Darbelerde önce medya kontrol altına alınır. Çünkü darbecilerin meşruiyetlerini halka kabul ettirmeleri için medya önemli bir araçtır. Türk medyası bugüne kadar yaşanan bütün darbelerde kötü sınav vermiş, genelde darbecileri destekleyen yayınlar yapmıştır. Öte yandan medya patronlarının başka sektörlerde hatırı sayılır yatırımlara sahip olması, hoşa gitmeyen yayınlar yapıldığında ilan gelirlerinin kesilmesi, sürpriz vergi cezaları ve kapatma gibi yaptırımlarla karşılama ihtimali de bu desteğin önemli sebeplerinden.
17/25 Aralık yolsuzluk skandalıyla öğrendiğimiz hususlardan birisi de tamamıyla Erdoğan’ın kontrolünde bir ‘Havuz medyası’ oluşturulmasıydı. Ayrıca Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın geçenlerde ortaya saçılan maillerinden de anlıyoruz ki Doğan Grubu da ‘Damat’ Mehmet Ali Yalçındağ üzerinden bu havuza dahil olmuş, Erdoğan’ın ‘Medya İmamı’ Serhat Albayrak’a sormadan adım atmaz hale gelmiş.
Yeni Türkiye’nin medyasında gazetecilik, günün 24 saati iktidara yalakalık yapmak, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanların canlı yayınlanan konuşmalarından kalan boşlukları gelen haberlerle doldurmak şeklinde yapılır oldu. Arada kazara gazetecilik yapanlar olursa da gazeteci görünümlü tetikçiler üzerinden doğduğuna pişman ediliyor.
Basın yazmazsa kimse duymaz
Dünyanın her yerinde basın iktidarı eleştirir, denetler, ihmalkarlıklarını, ve hatalarını deşifre eder. Haksızlığa uğrayanın sesini duyurur, gücün karşısında ezilen kimsesizlere arka çıkar. Bu yüzden ‘dördüncü kuvvet’ diye anılır, kamu adına denetimin merkezidir.
Eğer bir ülkede iktidar basını, basın da iktidarı övüyorsa orada bir sorun vardır. Bizdeki ‘havuz’ medyası tam da böyle. Ertuğrul Özkök’ün A330 mürettebatı diyerek arada bir ti’ye aldığı havuz kalemşörlerinin ‘körler sağırlar birbirini ağırlar’ vaziyetlerine milletçe çok alıştık. Soru sormak değil uçakta uçmak marifet çünkü…
Erdoğan ve AKP iktidarının muhaliflere (ya da kendine biat etmeyenlere) uyguladığı baskılardan, iktidar önünde diz çökmemiş ve havuza dahil olmamış medya sayesinde az çok haberdar oluyorduk.
Bütün darbelerde olduğu gibi Erdoğan’ın darbesinde de yaşanan hukuksuzlukların duyulmaması için muhalif medya kuruluşları birer birer kapatıldı, gazeteciler, yazarlar, muhabirler, gazete sahipleri hapse atıldı, mallarına el konuldu. Yetmedi sosyal medya hesaplarına bile yasak getirildi. 668, 675, ve 677 sayılı OHAL KHK’ları ile, 16 televizyon, 5 haber ajansı, 24 radyo, 62 gazete, 19 dergi, 29 yayınevi ve dağıtım kanalı kapatıldı.
Zaman Gazetesi başta olmak üzere bir çok gazete çalışanı, gazete dağıtıcısı, aşçısı, şoförü ve güvenlik görevlisine varıncaya kadar bir çoğu 15 Temmuz’dan itibaren komşuları tarafından ‘ihbar edildi, polis tarafından gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı. Polisin bir kişiyi gözaltına alması için Zaman Gazetesi vb. gazetelere abone olduğuna dair isimsiz bir ihbar yeterli sayıldı.
Bu iddianameyi yazan savcılar nerede yetişir?
Geçen Ağustos ayında 20 yıl gazetecilik yaptıktan sonra işsiz kalmış bir gazeteci, çocuklarını parkta gezdirirken polis tarafından kelepçelenip gözaltına alındı. Kısa süre içinde silahlı terör örgütüne üye olmaktan hakkında iddianame düzenlendi. İddianameyi okudum. Savcı beye göre iktidarı eleştiren yayınlar yapmak suçmuş! Bunu derken aslında gazetecilik yaptıkları bir nevi itiraf edilmiş. Zaman, Today’s Zaman, Bugün, Taraf, Cumhuriyet gibi havuza dahil olmayan gazetelerden herhangi birinde yöneticilik yapan, çalışan veya bu gazeteleri satın alan milyonlarca okuyucu, ya ‘silahlı terör örgütü yönetmek’ veya ‘silahlı terör örgütüne üye olmak’ suçlarını işlemiş sayılırmış!
Ve iddianamede yer alan akıldışı suçlamalar: 1) Cemaate yakın bir gazetede çalışmış olmak, 2) Bank Asya’da hesap açtırmak, 3) Çocuğunu Cemaate yakın bir okulda okutmak! Eğer bunlar suç ise önce hapse tıkılmayacak bir AKP’li bakan, milletvekili var mıdır?
Bir başka çarpıcı örnek de sulh ceza hakimlerinin tutuklamaya itiraz taleplerinin değerlendirilmeleri. Bir avukat arkadaşım anlattı. 18 tane gazeteci farklı avukatlar aracılığıyla farklı tarihlerde farklı dilekçelerle tutukluluğa itiraz etmiş. Normal olan her talebin ayrı ayrı gerekçelendirilerek karara bağlanması. İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimi İslam Çiçek, ihtimal ki 18 gazetecinin dilekçesini tek tek okumaya vakti olmamış, hepsini bir kalemde ele alarak tek kararla tutukluluğun devamını uygun görmüş!
Aylardır gazetecilik yapmaktan başka bir suçları olmayan onlarca gazeteci somut bir delil olmaksızın cezaevinde tutuluyor. Neye itiraz ettiklerine bile bakmadan basmakalıp/matbu gerekçelerle, tutukluluğun devamına karar vermiş.
Hatırlayalım. O günlerde havuzun bütün gazeteleri hep bir ağızdan ‘darbeye iştirak’ suçundan gözaltına alındıklarını yazmışlardı. Her iki olayda da ‘darbeye iştirak’ suçunu işlediklerine dair tek satır delilin olmamasını neyle izah edeceksiniz?
‘Suçu gazetecilik yapmak’
Dün havuz medyası hep bir ağızdan ‘Dünya’nın en büyük gazeteci hapishanesinden geliyorum’ diyen Can Dündar’a hücum etmiş. Meğer Can Dündar’ın gazeteci dediklerinin hepsi terörist çıkmış!
Bir de ikisi tutuklu kalanı çeşitli suçlardan hüküm giymiş 20 kişilik liste yayınlamışlar. İyi de gazeteci hapishanesinden kastedilen bu değil ki!
Birincisi adi suçtan cezaevine giren hiçbir gazeteci için hiç kimse tek kelime etmiş değil. İkincisi 170’ten fazla gazeteci sadece gazetecilik yaptıkları için cezaevinde. Biriniz de korkmadan çıkıp bu yapılanlar zulümdür cesaretini gösteremeyecek mi?
Bugün cezaevlerinde çile dolduran Ahmet Turan Alkan, Ali Bulaç, Mümtaz’er Türköne, Şahin Alpay, Mustafa Ünal, Büşra Erdal, Emre Soncan, Ayşenur Parıldak ve diğer gazetecilerin hangisi bir kişiye zarar vermiş olabilir? Bu gazetecilerin darbe girişimi ile hangi somut ilişkisi vardır? Hangi somut delil ve suçlama ile aylardır cezaevinde tutuluyorlar? 27 Mayıs’ta merhum Menderes ve Demokrat Partililere ‘sizi buraya tıkan irade böyle istiyor’ diyen Cunta Hakimi Egesel ile İstiklal Mahkemelerinin Kel Alilleri de böyle hüküm ihdas ediyordu. Yaz kızım… Suçu gazetecilik yapmak, hapsine…