YORUM | AHMET KURUCAN
Hayali bir tasvirden söz edeceğim sizlere bu yazıda. Bin bir çeşit senaryo içinde ilk aklıma gelenleri yazdım. Gerçekle kısmen ilgisi var. Birebir böyle bir örnek yok ama ihtimaller perspektifinden baktığınızda belki de yarınları haber veriyor. Zaman gösterecek bunun ne kadar gerçekçi olduğunu. Bu kısa hatırlatmadan sonra hayali tasvirime geçeyim.
2017 yılında iki küçük çocuğu ile Batı ülkesine hicret etmiş bir aile bu. Dini bir cemaate mensup olması dolayısıyla terörist diye yaftalanmışlar yaşadıkları ülkenin rejimi tarafından. Onlar da insanca yaşamak için hicret etmeye karar vermişler o imkanları sağlayan bir Batı ülkesine. Üçüncü ve dördüncü çocukları hicret ettikleri ülkede doğmuş. Dolayısıyla 4 çocuğun dördünün de karakterleri, şahsiyetleri yaşadıkları ülkenin sosyo-kültürel çevresi içinde şekillenmiş. İlkokuldan üniversiteye bütün eğitimlerini orada almışlar.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Aralarında ikişer yaş olan iki kız iki erkek bu dört kardeşin dördü de maşallah çok başarılı olmuşlar. Birisi özel sektörde yönetici, diğeri üniversitede öğretim görevlisi, diğer iki kardeş de kendi işlerini kurmuş ticaretlerini yapıyorlar. Bu başarıda anne babanın maddi-manevi çektikleri sıkıntıların rolü büyük. Anne-babalarını kendilerini okutmak için canhıraş çalıştıklarını gören çocuklar hayata iyi asılmışlar. Zaten ne dil ne kültür problemleri var. Aksine ana dilleri olan Türkçeleri sorunlu. Anadolu kültürüne ait değerler ise evlerinde ve yakın çevresindeki gördükleri ile sınırlı. Bazılarını benimsemiş bazılarını benimsememişler.
Yıllarca Türkiye’ye gidememeleri çocukları Türkiye’deki akrabalarında koparmış. Dede-nine, hala-teyze, amca-dayı, gibi mefhumlar kafalarında çok flu biçimde yer almış. Tanımıyorlar desek sezadır. Kuzenleri de var ama onlarla da münasebetleri bayramdan bayrama görüştükleri görüntülü telefon konuşmalarından ibaret.
Anne babanın çocukları adına en büyük istekleri her anne baba gibi onları iyi bir insan ve tabii ki dindar oldukları için de çocuklarının da en az kendileri kadar dini bütün insanlar olması. Onların çocuklarını yetiştirme esnasında gösterdikleri bütün çaba işte bu iki ana eksen üzerine kurulu imiş.
İyi insanlar olma konusunda bir problem yok. Hepsi de iyi insanlar. Kanunlara saygılı, eğitimleri ve tecrübeleri ile yaşadıkları ülkeye katkı sağlayan, sorun değil aksine çözümün bir parçası olan, ahlaklı, yattığı-kalktığı yeri bilen, ailenin yüzünü yere baktıracak hiçbir davranışı olmayan güzel insanlar olmuş hepsi.
Dini kimliklerine gelince… Bunu benim gelecek projeksiyonu diye ifade ettiğim hayali tasvirde görelim. 2050 yılına gidelim ve Kurban bayramı vesilesiyle 4 çocuğun anne babasının evine geldiğini düşünelim. Evlenmişler, yurtlarını yuvalarını kurmuşlar ve gariptir hepsinin de ikişer çocukları olmuş. Buna göre anne-baba, iki kız, iki damat, iki oğlan, iki gelin, sekiz torun, toplam 18 kişi. 2050 Kurban bayramı günü ev tam bir karnaval yeri. Hayali bile ne kadar güzel.
Büyük kız, üniversitede tanıştığı ve âşık olduğu Avustralyalı bir erkekle evlenmiş. Kocası evlilikten sonra ülkesine geri dönmemiş ve orada yaşamaya karar vermişler. İkisi de aynı üniversitede öğretim görevlisi. Koca Katolik Hristiyan. Kız da evlendikten sonra Hristiyanlığı tercih etmiş. Her ikisi de dinlerine sadıklar. Pazar günü kilise ayinlerini hiç kaçırmıyorlarmış. Evlerinde de hakeza, dini öğretilerine göre yaşam sürmekte dikkatli imişler.
Küçük kız, başarılı bir iş kadını. Online ticaret yaparak işe başlamış, sonra işlerini büyütmüş ve uluslararası ithalat-ihracat yapan bir şirkete sahip olmuş. Onlarca insan çalıştırıyor iş yerinde. O da gönlünü işyerinde çalıştırdığı bir bilgisayar mühendisine kaptırmış. Faslı bir Arap. Müslüman ve Müslümanlığı kılı kırk yararcasına yaşamaya çalışan bir insan. Kız da hakeza. Kocasından geri kalan bir tarafı yok. Her ikisi de ülke genelindeki Müslümanların üst çatı organizasyonunun üyesi. Gönüllü faaliyetlere katılıyorlar. Bazı projelerde bizzat çalışıyor bazılarına ise maddi katkı sağlıyorlar.
Oğlanlara gelince, büyük oğlan Brezilyalı bir kızla evlenmiş. Üniversitede okurken yaptıkları bir yurt dışı gezisinde tanışmışlar. Teknolojinin imkanları ile münasebetleri ilerlemiş ve evlenmişler. Oğlan üniversite eğitimi sonrası özel sektörde yönetici olarak çalışıyor. Kız sıkı bir Katolik. Oğlan ise deist olarak kendini tanımlıyor. İslam ile alakası sadece Allah’a inanmakla sınırlı. Kız evlenirken “Ben senin dinine karışmam ama çocuklarımız olursa onları Hıristiyan olarak yetiştireceğiz,” diye şart koşmuş. Oğlan da kabullenmiş.
Küçük oğlana gelince, kız kardeşi gibi kendi işinin sahibi. O da başarılı bir ticaret adamı. Üç-dört alışveriş merkezinde her birinde 5-6 insanın çalıştığı perakende satış yapan dükkanları var. O da Haitili siyahî bir kadınla evli. Dini inanç noktasında Müslümanım diyor ama Cuma ve Bayramlar hariç namazı niyazı yok. Ramazan’da bazen oruç tutuyor bazen tutmuyor. Karısı ise Protestan bir ailede büyümüş ama şu an kendisini “Zen” olarak tanımlıyor. Zen Budizminin bir takipçisi.
Geriye dönelim ve dini kimlik açısından bakalım ailenin durumuna: Yıl 2017, hicret esnasında iki, 2021’de ise dört çocuklu Müslüman anne baba. Yıl 2050, Müslüman anne baba, iki Müslüman, bir deist ve bir Katolik Hıristiyan çocuk. Damatlardan birisi Müslüman, diğeri Hristiyan, gelinlerin biri dindar Katolik, diğeri de Zen Budist. Torunlar adına bir şey söylemek için henüz erken.
Şimdi sorumu soruyorum: Hazır mısınız böyle bir geleceğe? Benim tasvir ettiğim gibi olmayabilir ama üç aşağı beş yukarı yakın bir gelecekte böylesi manzaraların yaşanacağından kuşku yok. Rasyonel bir akıl rahatlıkla bu çıkarımı yapabilir. Delil isterseniz 50-60 yıl önceki göç dalgalarında Müslüman ülkelerden Batı ülkelerine göç etmiş ailelere bakın. Benim hayali tasvir yaparak dile getirdiğim manzarayı şu an bir gerçeklik olarak yaşıyorlar. Kim bilir yaklaşan bu Kurban Bayramında kaç hanede bu manzara ayniyle yaşanacak.
Bu tasvir üzerine bir de değerlendirme yazısı kaleme almam lazım. İnşallah haftaya yazacağım. O yazının girişi olsun diye tekrar edeyim sorumu: Hazır mısınız böyle bir geleceğe? Siz de yarın böyle bir manzara ile karşı karşıya gelirseniz çocuklarınızın dini tercihlerine saygılı davranabilecek ve yine evladım diye candan, içten, gönülden bağrınıza basabilecek misiniz onları?
“Hadi gel köyümüze geri dönelim!”
Bu 2050’de hala fevç fevç geleceklerin yeri yok mu?
2015 Aralık ayında, Cleveland’daki bir seminerinizde: “çocuklarınız irtidat ederse ne yaparsınız?” diye sormuştunuz. İçimden: “Yuh, böyle şeyler de olabilir mi?” diye geçmişti. Sonra Kanadalı bir yazarın irtidat etmişlerle ilgili bir kitabını görünce meselenin önemini anladım.
Allah sonumuzu hayretsin…
Türkiye’de ilahiyat okumuş, ABD’de doktora yapmış ve hayatının önemli bir kısmını yine ABD’de geçirmiş sizin gibi birinin böyle bir fiction projection yapmasını çok önemli bir uyarı olarak değerlendiriyorum.
Yazı için teşekkürler…
Cok korkuyorum. Hazir degilim. Allah yardimcimiz olsun
Çok mühim bir yazı olmuş, tebrikler.
Yarının isabetli tahmini, bugünün problemlerinin hasıraltı edilmemesi, gereği gibi analiz edilebilmesiyle mümkün olabilir.
Bazen “ümit kırmayalım”, “batılı tasvir etmeyelim”, hatta “aman gıybet olur mu?”, “muhataplarının kulaklarına giderse hem çok üzülürler hem de biz rezil oluruz” gibi endişeler, problemlerin doğduğu noktada örtbas edilmesine sebep oluyor.
Türkiye dışında yaşayan bir dostum, -biraz da- yaşadığı ülkenin zorluklarından kurtulabilmek, çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlayabilmek adına ABD’ye göçtü. Bana düşüncemi sorduğunda, güzelliklerle beraber şunları da anlattım:
1) Yer 330 milyonluk ABD. Bir kızımız evinden kaçtı. Yukarıda anlattığınız gibi kaçtığı arkadaşı Türk ve Müslüman değil. Babası kızıyla konuşmak için gittiğinde oğlandan dayak yedi.
2) Başka bir olayda, anne baba süper mübarek; çocuk manken oldu ve arkadaşlar çocuğun mankenlik ajansı için yaptığı klipi görüp utandıkları halde aileye haber verememişlerdi.
İşi eğip bükmeye gerek yok; bu dediklerim “bizim çocuklarımız”.
Hele ABD’de doğup büyüdüyse başka komplikasyonlarla da karşılaşılıyor. Özellikle yaşanan olaylardan sonra, daha ilkokuldaki pek çok çocuk kendini Türk olarak değil, Amerikalı olarak görüyor.
Bizim dışımızdaki dünya zaten bambaşka.
Okullardaki bayan bir öğretmenin ifadesi: “Aynı cinsle “dating” o kadar çok görülmeye başladı ki, oğlanların “girlfriend”, kızların “boyfriendi” olduğunda artık yeterince üzülemiyoruz.
ABD iki okyanusun arasında muazzam bir başka okyanuz. İnşallah bizler ve çocuklarımız boğulmadan karşı kıyıya geçmemiz mümkün olur…
Sadece ABD’de mi? Almanya’da da benzer haller yaşanıyor.
Kız evden kaçıyor, aylardır haber alınamıyor. Bizim yaptığımız kızı hep birlikte bulmaya çalışmaktansa, “aman ailesi kimse duysun istemiyor, sakın kimsenin haberi olmasın” şeklinde.
Bu çocuğumuz da biran önce ailesiyle irtibata geçer inşallah.
Bu çocuklar hepimizin. Sizin, onun, benim çocuklarımız.
Dua, dua, dua…
Ey “Milletimizin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım…” diyen bir mübareğin peşinde, insanlığın imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım” diye yollara düşen kardeşlerim, eğer bu yolda bir parçanız yanıyorsa, onu Abdullah beyin dediği gibi örtbastır etmek yerine, aynı yoldaki kardeşlerinize gereği gibi duyurun ki, onlar da yanmasınlar…
Çok doğru da olayları gizleyenler sadece bizzat yaşayanlar değil, anlattıkları da “aman milletin umudu kırılmasın” diye çok defa seslendirmiyorlar…
Ah hcm gerek yok tasavvura zaten hali hazrd yaşıyoruz bunları yüreklerimiz yangın yeri çok ama çok üzgünüm dört evladm var,her ana baba gibi ne hassasiyetlerle yetiştrdiğimizi düşünürken yaşadğmz gerçekler çok ızdıraplar saldı ruhumuza yıllarca başkalarının evladına da kol kanat gerdik nasl bu hallere düştük nerde hatalar yaptk sancılarıyla kıvranmaktan yoruldm.Ah hakiki kul olmak ne zor sarp yollardan geçiyormuş nasl dayanalım nasıl tutunalım yaşama …bu yazı devam etmeli hcm mutlaka …yüreklerimize bir teselli lütfen…sağlıcakla kalın
Evet, haklısınız Eylül kardeşim…
Ahmet Abi bu defa da bam teline dokunmuş.
İyi bir neşter atmış.
Devamı gelmeli…
Aynen katiliyorum. Gonlum titreyerek okudum. Gidisat bu yaziyi pek de yalanlamiyor malesef
Hicreti dinimize uygun yaşama imkanımızın olmadığı yerden, olabileceği yerde yaşamak ve yaşatmak idealiyle göç diye biliyorduk.
Eğer çocuklarımız elden gidecekse, biz bu yollara neden düştük ki?
14 yaşındaki çocuğumuz eve gelirken okuldan verdikleri -özür dilerim- prezervatifleri getirip annesine: “bunları okuldan verdiler” deyip vermiş. Bizimki de çöpe atmış.
Abilerine durumu anlattım: “Abi neden garipsiyorsunuz? Bu ülkede okul tatillerindeki organizasyonlarda erkek kız birlikte tatil yapıyorlar ve 9. sınıftan itibaren kızlara -ne olur ne olmaz denilerek, gerekli durumlarda kullanmaları için- doğum kontrol hapları dağıtılıyor” dediler.
Yurtdışında, halkının büyük kısmı Müslüman olan ülkede Türkiye insanının değerlerini temsil etmesi ve rehber olması gayesiyle götürdüğümüz öğrencilerden biri, sigara içtiği için öğrenci yurdundan uzaklaştırılmış.
Gencin annesi arayıp: “Biz yıllarca milletin çocukları için koşarken, kendi çocuklarımızla gereği gibi ilgilenme imkanı bulamadık. Durumu büyüklerimize anlattığımızda: “Siz milletin çocukları için koşmaya devam edin, onların Abileri gelecek” dediler. Oğlumun Abisi siz misiniz? İki elim iki yakanızda kalsın!” dedi.
Durumu ilgili arkadaşa anlattım. Arkadaş, Türkiye’de okumuş ama yabancı ülke vatandaşı. Daha dinlerken ağlamaya başladı.
Odama geldim. Oda arkadaşıma da aynı konuyu anlattım. Arkadaş hukukçu: “O Ablaya deseydiniz, kim: “Siz insanlık için koşmaya devam edin, milletin çocuğuyla ilgilenin, onlarla ilgilenecek Abileri gelecek” dediyse, onlardan hesap sorsun!” dedi.
Dondum kaldım.
Aslında ikisi de haklıydı…
Siz siz olun, çocuklarınızla ilgilenin. İlgilenin. İlgilenin…
Avrupa’da bir ülkedeyiz. Kızım üniversitede. Üniversitenin kampına katılmak istedi. “Olmaz” diyemedim. Zaten göl, deniz vs değil; kızım da tesettürüne dikkat eder. Anlattığı: “İlk gece kalacağımız yerler belli edildiğinde farkına vardım ki, kız erkek aynı koğuşlarda kalacakmışız. “Bu benim inanç ve kültürüme zıt” diyerek itiraz ettim. Çok şaşırdılar ama benim bulunduğum kısım için bana uygun bir uygulama da yaptılar””…
Bu konuda 2050 ye gitmeye gerek yok. Bazı yorumcuların da ifade ettiği gibi halihazırda yaşanıyor. Benim sorum şu:
Nuh aleyhisselamın da oğluna tesir edemediğini düşünerek evlatlarımızın itikadî ve amelî bu sapkınlıklarından ne kadar sorumluyuz. Ahkaf suresi 16. ayete göre bir kişinin 40 yaşına kadar düzelme imkanı olabilir, hakikatinden yola çıkarak böyle durumlarda bile evlatlarımızla iyi ilişkiler içerisinde olmayı başarmak mükellefiyet açısından en doğru olanı mı?
Hatta Ben HE’den dinlemiştim; “çocuklarınızı 40 yaşına göre -bozulacağı endişesiyle- terbiyelemeyi hedeflemelisiniz” ifadesini de göz önünde tutarak böyle durumlarda anne babalara neler tavsiye edersiniz?
Ağzınıza sağlık.
Hem çok takdir, hem de çok eleştiri alacağınızı düşündüğüm bu yazınız nedeniyle bir okur olarak kendi hesabıma teşekkür ederim.
Bu ve benzeri düşüncelerimden ötürü çok eleştiri aldığım, çok sigaya çekildiğim oldu. Dilerim makamınız ve ilminiz nedeniyle sizi üzecek değerlendirmeler olmaz.
Türkiye’de AKP’nin zulmünü görmemek nasıl bir bakış açısı gerektiriyorsa, dünyada ABD’nin zulmünü görmemek aynı mantıkla değerlendirmeyi gerektiriyor.
Türkiye’den kaçmışım. Türkiye’deki AKP’lilerin sadece oy verenlerinin ve bize yapılan zulme sessiz kalanlarının bile zalim olduğunu düşünürken, kardeşlerimizin uluslararası arenada zalimliğin imparatorluğunu yapan ülkelerin halkları için “bunlar çok güzel insanlar” şeklinde tek taraflı değerlendirmelerini gördükçe, “bu arkadaşlar iyi ki AKP’ci değil; AKP içinde olsalardı, şimdi zulmü haklı gösterecek mazeretler üretebilirlerdi” diyorum.
Hapislerdeki çocuklarımız için miting yapıyoruz. içerde bir yıldan çok kalmış 3 yaşındaki çocuğun babasına: “İçerdeki çocukların ne kadarı F..ö iftirasından hüküm alan arkadaşların çocukları?” diyorum. Sanki bu soruyla ilk defa karşılaşmış gibi “hepsi” diyor. Oysa Türkiye’de bu zulüm en azından on yıllardır vardı. Google amcaya sorun; birkaç saniyede söyler. Daha 2015’de yani henüz bu iftira ortada yokken içerde olan 6 yaş altında 512 çocuğumuz vardı. O gün onun farkına varmayan zihniyet, bugün bu zulmün neden gereği gibi görülmediğini, sessiz kalındığını sorguluyor. Hatta hala bu zulmün yalnız bize yapılmadığını vurgulama gereği bile hissetmiyor gibi ya da ben görmedim; siz biliyor musunuz kaç çocuk F…ö davasından yargılanmış insanların çocukları?
Etrafımdaki insanlar, benim gibi iltica etmek zorunda kalanlar. Arkadaşlara soruyorum: “Dünyada en çok mülteci barındıran ülke hangisi”. “Almanya” diyen var, “ABD” diyen var.
“Türkiye” diyen neredeyse çıkmıyor…
Şimdi, zulümden kurtulmuşum. American Dream’e yelken açmışım. Türkiye’deki insanlar bile gıptayla bakmaya başlamışlar. Çocuklarım İngilizce öğreniyorlar. Sadece bu dille dünyanın her tarafında İngilizce öğretmenliği yapma olanakları olacak. Kaldığımız yerler güzel. İmkanlarımızı yeni yeni düzeltmeye başlamışım. Ahmet Kurucan bey kalkıp öyle bir tablo resmediyor ki bakabilene aşk olsun…
“Hazır mısınız böyle bir geleceğe?” sorunuza cevap vermeden önce üç defa okudum yazınızı.
Her birinde ayrı etkilendim. Üzüldüm, ağladım. Okumalarım arasına birkaç saat koymuştum; karnıma ağrılar girdi…
Çocuklarımız bizim en değerli varlıklarımız. Ellerine diken batsın istemeyiz. Diken batsın istemediğimiz o ellerin, ebedi Cehennem cezasına mahkum olacağını düşünmek, dünyamızı zindan haline getirir. Önemli olan yalnız birilerinin “bulundukları ülkeye uyumlular, vergilerini de veriyorlar, sorun çıkarmıyorlar; bunlar iyi insanlar” demesi değil. Bundan daha önemli olan Rabbimizin “bunlar iyi insanlar” demesi. Dünyalarını kazanmaya vesile olan makam, mansıp, mal-mülk, ahiretlerini berbat edecek ise yerin dibine batsın…
Çocuğumuz deist ya da ateist bile olsa, elbette ki bağrımıza basarız. Elbette ki, son anına kadar ümidimizi kesmez hayır dua ederiz. Diken batan bir ele nasıl müdahale edilmesi gerekiyorsa öyle müdahale edilir. Dönen bir göze, kayan bir kalbe de nasıl müdahale edilmesi gerekiyorsa, ona da öyle müdahale edilir. Çocuğumuzun dinden dönmesi, onunla ilişkimizi sonlandırmamız vesilesi olmamalı…
Kaynak Yayinlarindan 1997 tarihinde basilmis
“Dusunce Kaymalari”
baslikli kitabi okumanizi tavsiye ederim.
Bir heyet tarafindan yazilan bu kitaba katki saglayanlardan biri Adil Oksuz, digeri de sizsiniz.
Evden kacti, dinden cikti paniklemeleri ve ah vah’lari yerine serinkanli bir sekilde sebep-sonuc analizi ve cozum yollari arastirmaliyiz. Altkulture ait gocmen neslini hakim kulture yenik dusuren saikler nelerdir; hangi aile ortami saglikli birey yetistirmeye elverislidir, deger egitimi nasil yapilmali, cocuklarimizi nasil daha resilient yetistirebiliriz.. 18-20+ yas cocugu olan abi-ablalarin tecrubeleri, tavsiyeleri nelerdir.. seminer, makale (tr724, caglayan vs) bilgi paylasimlari yapilmali. gerekirse workshoplar duzenlenmeli. Nesil yetistirme konusunda muazzam tecrubesi olan bir topluluguz; tek yapmamiz gereken diasporada hakim kultur catisi altinda uygulamaya yonelik modifikasyonlar yapmak.
Hocamiz ezberbozan giristen sonraki yazisinda yol rehberi mahiyetinde bir cerceve cizer diye umuyorum
Yazinin derdi, en sondaki soru ise eger hepimize gecmis olsun
🙂 you are funny
Öyleyse bir kez daha maneviyat seferberliği..
SIZ HAZIR MISINIZ AHMET BEY?
Balçıktan bir hayatta ailem parçalanmış bir halde her tarafım çamura bulanmış bir halde sadece boğazımdan bir hırıltı sesi geliyor. Inleyemiyorum bile. Ben bu günlere hazır değildim. Peki ya siz, sahnede görünen meşhurlar, siz geleceğe hazır mısınız?
Onlar sadece böyle sorular sorarak akillarinca belagat parcalarlar. Kendileri yillardir Amerikalarda, Avrupalarda yasiyorlar. Önceki nesiller icin hangi dise dokunur hazirligi yapmislar ki yeni gelenler icin hazir olsunlar. Hazir degilim abi, ne dersin geri mi döneyim? Geri dön istersen ama Erdogan var, hazir misin? Ne kadar konforlu bi sahne ama degil mi, gümrük bekcisi gibi sadece soru soruyor.
Abileri toptan silelim demiyorum, ama bazi abiler var ki gereksiz ve tehlikeli hürmet gösteriyoruz kendilerine. Ama su da bi gercek ki, yukaridakileri harekete gecirecek olanlar yine bizleriz. Bir talebin yerine getirilmesinin kacinilmaz oldugunu anladiklarinda hemen olmazlari olduruyorlar ki kendi kontrollerinde ilerlesin her sey. Talep yoksa da killarini kipirdatmiyorlar
Tamer SURAL
Tamer SURAL
0 saniye önce
Böyle bir önerme içinde çok ilerici bir hüküm barındırıyor. Özellikle bahsedilen ailenin yapısı ile şu an Batı ülkelerine hicret etmek zorunda kalan ailelerin sosyal yapısı bir değil. Bu dönem zorunlu hicret edden ailelerin geneli bir ideal uğruna ve bilinçli olarak hicret etmişler. Hedefleri inandıkları değer ve idealleri dünyanın dört bir yanına yaymak. Her ne kadar gidilen yerlerin sosyo ekonomik zorluklarıyla karşılaşsalarda öncelikleri aile üyelerinin maişetini ve manevi yönünü güçlü tutmaktır..
Örneğin: Bundan 70- 80 yıl önce göç edenlerin amaçları ile şu an göç edenlerin amaçları kesinlikle farklı. şu söylenebilirki rahat bir yaşam sürdürmek ve para kazanmak için batıya gidenlerle şu an zorunlu gidenlerin her şeyden önce mantaliteleri farklı. şöyleki ilk gidenlerin: 1. eğitim düzeyleri zayıftı. 2. para kazanmak için ülkelerinden ayrılmışlardı. 3. organize olma kabiliyetleri yetersizdi. 4. kendilerine rehberlik yapacak kişiler yok denecek kadar azdı. 5. dernekleşme, müesseseleşme yetersizdi. 6. içinde bulundukları topluma uyum problemleri vardı. 7. gidenlerin büyük bir kısmı yalnızdı..
Günümüzde ise dünyanın her yerinde muhakkak giden insanlara rehberlik yapacak ya birileri var veya bir müessese var denebilir. dolayısıyla da gidilen yerlerde hızlı adaptasyon ve iş bulma imkanının olacağı öngörebilir. bununda yukarıda bahsedilen hayali senaryo kadar negatif (böyle bir topluluk için % 70 e yakın bir kayıp biraz fazla gibi) olmayacağını bize sunabilir.
Evet anlatılan senaryonun doğruluk payı elbetteki var. buna yok denilmez. islam tarihi çocukları ile imtihan olan peygamberlerin hikayelerini gözlerimizin önüne serer. doğru…
Fakat bu inanmış grubun geleceği daha parlak gibi görünüyor. Yaklaşık 30 yıldır gidilen yerlerde yetiştirilen nesiller bunun pratiğini (örneğini) sunmuş bize. umutsuz olmaya hiç gerek yok.
60 yil öncesinin aile yapisi ile simdinin aile yapisi arasinda daglar kadar fark var. 60 yil önce evde babanin sözü gecerdi. Simdi ya annenin ya da bizzat cocugun sözü geciyor. Bundan 60 yil önce dislanan cocuk ve gencler dine siginabiliyordu, yetismis dindar insanlari örnek model alabiliyordu. Bugün din ve yetismis dindarlar cocuklarin gözünde epey iptidai bir konuma yerlesti, onlara göre din ve dindarlar cözüm üretmek söyle dursun bizzat sorun cikariyorlar. Bu mesele ancak bilim insanlarinin bir araya gelip saglam bir kimlik insasi adina cözüm önerileri sunmasi ve cözümlerin kurumsal bi yapiyla ancak cözülebilecegi anlamina geliyor. Bu da bu hedefe kilitlenmis avukat, siyasi, psikolog, pedagog, sosyologlarin hemen simdi bir araya gelmesi demek. Var mi böyle bi sey? Üzgünüm! Böyle Avrupaya adimini yeni atmis insanlar hazir misiniz diyerek belagat parcalamanin alemi yok. Ilahiyatcisin, varsa bi fikrin, cözüm önerin paylas, insanlari mobilize et, motive et!
Tamer bey, yazdıklarınızda önemli gerçeklikler var ama yazar zaten: “Bin bir çeşit senaryo içinde ilk aklıma gelenleri yazdım. Gerçekle kısmen ilgisi var” şeklinde bir başlangıç yapmış.
İnşallah hiçbir kardeşimiz böylesi olumsuz değişimler yaşamaz.
Ahmet Abinin ve diğer tr724 yazarlarının, bu tip yazıları kaleme alırken, “milletin umudunu kırar mıyım?”, “karı zararından az olur mu?” endişesi taşımadıklarını düşünmüyorum. Yorumcu arkadaşların da bu hassasiyeti taşıdıklarını varsayıyorum. Sizin yorumunuzu da umutsuz olmamayı hatırlatması açışından alkışlıyorum.
Diğer yandan, projection metodunun varsayımlarına karşı “bu hipoteziniz, bundan dolayı geçersizdir” diyebilmenin isabetli ve tutarlı olabilmesi için de var olanların iyi analiz edilmesi gerekiyor.
Kendi takımının şartlarını gereği gibi değerlendiremeyen, imkanlarını olduğundan büyük gören, “başkalarının başına gelen bizim başımıza gelmez” diyen, rakibini küçümseyen adamların durumuna düşmeyiz inşallah.
Gerçi hemen her siyasi partinin, her seçim sonunda yaptığı gibi “biz kazandık” diyeceğimiz mantıki kaidelerimiz yok değil. Yani bizim de -Allah korusun- temsildeki gibi çocuklarımızın çoğu manevi olarak zarar bile etse “su, hurma çekirdeğinin %80’ini çürütse, %20’si ağaç olsa…” diye başlayıp, aslında ne kadar olumlu sonuçlara ulaşıldığını justifice edecek önermelerimiz var… (Doğru araçları yanlış yerde kullanmamalıyız anlamında yazdım)
Irak halkı: “Biz başkasına benzemeyiz, ABD girerse bizim askerimiz, silahımız vs…” dedi, birkaç gün dayanamadı. Suriye, Afganistan da öyle…
Hizmet, ABD’de ya da başka ülkelerde, çok defa zannedildiği gibi 2016 sonrasında başlamadı. Allah onlardan razı olsun, eğer bizlerden yaklaşık 30 yıl önce bu topraklara gelen abi-ablalarımız olmasaydı, yine Allah onlardan razı olsun bu ülkelere onlardan da çok önce Türkiye’den ve diğer Müslüman ülkelerden gelenler olmasaydı, bizler ne yapardık!
“Hizmet Hareketinin sahip olduğu değerler, yöntemler maddi ve manevi erezyonu engeller -inşallah-” demek elbette ki mümkün. Ancak burada da devreye en az dört farklı konunun değerlendirilmesi gereği giriyor:
Birincisi: ABD’nin (ya da diğer gelişmiş Batı ülkelerinin önemi, büyüklüğü, kültürü, etkileyiciliği vb). Üstad Sezai Karakoç beyefendinin “Doğuda Bir Baba Vardı” şiirinde de ifade ettiği gibi, bugüne kadarki oğulların -ve kızların- çoğunu yutan Batı değerleri ile biz Bayı’ya yeni göçenler de karşı karşıyayız artık. Şiirdeki gibi “önce değişmemek için Tanrı’ya dua edip”, “yarı belimize kadar toprağı kazıp” kendimizi, ailemizi, çocuklarımızı, çevremizi sağlama almamız gerekiyor.. gerekiyor, mesajımızı taşıyıp, -kötü yöne- değişmeden bu topraklara gömülmek ve nurdan bir sütun haline gelebilmek için…
İkincisi: Hizmet ABD’de yeni başlamadı; arkadaşlarımız ABD’ye yeni gelmediler. İrtidat edenini şükür hiç duymadım ama bildiklerim ve duyduklarım diğer yorumcu arkadaşların yazdıklarıyla -maalesef- uyumlu. Sizinki farklı mı?
Üçüncüsü: Meş’um olay sonrası yaşanan gelişmeler ve önemli bir savrulma süreci… Ali Ünal Abi “%80’inin savrulacağından bahsediyor” diyorlardı. Eğer bize gülümseyen herkesi kastediyorduysa sanıyorum bu tahmininin isabet kaydettiğini varsayabiliriz. Kayma tehlikesinin azaldığı kanaatinde değilim. Bunun için birazcık etrafa bakmak yeterli.
Döndüncüsü: Konjonktüre bağlı gelişim ve değişim çizgisi… İnsan ve insana bağlı oluşumlar, kurumlar da değişim yaşıyorlar. Biz de -inşallah öz benliğimizi değiştirmeden- değişiyoruz ve değişeceğiz. İnşallah bu yaşananlardan gereği gibi ders alır, hatalı yönlerimizi azaltır, doğru yönlerimizi pekiştirir, ihlas ve uhuvvet çizgisinde birlik ve beraberliğimizi kuvvetlendirir, vifak ve ittifakımızı ziyadeleştirir ve yola öyle devam ederiz.
Yaşadıklarımız, -maalesef- Ahmet Abinin yazdıklarıyla karşılacakların var olduğunu gösteriyor. Zaten kendisi de “Benim tasvir ettiğim gibi olmayabilir ama üç aşağı beş yukarı yakın bir gelecekte böylesi manzaraların yaşanacağından kuşku yok. Rasyonel bir akıl rahatlıkla bu çıkarımı yapabilir” diye yazmış.
Aslında sanırım Ahmet Abi, meseleyi kendi kafasında çoktan rasyonalize etmiş, sorduğu soru da: “kardeşim böyle olur ve çocuğunuzun deist, agnostik, ateist, panteist, Hristiyan vd. olduğunu görseniz hala “o benim yavrum” der sahip çıkar mısınız?” yoksa “kafirin hakkı hayatı vardır ama mürtedin yoktur; İslam hukukunun uygulandığı bir yer olsaydı, devlet, ona başka cezalar verirdi; Allah ıslah etsin” deyip her gördüğünüz yerde “çarpacaksın şunun ağzının ortasına bi tane” bakışlarıyla ve yaptığının ebedi helakine neden olduğunu anlamasını sağlayacağını düşündüğünüz argümanlarla her sözüne kapak mı yapmaya çalışırsınız?” şeklindeydi…
Nekadar güzel özetlediniz. Evet Ahmet Bey’in öngörüleri biraz ürkütücü geliyor ama nihayetinde nerede yaşarlarsa yaşasınlar kaderlerini yaşayacak bu çocuklar. Çok ileri gitmeye gerek yok, kendimize bakalım anne babalarımızın hayal ettiği yerde miyiz!! Allah’ım bizi de evlatlarımızı da “dilerse” yolundan ayırmaz..
Üzerinde odaklanılması, çok çalışılması, çok kalem oynatılması gereken bir konu…
Almanya’dayım. İstatistiki veriler, her yıl yüzbinlerce insanın Hristiyanlıktan uzaklaştığını söylüyor (Son iki yılda 1.000.000’dan (bir milyon) çok). Bu veriler bizdeki kamuoyu yoklamaları şirketlerinin ya da zalim bir iktidarın araçsallaştırdığı resmi kurumların verileri değil. Aramak ister de Deutsche Welle’den üç dk içinde bulamazsanız yazın; linklerini göndereyim.
Almanya için bu kopuşun çok defa klise vergisinden kaçıştan kaynaklanıyor olabileceği söylense de Almanya, Avrupa’da en çok dinden uzaklaşmanın olduğu yer de değil.
Uluslararası bazı verilere göre örneğin Almanya’da ateist ve agnostiklerin oranı, Hristiyan, Müslümanların ve Yahudilerin toplamından çok. Bunun anlamı, okulda çocuğumuza eğitim veren öğretmenlerin yarıdan fazlası inanmıyor; arkadaşlarının aileleri için de, komşularımız için de aynı. Millet “ezan sesi duyamıyoruz, çan sesleriyle büyüyorlar” diyor ama esas görülmesi gereken nokta, bu çocuklar günün birkaç saati dışında bizi ve Müslümanları görmüyorlar.
Oğluma soruyorum, “arkadaşlarının dinle arası nasıl?”, “çoğu inanmıyor” diyor…
İngiltere’de siyaset doktorası yapmış bir arkadaş: “Dersin hocası çok sayıda kitap veriyor, bir hafta sonraya kadar çalışmamızı istiyor ve biz hafta sonra, o kitaplardan aldığımız bilgiye göre mesela “Rusya’da bundan sonra yönetime kim gelir?” konusunu tartışıyoruz” demişti.
Elbette ki bu tip konularda “biz Müslümanız ve “la ya’lemu gaybe illallah” (gaybı Allah’tan başkası bilemez) deyip işin içinden sıyrılmaya çalışmak mümkün.
“Boşverin siz, Allah isterse en kötü yerlerden en mübarek insanlar yetişir; istemezse en mübarek beldelerde münafıklar” diyerek bir çeşit tevekküle sığınmak da mümkün.
Esas nokta, çocuklarımızın değil kendi geleceğimizden bile emin olamadığımız bu beldelerde, 2050 Kurbanına kadar hiç kimseyi kurban vermeden nasıl ulaşabileceğimizin planlamasını yapmak ve ona göre yaşamak sanırım.
Sevgili Kurucan,
Oldukça önemli bir konuyu muhteşem bir üslupla dile getirmişsiniz. Sizden şunu rica edebilir miyim? Lütfen bu ve benzer konuları merkezde tutarak, en az dört ya da beş serilik bir kitap oluştursanız. İnanın çağımıza damga vurur. Sizin kaleminiz bana göre Orhan Pamuk’tan ve de diğerlerinden daha güçlü. Onların oluşturduğu iklime otağınızı siz kurmuş olursunuz. Minnet ve şükranla anılırsınız. Selam ve sevgi ile.
Yazinizi büyük bir merak ile okudum..ve büyük bir hayal kırıklığı ile karşılaştım..Henüz kimimiz Yunanistan da kimimiz Türkiye de kimimiz de her hangi bir Avrupa ülkesinde psikolojilerimiz normal değilken herhangi bir düzen kuramamisken hala hayatin bütün yükünü cılız omuzlarimizla kaldiramazken böyle bir yazı olmamaliydi..Ne yapalım şimdi birde 40_50 yıl sonrasını düşünüp ona da mı yanalım ..Neden geldim keşke gelmeseydim mi diyelim..Ya da eşi medrese_i Yusufiye de olup sırf onlar için her türlü zorluğa katlanan ablalar ne yapsın…Bu yazıyı okuyunca yikilmayacaklar mi ..Yaziikkk çok yazik
Bu kadar alingan olmamalisiniz. Bu konusulmasi gereken bir mesele. Insan can havliyle bi yere kacarken de nereye kactigini bilmeli, sonuclarini bilerek kacmali, hicbiriniz Suudi Arabistan´a, Iran´a, Cin´e kacmiyorsunuz, biliyorsunuz cünkü oralarda ne oldugunu. Öyleyse Avrupa´ya, Amerikaya kactiginizda da oralarda neler oldugunu bilerek kacmalisiniz. Güvenli bir ülkeye kaciyor olmaniz her bakimdan emin bir ülkeye kactiginiz anlamina gelmeyebilir. Türkler 60 yildir Avrupa´da ve buralarda ödedikleri bedeller ortada.
Diger taraftan yazarin üslubunun oldukca bozuk oldugundan yola cikarak size hak veriyorum. Bir gercek bu sekilde insanlarin yüzüne hazir misin diye carpilarak verilmez. Siz oralara gittiginizde karsilasacaginiz sorunlar oldugunda adamakilli rehberlik yapmaya kendileri hazir mi? Yillardir oradalar, bunun etüdünü yapmislar mi, bunlari sorgulamadan belagat parcalamak bana cok cirkin bir hareket olarak görünüyor.
Bu yazı beni mahvetti. Kırık dökük kalplerimizle toparlanma sürecindeyken bir de bu kaygı ruhuma ağır geldi.. Hicret, yeni kapılar niyetiyle geldiğimiz bu yolda çocuklarımızla imtihan olmak, kaybedenlerden olma ihtimali bile acı.. Böyle bir yazının devamı , çözüm önerileri olmalı lütfen..
Merhaba Dostlar, Ben yaratıcı mevzusunda deist olmuş 40 lı yaşlarında olan eski bir hizmet mensubuyum. 92 de hizmet ile tanıştım pek de pişman olmadım tanıştığıma. İslamı akıldan aratıp salt nakille anlattığınız için gençlik sorularına yanıt bulamıyor. Tavsiyem aklı esas alıp nakli akılla uyuşturmanız. Yoksa gençlik O pek korktuğunuz deizme ateizme komple yönelecek. Şahsi yaşamım hala normal bir Müslüman gibi devam ediyor. Ailecek namazları arada bir kılıyoruz. Zekat kurban aynen devam fakat bir sevap veya cennet beklentim yok. Öldükten sonra ahirete inanasım gelmiyor. İnsana aşırı değer ve ehemmiyet verilmiş. Adi bir varlık gibi insanat alemi. Şu ana kadar tesis edebildiği barışçıl adil eşitlikçi bir düzen nerdeyse mevcut değil. HE’nin tasavvufa indirgediği islam anlayışı pratikte geçerli değil. Müslüman olarak yapabileceğiniz en iyi şey batı daki kanun ve nizama uymak iyi bir insan ve vatandaş olmak. Milleti kendi haline bırakın sizlerin cennet arzusu cehennem korkusu ile yaptığınız sevabları charity donationları batıdaki ateistler deistler agnostikler karşılık beklemeden yapıyorlar. Namaz oruç zekat ve hac islam öncesi de mevcut idi. Hz Muhammed s.a.v. adil ve paylaşımı esas alan politik bir düzen getirdi. Bu noktaya odaklanın. Gece kalkıp teheccüdle uykunuzu bölmeyin. Sigara alkol ve uyuşturucu ya bulaşmadıkça, sizi de anne baba olarak kabul ettikçe çocuklarınız için endişe etmeyin.
Dostum sürüden ayrılanı kurt kapar.
Öncelikle rabbim razı olsun hocam bu nasıl bir bamteline dokunuştu.6 evladım var ve dediğiniz gibi iki tanesi rabbimin Lütfü ile 46 yaşimda İhsan edildi.cocuklarin doğacağını duyduğum an benim derdim hazreti Zekeriya gibi hayretle rabbim bana ikiz evlat taktir ettin ama ben ihtiyar olacak yastayım bir kadın olarak zayıf konumdayim dilini ve kültürünü bilmediğim bu diyarda nasıl bunlara yardım edebilirim ki dedim ve çok ağladım.suan yazınızı okuyunca dört yılın endişelerinin dışa yansıması olarak 10 dakika ağladım. Bu korkularımız ,bu şuan yaşadıklarımız,bu gelecekte yaşamaktansa toprak altında olmayı tercih edecegimiz bir hal.
Cocuklar bir yaşına geldiğinde aklımdan keşke ilk ikisi olsa idi ikiside hizmet insanı dolu dizgin hizmet ediyorlar dedim ve aynı hafta büyük oğlumun İslam’a dine ,Rabbime,bakışının değiştiğini öğrendim,Hazreti Meryem gibi keşke önce toprak olsa idim unutulup gitse idim dedim.
Hoca Efendi’nin bir anne baba namaz kilmadigi evladı için ne his etmeli mealinde ifadeleri aklıma geldi .Hayal edemedim değişim boyutunu ve sormaya cesaret bile edemedim..yanımıza gelmesi için ısrar edince bana kısa bir not yazdı anne ben eski ben değilim dedi bunu kaldırabilecek misin? Bir anne baba olarak ne yapacagimizi bilemedik ve tatile geldi. Inanmıyordum bir yıl önce namaza bizi kaldıran cemaatle namaz kıldıran evldim namaz kılmıyordu,kılı kırk yararcasina supeli şeylerden kaçınan oğlum önüne geleni yiyip içiyordu,Rabbim dedim keşke ölmüş olup unutulup gitse idim..o günden sonra rabbim sahitki içimde sadece kendi evladım değil bütün müslüman evlatlar için agliyarak içim parçalanarak dua ediyorum ve çok korkuyorum.
Ustadimizin beyanı ile musibet dine gelmişse musibettir yoksa ne önemi varki aşılır.
Ne yapmalıyız nasıl bir külli hareketlilik olmalı,bunlar boşuna yaşanmıyor .her hastalığın bir ilacı var yeryüzünde peki bizler bu konuda hangi donanıma sahip olmalıyız.ve diğerlerini nasıl koruyabiliriz?elbet ki hüküm Rabbimize ait ama beşer olarak bizim yapmamiz gereken neler?Biz hiçbir sorunu şu ana kadar yanlız başımıza üstesinden gelmedik .hizmet külli aklı ile hallettik. innaniyorum ki bu hal rabbimin hizmet hareketinin yönelmesi gereken mecraya doğru ışık vurması?Evet peygamberler dahi cocuklari ile imtihan oldular ama ölüm hak oluncaya kadar mücadele etmekten vaz gecmediler
Islamofobinin tavan yaptigi, tuketim dininin an cilgin yasandigi, son 30 yilda belki 200,000 musluman oldurmus, homoseksuel evliligin serbest oldugu, cocuguna Allah’in bu isi lanetledigini soyleyemedigin bir yere hicret falan olmaz. Kimse kendine kandirmasin.
Zurriyetini ve islamini dusunse idi islamin oyle ya da boyle yasandigi, ezanin duyuldugu baska bir ulkeye goc ederdi bu aile. Politik olarak dengesiz de olsa, diktator altinda olsa, ekonomi kotu de olsa, mesela bir Moritanya, bir Malezya, bir Misir, bir Iran, bir Suudi Arabistan, bir Cezayir, bir Pakistan dururken, Amerika’ya gelmek ekonomik kaygidan baska bir sey degil. Oralardan bir yere gider, ekonomik ve politik belirsizlikte kit kanaat yasar, cocuklarina arapca ogretir, alim olarak yetistirmeye bakardi.
Mehmet Akif, ya da Seyhulislam Ihsan efendi Fransa’ya gitmediler. Misir’a hicret ettiler. Misir, Suudi Arabistan, Dubai – Turk Hukumeti ile kavgali ve bu aileyi geri vermezdi. Afrika musluman ulke dolu. Amac cocuk yetistirmekse gidersin bir musluman ulkeye, yakarsin pasaportunu, hayata yeniden baslarsin. Cocugunu okutursun ilim verisin. Amerikaya Avrupaya gitmenin yolunu bulan bir musluman diyarina da yol bulurdu. Ama tevekkul eksikligini giderecek bir is bulamazdi.
Ameller niyetlere goredir, Allah dualara icabet eder. Dikkat ederseniz bu hikayedeki ailede masallah cocuklar ekonomik olarak guclu, cunku aile o yuzden Amerika’yi tercih etmis ve dualari kabul olumus.
Insana dusen tevbe etmek. Madem buraya geldin, aklin basina geldigi zaman, tehlikeyi sezdigin zaman once tevbe edip hatani anlayacaksin, sonra Allah’a yalvaracaksin, ve sana verdigi ilk firsatta dinini yasayabilecegin bir yere gideceksin. Kendini kandir, hesabini verirsin ama ustune Allah’i kandirmaya kalkma.
Imkani olan yani esi de Musluman olan ve ayni kaygilari yasayan kardesler bir Islam beldesine gitsin. Allah yardimci olur.
Imkani olamayan imkan icin ve evlatlarimiz icin dua etsin ve Amerika’daki ummet ile bulustursun onlari. Cemaat icinde ve Turk/Islam tasrasinda kalirsaniz inanci inkari ve kacmasi kolay bir yere sikistirmis olursunuz. Ummet daha genis ve daha guclu. Amerika’li muslumanlarin evlatlarimiza verebilecegi daha cok seyler var. Hem de kendi dilleriyle!
Ben Farklı bir projeksiyon yapayım müsadenizle:
Yıl 3000. Sizin soyunuzu devam ettiren hiçbir torununuz müslüman değil.