Gemi var gemicik var – ailenin gemileri

PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN | YORUM 

Bir hikaye anlatayım bugün size isterseniz. Bir başarı hikayesi! Mahir birinin, bir ustanın, bir reisin, ana hatlarıyla, yükselişi, zirveye çıkışı! Kısa, ama etkili bir özgeçmiş! Bir Ortadoğu destanı!

Yoksul doğmuş. Gecekonduda büyümüş. Eğitimi, zekası, kişiliği, hayatında hiçbir özelliği yok. Bunun farkında. Gözü hep başkalarında, yukarılarda. Sahip olamadıklarında! Para ve güç arzuluyor. Hayatının merkezine bu arzuları yerleştiriyor. Her kararını, her hareketini, her düşüncesini bu merkez etrafında şekillendiriyor. Ne olduğu veya olması gerektiğiyle değil, neye sahip olduğu veya olamadığıyla ilgili.

Dedim ya, gözü yükseklerde. Fırsatçı, kifayetsiz, muhteris. Tırmalıyor, av modunda bir avcı, burnu iyi koku alıyor. Hayatının fırsatı belki de çok yakındadır, kim bilir? Ve işte beklediği oluyor. Hasbelkader birileriyle bir araya geliyor. Mütedeyyin, İslamcı, muhafazakâr, adı ne olursa olsun, talibi o günlerde çok olmayan bir sosyal çevre! İri yapılı, yaşadığı muhitin kültürü gereği biraz kabadayı, hayatında şiddet görmüş birçok Anadolu çocuğu gibi biata meyilli ama hep kendisine biat edileceği günlerin hayaliyle yanıp tutuşan bir genç! Hayatın bu gence sunacağı mutlaka birçok güzellikler vardır. Onlar o günlerde henüz ortada olmasa da, hırslı genç yeni çevresindeki iktidara/güce giden basamakları seri adımlarla çıkıyor.

Tüm İslamcılarda olan bir özellik onda da mebzul miktarda mevcut: Makyavelist.

Önündeki her engeli ezip geçmeye ant içmiş. Gördüğü fırsata engel olabilecek herkesi ve her şeyi ortadan kaldırmaya kararlı. Amacına giden yolda her şey mubah. Ve o amaç önce karnını, sonra cebini doldurmak.

Fakirlik canına tak etmiş. Etrafına yer sofrasında altın varak hayali kurarken, etrafına kanaatkar, idealist, fedakâr, olgun, mütedeyyin, takva sahibi, dini bütün bir izlenim veriyor. Oysa hak edip de elde edemediğine inandığı lüks hayatı özlüyor.

Bir yedek subay olarak kantin işlettiği günlerden beri para giriş çıkışı olan yerlerdeki bereketi fark etmiş, sadece fark etmekle kalsa iyi, iyice tecrübe de etmiş. “De bakayım hele, devleti de o askeri kantini işlettiğimiz gibi işletemez miyiz acaba?” Bu soru aklında hep. Dedim ya, yoksulluğun gözü kör olsun!

Siyasete giriyor. İyi konuşuyor. İyi bir ilişkiler ağı kuruyor. Selametçiler arasında kalabalığın arasından elbette ki hızla sıyrılıyor. Erbakan’ın yakın çevresine giriyor. Erbakan onun cehaletini zaman zaman yüzüne vursa da, fiili siyasetteki etkisini görüyor. Türkiye insanının okumuşlara yönelik şüphesini bilecek kadar toplumunu tanıyan Erbakan, bu genç ve hırslı İslamcı’ya başarının kapılarını ardına kadar açıyor.

Artık yoksul ve kavruk delikanlı gitmiş, güce ulaşmasına az kalmış bir deneyimli İslamcı demagog gelmiştir.

İstanbul belediye başkanlığına giden yol böyle açılıyor. İslamcılar herkese duymak istedikleri bir hikaye anlatıyorlar. Onlar için önemli olan güce ulaşmaktır ve bunun yolu demokratik seçimlerde insanların oyunu almaktan geçiyor. Her şeyinden tiksinseler ve nefret etseler de, onlara mutlak kontrolü bu demokratik oyun verecektir. Önemli olan iktidara gelmek ve bunun için gerekirse meyhanelerde ve pavyonlarda insanları ikna turlarına çıkılabilir. Bu işi ondan daha iyi becerebilecek biri yok zaten partide. Erbakan’ın meczupluk düzeyindeki antipatik tutumunun yanında onun pragmatik, herkesin nabzına göre şerbet veren Makyavelizm’i, küresel İslamcılığın pragmatizmiyle uyuşuyor. Ortak kültür havzası benzer prototipler üretiyor. En hayırlı kazancın ticaret olarak kabul edildiği çevresi, siyasetin ticaretle vıcık vıcık iç içe girmesini haliyle yadırgamıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı böylece “Yürü ya kulum!” olarak algılıyor. Kul yürümeye kararlı. Onu kimsenin yürütmesine de ihtiyacı yoktur. Nitekim hızla yürüyor, hatta koşuyor. Gücün basamaklarını ikişer-üçer atlayarak, karşısına çıkanı buldozer gibi ezerek Ortadoğu “ilm-i siyaset” okulunun pratik eğitimini en yüksek ortalamalarla tamamlıyor. Üniversiteden mezun olmadı hiçbir zaman ama İslamcı siyasetin okulunda hocalık yapacak kadar iyi yetişti!

Bir fotoğraf karesinde parmağındaki yüzüğü almış, halka gösteriyor. Onlara, elindeki tek sermayesinin veya birikiminin bu yüzük olduğunu, eğer bir gün zenginleşirse herkesin bunun hırsızlıkla elde edildiğini bilmesi gerektiğini söylüyor. Bir peygamberin adeta gelecekten haber vermesi gibi, bu dediği bir gün açıkça ortaya çıkacaktır. O yüzüğün üzerine milyarlarca dolar konacaktır. “Ne alıp ne sattın? Neyin ticaretini yaptın? O paralar nereden geldi?” Bunun gibi sorular onun yetiştiği çevrelerde sorulamaz. Sorulsa da bunların yanıtı verilmez.

Kaldı ki ne sattığını, neyin ticaretini yaptığını bilmeyen de yok zaten. İslamcının sermayesi inandığını iddia ettiği Allah’ı, peygamberi, kitabı ve dinidir. Bu ticaretin en mahir erbaplarından biri olarak o öne çıkıyor. Dünyada da bu böyledir. Ne olursa olsun “dava” dedikleri şey, aslında ceplerinin davasıdır. Hırslının hırsız olması kaçınılmazdı! Hırsızlığın dini kılıflarla meşrulaştırılmasını da elbette ki sadece onda görmedik. Dünyanın neresinde olursa olsun, o malum sosyal çevre, o malum profilde insanlar üretir.

Artık gemilere yaklaştık! Ama gemi demek ne kadar doğrudur? Öyle ya, o da bir zamanlar “Gemi var, gemicik var!” dememiş miydi? İslamcı işine gelen her konuyu sömürür. Hiçbir etik/ahlaki filtresi yoktur. Sömürürken iki şeye bakar: elde edeceği güç ve elde edeceği maddiyat. Kendisi için en kutsal ve en önemli meselelerde bile bu bakış açısı ana belirleyicidir. İslamcı için iktidar ve para getirecek hiçbir şeyde ahlaki bir kısıtlama veya engel olamaz. İnandığı dinin muhterisi engelleyici ahlaki standartları varsa, ki vardır, bunlar muhteris için hiçbir anlam ifade etmez. Sattığı tek ürün, inandığını ve taptığını iddia ettiği tanrısı, dini ve onun peygamberi başta olmak üzere tüm kutsalları olan birinin ahlakla işi olabilir mi? Ahlaktan arındırılmış bir din yaratmalarının sebebi de budur. İslamcı için inandığını iddia ettiği dinin içi maharetle boşaltılmıştır. Adeta yepyeni bir din yaratılmıştır. Bu dinin tek bir işlevi vardır; muhterisinin yaptıklarını meşrulaştırmak ve ona güç devşirmek. İslamcı dini bir manivela ve bir kaldıraç olarak görür. Çalarken bile inşallah-maşallah demesinden bunu anlayabilirsiniz.

İsrail’i 7/24 kıyasıya eleştiriyor, hatta terörist Hamas’ı müttefik ilan etmiş, Hamaslı terör baronlarına Türkiye pasaportu vermiş! Fakat oğlu ailenin gemileriyle ve gemicikleriyle İsrail’e mal sevkiyatını “Allah’ın izniyle” ve babasının talimatları ve bilgisiyle “maşallah” hiç aksatmıyor. Babası meydanlarda kalabalıklara ateşli nutuklar atarken, oğlu “çok şükür” saman altından İsrail limanlarına aslanlar gibi ihtiyaç maddeleri ihraç ediyor. Dedim ya, dini duydukları sömürmek harika. İsrail bahane, İslam bahane, din-kitap bahane ama kendilerine “nasip olan” paracıklar ve gemicikler, lüks hayat ve altın tuvaletli altın varaklı saraylar şahane!

Ritmik jimnastiğe indirgedikleri ve ahlaktan tümüyle izole ettikleri yeni dinleriyle geniş kitleleri devşirdiler, kendileriyle aynı “ahlaki idealleri” (!) paylaşan bir nesil yarattılar. Yazık ettiler ülkeye. Yazık ettiler topluma. Yazık ettiler. Yazık!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Kantin subayları,Belediye Başkanlığı,Oğlunun gemileri…Kim olduğu Şafak diye belli.O çevrenin dini bir meta olarak gördüğüne de itirazım yok.Tek itirazım bu millete,halka yazık olduğu görüşünüz.Bu halk ona rey vermeyenlerin bir bölümüde dahil.Ahlaken onlardan çok daha sefil haldeler.O yüzden EKTİĞİMİZİ BİÇİYORUZ.

  2. İslamcı, dini bir manivela ve bir kaldıraç olarak kullanıyor. Çalarken bile inşallah-maşallah demesi

    muhteşem bir yazı, ama şu kısa cümle varya yukardaki. işte bu cümle; bunların islam dışı olduklarına delil olarak yeter

    akp liler İSLAM DIŞI, Din dışıdır dir Haliyle bütün Türkiye din dışı oluyor. dinde off-sayt düşmek buna derler

  3. Maalesef en büyük yazığı attıkları kazıkla Dîn’e yaptılar, ülke, toplum, millet zaten çalmadan oynamaya hazırmış bunların konserinde!…

  4. Bir hiçlik içindeler. Tepki vermeyi bir kimlik sanıyorlar. Kemalistlere dini tepki verdiklerinde dinin kendilerinde var olduğuna inanıyorlar. Aslında onlarda din yok, tepki verdiklerinden ve bu tepki dini olduğundan dine sahip olduklarını sanıyorlar. Başkaları da onların verdiği dini tepkiden dine sahip olduklarını zannediyorlar. Yani bir tepki ile sahip olmayı tepki vermeden yaşayarak gösterme ile aynı sanıyorlar. Gerçekte dini yaşayacak doygunlukta olmadıklarından verdikleri dini tepkiler ile sadece bir algı oluşturmaktadırlar. O yüzden dini temsil kabiliyetleri yoktur. Zaten yaşantılarına bakınca belki şeklen dini yaşantı var ama ahlaken yoklandıklarında yani teste tabi tutulduklaında ahlaksızlıklar dökülmeye başlamaktadır. Bunu örtmek için tepkisel davranışa devam ederler. O yüzden sürekli konuşma ve kendini şeklen gösterme ihtiyacı hissederler. Eğer konuşma ve gösteriş durursa ahlaksızlık göz önüne gelmeye başlar. Halbuki şimdilerde herkes ahlaksızlık gerçeğini derinde yaşıyor, gün yüzüne çıkarmıyor. Zaten Allah bunları tanımak için ahlaka bakmaya yönlendiriyor. Konuştuklarında yalan söylerler, sözlerinde durmazlar derken ahlaksızlıklarını bildirir. Çünkü ahlaklı olamazlar. Varlıklarını mesela Kemalistlere tepkiye bağlamışlardır. Kadir Mısırlı bilerek müslümanlara Kemalizme tepki vermeyi öğretmiştir. Bu sayede onları ahlaktan uzaklaştırdı. Ahlaka gerek olmadığını öğretti. Çünkü Kemalizme tepki vererek zaten ahlaklı ve dini savunan oluyorlardı. Tepki ahlaken zayıf Kemalizme karşı verilirken zamanla Kemalizm bir ahlak, din kriteri olmuştur. Ahlaksızlara verilen tepki ahlaklı olduğunu gösteriyordu. Yani ahlakın olmasa da ahlaksız, dinsizlere verilen tepki ile dini savunan, ahlaklı görünüyordun. O yüzden aslında için boş olsada dolu gibi görünüyorsun. Ama zamanla yalan konuştukları ortaya çıkıyor. 17 aralıkta çıktığı gibi. İnsanlarda islamcılar gibi içi boş olduğundan bu ahlaksızlığı kavrayamadı. Halbuki gözünün içine sokulmuştu. İnsanlar hala camileri ahır yaptılar tepkilerine göre islamcılara not veriyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin