TCK’nın 309. maddesi uyarınca ‘Anayasal Düzeni Bozmaya Teşebbüs’ suçundan ayrıca gözaltı kararı verilmiştir.”
Zaten bu beraat sonrasında da soruşturma ve yargılamaların arkasındaki gerçek irade olan AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında net tavrını ortaya koymuş ve yargıya da talimatını/ duruşunu şöyle ifade etmişti:
“Bunlar masum bir ayaklanma hadisesi değildir… Bunlar ciddi anlamda Soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı malum içerideydi, bir manevra ile onu dün beraat etmeye kalktılar… Her kim Gezi olaylarını masum bir çevre hareketi olarak tanımlıyorsa ya gafildir ya da taammüden bu ülkenin ve milletin düşmanıdır.”
Daha öncesinde Demirtaş’a ve Ahmet Altan’a da yaptıkları gibi Kavala’da aynı yöntemi uygulamış ve “hiç kimsenin güvende olmadığını”, “asıl güç sahibinin kim olduğunu” bir kez daha hatırlatmış oldular.
Yine Cemaat mi?
Her kritik davada olduğu gibi bu davada da söz yine Cemaat’e getirildi. Konu ile ilgili birçok kimse fikir beyan etti. En dikkat çekici olanı ise İstihbarat ile dirsek temasında olduğu söylenen gazeteci İsmail Saymaz idi ve de her kritik davada olduğu gibi burada da devreye girip şöyle bir algı operasyonu yapmıştı tweetinde:
“Fetullahçı Savcı Muammer Akkaş ve Emniyet Müdürü Nazmi Ardıç’ın hazırladığı uyduruk delillerle oluşturulmuş Gezi Parkı davası, olması gerektiği gibi, beraatle bitti. Hiçbir suçu olmadan 2 yıl 3 aydır tutuklu olan Osman Kavala tahliye edildi. Adalete sevinelim mi, üzülelim mi.”
HDP’nin eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yargılandığı davalarda da benzer taktikler ve ayak oyunları yaşanmıştı. Bu insanları bu kadar zamandır içeride tutan iktidar sahipleri belli olmasına rağmen yıllar önce dosyada yer almış birkaç savcı üzerinden gidilip bütün sürecin sorumluları onlar gibi gösterilip iktidarı aklama, her olayda “Günah Keçisi” ilan edilmiş olan Cemaat’e bir vebal daha çıkarma yoluna gitmişlerdi.
Öncelikle söyleyelim ki; Saymaz’ın bahsettiği Kişiler 2014 yılından beri kamu görevi icra etmiyorlar.
Evet, Osman Kavala haksız yere 27 aydır tutuklu/ rehin idi… Fakat o dosyalarda ilk soruşturmayı yürüten hakimlerin/savcılar, “17/25 Soruşturması”nda da yer aldıkları için ihraç edileli 43 ayı geçmiş…
Ve illa da eleştirecekse Osman Kavala’yı tutuklayan, tutukluluğunun devamına karar veren hâkim savcılardır… Nitekim Osman Kavala’yı içeriye atan, içeride tutan, iddianamesini hazırlayan, 3 yılda 30 kez tutukluluğunu gözden geçirip uzatan, en az 100 kez yaptığı itirazı reddeden, tayini çıkan, yerine gelen ve itiraza bakan yüksek mahkeme üyeleri dahil yüzlerce hakim/savcı hala görevlerinin başında ve aralarında “cemaatçi” olduğu iddia edilen hiç kimse yok. (Nitekim savcılığın son açıklamasından da görülüyor ki iddianame 19.02.2019 tarihinde açılmış.)
Ve de Davayı açan savcıyı, AİHM kararına rağmen tahliye vermeyen hakimlerin ismini yazma cesareti göstermeyip; cevap verme imkanına sahip olmayan Emniyet görevlisi ile imkânı olduğu halde dava açmayan savcıyı hedef gösteren ilkesiz bir yaklaşım idi bu…
Ki “Gezi parkı” soruşturmasının hükümet direktifleri ile açıldığını Saymaz dahil herkes biliyor. Burada sorulması gereken soru şu olmalıydı: 2014 yılı C. Savcılarının bulamadığı neyi buldular da 3 sene sonra ve 3 yılı bulan tutuklama kararı verilebildiler?…
Peki neden bir anda karara çıkıldı?
Çünkü daha öncesinde AİHM, Kavala’nın başvurusu üzerine Türkiye’yi mahkûm ederken derhal tahliyesini istemişti. Ve AİHM’nin bu kararı, Kavala’nın tutuklanması üzerine yaptığı başvuruya dayanmıştı.
Mahkeme, davayı bir an önce (beraat ile) bitirerek AİHM kararını açığa düşürmüş ve Kavala ve arkadaşları ile ilgili bir “hüküm” vermekle AİHM kararını hükümsüz kılmış oldular. Sonra da başka bir dosya ile (15 Temmuz) kendisini tekrar içeriye almış ve oradan sürecini devam ettirmiş oldular…
Nitekim Selahattin Demirtaş’ın davasında da aynı süreç yaşanmıştı. Demirtaş ile ilgili AİHM kararı uygulanmamış, bu sırada istinaf mahkemesi Demirtaş’ın daha önce ceza aldığı davayı onamıştı. Böylece Demirtaş hükümlü hale gelmişti.
Gezi, darbe mi değil mi?
Şimdi başa dönelim.
Gezi parkı olayları üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen “Gezi eylemleri” ilk günlerde olduğu gibi hala canlılığını koruyor. İktidar çevreleri “Gezi Eylemleri”ni hükümete karşı darbe girişimi olduğunu iddia ederken, toplumun diğer kesimleri ise Gezi olaylarını, iktidarın antidemokratik ve hukuksuz uygulamalarına karşı bir isyanın sembolü olarak görülüyordu.
Gezi olaylarını yakından takip eden birisi olarak bir yazı kaleme alma ihtiyacı hissettik. (Olayın şahitlerinden yola çıkarak kaleme aldığımız daha önceki yazılarımıza göz atılabilir. Dolayısıyla da belli konuları tekrarlamak istemiyorum.)
Gezi Parkı’ndaki isyanın sebeplerinin ne olduğunu anlayabilmek için, ülkeyi (2013 yılı itibariyle) 11 yıldır yöneten AKP hükümetinin uygulamalarını, kendisinden olmayanları ötekileştirici politikalarını, daha önemlisi yönettiği ülkenin insanlarının isteklerini hiçe sayarak devamlı dayatmalarda bulunmasını görmek gerekiyordu.
Gezi Parkı eylemlerinden ne anlamamız gerekir?
Gezi Parkı Eylemleri, %40 gibi bir oy oranıyla iktidara gelen AKP iktidarının, 80 milyon ülke insanının iktidarı olması gerekirken, kendisine oy veren %40’ın iktidarı olma yolunu seçen ve kendisini eleştiren herkesi hain görme anlayışıyla hareket ederek acımasızca müdahale eden, ülkeyi dar oligark kadroya peşkeş çekilmesine karşı insanların sesini yükseltmesidir diyebiliriz.
Gezi Parkı’nda ne olduğunu görebilmek için AKP iktidarının politikalarına bakmak yeterlidir. İstanbul özelinde rant uğruna İstanbul’un beton şehre dönüştürülmesi, yeşil alanların imara açılması ve İstanbullunun nefes alma imkanlarının yok edilmesinde aramak gerekir. Gezi Parkı eylemleriyle toplumda ciddi bir reaksiyon oluşmuş, yanlış politikalara karşı biriken nefretin patlaması yaşanmıştır.
Taksim Meydanı ve çevresi zaten yeteri kadar betonlaşmaya terkedilmişti. Taksime gelen insanların oturup dinlenebilecekleri yeşil alan sadece Gezi Parkı kalmıştı. Gezi Parkı’nda iktidara ait İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin, Taksim Meydanı’nın yayalaştırılması ve Topçu Kışlası yapılması projesi adı altında Taksim de bulunan son yeşil alanı yok etmek istemesini, buna karşılık yeşil alanı, ağacı, parkı korumak isteyen sivil toplum örgütlerinin mücadelesini görüyoruz. Taksim meydanında kalan son yeşil alanı ağaçları keserek doğal dokuyu mahvetmek isteyen iktidar ile ağaca sahip çıkan kestirmek istemeyen ve engel olmak isteyenlerin mücadelesini görüyoruz.
Bu noktaya nasıl gelindi?
İktidar gezi parkını yok ederek Toplu Kışlasını neden yapmak istiyor?
Bu sorunun değişik sebepleri olabilir. İktidarın Toplu Kışlası’nı yapmakta ısrar etmesinin iki önemli sebebi olabilir:
1- İstanbul’un en önemli noktalarından olan Taksim, çevresinde bulunan lokanta, mağaza, otel, eğlence ve kültürel yerleriyle birlikte İstanbul’un en büyük turistik çekim merkezlerinden biridir. Taksim Meydanı, pek çok siyasi ve toplumsal olaya da ev sahipliği yapması nedeniyle değişik toplumsal gruplar için simge konumundadır. Taksime yapılacak toplu kışlası ve çevre düzenlemesi çalışmalarında ısrar edilmesinin sebeplerinden birisi “tamamen duygusal” olmasıydı. Gezi Parkı’na yapılacak Topçu kışlası yani alışveriş merkezleri, rezidanslarıyla çok ciddi rant kokuyordu. Hatta Topçu Kışlası başbakan tarafından ismi mahfuz birilerine vaat edildiğini dönemin Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın açıklamalarından öğreniyoruz.
Nitekim Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılması konusu, Ocak 2013’ün ilk Bakanlar Kurulu toplantısında gündeme getirilmişti. O dönemde Kültür Bakanı olan Ertuğrul Günay’ın projeye karşı çıkması üzerine dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Ertuğrul Günay’a kendisine verilen dosyada inşaat şartlarının sağlandığını söyleyip “Ben bu binanın yapılacağını vadetmiştim.” dediğini aktarmasından ısrar edilmesinin sebebini anlıyoruz. Gezi Parkı ve çevresinde milyarlarca dolarlık rantlık mücadeleyi görüyoruz. Ne tarihi Topçu Kışlası ne de Taksim’in güzelleştirilmesi ve ne de çevre düzenlemesi kimsenin umurunda değildi. Kulağa hoş gelen bunun gibi söylemler, yolsuzluğun kılıfından ibaretti.
2- Diğer bir sebep ise, AKP iktidarında vücut bulmuş bulunan Siyasal İslamcı zihniyetin düşman olarak gördüğü laik kesimin en önemli merkezlerinden ve kalesi konumunda olduğunu düşündükleri Taksim’i “onlardan kurtarmak” istemeleriydi. Bu nedenle Refah Partisi’nin koalisyon ortağı olduğu dönemde başlayan “Taksim’e cami” tartışmalarının sebebi de buydu.
09.01.1995 tarihinde Refah Partisi genel başkanı ve Başbakan Necmeddin Erbakan’ın Taksime cami tartışmalarıyla ilgili olarak “Taksim‘e camiyi yapacağız. Hem de parkın içine yapacağız” sözleri bu çarpık zihniyetin ete kemiğe bürünmüş halini gösteriyordu.
Normal şartlarda Taksim’de küçük bir mescit vardı ve ihtiyacı karşılıyordu. Taksime cami tartışmaları zaruretten kaynaklanmıyordu. Siyasal İslamcıların Taksim’e cami yaparak, İstanbul’u yeniden fethedeceklerini düşünüyorlardı. Gezi Parkı’na yapılması planlanan topçu kışlasının, Taksim’e cami sloganının farklı bir versiyonuydu.
Aslında 1 Mayıs kutlamalarını Taksim’de yapmak isteyen sivil toplum örgütlerinin taleplerinin karşılanmaması da bu anlayıştan kaynaklanıyordu.
“Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’nın yeniden düzenlenmesi” tartışmaları ne zaman başladı?
Taksim Meydanı’nı yayalaştırma projesi 16 Eylül 2011 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından onaylanarak kamuoyuna duyuruldu. Bu açıklama üzerine sivil toplum örgütleri tarafından Taksim Platformu kuruldu. Yani sivil toplum örgütleri tarafından kurulan Taksim Platformu, Taksim Meydanı’nı yayalaştırma projesi nedeniyle eşzamanlı olarak kuruldu. Ekim 2011 tarihinde “Ayaklan İstanbul” isimli Facebook sayfası oluşturuldu.
Taksim Meydanı’nı Yayalaştırma Projesi, Anıtlar Kurulu tarafından 4 Ocak 2012 tarihinde onaylandı. Projeye göre; Gezi Parkı’na inşa edilecek olan Topçu Kışlası’nın 3 katlı olacağı ve 28.900 metrekarelik inşaat alanına sahip olacağı anlaşıldı. Ancak projenin detayları kamuoyuna ısrarla açıklanmadı. Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası, Gezi Parkı’nın tescillenmesi için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvuruda bulunarak projeye karşı yasal mücadeleye başladı.
Taksim Meydanı’nı Yayalaştırma Projesi’ne karşı 2 Mart 2012 tarihinde sendikalar, odalar, çevre örgütleri dernek ve vakıflar Taksim Dayanışması’nı geniş bir katılım ile kurdu. Toplumun ekseriyeti Taksim Projesi’ne karşı olduğunu, Taksim Dayanışması üyelerinin ve sivil toplum örgütlerinin ekseriyetinden anlıyoruz.
1 Haziran 2012 tarihinde Başbakan RTE’nin Topçu Kışlası’nın aslına uygun yapılacağını deklare ederek projeyi sahiplenmiş ve AKP hükümetinin projesi haline dönüştürerek sivil toplum örgütleri ve toplum ile mücadele yolunu seçmişti.
Sivil toplum örgütleri tarafından çeşitli protesto eylemleri düzenlemesine rağmen projeden geri adım atılmamıştı. Yukarıda açıkladığım üzere Topçu kışlasını yapmakta ısrarın sebebi, söylentilere göre; “RTE’nin Topçu Kışlası’nı birilerine vaat etmesinden” kaynaklanıyordu.
**
Yazımıza burada ara verelim.
Bir sonraki yazımızda ise “Gezi Olayları Nasıl Başladı?”, Gezi olaylarının dönüm noktası ne idi?”, “11 Haziran’da perde arkasında ne oldu?”, “Gezi soruşturmasını yürüten ve ilk gezi iddianamesini hazırlayan Muammer Akkaş’ın hazırladığı İddianame’ye göre eylemler nasıl provoke edilip kontrolden çıkarıldı?”, “Gezi ile ilgili ‘Ajanda’da neler vardı ve bu toplantıları kim organize etmişti?”, “SDP binasındaki bu toplantıları kim organize etti?”, “Her gün SDP binasına geldiği söylenen ‘Metin’ isimli şahıs kimdi ve İstihbarat ile ilintisi ne idi?”, “C. savcısı Muammer Akkaş bu “Metin”in peşine düştüğü için mi soruşturmadan alınmıştı?”… Ve daha fazlası bir sonraki yazımızda.
Görüşmek üzere…