SALİH HOŞOGLU | YORUM
Bir önceki yazıma çok sayıda yorum yapıldı; gerek sosyal medyada gerek sitede okuyucular görüşlerini paylaştılar. Bu konuları yazmanın arı kovanına çomak sokmak olduğunun farkındayım. Medenice karşıt fikirlere saygı göstermeyi öğrenmeliyiz. Özellikle sosyal medyada hakaretvari hitap edenler kendi karakterlerini ortaya koymaktadırlar, herkes seciyesinin gereğini yapar.
Adabı dairesinde yapılan eleştirileri -velev ki tamamen haksız olsun- okur ve değerlendiririm. Biliyorum ki insanların çoğu söyleneni değil de anlamak istediğini anlıyor, bize de bunu kabullenmek düşüyor. Yazıya tepki gösterenlerin çoğu yazıyı ya okumamış (ki bazıları sadece başlığı okumuş ve oturup zahmet etmiş eleştiri/hakaretlerini yazmış) yahut anlamamış. Sanki yazıda, “Bu abartı ve güç vehmetme işinde Cemaat’ten kimsenin katkısı yoktu, tamamen dışardan bu algı oluşturuldu!” diyormuşum gibi içlerindeki düşmanlıkları dökmüşler.
Bu algı en büyük zararı çok öncelerden başlayarak Hizmet’e verdi ve Hizmet gönüllülerini asli işlerinden uzaklaştırıp gereksiz işlerle meşgul etti; yazıda bunu belirttim ve maalesef bunun yeterince ciddiye alınmadığını da özellikle vurguladım. Ciddiye alınsaydı ne olurdu, onu bilemem. Geçmişi sağlıklı değerlendirmek için bir kısım ek okumaların/çabaların gerekliliğini özellikle vurguladım ama birileri bundan da çok rahatsız olmuşlar.
“Bunları bilmenin yaşla ilgisi yokmuş, o dönemde yaşamamış ve devlet işleyişini bilmeyenler de (ekstra okuma ve araştırma yapmadan) anlaşılan ilham yoluyla gerçekleri öğreniyorlarmış.”
İzah edilmesi gereken husus 7/24 Hizmet karalaması yapılan bir dünyada insanların iki tarafın fikirlerini nasıl öğrenebileceğidir.
Bir okurumuz, “Yurt dışında yaşayan Hizmet insanlarının Türkiye üzerinde kafa yormalarını, emek harcamalarına anlam vermekte zorlanıyorum. Türk halkı ve devleti tercihini yaptı: ‘Sizin bize ve çocuklarımıza hizmet etmenizi istemiyoruz!” diyerek hayretini ifade etmiş.
Aslında bu eleştirisinde haklıdır. Zaten daha önce bundan sonra Türkiye’yi yazmak istemediğimi ifade etmiştim. Bu yazılar da Türkiye’yi anlatmak için değil, özellikle yurtdışında yaşayanlar içindir. Biz Türkiye’den ayrılsak da Türkiye bizden ayrılmıyor. Uzun zaman önce Türkiye’den ayrılan çok sayıda genç, geçmişte yaşananların tek taraflı anlatısıyla Hizmet’ten soğudu, hatta bir kısmı belki düşman oldu. Oysa Hizmet diye biri yok, bir şahs-ı manevi var.
Şahs-ı manevi hakkında hüküm verilirken körün fili tarifi gibi yapılan değerlendirmelerle bir hüküm kuruluyor. O topluluğun toplamda artılarına ve eksilerine bakılması gerekirken ağzı bozuk bir kısım trollerin abuk sabuk iddialarıyla hiçbir hüküm kurulamaz. İşte en azından bu iddiaların çok azına da olsa izah getirmekte fayda var diye düşünüyorum. Elbette anlamak istemeyenler için yapabileceğimiz bir şey yok, herkes kendi doğrusu ile yaşayıp gider.
Liyakati kim yok etti?
Kamuoyunda çok tartışılan konulardan biri kamuda ehliyet ve liyakatin kaybı konusudur ve bu konuda gözü kapalı Hizmet suçlaması yapmak milli sporlardan biri olmuş durumda. Bir kısım kendince muhalif İslamcı ve Nurcu yazarlar dahil (ulusalcıları ve AKP yandaşlarını saymaya gerek görmüyorum, onlara göre Başkan Kennedy’yi bile Cemaat öldürmüştür) koro halinde tekrarladıkları bir husus var. Derler ki “pir-ü pak eski Türkiye’de Hizmet gücü ele geçirdi ve liyakati yok etti”.
Benim yazılarıma yapılan yorumlarda özellikle bir kısım ulusalcılarla bazı İslamcılardan benzer iddialar vardı. Şu anda bütün güç onların ellerinde olduğuna göre bu konuları herkesi ikna edecek delilleriyle ortaya koymaları gerekir(di), ama hepsini dedikodu düzeyinde bıraktılar. Özellikle bu iddiaların (polis okulu sınav sorularının birilerine verilmesi gibi) üzerine gidilmesi gerektiği vurgulamıştım. Son tahlilde bu hususlarda çok şey söylendi ancak olgularla algılar örtüşmüyor.
Öte yandan Cemaat’in kamuoyunu ikna etmede fena halde başarısız olduğu da bir gerçek. Bunun önemli nedenlerinden biri bir önceki yazıda anlattığım husustur.
Prensip olarak görmediğim, sağlam delillerle bilmediğim konularda kimseyi suçlamaktan yana değilim. Yöneticilerin genel sorumlulukları bundan istisnadır. Yani, “Şehirlerinizin altı bomba ile doldurulurken buna göz yumuyorsanız!” ülkeyi yönetenler olarak elbette sorumlu olursunuz. Benzer şekilde eğer bu iddialar doğruysa öncelikle o dönem kamu erkini elinde tutanlara hesap sorulması gerekiyor. O dönem (yani 2013’e kadar olan dönem) Türkiye’nin her alanda olduğu gibi şeffaflık konusunda da iyiye gittiği yıllardı. Ülkelerin şeffaflığını ölçen uluslararası indeksler öyle söylüyor, herkes ilgili siteden ulaşabilir. Umarım bunu da The Cemaat manipüle etmiyordur! https://www.transparency.org/en/cpi/2023 Türkiye 2013’e kadar her yıl daha şeffaf bir ülke olmaya doğru yol alırken 2013’den beri aşağılara doğru seyahat ediyor.
Birilerine sorarsanız ‘The Cemaat’ 1980’lerden başlayarak ülkedeki bütün kurumları ele geçirmiş. Mesela askeri okul sınavlarında soruları hep kendi adamlarına veresiymiş. İsteyen inanabilir, inançlar sorgulanamaz. Ama delil ve akıl yürütme devreye girince işler karışıyor.
Askeri okul sınavı da nedir? Zaten harp okullarının bir sınavı olmuyordu, doğrudan üniversite birinci basamak sınav puanı ile öğrenci alıyorlardı, şimdilerde nasıldır bilmiyorum. Mülakat ve benzeri aşamalarda dindar olanlar otomatik eleniyordu o yıllarda. Ayrıca bu sınavları hazırlayan komisyonlar bellidir, varsa torpil yapan kimler oldukları da bellidir. Bu okulların komutanları en önde gelen Atatürkçü generallerdi. Mesela Yaşar Büyükanıt gibi. Kimse onlara bir şey sormuyor, söylemiyor, herkes ortalığa konuşuyor.
İddiaya göre askeri okul soruları ortalıkta geziyormuş. Olmayan sorular nasıl ortalıkta gezmiş, birileri de izah etse pek fena olmazdı. Google’a şimdi bile sorsanız (ki ben sordum) askeri liselere giriş sınavını ÖSYM yapıyordu. ÖSYM YÖK’e bağlı ve bu süreçte hiçbir YÖK üyesi ihraç edilmedi. Soruşturulmadı bile, bari onlara hesap sorsaydılar. Ve bu okullardan otuz yıl boyunca binlerce öğrenci Cemaat sempatisi iddiasıyla okullarından uzaklaştırıldılar. Üstelik onca yıl kamuoyunda bu türden bir iddia hiç gündeme gelmedi, ta ki 2016’lara gelene kadar.
Bu hikayeleri anlatanlar öyle kendilerinden emin anlatılıyor ki sanırsınız sınavı Hizmet’in dershanesinden öğretmenler yapıyordu. Konuyu hiç bilmeyen birileri bir kısım tahminlerle öyle çıkarımlar yapıyorlar ki Nobel verirsiniz! Aslında böyle hikayeler herkesi mutlu ediyor, herkes hayatı boyunca ulaşamadığı her şeye bir bahane buluyor, başarısızlığını, ihmallerini, tembelliklerini perdeliyor. O dönemler Hizmet’ten torpil arayanların çoğu iktidar partisinden de başka cemaatlerden de torpil arayan ve bulan kişilerdi, onlar şu anda da işlerine devam ediyorlar.
Niyetleri gerçekleri öğrenmek değil!
Şahsen çekincelerim olmakla beraber bu konuların tartışılmasından yanayım. Çekincelerim konuyu devamlı kaynatanların niyetlerinin halis olmaması ile ilgili. ‘Cemaat özeleştiri yapsın’ diye ortalığı ayağa kaldıranların ‘gerçeğe ulaşma’ dertleri yok. Dertleri Cemaat’in hakikaten hukukun dışına çıkıp çıkmadığı değil, -zaten kendileri hâzâ kanunsuzlar- daha fazla karalanmasıdır. Önceki bir yazımda tam da bunun için ‘hukukla etik karıştırılmamalı’ demiştim. Yani gerçekten birileri soruları almış ve kendi çevrelerine vermişse bunun hukuken gereği yapılır, soru aldığı iddia edilen yahut iddia ettiğiniz kişileri infaz etme hakkınız olmaz. Ama dert o olmadığı gibi uygulama da öyle olmuyor.
Ve en önemli rezervim bu iddiaların çok çok çok abartıldığı yönünde. Nereden biliyorum, kendi şahitliklerimden. 17-25 Aralık’tan yaklaşık iki yıl geçmişti ve henüz 15 Temmuz olmamıştı. Daha önce aynı üniversitede beraber çalıştığımız ve sonra ayrılıp başka bir üniversiteye giden bir akademisyeni ziyarete gittim.
Kendisi yaşadığı ilginç bir anekdotu anlattı: Daha önce Hizmet’e herkesten daha fazla sahiplenen, bir Nur nemaatinden benim de tanıdığım bir akademisyen bu arkadaşı yakınlarda ziyaret etmiş. Nurcu arkadaş Hizmet’in emniyette, yargıda vesaire çok olumsuz işler yaptığını, insanlara kumpaslar kurduğunu, sadece kendilerinden olanlara hayat hakkı tanıdığını anlatarak dert yanmış. Arkadaş çok basit bir soru sormuş. “Seninle uzun zaman aynı üniversitede beraber çalıştık, sen her şeyi ve herkesi benden iyi biliyorsun. Bizim çevremizde bu dediğin şeyler oldu mu? Sen şahit oldun mu?”
Cevap, “Hayır, bizde asla böyle bir şey olmadı ama adliyede ve emniyette varmış.”
Dostumuz, “Ben oraları bilmem, sen de bilmiyorsun, sana birileri söylüyor. Ama üniversiteyi, kendi çevremizi biliyoruz ve madem bizde böyle bir durum asla olmadı, diğer yerler de böyledir.” diyerek konuyu kapatmış.
Bunu özellikle vurguluyorum, çünkü 17-25 Aralık sonrasındaki 2,5 yıl boyunca her Cemaat’ten onca insanla görüştük, ilk zamanlar hiçbiri bu tarz iddialarda bulunmuyorlardı. Anlaşılan zaman içinde merkezi bir organizasyonla cemaatlere, tarikatlara (bu arada laik cemaatlere de) bu konuda ciddi ‘kara propaganda’ ve endoktrinasyon yapılmış.
O olayların ilk döneminde İslamcı çevreler dahil az aklı başında olan herkes Hizmet hakkındaki iddiaların saçmalığını kabullenirken zamanla hepsi Hizmet’le selamı sabahı kestiler. Ve yine anlıyoruz ki Hizmet’i içerden ve dışardan manipüle ederek, uzantılarıyla bazılarının saflığını veya kariyer hırsını kullanarak bu işler için yeterli materyal üretmişler.