YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 46)
Gölge yazar diye ifade edebileceğimiz tarzda Müslüman olmayanlar cennete giremeyecek diyen kişilerin görüşlerini özetlemeye devam ediyorum. 6 maddede özetleyeceğim dediğim görüşlerin son 3 maddesi aşağıdaki gibidir.
4- Cennete gitmenin en temel şartları Allah’a, ahirete, kitaplara, meleklere, peygamberlerin tamamına ve özellikle İslam dininin Peygamberi Hz. Muhammed’e (sas) iman etmektir. Bakara 285 ve Ali İmran 85 ayetler bu esasları açıkça beyan etmektedir. “Peygamber rabbinden kendisine ne indirildiyse hepsine iman etti. Aynı şekilde mü’minler de inanıp iman ettiler. Dahası tüm mü’minler Allah’a, meleklerine, kitaplarına/vahiylerine, elçilerine iman edip “Biz Allah’ın elçileri arasında ayrım yapmayız dediler ve şöyle niyaz ettiler: Rabbimiz! Çağrını duyduk ve derhal uyduk. Rabbimiz! Affına sığındık, sonunda varacağımız yer Senin huzurundur, affeyle bizi.” (2/285)
“Ey Peygamber! De ki: Biz Allah’a iman ettik, bize indirilen vahye iman ettik. Yine biz İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve onun soyuna mensup peygamberlere indirilen vahiylere de iman ettik. Musa’ya, İsa’ya diğer bütün peygamberlere indirilen vahiylere de iman ettik. Biz, bütün peygamberler arasında ayrım yapmayız. Biz Allah’a teslim olmuş, (Müslüman) kimseleriz.” (3/84)
Hz. Muhammed’e bir peygamber olarak iman etmeye gelince; şu iki hadisi bu konuda örnek olarak sunabiliriz. Hayber savaşında Müslümanların safında çarpışan Kuzman’ın aldığı derin bir yaradan dolayı intihar etmesi üzerine Hz. Peygamber, Hz. Bilal’e insanlara ilan etmesi için şunu söylemiştir: “Şu muhakkak ki cennete ancak Müslüman kişi girer. Ve muhakkak ki Allah bu İslam dinini dilerse elbette facir kişi ile de te’yîd edip kuvvetlendirir.” (Buharî, Cihad, 182; Müslim, İman, 178)
Bir diğer hadis ise şudur: “Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Zât’a yemin olsun ki; bu ümmetten Yahudi veya Hristiyan herhangi bir kimse beni duyar da sonra benimle gönderilen dine inanmadan ölürse, mutlaka cehennem ashabından olur!” (Müslim, İman, 70)
İman edilmesi gereken hususlar meselesi kelam ilminde “İman tecezzi kabul etmez” formülüyle anlatılır. Bu prensiple anlatılmak istenen şudur: İslam dininde inanılması gereken değerler bir bütündür. Birine inanıp diğerine inanmama diye bir şey kabul edilemez. “Allah’a inanıyorum ama Hz. Muhammed’e inanmıyorum, kitaplara inanıyorum ama ahirete inanmıyorum” diye bir şey olamaz. Böyle bir iman, insanı mümin değil, münafık, müşrik veya kafir yapar. Müşrikler ve ehli kitap her ne kadar Allah’a ya da yaratıcı aşkın bir varlığa inansa da Hz. Muhammed’in (sas) hak ve son peygamber, Kur’an’ın son din olan İslam’ın kitabı olduğuna inanmamaktadırlar. Yukarıdaki iki hadis bunu açıkça ortaya koymaktadır. Unutmamalı, cennetin anahtarı tecezzi etmesi, parçalanması imkânsız olan imandır. Dolayısıyla böyle bir imana sahip olmadıkları için gayrimüslimlerin cennete gitmesi söz konusu değildir.
Allah’a, peygamberlere, kitaplara, meleklere, ahiret gününe iman diğer dinlerin de temel öğretileridir ama bu o dinlerin İslam dini ile aynı olduğunun delili değildir. Aynı olsaydı İslam dininin gönderilmesine ne gerek vardı? Kur’an’ın kendinden önceki kitapların tahrif edilen kısımlarını düzelttiği açıklaması bunu açıkça ortaya koymaktadır. Önceki kitapları tasdik ve tahrif edilen kısımların düzeltilmesi aslında kaynak birliğini gösterir. Buradaki mesaj Hz. Muhammed ile diğer peygamberlerin peygamberliklerinin Allah tarafından verildiğinin ispat edilmesidir. Böylece Kur’an, Hz. Peygamber’e iman etmeyen ehli kitabı düşünmeye sevk etmektedir. Yoksa önceki kitapları tasdik etmek ayet ayet Tevrat veya İncil’in doğruluğunu kabullenme manasında değildir. Bu da göstermektedir ki İslam son din olarak diğer dinlerin batıl olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durumda iman demek, Hz. Peygamber’in getirmiş olduğu din ve o dinin bütün öğretilerine imandır
5- Gayrimüslimlerin cennete gidemeyeceğini gösteren bir başka delil iman-amel birlikteliği ve ehli sünnet içinde İmam Azam ve Maturidilerin kabul ettiği “Amel imanın bir parçası değildir; çünkü iman kalben tasdik lisanen ikrardır” şeklinde formüle edilen iki esastır.
İman, kalbin tasdikidir. Takliden bile olsa kalbiyle imanı tasdik eden kişi Müslüman ve mü’min sıfatını alır. Amel ise o iman istikametinde bedenen yapılan eylemlerin adıdır. İkisi arasında bir ilişkinin olduğu inkâr edilemez. Kur’an onlarca ayetinde imanı, salih amelle birlikte zikreder. “İman edenlere ve salih amel işleyenlere altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele.” (2/25)
“Gerçektir tövbe eden, iman eden ve salih amel işleyen kimseler, işte bunlar cennete girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır.” (19/60). Benzer temalı ayetler için bakınız: 2/177 ve 277; 16/97; 34/37.
İman, amel arasındaki ilişki adına şu hadisleri de yorumsuz olarak sıralayabiliriz: “İman yetmiş küsur şubedir. En faziletlisi Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek, en alt tabakası ise yoldan geçişi engelleyen bir şeyi kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir şubesidir.” (Buhari, İman, 3; Müslim, İman, 58; Ebu Davud, Sünnet 14: Nesai, İman 16)
“Münafıklığın üç alameti vardır: konuştuğu zaman yalan söyler , emanete hıyanet eder ve söz verince sözünde durmaz.” (Buhari, İman, 24, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Edeb 69; Müslim, İman, 107-108)
“Temizlik imanın yarısıdır” (Müslim Taharet, 1; Tirmizi, Daavat 86)
“Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/134, 135)
“Kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemeyen mümin olamaz” (Buhari, İman, 7; Müslim, İman, 71; Nesâî, İman, 19)
“Küfür ile imanın arasında namazın terki vardır” (Müslim, İman ,134; Ebû Dâvûd, Sünnet 15)
“Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa komşusuna ikram etsin/cömert davransın, misafire izzet ve ikramda bulunsun, ya hayrı söylesin ya da sussun”(Buhari, Edeb 3; Müslim, İman 75)
“Vallahi iman etmiş olamaz, Vallahi iman etmiş olamaz, Vallahi iman etmiş olamaz, şerrinden ve eziyetinden komşusunun emin olmadığı kimse” (Buhari, Edeb, 29; Müslim, İman, 73; Tirmizî, Kıyamet, 60; Ahmed b. Hanbel, 3/199)
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” (Müslim, İman, 93-94, Tirmizi, Kıyamet 56; İbn Mace, Mukaddime 9, Edeb 11) hadisleri de iman-amel birlikteliğine vurgu yapar.
İman amel arasındaki bu inkâr edilemez ilişkiye rağmen amel ile imanın aynı şey olduğunu söylemek de imkansızdır. Daha düz bir ifadeyle, iman ve amel birbirinden farklı iki ayrı şeydir. Kur’an’da iman edenler ve salih ameller işleyenler derken aralarında “vav” harfinin kullanması bu ikisinin birbirinden farklı iki ayrı şey olduğunu gösterir. Kaldı ki amel imanın bir parçası olsaydı Peygamberler hariç hiç kimsenin imanı kâmil olmazdı.
Ameller imanın bir parçası olmadığı için salih amel işlemekle Müslümanın imanı artmadığı gibi kötü ameller işlediğinde de imanı azalmaz. Kötü amel işleyen kişi sadece günahkâr olur. Ahlaksız mümin ya da fasık adını alır. “Zina yapan kişi zina yaparken mü’min olarak zina etmiş olmaz. Hırsız da mü’min olarak hırsızlık yapmaz. Şarap içen kimse de şarap içerken mü’min olarak şarap içmiş olmaz.” hadisi de bunu gösterir. (Buhari, Eşribe,1; Müslim, İman, 24) Dolayısıyla mü’min/müslüman işlediği büyük veya küçük günahlar sebebiyle imanını kaybetmez ve dinden çıkmaz. Allah’ın ahiretteki cezasına muhatap olur. Allah ahirette isterse bunun günahını bağışlayabilir ya da cezasını verebilir. Allah kötülük yapanlara, zulmedenlere, günah işleyenlere ahirette ceza vereceğini söylemiştir. O sözünden dönmez. Ama aynı zamanda Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyici olduğunu da ifade etmiştir. Onun için ahirette Cenab-ı Hak müminlerin günahlarını ne kadar çok olursa olsun bağışlayabilir.
Özetleyecek olursak; bu kısa izah karşımıza iki tip insan çıkarıyor. Bir; imanı var ama salih ameli yok ya da eksik. İki; salih ameli var ama imanı yok.
İlk sınıfta yer alan kişiler için şu söylenebilir: Kur’an’ın birçok ayetinde ve hadislerde zikredilen iman ile salih amel birlikteliği önemlidir. İman eden insanın imanının gereklerini yerine getirmemesi düşünülemez. İmanla beraber sürekli salih amel vurgusunun yapılması da bunu gösterir. Salih amel insanın namaz, oruç, hac gibi Allah’a karşı olan yapılan ibadetleri kapsadığı gibi sosyal hayatta insanlığa faydalı davranışları da içine alan geniş bir kavramdır. Her iki boyutu ile ibadetlerin ve insanlığa faydalı amellerin kabul olması, Allah katında bir anlam ifade etmesi ve netice de insanın cennete gitmesini netice vermesi ancak iman ile mümkündür.
Pekâlâ bir Müslümanın ister ibadet isterse insanlığa yararlı işler konusunda eksiği söz konusuysa, bu kişinin iman karşısında durumu nedir? İnanıyor ama gereklerini yerine getirmiyor. İşte “amel imanın bir parçası değildir” kaidesi burada devreye girer ve kişi imanı olduktan sonra amellerinde eksiği olsa dahi Müslümandır ve ahirette mutlaka cennete gidecektir. “Kalbinde zerre kadar iman olan da cehenneme girmez.” (Tirmizi, Birr,361) hadisi bunu anlatır. Bazı alimler Allah’ın adaletini nazara alarak Müslümanının cehenneme gitmeyi gerektirecek amelleri varsa, cehenneme gider, cezasını çeker ama cezasını çektikten sonra mutlaka cennete gider derler.
İkinci sınıfa gelince: imanı yok ama insanlığa faydalı birçok ameli var. Bu kişilere söz konusu amelleri ahirette bir fayda sağlamaz. Mesela bu insan bir Müslüman gibi namaz kılsa, oruç tutsa kalbinde imanı olmadığı için nasıl bu amellerinden sevap alamazsa, yapmış olduğu iyiliklerden dolayı da sevap alamaz. Zira iman her şeyin başıdır, cennetin anahtarıdır, o amellere ışık kazandıracak yegâne iksirdir. “Hiç şüpheniz olmasın ki Allah kendisine eş ve ortak koşulmasını bağışlamaz. Fakat bunun dışında dilediği kimselerin günahlarını bağışlar. Kim Allah’a eş ve ortak koşarsa büsbütün dalalet batağına saplanmış olur.” (4/116)
Nitekim Peygamberimizin amcası Ebu Talip çok iyi bir insan olması ve Mekke müşriklerinin Müslümanlara yapmış olduğu eziyet ve işkenceler karşısında yeğeni olan Hz. Muhammed’e ve Müslümanlara sahip çıkmış olmasına rağmen ahirette cennette gidemeyecek, sadece hadisi şerifte belirtildiği üzere cehennemde nispeten hafif bir azap uygulanacaktır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned,1/290)
Kur’an’da bazı ayetler buna açıkça işaret etmektedir. “Ayetlerimizi ve ahiret gerçeğini yalan sayanların iyilik namına yapmış oldukları her şey boşa gitmiştir. Ne yani, onlar işledikleri günahlardan başka bir şeyin karşılığını mı görecekler?” (7/147)
“Rablerine nankörlük eden, O’nun ibadete layık yegâne İlah/Tanrı olduğu gerçeğini reddeden kimselerin iyilik namına yaptıkları işler fırtınalı bir günde rüzgârın saçıp savurduğu küllere benzer. Onlar iyilik diye yaptıkları şeylerden ahirette hiçbir fayda görmeyecekler. İşte en büyük kayıp, en büyük hüsran budur.” (14/18)
“Onlar ki rablerinin ayetlerini yalanlamış ve Allah’ın huzuruna çıkıp verecekleri gerçeğini inkâr etmişlerdir. Bu yüzden de iyilik adına yaptıkları işler boşa gitmiştir. Biz onların amellerine de kendilerine de hiçbir değer vermeyeceğiz.” (18/105)
“İşte o gün, biz onların duyanda iyilik adına yaptıkları her işi alacak ve hepsini toz duman edip boşa çıkartacağız.” (25/23)
“Ayetlerimizi ve ahiret gerçeğini yalan sayanların iyilik namına yapmış oldukları her şey boşa gitmiştir. Ne yani, onlar işledikleri günahlardan başka bir şeyin karşılığını mı görecekler?” (7/147)
Görüldüğü üzere Allah kafir ve mümin ayırt etmeksizin herkesin yapmış olduğu iyilik veya kötülüğün karşılığını verecektir. “Şunu bilin ki kim bir kötülük işlerse işlediği kötülük nispetinde ceza görür. Buna mukabil ister erkek ister kadın olsun kim mümin olarak iyi işler yaparsa işte böyleleri cennete girer ve orada sayısız sınırsız nimete kavuşur” (40/40) ayeti bunun delilidir. Bu genel bir prensiptir. Allah adildir. Dolayısıyla söz verdiği bu karşılığı dünya da verebilir ahirette de. Ama ahirette cennete girmenin gerekli şartı ayetin ifadesiyle “ve hüve mü’min” mü’min olmak şartıyla salih amel yapmaktır. Salih amel tek başına cennete girmenin yeterli şartı değildir, mutlaka imanın buna eşlik etmesi gerekir.
Nitekim Hatem et-Tâî’nin kızı Tay kabilesine gönderilen seriyeye esir düşmüş, Medine’ye geldiklerinde kız kendini tanıtınca Peygamber Efendimiz ona ikramda bulunmuş, babasının cömertliğini dile getirerek “Senin baban İslâm’ın telkin ettiği faziletlerle süslü bir adamdı” demiştir. Bazı rivayetlerde “onun iman etmiş olduğunu bilseydim rahmet de dilerdim” ilavesi vardir. Buradan anlıyoruz ki cömertlik, zalime karşı mazlumun yanında durmak iyi davranışlardır, salih ameldir ama cennete girmek için tek başına yeterli değildir.
Hasılı amelsiz iman insani ahirette kurtarabilir ama imansız amelin cennette gideceğine söyleyen bir tek alim, tek bir anlayış ve ahiret inancı olan tek bir din yoktur. İman etmeyip iyi amel işleyenler mükafatını ya dünyada ya da ahirette azabının hafifletilmesi şeklinde alacaktır ama kesinlikle cehenneme gidecektir.
6- Kafir, müşrik, ehli kitap ayırt etmeksizin fetret devri insanları yukarıda anlatılan çerçevenin dışında mütalaa edilebilir ve onların cennete girmesi ümit edilir. Şöyle ki; fetret devri Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasında geçen tebliğsiz dönem için kullanılır. Bu dönemde yaşayan insanlara İlahi bir din tebliğ edilmemiştir. Maide suresi 19. ayeti bu hususta delil olarak gösterilir.
İslami literatürde fetret denildiğinde İslam öncesi dönemin yanı sıra Hz. İsa ile Hz. Peygamber arasındaki dönem anlaşılır. Çünkü bu dönemde Hz. İsa’nın tebliğ ettiği din ister aslı isterse yorumlarında yapılan tahriflerle etkisini yitirmiştir. Allah, Kur’an’ında “Kim Allah’a iman ve itaat yolunu seçerse bunu kendi iyiliği için seçmiş olur. Kim de inkarcılık yolunu seçerse, bu tercihiyle ancak kendisine kötülük yapmış olur. Hiç kimse başkasının günahını yüklenemez. Ayrıca biz peygamber göndermedikçe hiçbir topluluğa azap etmeyiz” (17/15) demektedir. Fetret devri insanları da peygamber gönderilmeyen topluluk olduğuna göre ahirette cehenneme gitmeyeceklerdir. Bununla beraber kelami mezhepler içerisinde Maturidiler insanın aklını ve muhakemesini kullanarak adına Allah demese de yüce bir yaratıcının varlığı fikrine ulaşmasının mümkün olduğunu ve ahirette kurtuluşun buna bağlı olduğunu söyler. Eş’ariler ise bu şartı kabul etmezler, sadece puta tapmamasını kurtuluş için yeterli şart olarak görürler.
Son peygamber Hz. Muhammed’den sonra yaşayan ve İslam dini kendilerine ulaşmayan ya da ulaştığı halde din bütün ilke ve değerleri ile anlatılmadığı için ya da İslam dünyası ve Müslümanların içinde bulunmuş olduğu cezbedici olmayan genel durum bu kişileri fetret devri insanı yapar mı?
Evet, ehli sünnet kelamcıları Hz. Peygamber’den sonra gelmiş, onun mesajını duymamış ya da mesaj Müslümanların temsilinden dolayı gücünü yitirmişse, bu türlü dönemlerde yaşayan insanların da fetret devri hükümlerine tabii olduklarını söylerler. Özellikle bugün global köy haline gelen dünyamızda İslam’ı, Kur’an’ı, Hz. Muhammed’i (sas) duymayan kişi yoktur. Bununla beraber İslam tüm esasları ve detayları ile kendilerine anlatılmayan belki milyonlarca-milyarlarca insan vardır. Ya da çok güçlü bir şekilde yapılan İslam karşıtı propagandaların etkisi altında kalmış olabilirler. Veya siyasi, ekonomik, kültürel vb. birçok alanda İslam dünyasının gelişmişliği ve kalkınmışlığı Batılı ülkelere nispetle çok gerilerde olup herhangi bir cazibeye sahip değildir. İşte bu ve benzer sebeplere binaen bazı ulema günümüze de fetret devri denilebilir, gayrimüslimler salih amel yapmış olmaları şartıyla gayrimüslimlerin de istisnai bir hükümle cennete gidebileceğini söylerken bazıları da ahirette nihai kararı Allah’ın vereceği ama bunların cennete gidecekleri ümidini taşınabileceğini söylerler.
Sonuç itibariyle Müslümanlara, kafirlere, müşriklere, ehli kitaba yönelik tevhit çağrısı yapan ayetlerin bütününe baktığımızda gördüğümüz gerçek şudur: İslam Hz. Muhammed’in tebliğ, ta’lim, temsil ve tebyin ettiği en son dindir. Tebliğ ve davette bazen Hz. Muhammed’in zikredilmemesi muhataplarının ve o ayetlerin inmesine sebep teşkil eden vakıalar münasebetiyledir. Yoksa onlara “Hz. Peygamber’e iman etmeseniz de olur” anlamına gelecek bir muafiyet değildir. Zaten Hz. Peygamberin tebliğ ettiği dine inanmak demek onun da peygamberliğine inanmak demektir. Dolayısıyla ahirette cennete gitmek, İslam dinini gerek inanç esasları gerekse sosyal hayatı düzenleyen kurallar ve sunduğu ilkeler bütünlüğü içinde inanmakla mümkündür. Biz isteriz ki herkes cennete gitsin. Ama “Bugün dininizi sizin için ikmal edip üzerinize nimetimi tamamladım ve din olarak İslam’ı seçtim” (5/3), “Her kim İslam’dan başka din ararsa bu din kendisinden kabul edilmeyecektir. O kimse ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (3/85) “Allah’ı ve Peygamberini inkâr edenler, Allah ve peygamberleri arasını açmak isteyenler, bazılarına inanır bazılarını da inkâr ederiz diyenler ve (iman ile küfür) arasında yol tutmak isteyenler…İşte gerçekten kafir olanlar bunlardır. Ve biz (böyle) kafirler için zelil edici bir azap hazırladık. Allah’a ve peygamberlerine iman edenler ve onlardan hiçbiri arasında ayrım yapmayanlar ise, işte bunlara da mükafatları verilecektir. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.” (4/150-152) ayetleri değişmez ve değiştirilemez bir hakikat olarak ortada durmaktadır. Buna inanmayan kişilerin kim olursa olsun, ne tür salih amel işlerse işlesin cennete gitmesi mümkün değildir. Aksi halde iman ile küfür arasında hiçbir fark kalmaz.
Gelecek yazıda yine gölge yazar olarak Müslüman olmayanlar cennet’e girebilir diyenlerin görüşlerini özetleyeceğim nasip olursa. Sonrasında iki grubun delillerinin değerlendirmesini yapmaya çalışacak ve bir sonuç ile görüşlerimi beyan edeceğim.