22 yaşındaki Kemal Kurkut’un öldürülme anının fotoğrafını çekerek büyük bir yalan ve algı operasyonunu boşa çıkaran Gazeteci Abdurrahman Gök, “Keşke bu olay yaşanmasaydı ve bu fotoğrafı hiç çekmeseydim.” diyor.Gök, “O fotoğrafları neden çektin?” diye yargılanıyor.
RÖPORTAJ: ŞEMSİ AÇIKGÖZ, JOURNALISTPOST
Kemal Kurkut, henüz 22 yaşındayken öldürülen bir genç. Babasını 5 yaşında kaybeder Kemal. Annesi, farklı zamanlarda tam 13 ahırı temizleyerek, kendine ve 4 çocuğuna barınacakları yuva (!) yapar. Böyle bir ortamda büyümesine rağmen, nazik ve estetik karakterinin yönlendirmesiyle, İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girer Kemal. Belki de çok sevdiği Ahmet Kaya gibi müzisyen olmaktı hayali.
Teyzesi onu anlatırken, “Agresif bir çocuk değildi” diyor. Bir an duraksıyor. “Ama” diyor, “Newroz günü polis üstünü çıkarttırmak isteyince, sinirlenmiş olabilir. Kırk kere ‘bana su getir’ desen, bir kez olsun ‘ya teyze ben kaç kere su getirdim, artık yeter’ demezdi. Morali bozuk olduğunda köşeye çekilir, sesini çıkarmazdı. Kimseye bir zararı olmadığı için çok sevilen bir çocuktu.” (İrfan Aktan, Gazete Duvar)
İşte bu hayatının baharındaki genç adam, 21 Mart 2017’de Nevroz kutlamasına katılmak üzere Malatya’dan geldiği Diyarbakır’da polisler tarafından herkesin gözleri önünde yarı çıplak bir şekilde vurularak öldürüldü.
Kurkut öldürüldükten hemen sonra Diyarbakır Valiliği, alelacele ve bir şeyleri gizlemenin telaşıyla ‘bir intihar bombacısının öldürüldüğü’ açıklaması yapar. Ana akım medya da, Valiliğin açıklamasını hiç sorgulamadan yayınlayınca bütün Türkiye Kemal’in bir intihar bombacısı olduğuna inanır. Ta ki, gazeteci Abdurrahman Gök’ün öldürülme anlarını saniye saniye çektiği o fotoğrafları yayınlanıncaya kadar. Davanın seyrini değiştiren bu tarihi fotoğraflar aynı zamanda gazeteci Gök’ün polis tarafından evinin basılmasına ve hâlâ devam eden davaların açılmasına sebep olur.
Mezopotamya Ajansı Editörü gazeteci Abdurrahman Gök’ün, çektiği o fotoğraflarla ilgili davası devam ediyor ve önümüzdeki ay ikinci duruşması yapılacak. Gazeteci Gök ile Kemal Kurkut’un öldürülmesi, çektiği fotoğrafları ve sonrasında yaşananları konuştuk.
Diyarbakır’da bir Nevroz gününün sabahı ve sen kutlamanın yapılacağı meydanda programı bekliyorsun. Bir anda silah sesleriyle irkiliyorsun ve ortalık karışıyor. Orada tam olarak ne yaşandı?
Editör olarak çalıştığım Dihaber’de (Ki Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan haber ajansı) Diyarbakır Nevrozunu takip etmek için görevlendirilmiştim. Sabah 07.00 sularında protokol girişi denilen Evrim Alataş Caddesi üzerindeki giriş noktasına geldim. Burada çok sayıda zırhlı polis aracı, her birimden polisler, gazeteciler, Nevroz Tertip Komitesi üyeleri bekliyordu. Nevroz alanına giriş yapabilmek için aramaların bitmesini bekliyorduk. Saat 08.04’te bir silah sesiyle arkamı döndüğümde birkaç polisin arasında, göğsüne bir bıçak doğrultmuş, yarı çıplak vaziyette bir genci gördüm.
Elinde gördüğümüz bıçağı kendine mi doğrultmuştu yani?
Evet, aynen öyle. Elbiselerinin çıkarılmasına tepki olarak sanırım.
Sonra?
Şöyle bir manzara var önümde; silahlarını gence doğrultmuş havaya ateş açma pozisyonunda bekleyen onlarca polis ve aralarında bir genç. Hemen fotoğraf makinesine davrandım ve fotoğraf çekmeye başladım. İlk fotoğraf karesini çektikten sonra, Kemal polislerin arasından sıyrılarak koşmaya başladı. Tam bu esnada üst üste silah sesleri de gelmeye başladı. Bu anlarda ben de istemsiz bir şekilde Kemal’e doğru koşuyor ve art arda deklanşöre basıyordum.
Kemal yere yığılıp, başında bekleyen polisler nabzını kontrol edene kadar olayın şokuyla 28 fotoğraf karesi çekmişim. Uzun namlulu silahı olan bir polisin beni engelleyip itmesiyle kendime geldim. Ne çektiğimi kontrol etmek için makinemi açtığım zaman Kemal’in kanlar içinde, gözleri açık, yarasını tutmuş vaziyetteki son fotoğrafını gördüm. Polisin fotoğraflara el koyabileceğini düşünerek, hafıza kartını yuvasından çıkardım, tam o anda polisler etrafımı sardı.
Fotoğraf makineme el koymak istediler. İzin vermeyince çektiğim fotoğrafları talep ettiler. Ben de henüz kartı makinaya takmadan olayın geliştiğini, refleksle boş deklanşöre bastığımı söyledim. Foto-film ekibinden uzman polisler çantamı aradı, buldukları hafıza kartlarının tamamına format çekip var olan bütün fotoğrafların silinmesinden emin olduktan sonra kartlarımı ve çantamı bana teslim etti. Ancak Kemal Kurkut’un fotoğraflarının bulunduğu hafıza kartını bulamadılar. Ve belli ki kendilerince herhangi bir fotoğrafın çekilmediğinden emin olmanın rahatlığıyla kamuoyuna “canlı bomba” açıklamasını servis ettiler.
Nasıl bulamadılar o hafıza kartını? Nereye saklamıştın?
Önce alelacele pantolonumun arka cebine koydum. Sonrasında da çorabımın içine sakladım. Ta büroya gidene kadar da çıkarmadım. Büroda fotoğrafları bilgisayara yükledim. Valiliğin açıklaması, kendi gözlemlerim ve çektiğim fotoğrafların hikâyesini yazmak için bilgisayarın başına oturdum. Kemal’in 28 kareye sığan yaklaşık 50 saniyelik son anlarını defalarca izlemek zorunda kaldım. Fotoğrafa yansıyan her bir detayı dikkatlice izledim ve “İşte Diyarbakır’da gencin kare kare vurulma anı!” başlığıyla seçtiğimiz 8 fotoğrafı haberle birlikte yayınladık.
Haberi yayınlayınca nasıl bir etkisi oldu?
Fotoğrafları, o zaman henüz KHK ile kapatılmamış olan Dihaber’de yayınlayınca valiliğin “canlı bomba” açıklamasına karşı ciddi bir tepki oluştu ve dört gün sonra iki polis hakkında soruşturma açıldı. Vali resmi bir açıklamayla “yanıltıldığını” ifade etmedi ama bir törende bir gazetecinin sorusu üzerine, ‘kendisine verilen bilgiler ile fotoğrafların örtüşmediğini ve bu nedenle üzgün olduğunu’ ifade etmekle yetindi.
25 Mart 2017’de Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nde görevli Y.Ş. ve Çevik Kuvvet Müdürlüğü’nde görevliyken geçici olarak TEM Şubesi’nde görevli O.M. gözaltına alındı. Savcılığın gözaltı açıklamasını Diyarbakır Valiliği’nin “görevden uzaklaştırma” kararı takip etti.
Sanırım polislerin önce meslekten men edilmeleri talep ediliyor ama sonra…
Evet, başta öyle oldu. Fotoğraflar yayınlandıktan sonra İçişleri Bakanlığı müfettişleri Diyarbakır’a geldi. Müfettişler 1 Nisan 2017 itibarıyla, Diyarbakır’da Y.Ş. ve O.M. dâhil beş polisin ifadesine başvurdu ve incelemeler yaptı. Müfettişlerin tuttuğu raporlarda bu polislerin emre itaatsizlikten dolayı meslekten men edilmeleri kanaati yer alıyor. Ayrıca Diyarbakır İl Polis Disiplin Kurulu’nun raporuna göre, Kemal Kurkut’a isabet eden iki mermiden biri vurucu, damarı parçalayan kurşun. Diğeri ise işaret parmağı ve orta parmağı arasında yırtık oluşturan mermi çekirdeği. Balistik incelemeye göre bu ikinci kurşun polis memuru O.M.’nin silahından çıkmış. Yapılan soruşturmada, bu polisle ilgili ‘kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildi’ ve O.M. hiç yargılanmadı.
Diğer polis meslekten ihraç edildi mi peki?
Hayır, aksine. Müfettişlerin ve Diyarbakır Emniyeti İl Disiplin Kurulu’nun “meslekten men kanaatine” rağmen Y.Ş. üç ay sonra, daha iddianame mahkemeye sunulmadan görevine iade edildi. Y.Ş. görevli polis memuru olarak yargılandı. Başka bir skandal ise, yine müfettiş raporlarına göre, olay yerindeki tüm polisler, sanık polisler dâhil, Swap izi alınacağını bildikleri halde ellerini yıkamış. (Swap analizi: Ateşli silahlar kullanımı sonrasında ellere sıçrayan kan ve barut analiz raporu)
Senin olaya dâhil edilmen nasıl oldu?
Diyarbakır Başsavcısı olaydan yaklaşık on gün sonra, Kurkut ailesinin avukatı aracılığıyla, tanık olarak dinlenmem ve çektiğim fotoğrafları kendilerine teslim etmem için bir çağrıda bulundu. Başsavcı ile görüştüm, tanıklığımı anlattım ve çektiğim fotoğrafları kendisine teslim ettim. Daha sonra iki polis hakkında açılan soruşturmayı “olası kastla adam öldürmek” suçundan hazırlanan iddianame takip etti ve 2 Ekim 2017’de kabul edildi. Fakat polis memuru O.M. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.
Polis memuru Y.Ş. Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 14 Aralık 2017’de ilk duruşmada hâkim karşısına çıkarıldı.
‘ULUSAL KRİMİNAL BÜRO KENDİNİ YALANLADI’
Bu aşamada iki kurum rapor hazırladı bildiğim kadarıyla fakat bu raporlar birbiriyle çelişiyor.
Aynen öyle. İki kurum rapor hazırladı. 20 Aralık 2018’deki duruşmada, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) ‘Kemal Kurkut’un yerden seken kurşunla hayatını kaybetmesi nedeniyle balistik incelemenin mümkün olmadığı’ yönündeki raporu dosyaya eklendi. Kurkut’un avukatları bu rapora itiraz ederek bağımsız kurumlardan tekrar rapor alınmasını talep edince, mahkeme Ulusal Kriminal Büro’dan (UKB) rapor istedi. Çektiğim fotoğraflar ve daha sonra dosyaya giren TOMA ve zırhlı araçların kameralarına takılan görüntüler üzerinden polisin duruş pozisyonunu inceleyen UKB bir rapor hazırladı.
28 Şubat 2019’daki duruşmada dava dosyasına eklenen bu raporda, ATK raporunun aksine, hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde Kurkut’un sanık polis tarafından doğrudan hedef gözetilerek vurulduğu bilgisi vardı. Mahkeme UKB’den ikinci bir rapor istedi. UKB bu kez 30 Mayıs 2019 tarihli duruşmada sunduğu yeni raporda, Kemal Kurkut’un yerden seken kurşunla hayatını kaybettiğini ileri sürerek önceki raporunu yalanladı. Ama ilgili polisin yine Y.Ş. olduğuna dair bilgiyi değiştirmedi. Sonuçta fotoğraflar ve UKB’nin ilk raporuna rağmen sanık polisin suçsuz olduğu ifade edildi ve mahkeme kararıyla beraat etti.
‘FOTOĞRAFI ÇEKTİĞİM GECE UYUYAMADIM’
Bu anlattıkların olayın teknik ve bürokratik tarafı. Benim merak ettiğim, fotoğrafı çekme anında ve sonrasında duygusal olarak yaşadıkların… Paylaşabilir misin duygularını?
Geçen süre zarfında o fotoğrafların bende bıraktığı etki hiç eksilmedi. O gün, o günün gecesi, ertesi gün ve Kemal’in vurulduğu yerden her geçtiğimde, ismini her gördüğümde, fotoğrafı her karşıma çıktığında o anlar hafızama hücum etti, ediyor.
Nevroz gecesi hiç uyuyamadım mesela. Sabaha kadar yatağımda gözlerim tavana takılı, ismini dahi bilmediğim o gencecik çocuğu düşündüm. Sanki bana bakmıştı, fotoğraf çektiğimi fark etmiş gibiydi… Sabaha kadar o bakışını düşündüm, suratındaki o ifadeyi, yarasını tutuşunu, birkaç saniye durur gibi yapıp yarasını kontrol edişini, renginin soluşunu, yere yığılışını, elindeki suyu takatsiz düşene kadar bırakmayışını…
‘KEŞKE BU FOTOĞRAFI ÇEKMESEYDİM’
Ama tarihe çok önemli bir fotoğraf bıraktınız…
Evet, belki öyle oldu ama kendi kendime kaç defa “keşke orada olmasaydım, keşke bu çocuğun öldürülmesine tanıklık etmiş olmasaydım” dediğimi hatırlamıyorum bile. Çünkü beni çok etkilemişti. Ancak teselliyi Kemal Kurkut’un ailesinin sözlerinde buldum. Meğer yoğun yalan haber bombardımanı, neredeyse aileyi bile Kemal’in canlı bomba olabileceği fikrine inandırmak üzereymiş. En yakın komşuları dahi ailenin acısını paylaşmaya, bir başsağlığı dilemeye, bu zor gününde Kemal’in annesinin elini avuçlarına almaya çekiniyormuş. Ama o fotoğraflar yayınlanınca, aile en azından Kemal’in canlı bomba olmadığına sevinmiş! Böylece komşular başsağlığı dilemeye gitmiş mahcup mahcup.
Keşke bu fotoğrafı çekmeseydim dememin en önemli sebebi ise “keşke bu olay hiç yaşanmamış ve Kemal hâlâ hayatta olsaydı” dileğidir.
‘KEMAL’İN GÖZLERİNİ GÖREN SON GÖZLER’
Kemal’in annesinin durumu nasıldı? Bir annenin yaşayacağı en büyük acıdır sanırım.
Kemal’in annesi Sican annenin acısı ilk gün nasılsa bugün de aynı. Hâlâ ağıtlar yakıyor. Davada sanık polisin beraat ettirilmesi acısını daha da derinleştirdi. Sican anneyle ilk buluştuğumuzda “Kemal’in gözlerini gören son gözler” deyip defalarca gözlerimi öpmüştü. Bir annenin, öldürülen oğlunun son anlarını fotoğraflamış bir gazeteciye minnet duyması kadar ağır bir yük olamaz.
‘FOTOĞRAFLARI YAYINLAMAMAK İHANET OLURDU’
Sana da dava açıldı ve hala yargılanıyorsun. Fotoğrafları yayınlamadan önce bunların başına geleceğini tahmin ettin mi?
“Fotoğrafları yayınlama, başına iş alırsın” diyenler oldu. Çünkü yaşadığım ülke, gerçekleri yazdıkları için enselerinden vurulan gazetecilerin hiç de azımsanmayacak kadar çok olduğu bir ülke. Başıma neler gelebileceğini düşündüm, tutuklanabileceğimi, hatta o genç gibi canımdan olabileceğimi bile… Ama o fotoğrafları yayınlamamak o öldürmeye ortak olmak olurdu. Gazeteciliğin evrensel ilkelerine, vicdana, hakikate ihanet olurdu…
BİTMEYEN SORUŞTURMA VE DAVALAR!
Polis artık seni sıkı takibe almıştır!
Maalesef öyle oldu. Kemal’in vurulma ânına ilişkin çektiğim 28 fotoğraf karesinden 28 gün sonra hakkımda ilk soruşturma başlatıldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bir ihbar olduğu gerekçesiyle başlattığı soruşturma üzerine Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne ifademin alınması için talimat gönderildi ve evim basıldı. Aramada, kullanmadığım bozuk bir cep telefonuna ve bazı kitaplarıma el konuldu. İfademi verdim ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildi. Bu ihbarın içeriğine dair hâlâ hiçbir bilgim yok.
Birkaç ay sonra başka bir soruşturma açıldı. Birleşmiş Milletler’in Cizre bodrumları üzerine yayınladığı rapora dair bir haberi Twitter’da paylaşmıştım ve bu paylaşıma yapılan bir yorum üzerine, yorum yapan kişi yerine bana soruşturma açıldı. İnanılır gibi değil, ama gerçek. Bu soruşturmada da kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.
Bir süre sonra da başka bir soruşturma için yine ifadeye çağrıldım. Bu sefer ta 2012-2014 yılları arasında telefonlarım dinlenmiş ve bunun üzerine soruşturma açıldığı söylendi. Gazetecilerle haber paylaşımlarım, telefon görüşmelerim ve yaptığım haberlere dair sorular soruldu. Bu soruşturma da takipsizlikle sonuçlandı.
9 Ekim 2018’de tekrar evim basıldı ve yeni bir soruşturma neticesinde hakkımda gözaltı kararı olduğu söylendi. Üç gün gözaltında kaldıktan sonra, savcının talimatıyla ifadem alındı ve serbest bırakıldım. O soruşturma, tam da Kemal Kurkut’u öldürmek suçundan yargılanan polis Y.Ş’nin beraat ettirildiği günlerde iddianameye dönüştürüldü ve bu iddianame Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. 7 yıldan 20 yıla kadar hapis cezasına çarptırılmam isteniyor. İlk duruşmam görüldükten sonra dava 3 Haziran 2021 tarihine ertelendi.
Gazeteciliğin gereğini yerine getirdim. Bu fotoğrafların ortaya çıkması, faillerin hikâyeyi istedikleri gibi yazmalarının önüne geçti. Daha önce öldürülen pek çok insanın hikâyesi, elde böyle fotoğraflar olmadığı için failler tarafından yazıldı. Kemal Kurkut davasında fotoğrafların varlığı bunu engelledi ancak cezasızlık politikası neticesinde fotoğraflarla belgelenmiş bu infazın aklanmasına tüm dünya tanıklık etti.
Abdurrahman Gök kimdir?
1980’de Batman’da doğan Abdurrahman Gök, lise eğitimini Batman’da tamamladı. Daha sonra 5 yıl Arapça eğitiminin ardından Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü okudu. 2004 yılından itibaren Dicle Haber Ajansı’nda (IŞİD’in Şengal’e saldırısı sırasında Êzidîlerin katliamla karşı karşıya kaldıkları Fermani ve Şengal Dağı’ndan Rojava’ya yürüyüşlerini takip etti. Eylül 2014’te IŞİD’in Kobanê’ye saldırdığı dönemde buradaki savaşı takip etti.
Türkiye’nin ilk Kırmancki-Zazaca televizyonu olan Jiyan TV’de Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Onlarca televizyon, ajans, gazete, radyo ve yayın kuruluşunun Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılması sonrası yeni kurulan Dihaber Ajansı’nda editör olarak çalıştı. Dihaber’in de KHK ile kapatılmasının ardından kurulan Mezopotamya Ajansı’nda yaklaşık bir buçuk sene haber müdürü olarak görev aldı ve hâlâ Mezopotamya Ajansı’nda editör olarak gazetecilik faaliyetlerini sürdürüyor.
Belgesel, haber ve fotoğraflarıyla; Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali, Musa Anter ve Basın Şehitleri Gazetecilik Ödülleri, Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri, Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti tarafından farklı dönemlerde ödüllere layık görüldü.