‘Gayrimüslimler cennete giremeyecek’ (II)

YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 46)

Gölge yazar diye ifade edebileceğimiz tarzda Müslüman olmayanlar cennete giremeyecek diyen kişilerin görüşlerini özetlemeye devam ediyorum. 6 maddede özetleyeceğim dediğim görüşlerin son 3 maddesi aşağıdaki gibidir. 

4- Cennete gitmenin en temel şartları Allah’a, ahirete, kitaplara, meleklere, peygamberlerin tamamına ve özellikle İslam dininin Peygamberi Hz. Muhammed’e (sas) iman etmektir. Bakara 285 ve Ali İmran 85 ayetler bu esasları açıkça beyan etmektedir. “Peygamber rabbinden kendisine ne indirildiyse hepsine iman etti. Aynı şekilde mü’minler de inanıp iman ettiler. Dahası tüm mü’minler Allah’a, meleklerine, kitaplarına/vahiylerine, elçilerine iman edip “Biz Allah’ın elçileri arasında ayrım yapmayız dediler ve şöyle niyaz ettiler: Rabbimiz! Çağrını duyduk ve derhal uyduk. Rabbimiz! Affına sığındık, sonunda varacağımız yer Senin huzurundur, affeyle bizi.” (2/285)

“Ey Peygamber! De ki: Biz Allah’a iman ettik, bize indirilen vahye iman ettik. Yine biz İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve onun soyuna mensup peygamberlere indirilen vahiylere de iman ettik. Musa’ya, İsa’ya diğer bütün peygamberlere indirilen vahiylere de iman ettik. Biz, bütün peygamberler arasında ayrım yapmayız. Biz Allah’a teslim olmuş, (Müslüman) kimseleriz.” (3/84)

Hz. Muhammed’e bir peygamber olarak iman etmeye gelince; şu iki hadisi bu konuda örnek olarak sunabiliriz. Hayber savaşında Müslümanların safında çarpışan Kuzman’ın aldığı derin bir yaradan dolayı intihar etmesi üzerine Hz. Peygamber, Hz. Bilal’e insanlara ilan etmesi için şunu söylemiştir: “Şu muhakkak ki cennete ancak Müslüman kişi girer. Ve muhakkak ki Allah bu İslam dinini dilerse elbette facir kişi ile de te’yîd edip kuvvetlendirir.” (Buharî, Cihad, 182; Müslim, İman, 178)

Bir diğer hadis ise şudur: “Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Zât’a yemin olsun ki; bu ümmetten Yahudi veya Hristiyan herhangi bir kimse beni duyar da sonra benimle gönderilen dine inanmadan ölürse, mutlaka cehennem ashabından olur!” (Müslim, İman, 70)

İman edilmesi gereken hususlar meselesi kelam ilminde “İman tecezzi kabul etmez” formülüyle anlatılır. Bu prensiple anlatılmak istenen şudur: İslam dininde inanılması gereken değerler bir bütündür. Birine inanıp diğerine inanmama diye bir şey kabul edilemez. “Allah’a inanıyorum ama Hz. Muhammed’e inanmıyorum, kitaplara inanıyorum ama ahirete inanmıyorum” diye bir şey olamaz. Böyle bir iman, insanı mümin değil, münafık, müşrik veya kafir yapar. Müşrikler ve ehli kitap her ne kadar Allah’a ya da yaratıcı aşkın bir varlığa inansa da Hz. Muhammed’in (sas) hak ve son peygamber, Kur’an’ın son din olan İslam’ın kitabı olduğuna inanmamaktadırlar. Yukarıdaki iki hadis bunu açıkça ortaya koymaktadır. Unutmamalı, cennetin anahtarı tecezzi etmesi, parçalanması imkânsız olan imandır. Dolayısıyla böyle bir imana sahip olmadıkları için gayrimüslimlerin cennete gitmesi söz konusu değildir.

Allah’a, peygamberlere, kitaplara, meleklere, ahiret gününe iman diğer dinlerin de temel öğretileridir ama bu o dinlerin İslam dini ile aynı olduğunun delili değildir. Aynı olsaydı İslam dininin gönderilmesine ne gerek vardı? Kur’an’ın kendinden önceki kitapların tahrif edilen kısımlarını düzelttiği açıklaması bunu açıkça ortaya koymaktadır. Önceki kitapları tasdik ve tahrif edilen kısımların düzeltilmesi aslında kaynak birliğini gösterir. Buradaki mesaj Hz. Muhammed ile diğer peygamberlerin peygamberliklerinin Allah tarafından verildiğinin ispat edilmesidir. Böylece Kur’an, Hz. Peygamber’e iman etmeyen ehli kitabı düşünmeye sevk etmektedir. Yoksa önceki kitapları tasdik etmek ayet ayet Tevrat veya İncil’in doğruluğunu kabullenme manasında değildir. Bu da göstermektedir ki İslam son din olarak diğer dinlerin batıl olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durumda iman demek, Hz. Peygamber’in getirmiş olduğu din ve o dinin bütün öğretilerine imandır

5- Gayrimüslimlerin cennete gidemeyeceğini gösteren bir başka delil iman-amel birlikteliği ve ehli sünnet içinde İmam Azam ve Maturidilerin kabul ettiği “Amel imanın bir parçası değildir; çünkü iman kalben tasdik lisanen ikrardır” şeklinde formüle edilen iki esastır.

İman, kalbin tasdikidir. Takliden bile olsa kalbiyle imanı tasdik eden kişi Müslüman ve mü’min sıfatını alır. Amel ise o iman istikametinde bedenen yapılan eylemlerin adıdır. İkisi arasında bir ilişkinin olduğu inkâr edilemez. Kur’an onlarca ayetinde imanı, salih amelle birlikte zikreder. “İman edenlere ve salih amel işleyenlere altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele.” (2/25)

 “Gerçektir tövbe eden, iman eden ve salih amel işleyen kimseler, işte bunlar cennete girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır.” (19/60). Benzer temalı ayetler için bakınız: 2/177 ve 277; 16/97; 34/37.

İman, amel arasındaki ilişki adına şu hadisleri de yorumsuz olarak sıralayabiliriz: “İman yetmiş küsur şubedir. En faziletlisi Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek, en alt tabakası ise yoldan geçişi engelleyen bir şeyi kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir şubesidir.(Buhari, İman, 3; Müslim, İman, 58; Ebu Davud, Sünnet 14: Nesai, İman 16)

“Münafıklığın üç alameti vardır:  konuştuğu zaman yalan söyler , emanete hıyanet eder ve söz verince sözünde durmaz.” (Buhari, İman, 24, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Edeb 69; Müslim, İman, 107-108)

“Temizlik imanın yarısıdır” (Müslim Taharet, 1; Tirmizi, Daavat 86)

“Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/134, 135)

“Kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemeyen mümin olamaz” (Buhari, İman, 7; Müslim, İman, 71; Nesâî, İman, 19)

 “Küfür ile imanın arasında namazın terki vardır” (Müslim, İman ,134; Ebû Dâvûd, Sünnet 15)

 “Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa komşusuna ikram etsin/cömert davransın, misafire izzet ve ikramda bulunsun, ya hayrı söylesin ya da sussun”(Buhari, Edeb 3; Müslim, İman 75)

 “Vallahi iman etmiş olamaz, Vallahi iman etmiş olamaz, Vallahi iman etmiş olamaz, şerrinden ve eziyetinden komşusunun emin olmadığı kimse” (Buhari, Edeb, 29; Müslim, İman, 73; Tirmizî, Kıyamet, 60; Ahmed b. Hanbel, 3/199) 

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” (Müslim, İman, 93-94, Tirmizi, Kıyamet 56; İbn Mace, Mukaddime 9, Edeb 11) hadisleri de iman-amel birlikteliğine vurgu yapar.

İman amel arasındaki bu inkâr edilemez ilişkiye rağmen amel ile imanın aynı şey olduğunu söylemek de imkansızdır. Daha düz bir ifadeyle, iman ve amel birbirinden farklı iki ayrı şeydir. Kur’an’da iman edenler ve salih ameller işleyenler derken aralarında “vav” harfinin kullanması bu ikisinin birbirinden farklı iki ayrı şey olduğunu gösterir. Kaldı ki amel imanın bir parçası olsaydı Peygamberler hariç hiç kimsenin imanı kâmil olmazdı.

Ameller imanın bir parçası olmadığı için salih amel işlemekle Müslümanın imanı artmadığı gibi kötü ameller işlediğinde de imanı azalmaz. Kötü amel işleyen kişi sadece günahkâr olur. Ahlaksız mümin ya da fasık adını alır. “Zina yapan kişi zina yaparken mü’min olarak zina etmiş olmaz. Hırsız da mü’min olarak hırsızlık yapmaz. Şarap içen kimse de şarap içerken mü’min olarak şarap içmiş olmaz.” hadisi de bunu gösterir. (Buhari, Eşribe,1; Müslim, İman, 24) Dolayısıyla mü’min/müslüman işlediği büyük veya küçük günahlar sebebiyle imanını kaybetmez ve dinden çıkmaz. Allah’ın ahiretteki cezasına muhatap olur. Allah ahirette isterse bunun günahını bağışlayabilir ya da cezasını verebilir. Allah kötülük yapanlara, zulmedenlere, günah işleyenlere ahirette ceza vereceğini söylemiştir. O sözünden dönmez. Ama aynı zamanda Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyici olduğunu da ifade etmiştir. Onun için ahirette Cenab-ı Hak müminlerin günahlarını ne kadar çok olursa olsun bağışlayabilir.

Özetleyecek olursak; bu kısa izah karşımıza iki tip insan çıkarıyor. Bir; imanı var ama salih ameli yok ya da eksik. İki; salih ameli var ama imanı yok.

İlk sınıfta yer alan kişiler için şu söylenebilir: Kur’an’ın birçok ayetinde ve hadislerde zikredilen iman ile salih amel birlikteliği önemlidir. İman eden insanın imanının gereklerini yerine getirmemesi düşünülemez. İmanla beraber sürekli salih amel vurgusunun yapılması da bunu gösterir. Salih amel insanın namaz, oruç, hac gibi Allah’a karşı olan yapılan ibadetleri kapsadığı gibi sosyal hayatta insanlığa faydalı davranışları da içine alan geniş bir kavramdır. Her iki boyutu ile ibadetlerin ve insanlığa faydalı amellerin kabul olması, Allah katında bir anlam ifade etmesi ve netice de insanın cennete gitmesini netice vermesi ancak iman ile mümkündür.

Pekâlâ bir Müslümanın ister ibadet isterse insanlığa yararlı işler konusunda eksiği söz konusuysa, bu kişinin iman karşısında durumu nedir? İnanıyor ama gereklerini yerine getirmiyor. İşte “amel imanın bir parçası değildir” kaidesi burada devreye girer ve kişi imanı olduktan sonra amellerinde eksiği olsa dahi Müslümandır ve ahirette mutlaka cennete gidecektir. “Kalbinde zerre kadar iman olan da cehenneme girmez.” (Tirmizi, Birr,361) hadisi bunu anlatır. Bazı alimler Allah’ın adaletini nazara alarak Müslümanının cehenneme gitmeyi gerektirecek amelleri varsa, cehenneme gider, cezasını çeker ama cezasını çektikten sonra mutlaka cennete gider derler.

İkinci sınıfa gelince: imanı yok ama insanlığa faydalı birçok ameli var. Bu kişilere söz konusu amelleri ahirette bir fayda sağlamaz. Mesela bu insan bir Müslüman gibi namaz kılsa, oruç tutsa kalbinde imanı olmadığı için nasıl bu amellerinden sevap alamazsa, yapmış olduğu iyiliklerden dolayı da sevap alamaz. Zira iman her şeyin başıdır, cennetin anahtarıdır, o amellere ışık kazandıracak yegâne iksirdir. “Hiç şüpheniz olmasın ki Allah kendisine eş ve ortak koşulmasını bağışlamaz. Fakat bunun dışında dilediği kimselerin günahlarını bağışlar. Kim Allah’a eş ve ortak koşarsa büsbütün dalalet batağına saplanmış olur.” (4/116) 

Nitekim Peygamberimizin amcası Ebu Talip çok iyi bir insan olması ve Mekke müşriklerinin Müslümanlara yapmış olduğu eziyet ve işkenceler karşısında yeğeni olan Hz. Muhammed’e ve Müslümanlara sahip çıkmış olmasına rağmen ahirette cennette gidemeyecek, sadece hadisi şerifte belirtildiği üzere cehennemde nispeten hafif bir azap uygulanacaktır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned,1/290)

Kur’an’da bazı ayetler buna açıkça işaret etmektedir. “Ayetlerimizi ve ahiret gerçeğini yalan sayanların iyilik namına yapmış oldukları her şey boşa gitmiştir. Ne yani, onlar işledikleri günahlardan başka bir şeyin karşılığını mı görecekler?” (7/147)

 “Rablerine nankörlük eden, O’nun ibadete layık yegâne İlah/Tanrı olduğu gerçeğini reddeden kimselerin iyilik namına yaptıkları işler fırtınalı bir günde rüzgârın saçıp savurduğu küllere benzer. Onlar iyilik diye yaptıkları şeylerden ahirette hiçbir fayda görmeyecekler. İşte en büyük kayıp, en büyük hüsran budur.” (14/18)

 “Onlar ki rablerinin ayetlerini yalanlamış ve Allah’ın huzuruna çıkıp verecekleri gerçeğini inkâr etmişlerdir. Bu yüzden de iyilik adına yaptıkları işler boşa gitmiştir. Biz onların amellerine de kendilerine de hiçbir değer vermeyeceğiz.” (18/105)

 “İşte o gün, biz onların duyanda iyilik adına yaptıkları her işi alacak ve hepsini toz duman edip boşa çıkartacağız.” (25/23)

 “Ayetlerimizi ve ahiret gerçeğini yalan sayanların iyilik namına yapmış oldukları her şey boşa gitmiştir. Ne yani, onlar işledikleri günahlardan başka bir şeyin karşılığını mı görecekler?” (7/147)

Görüldüğü üzere Allah kafir ve mümin ayırt etmeksizin herkesin yapmış olduğu iyilik veya kötülüğün karşılığını verecektir. “Şunu bilin ki kim bir kötülük işlerse işlediği kötülük nispetinde ceza görür. Buna mukabil ister erkek ister kadın olsun kim mümin olarak iyi işler yaparsa işte böyleleri cennete girer ve orada sayısız sınırsız nimete kavuşur” (40/40) ayeti bunun delilidir. Bu genel bir prensiptir. Allah adildir. Dolayısıyla söz verdiği bu karşılığı dünya da verebilir ahirette de. Ama ahirette cennete girmenin gerekli şartı ayetin ifadesiyle “ve hüve mü’min” mü’min olmak şartıyla salih amel yapmaktır. Salih amel tek başına cennete girmenin yeterli şartı değildir, mutlaka imanın buna eşlik etmesi gerekir. 

Nitekim Hatem et-Tâî’nin kızı Tay kabilesine gönderilen seriyeye esir düşmüş, Medine’ye geldiklerinde kız kendini tanıtınca Peygamber Efendimiz ona ikramda bulunmuş, babasının cömertliğini dile getirerek “Senin baban İslâm’ın telkin ettiği faziletlerle süslü bir adamdı” demiştir. Bazı rivayetlerde “onun iman etmiş olduğunu bilseydim rahmet de dilerdim” ilavesi vardir. Buradan anlıyoruz ki cömertlik, zalime karşı mazlumun yanında durmak iyi davranışlardır, salih ameldir ama cennete girmek için tek başına yeterli değildir.

Hasılı amelsiz iman insani ahirette kurtarabilir ama imansız amelin cennette gideceğine söyleyen bir tek alim, tek bir anlayış ve ahiret inancı olan tek bir din yoktur. İman etmeyip iyi amel işleyenler mükafatını ya dünyada ya da ahirette azabının hafifletilmesi şeklinde alacaktır ama kesinlikle cehenneme gidecektir. 

6- Kafir, müşrik, ehli kitap ayırt etmeksizin fetret devri insanları yukarıda anlatılan çerçevenin dışında mütalaa edilebilir ve onların cennete girmesi ümit edilir. Şöyle ki; fetret devri Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasında geçen tebliğsiz dönem için kullanılır. Bu dönemde yaşayan insanlara İlahi bir din tebliğ edilmemiştir. Maide suresi 19. ayeti bu hususta delil olarak gösterilir. 

İslami literatürde fetret denildiğinde İslam öncesi dönemin yanı sıra Hz. İsa ile Hz. Peygamber arasındaki dönem anlaşılır. Çünkü bu dönemde Hz. İsa’nın tebliğ ettiği din ister aslı isterse yorumlarında yapılan tahriflerle etkisini yitirmiştir. Allah, Kur’an’ında “Kim Allah’a iman ve itaat yolunu seçerse bunu kendi iyiliği için seçmiş olur. Kim de inkarcılık yolunu seçerse, bu tercihiyle ancak kendisine kötülük yapmış olur. Hiç kimse başkasının günahını yüklenemez. Ayrıca biz peygamber göndermedikçe hiçbir topluluğa azap etmeyiz” (17/15) demektedir. Fetret devri insanları da peygamber gönderilmeyen topluluk olduğuna göre ahirette cehenneme gitmeyeceklerdir. Bununla beraber kelami mezhepler içerisinde Maturidiler insanın aklını ve muhakemesini kullanarak adına Allah demese de yüce bir yaratıcının varlığı fikrine ulaşmasının mümkün olduğunu ve ahirette kurtuluşun buna bağlı olduğunu söyler. Eş’ariler ise bu şartı kabul etmezler, sadece puta tapmamasını kurtuluş için yeterli şart olarak görürler.

Son peygamber Hz. Muhammed’den sonra yaşayan ve İslam dini kendilerine ulaşmayan ya da ulaştığı halde din bütün ilke ve değerleri ile anlatılmadığı için ya da İslam dünyası ve Müslümanların içinde bulunmuş olduğu cezbedici olmayan genel durum bu kişileri fetret devri insanı yapar mı? 

Evet, ehli sünnet kelamcıları Hz. Peygamber’den sonra gelmiş, onun mesajını duymamış ya da mesaj Müslümanların temsilinden dolayı gücünü yitirmişse, bu türlü dönemlerde yaşayan insanların da fetret devri hükümlerine tabii olduklarını söylerler. Özellikle bugün global köy haline gelen dünyamızda İslam’ı, Kur’an’ı, Hz. Muhammed’i (sas) duymayan kişi yoktur. Bununla beraber İslam tüm esasları ve detayları ile kendilerine anlatılmayan belki milyonlarca-milyarlarca insan vardır. Ya da çok güçlü bir şekilde yapılan İslam karşıtı propagandaların etkisi altında kalmış olabilirler. Veya siyasi, ekonomik, kültürel vb. birçok alanda İslam dünyasının gelişmişliği ve kalkınmışlığı Batılı ülkelere nispetle çok gerilerde olup herhangi bir cazibeye sahip değildir. İşte bu ve benzer sebeplere binaen bazı ulema günümüze de fetret devri denilebilir, gayrimüslimler salih amel yapmış olmaları şartıyla gayrimüslimlerin de istisnai bir hükümle cennete gidebileceğini söylerken bazıları da ahirette nihai kararı Allah’ın vereceği ama bunların cennete gidecekleri ümidini taşınabileceğini söylerler.

Sonuç itibariyle Müslümanlara, kafirlere, müşriklere, ehli kitaba yönelik tevhit çağrısı yapan ayetlerin bütününe baktığımızda gördüğümüz gerçek şudur: İslam Hz. Muhammed’in tebliğ, ta’lim, temsil ve tebyin ettiği en son dindir. Tebliğ ve davette bazen Hz. Muhammed’in zikredilmemesi muhataplarının ve o ayetlerin inmesine sebep teşkil eden vakıalar münasebetiyledir. Yoksa onlara “Hz. Peygamber’e iman etmeseniz de olur” anlamına gelecek bir muafiyet değildir. Zaten Hz. Peygamberin tebliğ ettiği dine inanmak demek onun da peygamberliğine inanmak demektir. Dolayısıyla ahirette cennete gitmek, İslam dinini gerek inanç esasları gerekse sosyal hayatı düzenleyen kurallar ve sunduğu ilkeler bütünlüğü içinde inanmakla mümkündür. Biz isteriz ki herkes cennete gitsin. Ama “Bugün dininizi sizin için ikmal edip üzerinize nimetimi tamamladım ve din olarak İslam’ı seçtim” (5/3), “Her kim İslam’dan başka din ararsa bu din kendisinden kabul edilmeyecektir. O kimse ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (3/85) “Allah’ı ve Peygamberini inkâr edenler, Allah ve peygamberleri arasını açmak isteyenler, bazılarına inanır bazılarını da inkâr ederiz diyenler ve (iman ile küfür) arasında yol tutmak isteyenler…İşte gerçekten kafir olanlar bunlardır. Ve biz (böyle) kafirler için zelil edici bir azap hazırladık. Allah’a ve peygamberlerine iman edenler ve onlardan hiçbiri arasında ayrım yapmayanlar ise, işte bunlara da mükafatları verilecektir. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.” (4/150-152) ayetleri değişmez ve değiştirilemez bir hakikat olarak ortada durmaktadır. Buna inanmayan kişilerin kim olursa olsun, ne tür salih amel işlerse işlesin cennete gitmesi mümkün değildir. Aksi halde iman ile küfür arasında hiçbir fark kalmaz.

Gelecek yazıda yine gölge yazar olarak Müslüman olmayanlar cennet’e girebilir diyenlerin görüşlerini özetleyeceğim nasip olursa. Sonrasında iki grubun delillerinin değerlendirmesini yapmaya çalışacak ve bir sonuç ile görüşlerimi beyan edeceğim. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

26 YORUMLAR

  1. Güzel gidiyor; iyi izah ediyorsunuz teşekkürler.
    Gayrimüslimler Cennet’e giremeyecek diyenlerin delillerini iyi açıkladınız.
    Mümkünse ikinci kısma başlarken, bu görüşü savunanların kimler olduğunu da yazma imkanınız olur mu?
    Muhtemelen bu görüş Talat Koçyiğit beyefendiden önce de kabul edilmiştir. Yani eğer bu birinci kısımda açıkladığınız görüşü kabul edenler, İmam-ı Azam’ın, İmam-ı Şafi’nin, İmam-ı Hanbeli’nin ve İmam-ı Malik’in ve talebelerinin görüşleriyse ya da Üstadın veya Hocaefendinin görüşüyle bu da önemli bir değer ifade etmez mi? Tabii ki sizin “onlar da zamanlarının çocuğuydu” deme hakkınız saklı…
    Aynı şekilde ikinci görüşü de açıklarken, kimlerin o görüşü savunduğunu yazmanız güzel olur. Böylelikle biz kararımızla kimlerin yanında durduğumuzu da görmüş oluruz.

    • Ufuk bey, fikrin kıymetini fikrin kendisinde görmek varken, fikir kime aitmiş bir bakalım diyerek fikre adres sormak, bana mantıklı gelmedi.

      • Selim bey, sözü söyleyenin değerinin sözün değerine etki etmesi selim aklın gereği değil midir?
        Ben basit bir insanım, “kim söylemiş? kime söylemiş? hangi makamda söylemiş?” gibi soruları önemserim. Sizin için bunlar önemsiz mi?

        • Ufuk bey, Kutsalın dışında, bu saydığınız kategorilerin hiçbiri, söz cevherinden daha değerli değildir, bana ve klasik mantık ilkelerine göre..

        • Ufuk bey, Kutsalın dışında, bu saydığınız kategorilerin hiçbiri, söz cevherinden daha değerli değildir, bana ve klasik mantık ilkelerine göre..

  2. Öncelikle bu yazı hiç de gölge yazar modunda yazılmış bir yazı değil. İçerisinde kaynak gösterilmeyen bir çok yorum ihtiva ediyor. Gölge yazar modunda bir yazı olabilmesi için yazının şahsi her yorumdan tamamen arındırılmış ve muğlak ifadelere mahal vermeyecek şekilde her yorumun kaynakçalandırılmış olması gerekmektedir. Oysa yazıda bunun aksi çok sayıda örnek mevcut. Bunların içerisinde en önemli olan ise kanaatimce iman artıp azalmaz ifadesi. Bu konuda deliliniz, kaynağınız nedir? İmanın artıp azalmayan bir şey olduğunu, siyah ve beyaz gibi var veya yok olduğunu ispat edebilir misiniz?
    “İman artar ve azalır.” önermesini mefhumu muhalifi olan “İman artmaz ve azalmaz” veya “İman artan veya azalan bir şey değildir, vardır veya yoktur” önermeleri ile birlikte sadece Kur’an’dan, sadece sahih senetli hadislerden (hasen derecesi dahil olmak üzere sahih olmayan her kategorideki hadisi ele almadan) ve ilk üç dönem olan Sahabe, Tabiin ve Tebe-i Tabiin âlimlerinin şahsi görüş, yorum, tevil ve tefsirlerinden (Ahmed bin Hanbel, Buhari, Taberi gibi etna-u tebetabiin dönemi ve sonraki dönem alimlerinin şahsi yorumlarını ele almadan) kaynakları ile birlikte delil getirerek analiz edebilir misiniz?
    Bu şekilde şahsi yorumlardan tamamen arındırılmış bir analiz yapabilirseniz, sonrasında bu konuyu mürcie, hariciye ve ehl-i sünnet anlayışları açısından degerlendirmeniz faydalı olabilir.
    Ayrıca mutezile gibi akıl oyunlarına tevessül etmemenizi de istirham ederim, ki akıl kavramının günümüz biliminin ulaştığı seviyede düzgün bir şekilde sorgulandığı zaman sonunda dayandığı açmaz ve çıkmazları göz önünde bulundurmanızı, (bunun için ileri matematik ve matematik felsefesi okumaları yapmak gereklidir, açmaz tanımlanamaz bilinemez çelişki vb kavramların tamamı bu şekilde anlaşılabilir) ilahi kaynakli değerlendirmelerde sınırları olan ve acizligi ortada olan bir kaynak olması hasebiyle tek başına delil olarak ele alınmasının temel bir çelişki olacağı hususunu da göz önünde bulundurmanızı rica ederim.

    • Guzel hocalarim ileri matematik okumalarindan filan bahsediyorsunuz da ilahiyatcilar olarak bunca donanima ragmen ortaya niye onemli katkilar sunamiyorsunuz. Ama birbirinizle guzel dalasiyorsunuz cerbezeniz saglam, sivrileni asagiya cekmekte mahirsiniz. Buraya daha cok yazin ki kameti kiymetinizi daha iyi bilelim

      • Öncelikle ben ilahiyatçı değilim, okumayı araştırmayı sorgulamayı seven ve dini Allah’a has kılarak (Zümer: 2 ve 11, Mümin: 14) iman etmiş bir tıp doktoruyum. Tanımadığınız bir insan hakkında hemen “ilahiyatçı” olduğu zannına kapılmanız noktasında kendinize bir ayna tutmanızı tavsiye ederim.
        Yukarıdaki yorumda şer’i esaslara delil olarak kabul etmeden önce ilk olarak bizatihi “akıl kavramının” kendisinin sorgulanması gerektiğine dikkat çekmeye çalıştım. Aciz olduğu, sınırları bulunduğu, açmazlardan çelişkilerden tamamen arınmasının mümkün olmadığı günümüz biliminin geldiği seviye ile iyice gün yüzüne çıkmış “akıl” melekesi ile şer’i esaslara dair çıkarımlar yapmadan önce dikkat etmek, hatta ürpermek gerektiğini savunuyorum. Zira ilahiyat camiasında bunun sıklıkla ihmal edildiği kanaatindeyim. Şer’i açıdan konuya yaklaşınca vahye dayanmayan aklın insanı “heva” dan başka bir sonuca ulaştıramayacağı da ortadadır. (Bakara: 120, 145; Maide: 48,49; En’am: 119, 150; Ra’d: 37; Muhammed:14; Necm:23)
        Hal böyleyken ben de bir okur olarak Ahmet Kurucan Bey’den “iman artıp azalmaz” önermesini delillendirmesini istedim. Bunun delilini kendisinden öğrenmek isteğimi ifade ettim.
        İlaveten şunu da belirtmek isterim ki, insanoğlu nedenini tam olarak anlayamadığım ve bilemediğim bir şekilde “bilmiyorum” demekte çok zorlanıyor. Halbuki sahih hadis kaynakları, siyer ve tabakat kaynakları ile biraz olsun haşır neşir olan bir müslümanın Ashab-ı Kiram’ın (ra) bunu ne kadar çok dile getirdiğini, bilmediğini itiraf edebilmekten asla çekinmediğini, neredeyse hemen her şeyi Allah’a (CC) ve Rasulü’ne (sav) havale ettiklerini görmemesi mümkün değil. Her nasılsa Rasulullah (sav) sonrasında başlayan fitnelerde, sonraki devir insanlarında bu “ahlak”ın azalarak yavaş yavaş kaybolması da acı bir realite. Halbuki gerçek olan şu ki, insan her şeyi bilemez ve bilmek zorunda da değildir. Bilmiyorum, bunu bilemeyiz, bu insan aklıyla bilinemez veya anlaşılamaz gibi ifadelerden korkmamak lazım.

        • Eyüp bey, 1- Sanki itikad futbol gibi bir oyun ve Ahmet bey de top yerine aklı kullanıyor diyorsunuz. Hem de bir ekolü toptan yererek ve tıpkı onlar gibi diyerek (mutezile). Bence, Ahmet bey oyun yaşını geçmiş biri. 2- Pasif (teorik) akılla bilinemeyen ahlaki İYİ-KÖTÜ ancak aktif (pratik) akılla bilinebilir sonucuna varır, Kant. Birinci kısımdan, ikinci kısma geçmiş bu yazar. Haddini bilerek ama Aklın da şükrünü eda ederek.. Saygılarımla..

      • Öncelikle ben ilahiyatçı değilim, okumayı araştırmayı sorgulamayı seven ve dini Allah’a has kılarak (Zümer: 2 ve 11, Mümin: 14) iman etmiş bir tıp doktoruyum. Tanımadığınız bir insan hakkında hemen “ilahiyatçı” olduğu zannına kapılmanız noktasında kendinize bir ayna tutmanızı tavsiye ederim.

        Yukarıdaki yazdıda şer’i esaslara delil olarak kabul etmeden önce ilk olarak bizatihi “akıl kavramının” kendisinin sorgulanması gerektiğine dikkat çekmeye çalıştım. Aciz olduğu, sınırları bulunduğu, açmazlardan çelişkilerden tamamen arınmasının mümkün olmadığı günümüz biliminin geldiği seviye ile iyice gün yüzüne çıkmış “akıl” melekesi ile şer’i esaslara dair çıkarımlar yapmadan önce dikkat etmek, hatta ürpermek gerektiğini savunuyorum. Zira ilahiyat camiasında bunun sıklıkla ihmal edildiği kanaatindeyim. Şer’i açıdan konuya yaklaşınca vahye dayanmayan aklın insanı “heva” dan başka bir sonuca ulaştıramayacağı ortadadır. (Bakara: 120, 145; Maide: 48,49; En’am: 119, 150; Ra’d: 37; Muhammed:14; Necm:23)
        Hal böyleyken ben de bir okur olarak Ahmet Kurucan Bey’den “iman artıp azalmaz” önermesini delillendirmesini istedim.
        İlaveten şunu da belirtmek isterim ki, insanoğlu nedenini tam olarak anlayamadığım ve bilemediğim bir şekilde “bilmiyorum” demekte çok zorlanıyor. Halbuki sahih hadis kaynakları, siyer ve tabakat kaynakları ile biraz olsun haşır neşir olan bir müslümanın Ashab-ı Kiram’ın (ra) bunu ne kadar çok dile getirdiğini, bilmediğini itiraf edebilmekten asla çekinmediğini, neredeyse hemen her şeyi Allah’a(CC) ve Rasulü’ne (sav) havale ettiklerini görmemesi mümkün değil. Her nasılsa Rasulullah (sav) sonrasında başlayan fitnelerde, sonraki devir insanlarında bu “ahlak”ın azalarak yavaş yavaş kaybolması da acı bir realite.
        Hal böyleyken bilmiyorum, bilemiyoruz, bu bilinemez veya anlaşılamaz gibi ifadeleri kullanmaktan korkmamak lazım. İnsanoğlu her şeyi bilmek ve anlamak zorunda değildir, böyle bir donanıma da sahip değildir.

    • Eyüp bey, 1- Fikrin adresini ısrarla soruyorsun. MFG e değer veriyorsanız, ben araştırdım: ”Ancak bu mütalâalara dayanarak, ameli imanın bir parçası saymak da doğru değildir. ” MFG/ İslama İcmali Bakış makalesi. 2- İman metafizik bir konu olduğundan, metre ve kilogram gibi nicelik olarak elbette artmaz ve azalmaz. Ahmet bey doğru söylüyor. Nitelik olarak iman, kuvvetlenir veya zayıflar ifadesini de bizim kültürümüze havale etmiş olabilir. 3- Ahmet bey, tam da sizin dediğiniz gibi, ”akla sınır çiziyor” ve diyor ki, haddinizi aşarak ve kendinizi ilah yerine koyarak, insanları Cennete ve Cehenneme diye karar vermeyelim diyor sanki.. Saygılarımla..

      • Selim Bey,
        öncelikle MFG hatadan ve yanlıştan beridir denilebilir mi? Hatta İmam Ebu Hanife, İmam Şafiî, İmam Malik (ra) veya diğer alimler hatadan ve yanlıştan beridir denilebilir mi? Yoksa İsmet sıfatına namzet son insanın Rasulullah (sav) olduğuna inanmak imanin bir parçası mıdır? Ben bir şey soruyorum ve buna delil arıyorum, “iman artip azalır mı”. Açık bir şekilde de diyorum ki Kur’an’dan Sünnetten veya hayır üzere olduğu Rasulullah(sav) tarafından tespit edilmiş ilk üç nesilden delil arıyorum. Bana iman metafizik bir konu diye cevap yazıyorsunuz.

        Bakara suresi 260. ayet, Al-i İmran suresi 173. ayet, Tevbe suresi 124. ayet, Hucurat suresi 14. ayet, Fetih suresi 4. ayet, Enfal suresi 2. ayet, Rasulullah (sav) ve Ashab-ı Kiram(ra) tarafından nasıl anlaşılmıştır, ne şekilde tefsir edilmiştir? Lütfen bu ayetleri tüm detayları ile inceleyin ve bir cevap yazacaksaniz ondan sonra yazın. Günümüz insanının Kur’an ve Sünneti Rasulullah’tan (sav) ve onu görenlerden, görenleri görenlerden ve bunları görenlerden (ra) daha iyi ve daha doğru “anlayabilme ihtimaline” inanıyorsanız lütfen bu yazdıklarıma da önceki yazdıklarıma da herhangi bir cevap yazmayın.

  3. O musîbet-i semâviyeden ve beşerin zalim kısmının cinâyetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı ma’neviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
    On beşinden yukarı olanlar, eğer ma’sûm ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu cehennem’den kurtarır. Çünki âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî’ye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hazret-i İsa’nın (A.S.) din-i hakîkisi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek.
    Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehâdet denilebilir. Husûsan ihtiyârlar ve musîbetzedeler, fakir ve zaîfler, müstebid büyük zalimlerin cebr ve şiddetleri altında musîbet çekiyorlar.
    Elbette o musîbet, onlar hakkında medeniyetin sefâhetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakîkattan haber aldım. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn’e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten teselli buldum.

    Eğer o felâketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adâlet-i Rabbâniyedir.

    Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-1 beşeriye için ve esâsât-ı diniyeyi ve mukaddesat-1 semâviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın ma’nevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musîbeti
    onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir.

    • son parağraf önemli:

      Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-1 beşeriye için ve esâsât-ı diniyeyi ve mukaddesat-1 semâviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın ma’nevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musîbeti
      onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir.

  4. sm’da birinin fikrine katılmayınca ötekileştirme, tahkir, enaniyet yapma, ehli sunnetin son savunucusu gibi abartili sekilde uzerine yurumeleri biraz anlamiyorum..

    Ahmet hoca’nın veya başka birinin fikrine katilmadigim hususlar olabilir ilmi seviye varsa reddiye yazarsin, yoksa basit kisa bir sekilde gorusunu delillendirerek ifade edersin bu kadar basit

    • Sayin Abdurrahman kardesim,
      Mesele basit fikir uyusmazligi degil ki, hiddetlenmeyesin! Yani burda ‘sakiz orucu bozar mi?’ mevzuu islenmiyor ki, hadisten, icmâdan delilin ne vs tarzi ilmî bir tartismaya girilsin. A. Kurucan da cemiyet arasainda herhangi biri degil ki, burun kivirip gecesin. Kendisinden ilmen daha ileri insanlar olmasina ragmen, itibar gormesi, kendisinin cibilli olarak HEye olan yakinligi! O yuzden, boyle imana ait, yani yanlis birsey soylendiginde dahi insani kufre sokacak, meseleleri sanki dini bir dayanagi varmis gibi kendi veya kendisi gibi dusunen mu’tezilelerin veya daha yeni tureme tiplerin fikirlerini yaymasidir mesele!

      Bu tarz ‘yenilikci’ gibi gozuken fikirler nefse her zaman hos geliyor ve alicisi cok oluyor. Ozellikle imani tam oturmamis, yasadigi hayatla kendisine yakin cevresi tarafindan ‘empoze’ edilmis dini bilgiler arasinda bocalayan tiplere ‘yalanci’ bir isik kaynagi oluyor, onlari bilerek veya bilmeyerek atese surukluyor.

      Kendisini tanirim! son 3-5 senedeki donusumu oyle bariz ki, daha once kendisinin ilmî olarak yazmis oldugu bazi meselelerde 180 derece donmus, HE tarafindan aslinda sohbet etmesi bile yasaklanmis birisi. Kendisi su an saglam dusunemedigi gibi, insanlari da arkasindan surukluyor! Hizmetin ulema kesimi de ‘fitne’ cikar diye kendisine sessiz kalirken asil ‘fitneye’ sebebiyet verdikleri icin ve kismen kendi iclerinde ikbal ‘kavga’si icinde olduklari icin, milleti uyarmak da, kit kanaat risale-i nurdan aldigi isik huzmeleleriyle, kufre karsi cubuk sallamak bizlere dusuyor biiznillah!

      Soyle dusun ki, ‘anana babana galiz kufurler’ eden birisine en azindan iki kelime de olsa laf soylemez misin? ‘Allah ve peygamberine’ ileri geri ithamlar, lafzi kufur ler eden birisine hic mi bir sey demeyelim? Yoksa babane ozel hayatindan, neye inanip neye inanmadigindan! O konumdaki birisine ‘kavl-i leyyin’ ile hitab edecek kisi bizler olamayiz elbette. Y. Nuri’ye sen ben laf anlatabilir miydik? Adam sen agzini acmadan, Arapcasindan bir seyler soyler, bir iki kaynak soyler, dogru olup olmadigini dahi bilemezdin.
      Neyse! Bizimkisi, imanin en zayif noktasi olan ‘bugz etme’ oncesi soz ile durdurmaya calisma niyeti!

  5. Hem ferdin ahkâmda istinbatı ve içtihadında (hevesi karışmamak şartıyla) o kendi nefsi için amel edebilir, fakat başkalarına hüccet tutamaz. Tâ bir nevi icmâ o hükmü tasdik etsin. Nasıl ki: Ahkâm-ı şer’iyeyi tatbik ve tanzim ve icra etmek ve hürriyet-i fikirden neş’et eden mânevî anarşiliği kaldırmak için gayet lâzımdır ki; ulema-i muhakkikînden bir hey’et-i âliye bulunsun ki, o heyet umumun emni­yetine mazhariyetleriyle ve cumhur-u ulemanın onlara itimadıyla ümmet için bir nevi zımnî kefalet ve dâvâ vekili hükmünde olmaları cihetinde icmâı ümmet hücce­tinin sırrına mazhar oluyorlar. O vakit içtihadın neticesi o icmâ ile şer’an düstur olabilir. Ve icmâın tasdik ve sikkesiyle umuma şâmil oluyor..

  6. “…sadece Kur’an’dan, sadece sahih senetli hadislerden (hasen derecesi dahil olmak üzere sahih olmayan her kategorideki hadisi ele almadan) ve ilk üç dönem olan Sahabe, Tabiin ve Tebe-i Tabiin âlimlerinin şahsi görüş, yorum, tevil ve tefsirlerinden (Ahmed bin Hanbel, Buhari, Taberi gibi etna-u tebetabiin dönemi ve sonraki dönem alimlerinin şahsi yorumlarını ölçünüz nedir?
    Yani, Buhari, Taberi, İbn-i Habel’in şahsi yorumları önemsiz midir? Ya da siz böyle bir yoruma nasıl ulaştınız?

    • Ben sonraki dönem alimlerinin şahsi yorumları önemsizdir gibi bir ifade kullanmadım. Lakin ilk üç döneme dikkat çekmeye çalıştım zira bu dönemlerin hayrı ve sonrasında bu hayrın kaybolması ile ilgili sahih hadisi Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud (radıyallâhu anhüm ecmain) gibi birçok muhaddisin kitabında bulabilirsiniz. Burada ismi zikredilen muhaddislerin tamamı da sonraki dönem alimleri olmasına rağmen rivayet ettikleri hadisleri kendi kitaplarından okuyacak olursanız zerre kadar yorum karıştırmadan ansiklopedik denilebilecek bir şekilde aktarmaları da ayrıca dikkat edilmesi gereken bir husus. Zira salt akılla şahsi yorum yapmaktan imtina ettikleri apaçık ortada, ki bu hususta Rasulullah (sav) in “Kim bilerek bana yalan isnat ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.” beyanını rehber edinmişler ve Kitaplarını bu esası göz önünde bulundurarak neşretmişler. Bu sayede günümüz dönemi muhaddisleri de bu eserlerdeki rivayet silsilelerini haritalandırarak hadis tahlili yapabiliyorlar.

  7. Öncelikle Ahmet Kurucan Hocamıza böyle önemli bir konuyla alakalı detaylı izahlar getirdiği için çok teşekkür ederim.
    Gayri müslimlerden hangilerinin cennete girebileceği ve hangilerinin cennete giremeyeceği konularının işlendiği bu linkteki kısa yazının Ahmet hocamızın yazdığı makaleyi bir yönüyle destekleyici ama aynı zamanda da tamamlayıcı olduğunu düşünüyorum.

    https://hikmet.net/masum-olan-gayr-i-muslimler-cennete-girecek-mi/

    Linkte daha da detaylarını bulabileceğiniz aşağıdaki ayetlerin de okunup bilinmesinin Ahmet hocamızın yazısından memnun kalmayan kişiler için çok faydalı olacağını düşünüyorum.
    Bakara Suresi 62,
    Maide Suresi 69 ve 84,
    Kasas Suresi 53,
    Âl-i İmran Suresi 113 ve 199,
    İsra Suresi 109,
    Ankebut Suresi 47
    Yorumun uzun olmaması adına sadece sure isimleri ve ayet numaraları verilmiştir.

    • Burasi senin berdigin linkten:

      “ Allah’ın rahmeti olacağı görülmektedir. Yani ehli kitabın ehl-i necat olabilmesi için ilk olarak tevhid düşüncesine sahip olmaları, Allah’tan başka hiçbir ilah kabul etmeyerek O’na eş ve ortak koşmamaları, ahiret gününe inanmaları, Hz. Muahmmed’in (s.a.s.) peygamberliğini kabul etmeleri ve bununla beraber O’na indirilen Kuranı kabul edip Kuranın emir ve yasaklarını yerine getirmeleri gerekmektedir.”

      Zaten biz de bundan otesini demiyoruz! Senin hoca dedigin (bir zamanlar icin dogruydu) A. Kurucan bunu demiyor ama! Deseydi, bu yaziyi silsilesini yazmasina ‘gerenk’ yoktu zaten!

      • Hatta, belki ‘tevhid’ inanci olduktan sonra, belki ‘Efendimiz sas’i de tam hakkiyla duymamislarsa, (hanif inancina sahip olanlar gibi, ya da ehl-i fetret kategorisinde olanlar- bkz RNK) belki ehl-i necattir diyoruz! Ama isi, ‘iyilik yaptiktan sonra dinsiz de olsan’ cennete girersine getirdi! Halbuki, ‘şirk, en büyük zulümdür!’ Lokman Suresi! Insan biraz urpermez mi yahu! Allah’in almayacagim dedigi guruhu, guya arkanda onca destekci toplayip, zorla cennete mi sokacaksin;bu ne kustahliktir, hem de ‘hoca’ gecinen birisi icin!

    • Orhan Kardesim,
      Bu senin vermis oldugun linkten:
      “ Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere ehl-i kitabın hepsi bir değildir. Ayetlere uygun vasfı taşıyanlara Allah’ın rahmeti olacağı görülmektedir. Yani ehli kitabın ehl-i necat olabilmesi için ilk olarak tevhid düşüncesine sahip olmaları, Allah’tan başka hiçbir ilah kabul etmeyerek O’na eş ve ortak koşmamaları, ahiret gününe inanmaları, Hz. Muahmmed’in (s.a.s.) peygamberliğini kabul etmeleri ve bununla beraber O’na indirilen Kuranı kabul edip Kuranın emir ve yasaklarını yerine getirmeleri gerekmektedir.”

      Yani, biz hatta diyoruz ki, ehl-i fetret, belki tam lâyikiyle Islami duymamistir, ama şirk de kosmamis ise, Allah u âlem, yine de ehl-i necattirler doyoruz, Hz. Ustad’a dayanarak!
      Amma velakin, yok efendim iyilik yapmak yeterliymis, imana gerek yokmus vs! Bunlar ne curetkâr, ne ukela ve ahlaksizca cikislar! HafizanAllah!

      Bir onceki yorumun iletiminde teknik ariza oldugunu dusundugum icin tekrar gonderiyorum- tekrar olduysa ozur dilerim😔

      • Bir insan Allah’ın (CC) ayetlerini nerde neden nasıl nazil olduğu gibi sebebi nüzullerine bakmadan, o ayeti Rasulullah (sav) ve Ashabı nasıl anlamış nasıl anlamlandirmis diye araştırmadan açıp Türkçe mealini okuyup kendisince bir anlam çıkarırsa sırat-ı müstakim üzerinde kalması mümkün olabilir mi? Yoksa aynı ayeti okuyan bir insan gidip Suriye Irak bölgesindeki intihar bombacilarindan birisi olurken, diğeri aynı ayetten çıkardığı ile herkes cennete gidecek noktasına gelebilir. Bu nedenle ayetleri bağlamından konteksinden koparmadan anlamaya gayret etmek lazım ki doğruya ulaşılabilsin. Benim ne anladığım değil, Rasulullah’ın (sav) ne anladığı, Sahabenin(ra) ne anladığı, Tabiin’in(ra) ne anladığı, hasılı hayırı sahih hadisle sabit olan ilk üç neslin ne anladığı önemlidir. İnsan bunları araştırmadan açıp meal okuyup kendi kafasina göre hareket ederse bu hevaya tabi olmaktan başka bir şey olmaz, ki bu apaçık bir sapkınlıktır. Konuyu Al-i İmran suresi 199. ayet üzerinden somutlastirmak gerekirse, ayetin meali: “Ehl-i Kitap’tan öylesi vardır ki; Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene inanırlar. Allah’tan korkarlar. Allah’ın ayetlerini az bir paha karşılığında satmazlar. Bunların, Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz ki Allah, hesabı çabuk görendir.” şeklindedir. Şimdi bir insan bu ayetteki Ehl-i Kitap’tan kast edilen kişilerin Abdullah İbn-i Selam (ra), Habeşistan kralı Necasi(ra) gibi insanlar olduğunu bilmez de, kalkıp derse ki, günümüzde bir insan Yehova sahitlerinde veya bazı Baptistlerde görüldüğü gibi İsa(as) tanrı değildir, Muhammed(sav) de bir peygamberdir, İslam da bir dindir derse, İslam’ın şartlarını yerine getirmese ama iyi işler yaparsa cennete gidebilir gibi bir anlam çıkarabilir, ki bu insanı kından çıkan kılıç gibi İslam’dan çıkarır. Bir insan herhangi bir ayeti, bizzat kendisine nazil olduğu Rasulullah’tan (sav) veya nazil olduğu ortama bizzat şahit olmuş Ashab-ı Kiram’dan(ra) daha iyi anlayacak değildir.

  8. Ben gerçekten bu tür yorumlamaları anlamıyorum. Kuran ortada. Hadisler ortada. Efendimizin yaşantısı ortada. Bir de bu türlü bir problemimiz mi var bizim. Yani. Bir Hristiyan ya da bir Yahudi yanımıza gelip ben bu halimle cennete girebilir miyim mi diye soruyor. Neden bu tartışmalı yazıyı yazıyorsunuz. Amacınızı ne olduğunu tam anlayamadım. Eğer İslam evladları içinse çok gerçeksiz ve tehlikeli. Hristiyan ve Yahudi alemi içinse bizi ne ilgilendirir. Onların zaten bu tür bir sorunu olduğunu sanmıyorum. Ama bizim için evlatlarımız için ha tamam Müslüman Hristiyan olmam fark etmiyor. Nasılsa cennete diğer dinlere mensubu olsam da gireceğim havası oluşacaktır. Yazınızı tehlikeli buluyorum. Aman çocuklarımızı ateizim ve deizm belasından kurtaralım da hangi dine mensubu olursa olsun anlayışı varsa bu yazınızda çok vahim olarak değerlendiriyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin