AHMET KURUCAN | YORUM
1997 yılında Ürdün’de geçirdiğim süre boyunca net bir şekilde fark ettiğim bir şey vardı: Siyasetten bağımsız bir hayat tahayyül edememeleri. Ürdünlü dostlarla bir araya geldiğimiz, yemek yediğimiz, benim içmesem de onların keyifle içtiği bir şişe nargile etrafında saatlerce sohbet ettiğimiz günler oldu. Konu ne olursa olsun, her sohbet eninde sonunda siyasete dayanıyordu.
Peki, kimdi bu dostlar?
Siyasi hayatla özellikle aktif siyasi hayatla uzaktan yakından alakası olmayan insanlar… Bir cami imamı, bir makine mühendisi, AT&T telefonları satan bir esnaf ve benzeri kişiler. Ancak siyaset öylesine hayatlarının merkezine yerleşmişti ki, her konuşma mutlaka oraya varıyordu.
Konuşmaların içeriğine gelince… Yazının başlığı bunu açıklıyor: Geçmişin yükü.
İster yakın geçmiş olsun ister uzak, fark etmiyordu. Kimileri İslam öncesi dönemlere kadar gidiyor, kimileri İslam’ın başlangıcından bugüne uzanıyordu. Bazılarıysa sadece kendi ömürleriyle sınırlı bir geçmiş üzerinden değerlendirme yapıyordu. Ancak ortak bir nokta vardı: Geçmişte kendilerinin bile dahil olmadığı, hatta dünyada bile olmadıkları olayların yükünü üzerlerinde taşıyorlardı.
Burada bir durup düşünelim: Bizde farklı mı? Hele şu günlerde…
Hangi açıdan bakarsanız bakın, ne kadar daraltır ya da genişletirseniz genişletin, neden özgür iradenizle dahil olmadığınız yanlışların yükünü taşımak zorunda hissediyorsunuz? Ben kendime de bu soruyu soruyorum: Neden benden öncekilerin hatalarını sırtımda taşıyayım ki? Siz de sorun bence.
Yıllar önce Boston’da gazetecilik yüksek lisansı yapan bir arkadaşım bir anısını anlatmıştı. Yaz döneminde Almanya’dan gelen iki misafir öğrenciyle aynı sınıftalarmış. Sınıfta dedeleri Hitler dönemi soykırımı esnasında Amerika’ya sığınmış Yahudi öğrenciler de varmış. Yahudi öğrenciler, her fırsatta Alman sınıf arkadaşlarına çatıyor ve konuyu Hitler soykırımına getiriyorlarmış.
Bir gün Alman öğrencilerden biri dayanamamış ve şöyle demiş: “Yeter! Vallahi ben bir tane Yahudi öldürmedim. Babam da öldürmedi, çünkü o dönemde yaşamıyordu. Öldürdüyse dedem öldürmüştür; ondan ne haberim var ne de rızam!”
İşte bu! Geçmişin yükünü sırtından atmış bir insanın samimi haykırışı.
Şunu da kabul etmek lazım: Zaman, dün, bugün ve yarından oluşan üç boyutlu bir kavramdır. İnsan, dününden ders alır, yarınını planlar ve bugünü yaşar. Ancak geçmişteki her hatayı bütünüyle üstlenmek, bugünü ve yarını mahvetmekten başka bir işe yaramaz.
Hayatı siyasetin dar çerçevesinden okumayın lütfen. Geçmişteki doğrular ve yanlışlar, iyilikler ve kötülükler dünde kalmıştır. Sevapları ve günahları da onlara aittir. Eğer geçmişten bize olumsuz etkiler uzanıyorsa, enerjimizi bu etkileri ortadan kaldırmaya harcayalım. Destansı anlatımlarla ‘dün, dün, dün’ diyerek bugünü ve yarını ıskalamanın hiçbir anlamı yok.
Atın geçmişin yükünü omuzlarınızdan. Geleceğe odaklanın, bugünü en iyi şekilde yaşayın.
Vesselam…