‘Gayrimüslimler cennete girecek’ II

YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 48)

Gölge yazar olarak gayrimüslimler cennete girecek diyen alimlerin görüşlerini maddeler halinde özetlemeye devam ediyorum. İlk yazıda 2 madde vardı, bu yazıda ise 3. Toplam 5 madde halinde özetlediğim bu görüşler okumaya başladığınız yazı ile bitecek. Önümüzdeki yazıdan itibaren cennete sadece Müslümanlar girecek diyenlerle beraber her iki grubun ortaya koyduğu delilleri değerlendiren yazılarıma başlayacak ve bir sonuç bölümü ile sonlandıracağım.

3- “Kur’an’da zikri geçen İslam kelimesi/kavramı da gayrimüslimlerin cennete gidip-gitmeyecekleri tartışmasına açıklık getirecek özelliklere sahiptir. Zira biz biliyoruz ki birçok ayeti kerimede cennete Müslümanların gideceği vurgulanmaktadır. Burada şu soru sorulmalıdır; İslam sadece kitabı Kur’an, peygamberi Hz. Muhammed olan dinin adı mıdır yoksa Hz. Adem’den bu yana gönderilen dinlerin ortak adı mıdır? İkincisi ise, Kur’an’daki konu ile alakalı ayetlerin kapsama alanı genişlemiş olacak, birincisi ise cennet sadece Müslümanların tekelinde olan bir mükafat mekânı olacaktır.

Bu konu hakkında az-çok araştırmada bulunan her insan bilir ki İslam bütün Peygamberlere gönderilen iman ve itikada dair ortak özelliklerin söz konusu olduğu dinin adıdır. Bu ortak özellikle tevhit, nübüvvet ve mead/haşirdir. Bir başka ifadeyle Allah’ın varlığına ve birliğine iman, Peygamberlere ve peygamberlik müessesinin gerekliliğine iman ve nihayet öldükten sonra dirilip bu dünyada yapılan amellerin hesabının verileceğine iman. Bütün dinlerde gördüğümüz en genel anlamıyla sosyal hayatı düzenleyen emir ve yasaklar ise hukuki kapsamda mütalaa edilecek şeylerdir ve bunun dini literatürde adı şeriat ya da adalettir. Onun için denir ki bütün peygamberlere gönderilen dinler sabit ama şeriatları değişiktir. Zamanın ve mekânın değişmesine bağlı olarak şeriatların değişmesi zaten hayatın tabii akışı içinde normaldir. Değişmemesi, statik kalması düşünülemez. Şu ayetler bunu ifade eder: “Sizden her birinizi için bir şeriat ve bir yol belirledik” (5/48), “Biz her ümmet için bir şeriat tayin ettik ki, onlar onunla amel ederler. Bunun için (ey Muhammed!) bu konuda seninle hiçbir zaman çekişmesinler.” (22/67)

İmanî ve itikadi değerlerin her peygamber için aynı olması ile alakalı olarak Kur’an’dan onlarca ayet göstermek mümkündür. Nitekim bu ayetlere dayanarak diğer din ve peygamberlere de inanan kişilere Müslüman denildiği, Kur’an ve Hz. Peygamberin öğretileri ile çatışmadığı müddetçe onların hem varlığını hem de öğretilerini kabul etmenin gerekliliğini ulema tarih boyunca vurgulamış, hatta bunu İslam’a inanmanın en temel şartlarından biri saymıştır. Birbirine bağlı bu hususlarla alakalı birkaç ayet meali sunalım:

 “O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi). O Sizden her birinizi için bir şeriat ve bir yol belirledik” (17/78)

 “Biz Allah’ın elçileri arasında ayırım yapmayız.” (2/285)

 “Biz Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahy ettiğimiz gibi sana da vahy ettik” (4/163)

“Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilene ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene inandık, onlar arasında ayırım yapmayız, biz de bütün benliğimizle Allah’a teslim olanlarız.” (2/136)

4- Kur’an kendinden önceki kitapları nesh etmiş değildir. Aksine onları tasdik etmek için geldiğini açıkça beyan etmektedir. İslam geleneğinde tam aksi bir yaklaşımın hâkim olduğu muhakkaktır. Bu, cenneti Müslümanların tekeline almak, Allah’ın engin rahmetini daraltmak isteyen kişilerin ortaya attıkları bir yorumdur. Birçok ayeti kerimede Kur’an’ın kendinden önceki kitapları tasdik edici özelliğine vurgu yapılır. Mesela” Sizin yanınızda bulunan Kitap’ı tasdik edici/doğrulayıcı olarak indirdiğimiz Kur’an’a inanın, onu ilk inkâr eden siz olmayın” buyurulur. (2/40) Aynı konuda bir başka ayet şöyledir: “Biz Sana bu Kitabı, kendinden önceki Kitap’ı doğrulayıcı olarak indirdik.” (5/48) Kur’an’ın doğruladığı kitaplar herkesin bildiği gibi Tevrat ve İncil’dir ki başka ayeti kerimelerde bununla alakalı izahlar da vardır. Bkz: 3/93.

Belki burada aynı Kur’an’ın diğer kitapların o dinin mensupları ve din adamları tarafından tahrif edildiğini, helal olanların haram, haram olanların helal yapıldığını, az bir para karşılığı “Bu Allah’ın katındandır” deyip elleri ile yazdıkları kitabı İlahi kitap olarak piyasaya sunduklarını anlatan ayetleri delil gösterilerek bir itiraz geliştirilebilir. Bkz: 5/13; 2/79; 16/116.  Doğru, yerinde ve haklı bir itirazdır bu. Ama bununla beraber yine aynı Kur’an birçok ayetinde Tevrat ve İncil’i hidayet ve nur kaynağı olarak tarif etmektedir. “Tevrat’ı biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır” (5/44), “Ardından o peygamberlerin yolu üzere, kendinden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik edici olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona da içinde hidayet ve nur bulunan, kendinden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik edici, takva sahipleri için bir yol gösterici ve bir öğüt olarak İncil’i verdik. İncil’e tâbi olanlar da Allah’ın onda indirdiği hükümlerle hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların kendileridir.” (5/46-47)

Sathi bir bakış tasdik ve tahrif ayetleri arasında çelişki olduğunu söyler. Halbuki böyle bir şeyi Kur’an’a izafe etmek imkansızdır. O zaman tasdikin ve tahrifin ne olduğu konusunda farklı bir anlayış var demektir. Evet, vardır. Tahrif, hidayet ve nur kaynağı olarak gösterilen Tevrat veya İncil’in metninde değil, din adamlarının, ruhban sınıfının bu metinler üzerinde yapmış oldukları yorumlarda ve çok anlamlı kelimelerde ayetteki maksadın dışına çıkartacak tercihlerdedir. Nitekim Talmud başta olmak üzere din adamları tarafından kaleme alınan Tevrat tefsirlerinin yapıldığı kitaplar ile fıkıh kitapları diyebileceğimiz gündelik yaşamı belirleyen kitaplarına Yahudi halkın bu gözle baktığı tarihen sabit bir hakikattır. Kaldı ki din adamları da bu tefsir, şerh ve fıkıh kitaplarını halka sunarken “Tanrı Buyruğu” olarak sunmuşlardır. Dolayısıyla Kur’an’ın “Yazıklar olsun onlara! Çünkü onlar bizzat kendi elleriyle birtakım şeyler yazıp çizer ve basit dünya menfaatleri uğruna”, “Bu, Allah tarafından gönderilmiş bir vahiydir” (2/79) ayetinde bahsettiği şey Tevrat’ın kendisi değil, insanların tefsir ve şerh adına yaptıkları yorumun Allah kelamı olmadığını beyandır. Aksi bir durum söz konusu olsaydı yukarıda mealini verdiğimiz Maide 46-47 ayetlerdeki Tevrat ve İncil ile hükmetsinler ayeti anlamsız kalırdı. Olmayan bir kitaba göre hükmedilmesini emretmenin bir manası olur mu?

Tasdike gelince, tasdik ayetleri Tevrat ve İncil hangi kaynaktan geliyorsa Kur’an da aynı kaynaktan gelmektedir mesajı vermektedir. Siyak-sibak, sebebi nüzul, hükmün vasatı ve maksada bir bütün olarak bakıldığında karşımıza çıkan sonuç budur. Nitekim “kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, oğullarını tanıdıkları gibi o (Kur’an’ı) tanırlar. (2/146) ve “Allah’ın sözlerini değiştirecek kimse yoktur.” (7/20) ayetleri de bu kaynak ve muhteva birliğine işaret eder. Muhteva her peygambere yaşamış olduğu zaman, mekân ve toplum şartlarına göre değişiklik arz etse de tevhid, ahiret ve mead konularında aynıdır. Sosyal hayatı çeşitli vecheleri ile düzenleyen emir ve yasaklarda da ilke ve prensipler itibariyle birlik söz konusudur. Yahudilikteki meşhur 10 emir ile İslam dininin emir ve yasaklarını mukayese ederseniz ne demek istediğimiz somut olarak gözler önüne serilmiş olur. Ya da helal kazanç, aşırı dünya sevgisi, ticarette hile, zina, ana-babaya hürmet, yalan söylemek, yalancı şahitlik, fakire yardım, yakınları koruyup kollamak ve bu eksende sıralayabileceğimiz onlarca örnek bunu gösterir. Nitekim bu konuda özel olarak yapılmış nice akademik çalışmalar vardır. Bunlara göre gerek inanç gerekse sosyal hayatı düzenleyen kurallar manzumelerinin ana prensipleri ve gâî hükümleri konusunda birebir benzerliklerin ayet ayet verildiği çalışmalara bakılabilir.

İsterseniz bu faslı şu hadis ile bağlayalım: “Ben Meryem oğlu İsa’ya dünyada da ahirette de insanların en yakınıyım.” Bu nasıl olduğu diye sorulunca: “Peygamberler baba bir kardeştirler, anneleri farklı, dinleri ise birdir. İsa ile aramızda başka peygamber de yoktur.” (Müslim, Fezâil 143-145)

Son olarak, tasdik, ehli kitaba yönelik Hz. Peygamber’in peygamber olduğunu kabullenin manasında bir tebliğ ve daveti de bünyesinde taşır.

5-Cennete Müslümanlardan başkası girmez demenin, cennete Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası girmez demek ile gerek zihniyet gerekse söylem bazında hiçbir farkı yoktur. Bu Allah namına hüküm vermektir. Allah “rahmetini dilediğine has kılar” (3/74), “Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar?” (43/32) diyor Kur’an. Dolayısıyla bu türlü sözler haddi aşmışlıktır.

Kur’an’a bütüncül bakışın bizi ulaştırdığı sonuç şudur; Allah’ın herkesin Hz. Muhammed’in (sas) peygamberliği yaptığı İslam dinine inanması gibi bir hedefi yok. Eğer böyle olsaydı Allah herkesi kendisine iman eder şekilde yaratırdı. (10/99) Ve yine O dileseydi bütün insanlığı bir tek ümmet yapardı. (16/93) Din seçiminde Allah insanın elinden özgür iradeyi almıyor. Alsaydı zaten bu dünyanın imtihan dünyası olmasının anlamı kalmazdı. Kur’an’ın hedefi farklı din, dil, ırk, cins vb. özelliklere sahip insanların Allah’a, yüce Yaratıcıya inancı merkeze koyarak karşılıklı sevgi, saygı, barış atmosferinde birlikte yaşamalarıdır. Birbirleri ile yardımlaşarak dünyayı imar etmeleri ve Allah’ın rızasına ermeleridir.

Ayrıca haşa ve kella “Cennete Müslümanlardan başkası girmez” deme Allah’ı kullarına zulmeden hatta zulmetmek için yaratan ve belki de bundan zevk alan bir varlık mesabesine koymak anlamına da gelir. Zira bugün yeryüzünde 8 milyar insanın sadece 1,5 milyarı Müslümandır. Bütün Müslümanların cennete gideceğini farz etsek sadece bugün itibariyle yeryüzünde yaşayan 6,5 milyar insan cehenneme gidecektir. Gerçekten öyle mi? “Rahmetim her şeyi kaplamıştır” (7/156), “Rahmetim gazabımı geçmiştir” (Buhari, Tevhid, 55) ayet ve hadislerinde anlatılan gerçeği nereye koyacağız? Yoksa onları bazılarının dediği gibi sadece şu 60-70 senelik dünya hayatına mı hasredeceğiz? Halbuki Allah “kullarına zulmetmekten hoşlanmaz.” (3/182) ve “Allah kullarına asla zulmetmek istemez. (41/46)

Gayrimüslim coğrafyalarda doğan büyüyen insanların kendi dinlerini terk etmesi kolay mı? Bugünkü 2 milyar Müslüman gayri müslim coğrafyada doğsaydı acaba kaçta kaçı inandığı dini terk eder ve Müslümanlığı seçerdi?

Sonuç olarak bütüncül bakış açısıyla Kur’an’a baktığımızda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; her peygamber insanlığa sonsuz İlahi rahmeti sunmaya çalışmış ve Allah’a şirksiz, ahirete şeksiz inanan ve salih amel yapan her İlahi din mensubunu cennetle müjdelemiştir. Ama insanlığın bencilliği İlahi mesajın geniş ufkunu daraltmış ve her din mensubu sadece kendilerinin cennete gideceklerini iddia etmiştir.

Hemen her surede vurgulanan genel prensip, Allah’a inanıp salih amel yapanlar, dünya ve ahiret mutluluğuna ereceklerdir. Hiç kimse bu İlahi yasayı değiştiremez.” Dini kimlikler değil ameller önemlidir. “Erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa onu hoş bir hayatta yaşatırız, onların ücretini yaptıklarının en güzeliyle değerlendirerek veririz.” (16/97) demektedir. Benzeri muhtevayı yansıtan ayetler için bakınız: 20/45; 19/60; 20/82;28/67;34/37;25/70; 2/25.

Bütün bu ayetlerdeki ortak unsur Allah’a, ahirete iman edip salih amel işleyenlerin hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın cennete gideceğidir.”

Evet, her iki grubun görüşlerinin özeti burada bitti. Şimdi delillerin değerlendirmesine geçeceğim ama araya Ramazan Bayramı girecegi için belki arada bir bayram yazısı kaleme alabilirim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

36 YORUMLAR

  1. “Aksi bir durum söz konusu olsaydı yukarıda mealini verdiğimiz Maide 46-47 ayetlerdeki Tevrat ve İncil ile hükmetsinler ayeti anlamsız kalırdı.”
    Bu ifade Arap belagatinin açıkça katlinden başka bir şey değil. Maide 47’nin manası bizatihi İncil ile Tevrat vasıtasıyla Musa(as)’a verilen şeriatın nesh edilmesidir, zira bu durum Al-i İmran 50’de çok daha açık bir ifade ile beyan edilmiştir. Maide 47’de İncil nazil olduktan sonra onunla hüküm edilmesi emredilmiştir ve bu ayetten bugüne yönelik bir anlam çıkarılması Arapça’nin katledilmesinden başka bir şey değildir. Kur’an kendisinden önce gelen şeriatları nesheder ve etmiştir, kaldı ki Rasulullah’in (sav) Devri Risaleti sürecinde bile nesihler, unutturulan ayetler olmuştur. Ahmet Kurucan bey, bu kadar aleni çarpıtmaları, saptırmaları yazarken hiç mi eliniz titremiyor, hiç mi içinizde bir ürperti hissetmiyorsunuz? Gerçekten bu ifadeler bu cümleler nasıl yazılabiliyor anlamış değilim. Hiç gölge yazar mazeretine sığınmayın zira yazdıklarınıza cümle cümle satır satır kaynak belirtmediğiniz sürece bu ifadeler size ait olmaktadır.

    • Eyüp bey, 1- Maide 46-47 de, Tevrat içinde, hem doğruların onayı hem de yanlışların reddi var, tekrar bakın derim. 2- Ahmet bey, sığınmıyorki aksine cesur.. Gördüğün gibi hep beraber okuyoruz. İstelik sabredin ve kendi fikirlerimi de söyleyeceğim diyor. 3- Katletmek, çarpıtmak, saptırmak gibi retoriklere sığınmayalım, varsa medenice fikrini sen de yaz be kardeşim.. Saygılarımla..

      • Selim Bey bey, Eyüp Doğan bey “gayet medenice” yazmış. Ahmet beyin bu yazdıklarına karşın, alimlerin görüşlerini ve “medenice” hangi hakkında hangi hükümleri ifade edeceklerini bizzat Ahmet beyin yazmasını isterim.

      • Selim bey, öncelikle Arapça ve Arap dili belagatini öğrenmeden kuru kuru meal okuyarak ayetler anlaşılmaz. Her insan Kur’an’ı kendi kafasına göre anlayacak olursa kimisi gider kendini patlatır, kimisi de gider namaza gerek yok namaz bir duadır der çıkar. Ahmet Bey’in eski yazılarının altındaki yorumları okuma zahmetinde bulunursanız izah etmeye çabaladığım husus daha iyi anlaşılabilir. Insan sınırlı aklıyla gidip de ayetleri kafasına göre anlama hakkına sahip değildir, haddi de değildir. Bir ayet nasıl ve nerde nazil oldu kısmını araştırmadan, Rasulullah (sav) bu ayeti nasıl anladı ve anlattı kısmını araştırmadan, Sahabe-i Kiram (ra) nasıl anladı diye araştırmadan açıp meal okuyup kendi aklınca mana çıkarmak heva ve hevese tabi olmaktan başka bir şey değildir. Eğer metodoloji biliyorsanız Ahmet Bey’in yazılarının iddia ettiği gibi gölge yazar modunda olmadığını anlamış olmanız icap eder. Lütfen biraz okuyun, takip ettiğiniz yazarın yazılarına yazılan diğer yorumları da okuyun, daha da önemlisi Rasulullah (sav) ayetleri nasıl tefsir etti, Sahabe (ra) nasıl tefsir etti diye okuyun. Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Mesud, Abdullah İbn-i Ömer, Mücahid, Ikrime (Radyallahu anhum ecmain) gibi Sahabe ve Tabiin dönemi müfessirlerinin anlayışlarını Taberi veya İbn-i Kesir gibi Tefsirlerde bulabilirsiniz. Bu iki kitabi iyi inceleyecek olursanız, ilaveten objektiflik nasıl olur hayranlıkla görebilirsiniz, Inşallah. Ahmet Bey’in bu yazılarındaki saptırma ve çarpıtmalar konunun özüne ve ilmine vakıf olmayan insanların zihinlerini idlal etmekten başka hiçbir işe yaramaz. Ramazan ayının son on gününde bunların kaleme alınabilmesi akıl alır iş değildir. Rabbim iman eden kullarını Kur’an ve Sünnet istikametinden, Rasulullah’ın (sav) çizdiği dopdogru yol olan sıratı müstakimden ayırmasın.

  2. hocam genel mantık olarak tamam fakat şöyle bir soru ortaya çıkmıyor mu o vakit ; madem öyle ben musluman degil hristiyan olayım neticede onların farzlar-haramlar konusunda sorumlulukları çok daha az. hassaten gençlerde böyle bir yönelim olması muhtemel değil mi. teşekkürler

    • Kısa ama çok anlamlı bir soru bu Veli Bey. Yalnız sizin aklınızdan geçtiğini de sanmayın.
      Geçenlerde bir arkadaşın 8-10 yaşındaki oğlu: “Baba, Fatiha’da Allah kendisine ‘bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet’ diye dua etmemizi istiyor. Allah bu adamlara çok nimet vermiş. Bu adamlar, hemen bütün dünyada bizden zengin. Biz gelip bu ülkeye sığındık. Her türlü nimet bunlarda. Bunların gittiği yola mı sığınmalıyız?” manasında bir soru soruyor.
      Okullarda çocuklara yemek veriyorlar; yedirmiyoruz. Şeker veriyorlar, tattırmıyoruz. Aldi ve Lidl’da belki yüz çeşit şekerleme ve çukulata var; iki-üç çeşitiyle yetiniyoruz.
      Eğer onların şeriatları nesholmamış, kitapları din adamlarınca yalnız çeviri yönüyle bozulmuş ve onlar da Cennet’e gidecekse, sadece gençler değil, çocuklar ve orta yaşılıların da onlara uymasında ne mahsur var?

  3. Üşenmedim saydım, “Gölge yazar olarak gayrimüslimler cennete girecek diyen alimlerin görüşlerini maddeler halinde özetlemeye devam ediyorum” diye başladığınız yukarıdaki ve bir önceki yazınızda yaklaşık üç bin kelime var (1.’si 1442; 2.’si 1560).
    Bu görüşlerin kimler tarafından söylendiğini yazmanız, -belki- bu üç bine ancak 30 kelime ilave edecekken bunu yapmadınız.
    Çok ses getirecek ve ortalığı karşıtıracak konular olduğunu düşünemediğizi zannetmiyorum.
    20 yıldan çok üniversitede ders veren biri olaraki bu kadar önemli ve nazik bir konunun görüşlerini yazdığını ifade ettiğiniz alimlerin isimleri olmadan yazılmasını bilimsel bulmadığımı ifade etmeme izin veriniz…

    • Ufuk bey, bilimsellikten bahsettiniz.. Bilimsel olan, bilim insanlarından, zamandan ve mekandan bağımsız, doğrulanabilir ve yanlışlanabilir önermer barındırır. Mesela, 5 artı 7 eşittir 12 dir gibi. Acaba 12 sonucunu kim demiş, hangi matematikçi demiş diye doğruluğuna ve yanlışlığına bakılmaz, ilkelere bakılır. Ayrıca dün de, bugün de, yarın da sonuç 12 dir. Dahası Dünya da, Ay da, Mars da sonucu değişmez. Kutsalın dışındaki her beşeri fikir ve yorum için, Ahmet mi söyledi, X mi söyledi diyerek, fikre adres sorarak hareket edilmesi mantıken hatalıdır. Bu hatada ısrar zemini uzlaşmadan, vuruşmaya taşır. Saygılarımla..

      • Kaynak kisilere elbette bakilir. Özellikle de bir konu spekülasyona, manipülasyona aciksa. Nitekim bu sekilde yazdiginizda,
        1-Böyle bileri yoksa insanlari sanki böyle birileri varmis gibi düsünmeye sevk etme tehlikesi var.
        2-Böyle tek-tük ve toplumda karsiligi olmayan birileri varsa onlari etkin bir taraf olarak gösterme tehlikesi var.
        3- Böyle birileri cok olsa bile bunlarin hangi akimin temsilcisi oldugunu saklama tehlikesi var.
        Örnegin yazar bu düsünceler su Ankara Ekolünden birinin düsüncesi veya su Mutezile hocasinin düsüncesidir dese, coklari “cennete gidemezler” fikrinde sabit kalir.
        Yazar bunu yapmadigi gibi “ben gölge yazar teknigiyle yaziyorum” diyerekten okuyucuyu bilimsellik ayagiyla manipüle ediyor. Sonuc olarak caninin istedigi düsünceyi sözümona birilerine söyletiyor.

        • Aslan bey, 1- Böyle biri varki fikrini yazıyor. İnsan olmadan fikir nasıl olacak? Kendisi veya bir başkası, ne fark eder. Hala, fikre geçemedik. Acaba kim dediye takıldık. Oysa iyi insandan kötü söz, kötü insandan iyi söz çıkabilir. 2- ”Toplumdaki karşılık” derken hangi bir imtiyazlı çoğunluktan bahsettiğinizi yazar mısınız? 3- Bir seçkin, atanmış kutsal topluluk olsa da, diyerek 2. madde ile çelişkiye düştünüz. Bu seferde, ”akımına bakarız” kriteri geldi. Eee.. Bu önermelerinizin hepsi mantıken maalesef tutarlı değil.. Ben kim olduğumu değil, fikrimi yazıyorum buraya.. Saygılar..

          • Selim Bey, Aslan beyin yorumuna “mantıken tutarlı değil” yorumunuz hakkında…
            1) “İnsan olmadan fikir nasıl olacak?” demek ne demek? Yukarıda ‘Neden fikirleri yazıp sahiplerini yazmadın’ diyenlerin içinde, “bu fikirler kendi kendine oluştu” diyen mi var? “Bunları uyduruyorsun” diyen de çıkmadı. Ebette ki bunları diyen var ama neden bu isimler yazılmıyor?
            Bu fikirlerinin sahibinin “Kendisi veya bir başkası” olması, elbette ki fark eder. Eğer bu fikirler dediği gibi “gölgeliğini yaptığı alimlerin” düşünceleri olmasa, “gölge alim” durumundan, fikrin sorumluluğunu taşıyamayan, (haşa) yalancı durumuna düşer ki Ahmet hocam bundan uzaktır.
            “Fikre neden geçilmedi?” diye sormak da nedir? Birçok yorumcu fikirleri de eleştirmiş. Başta yazarın değini yapıp yorum için bitirmesini bekleyenler de vardır.
            “İyi insandan kötü söz, kötü insandan iyi söz çıkabilir” elbette. Dediğiniz gibi “…ebilir” yani ihtimal. Siz ve ben saçmalayabiliriz. Hocaefendinin bugüne kadar saçmalaması ihtimali siz ve benim saçmalama ihtimalimden daha azdır. Bu ise -normal aklın- kabul edeceği bir şey. Fikir sahibini hala sormayalım mı?
            2) Aslan beyin: “Böyle tek-tük ve toplumda karsiligi olmayan birileri varsa onlari etkin bir taraf olarak gösterme tehlikesi var” dediği ikinci önermesinde “imtiyazlı bir çoğunluktan bahsettiğini” nereden anladınız? Adam açıkça, gölgeliğini yaptığınız fikir sahipleri, kıyıda köşede kalmış, tek tük etkinliği olmayan insanlar ise onların fikirlerini yazının merkezi haline getirmek doğru değil anlamında fikrini belirtmiş; çok da güzel yapmış.
            3) “Bir seçkin, atanmış kutsal topluluk olsa da, diyerek 2. madde ile çelişkiye düştünüz” demişsin. Aslan beyin yorumu hemen üstte. Bir daha bakın bakalım. Dediğini iddia ettiğiniz “Bir seçkin, atanmış kutsal topluluk olsa da, diyerek” kısmı var mı? Yok, yani bu apaçık bir hata ya da düpedüz bir iftira. Bu hata veya iftira üzerine sanki kıvırmış gibi “bu sefer de akımına bakarız kriteri geldi” demeniz de mantıklı olmaz. Aslan beyin değerlendirmeleri açık ve mantıklı, sizinkinin durumunu da yukarıda yazdım.

            İlaveler yapayım: “Büyüklerin ödülden değil ama cezadan vazgeçmeleri şanındandır. Allah, büyüktür. Cennet’i verecek ama, Cehennem’de azap çekenlerin hepsini de bir süre sonra Cennetine alacaktır.”
            Al işte sana bu da bir fikir.
            Türkiye’de şeyh olduğu kabul edilen biri tarafından söylendiğini kendi kulaklarımla duydum (kelimeler farklı olabilir). Adama “Halidina fiha ebeda diyor” dedim. “Oradaki ebet de bir zamanı ifade ediyor” dedi. Hadi bu şahsi yaşadığım bir olay ve “o bir şeyhtir, alim değildir” de denilebilir. “Sen kimsin ki, ne önemin var? Sana nasıl inanabiliriz?” diye sorabilirsiniz ve bu bence doğru bir soru olur. Ama sadece bu şeyh değil, Ahmet Kurucan’ın bu ve benzeri görüşler ileri süren onlarca “alim” tanıdığını söyleyebilirim. Yani bunlar da İslam alimlerinden birilerinin görüşü ve elbette bu görüşün sahipleri de var. Zaten kendi kendine yazılması ihtimali de yok değil mi? Hem bakın bu görüş, yukarıdaki “Gayrimüslümler cennete girecek” başlığına da cuk oturuyor. Hem bu görüş sadece Hristiyan ve Yahudileri değil, daha geniş açılı, inanan-inanmayan bütün “salih amel işleyenleri” de kapsıyor; daha kapsamlı, daha kuşatıcı.
            Hadi ben Ahmet beyin yapmadığını yapıp isim de vereyim: Reşahât’ta Abdülgafur Lârî’nin hayatında büyüklerden bazısının da aynı İbni Teymiyye gibi kâfirlere cehennem azabının daimi olmadığına inandıkları geçiyor. Muhyidin-i Arabî hazretleri de Füsûs’da böyle diyor. https://www.ekrembugraekinci.com/question/?ID=1703
            Not: Yani Muhyidin-i Arabi de böyle düşünenlerin olduğundan bahsediyor. Yoksa o da aynı görüşte demek değildir.

            Sizin ve benim kim olduğumuzu yazıp yazmamamızı önemseyen çok insanın olduğunu düşünmüyorum.
            Saygılarımla…

          • Ali İnci bey, konuyu çok güzel detaylandirmissiniz. Tebrik ederim öncelikle. Bir seyhten duyduğunuzu bahsettiğiniz ebed ebed değildir ve günün biri gelecek ve tüm insanlar cennete gidecektir ifadelerini Elmalili Tefsirinde de bulabilirsiniz. Internette buna ulaşmak zor olabilir, lakin tefsirin kendisinden bizzat okumuştum vakti zamanında ve hafızam beni yaniltmiyorsa o tefsirde günün sonunda insanların tamamının yeniden Allah (CC) ile bütünleşeceği gibi ifadeler de vardı. Lakin bu ifadeler Elmalili’nin şahsi fikirleri kanaatleri değildi eğer doğru hatırlıyorsam, biraz da bu yazı dizisinde Ahmet Kurucan beyin yaptığına benzer şekilde en aykırı fikirleri dahi yazmış, irdelemisti müellif. O yıllarda metodoloji usul ve sistem hakkında bilgim olmadan bu satırları okuduğum için epey kafam da karışmıştı.

            Vahdeti vucud anlayışının eseri olan bu düşünceleri iyi irdelemek lazım. Zira düzgün yapılan bir analizin sonunda iyi bir noktaya ulaşılabilir lakin bu ihtimal acılı ve zorlu bir süreç barındırmakta. Günümüzde insanların hızlı denilebilecek bir şekilde dinden çıkıp deizm ateizm veya agnostizm gibi düşüncelere sürüklenmesinde, zihinleri idlal eden bu düşüncelerin de etkilerinin olduğu bir vakıadır.

            Benzer fabrikasyon düşünceler İbrahim Canan Hocanın Kutub-u Sitte toplamasinda da mevcuttu. Hatta orada paralel evrenlerin olduğu ve hepsinde de bizdeki insanların tamamen aynı karşılıklarının olduğu, aynı peygamberlerin olduğu lakin bizim evrendeki Rasulullah’in (sav) diğer tüm alemlerdeki paralel benzerlerinden de üstün olduğu ile ilgili uydurma bir hadis de vardı. Günümüz bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz bu şey vakti zamanında Zaman Gazetesi’nin verdiği Kutub-u Sitte’de Ibrahim Canan hoca tarafından incelenmiş irdelenmis uydurma bir hadise bile konu olmuş.

            Ilaveten aşağıdaki yorumlarda Şengül Dağdeviren hanımefendi de çok güzel noktalara değinmiş, ki kendisinin de belirttiği üzere sadece ufak bir kısmı. Vakti zamanında eski ve yeni ahidi okurken bu ifadeleri şaşkınlıkla okumuştum ve kitapların tahrifi karşısında nutkum tutulmuştu. Ismini taşıdığım Eyyub(as)’in (haşa) Allah(CC) ile kavgalarını dövüşlerini pazarlıklarını okurken aklım durmuştu. O kadar kötü bir imajı var ki Avrupa’da bu ismi insanlar çocuklarına vermiyorlar. Çok ama çok nadiren rastlanılan bir isim ve hiç de iyi çağrışımları yok. Bu noktada şunu da belirtmek lazım ki eski ve/veya yeni ahide inandıklarını beyan eden Yahudi ve Nasrani toplulukları İbrahim (as)’i sadece bir ata ve baba figürü, Süleyman (as)’i ise sadece bir kral olarak görüyorlar. Peygamber olduklarına inanmıyorlar. Bu detayın dahi bilincinde olmayan milyonların hatta belki de milyarlarca insanın olması da enteresan bir durum. Teolaglari, din adamları bile o kadar birbirinden kopuk o kadar kitaplarindan habersiz inanışlara sahipler ki biraz kulak verecek olsa insan şaşırıp kalıyor. Bu konuda karşılaştırmalı dinler alanıyla ilgilenen yazar ve araştırmacılara bakılabilir. Asıl garipsenmemesi gereken ise günümüzde eski ve yeni ahidi okuyan insanların neden akın akın dinlerinden çıktığı gerçeğidir, zira günümüz insanının akıl sınırlarını zorlayan ifadeler onları dinlerini terk etmeye sevk ediyor. Hristiyan veya Yahudi olduklarını söyleyenlerin ise birçoğu ya kitaplarından habersiz, okuma ihtiyacı bile duymuyorlar ve/veya sekuler tarzda dinlerine inanıyorlar. Bazıları ise kitaptan sadece dinlerinin temel unsuru olan Musa(as) veya İsa(as)’a odaklanıp diğerlerini görmezden gelerek (zira onları bağlamıyor diğerleri, her ne kadar biz peygamber olarak inansak da onlar için tarihi şahıslardan ibaret bazıları) iç çatışmalarını azaltmanın yolunu bulmuşlar.

            Hal böyleyken insanın işin doğrusuna aslına ulaşabilmesi ve yanlış yollara sapmaktan korunabilmesi için usul ve yöntem öğrenmesi aklının ve bilincinin farkına varması sınırlarını kavraması önem atfetmektedir. Olayları kronolojik sırasıyla ele almayı, neyi doğru neyi yanlış kabul edeceğini belirleyemezse insan çok farklı noktalara evrilebiliyor ki tarihteki binlerce bid’at, sapkın akım ve din yozlaşmaları insanoğlunun kendi akıl ve/veya hislerini temel dayanak noktası alarak, vahiy temelli ilahi kaynaktan uzaklaşması sonucu ortaya çıkmıştır. Insanoğlunun ayakları yere sağlam basmaz ise ve önce Kur’an ve Sünnet’e yönelmez ise yolunu şaşırıp İslam’dan çıkması çok da beklenmedik bir durum olmasa gerek.

            Üzerinde tartışılan cennete girme ve buna benzer konuların İslamin fetih sürecinde Bizans ve Pers topraklarındaki diger din ve ideolojilerin anlayış, fikir ve düşüncelerinin öğrenilemeye başlanması ile birlikte ortaya çıktığını tespit etmekte yarar var. Zira ilk ortaya çıkan akımlardan biri olan ve günümüze de etki eden Mutezile ile insanoğlu aklını her şeyden önce tutabilme yanılsamasına sahip olmuş. Bizanstan etkilenilen ruhbanlik ile (Yahudi ve Hristiyanlığın Arap Yarımadasında olmayan yorum ve anlayışları da buna dahil) Perslerden ve biraz daha sonraları Hintlerden etkilenilen sufilik vb kavramlar ile gelişip şekillenen bir tasavvuf müessesesi oluşmuş. Insanoğlunun zamanla gelişen bu anlayışları tarihsel süreci ile birlikte algoritmik bir şekilde ele alıp değerlendirmesi gerekir. Bu noktada denilebilir ki “Bu ilahiyatçılarin işi ben bunu nasıl yapayım, her insan bunu yapabilecek durumda değil”. Ilahiyatçı olmayan bir insan olarak şahsen buna hak versem de kendi adıma “Allah ile aldatılmak”tan korktuğum için [bu ifade Yaşar Nuri’ye ait değildir] şahsen elimden geldiğince kendim okuyup kemdim için anlamaya çalışıyorum. Birisi bu ifadelerimi de bencilce bulacak olursa “Keçeli ben bu Risaleleri nefsim için yazdım sen de okurken kendi nefsine yönelik oku” ifadesine yeniden bakmasını tavsiye ederim.

            Hal böyleyken insanoğlu eğer ben Müslümanim, Allah’a(CC) ve Rasulü’ne (sav) iman ettim diyorsa her şeyi dönüp dolaşıp Kur’an ve Sünnet’e bağlaması, her ifadeyi önce orada araması ve en temel dayanak olarak Kur’an ve Sünnet’i ele alması lazım ki sırat-ı müstakim üzerinde kalmak için sağlam bir kulpa yapışmış olsun.

            İsmet sıfatına sahip son insanın Rasulullah (sav) olduğunu unutup da sonraki devirdeki herhangi bir insana mutlak doğruluk atfetmek, insanı bir sürü “alim”e tabii olmaya ve hatta onları bazen farkında bile olmadan Rasulullah’ın (sav) önüne geçirmeye itebilir, kaldı ki Kur’an ve Sünnet’teki herhangi bir somut esasa açıktan muhalefet eden insanın değil alim müslüman bile olmasının mümkün olmadığını da unutmamak gerekir. Zira temel dayanaktan uzaklaşan bir insan, Abdülgafûr-i Lârî gibi farsli vahdetti vücutcunun evliya bir müslüman olduğuna inanıp İbn-i Teymiyye gibi bir insana kâfir diyebilir.

            Son olarak Dârimi’nin Müsned’inde sahih senetle bulunan şu hadisle konuyu kapatayim: Bize Atvan haber verdi, bize Hammâd b. Zeyd anlattı, bi­ze, Âsim b. Behdele, Ebu Vâil’den anlattı. Ebu Vâil, Abdullah b. Mes’ud’dan dedi ki: Rasulullah (sav) bir gün bize bir çizgi çizdi, sonra şöyle buyurdu: “İş­te bu, Allah’ın yoludur.”Daha sonra onun sağında bir takım çizgiler, solun­da da bir takım çizgiler çizdi. Sonra da şöyle buyurdu: “Bunlar da her biri­sinin başında ona çağıran bir şeytanın bulunduğu bir takım yollardır.” Son­ra da şu âyet-i kerimeyi okudu: “Şüphesizki bu, Benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun”(En’am 153)

        • Aslan bey 1- Böyle biri olmazsa, böyle bir fikir nasıl olacak? Ahmet veya Mehmet olmadan, Ahmetin veya Mehmetin fikri de olmaz. Siz kişiyi veya adedini arıyorsunuz. Oysa fikir ortada.. Varsa fikriniz veya eleştiriniz buyurun. 2- ”Toplumda Karşılık” kriteri, dinen veya bilimsel bir karşılık olamaz. 3- Bu bir önceki toplumsallık ile çelişkili.. Şimdide sayı bağlamaz diyerek, ”akımlara” bakalım, yani hangi mahalleden (mutezile, maturidi vs) bir söyle diyorsunuz. Fikre ne zaman sıra gelecek.. Saygılar..

      • Selim Bey bey, bu dediğiniz açıklama bütün ilimler için ve her zaman dilimi içinde geçerli midir?
        Evinize gelen doktorum diyen biri (ki sayın Kurucan da Phd. sahibi diye biliyorum) size bir şeyler tavsiye ediyor. Biliyorsunuz ki, doğruysa çok faydalanacaksınız, yanlışsa ölmekten beter olacaksınız. Ne yaparsınız? “Dur hele bir toplayayım, çarpayım, böleyim” deme imkanınız, bilginiz, beceriniz her zaman için olur mu? Her şeyi test edebilir misiniz? Yoksa, gideyim tıp okuyayım, labovatuarlada gerekli tetkikleri yapayım, sonra değerlendiririm” mi dersiniz.
        Tavsiyeyi veren doktorun güvenilirliği, tecrübesi sizin için önemli olmaz mı?
        Kurucan, eğer belli alimlerin yaptığı hesaplamalardan bahsediyorsa, bu hesaplamayı şu, diğerini şu yapmış dese (tabii ki gerekirse kendi imkanlarımız çerçevesinde Kurucan’ın aktardığının doğru olup olmadığına da bakıp) ona göre karar vermek daha doğru bir yaklaşım olmaz mı?
        İmam-ı Azam’ın ya da diğer mezhep imamlarının, Üstad’ın veya Hocaefendi’nin demesiyle, Yaşar Nuri Öztürk Hocanın ya da Mustafa Öztürk Hocanın demesi sizin için aynı değeri mi ifade eder?

        • Muhterem Ali Beyler,

          Öncelikle edebi nezaketiniz için teşekkür ederim.
          * Yazar, kendi tercihi ve iradi olarak fikrin sahipleri var ama yazmamayı seçiyorum diyor. Belki akademik bir köşe olmadığından olabilir. Bu durumda isimde ısrar yerine, fikrin doğru veya yanlışlığına cevap arayaya odaklanmak lazım diyorum. Yoksa fikrin sahibinin ismine lüzum yok, kesinlikle yazılmamalı demiyorum zaten.
          * Farklı fikirler, yani hak veya batıl ikiside yazılsın ki, hakkın değeri anlaşılsın. Her şey zıddıyla bilinir. Münafıkların, yalancıların isimleriyle değil, nifak ve yalan fikrin kendisiyle, bataklıkla meşgul olunmalı diyorum. Yorum yapanları, yorumcuyu arayanlara tercih edelim diyorum.
          * Değil tek-tük diyerek birkaç insanı, 1 kişi bile olsa, insanı ve onun fikrini önemseyelim diyorum. Hiç kimsenin akademik yorumu, küçümsenmez veya kutsanamaz anlamında yazdım, eksik ifade etmiş olabilirim ama iftira etmek gibi bir kastım yoktur. Ki, Üstad ve Hocaefendi kendi sözleri ve fikirleri de dahil bize, yorumların kıymeti hususunda, Kuran ve Sünnet’in ölçü ve kıstas olduğunu söyler.

          Hayırlı ramazanlar diliyorum. Saygılarımla..

      • Sizin bahsettiğiniz şey farklı bir şey. Bilimsellik demek aynı zamanda bahsettiğiniz akademik görüşleri kimler söylemiş diye referans vermektir. Tüm bilimsel makalelerde görüşlerini aldığın kişiler yazılır. Tabi ki bu köşe yazısı bir bilimsel makale değil ama hep akılcılığı ön planda tuttuğunu söyleyen bir yazar, başkalarının görüşlerini yazacağını belirttiği bir yazıda o görüşlerin kimler tarafından söylendiğini de yazması daha iyi olur. Böylelikle okuyan kişiler o görüşlerin sahiplerini de araştırır. Belki Sayın Kurucan o görüşleri yanlış aktarıyor ve referans verse de ben o kişilerin görüşlerine baksam bu yanlış aktarımı fark edip yazarı uyaracağım. Belki de biri bu görüşleri merak etti de onları ifade eden insanları araştırıp daha fazla bilgi edinmek istiyor. Her şeyi geçtim, akademik bir konuda verilen bilgileri kimlerin söylediğini belirtmek o söyleyenlere bir saygının gereğidir de. He ama eğer Sayın Kurucan bunları öyle işin uzmanlarından değil de kendi etrafından, eşten dosttan, tanıştığı sıradan insanlardan duymuşsa bilemem. O zaman tabi isim vermesine gerek olmaz ama en azından yine bunu belirtebilir.

    • Eger sizi egitim görevlisi olarak ciddiye alacaksa “cennete giremez diyenlerin ismini de vermedim” diyerek isin icinden cikacaktir. Bakiniz bir önceki yazisinda Müslümanla evli olup evince icki icen, domuz eti yiyen gayrimüslim bir kadin örnegini verdi, sonra hizini alamadi, bu kadinin terbiye verdigi Müslüman cocugunun kendisinden veya diger Hiristiyan akrabalarindan etkilenme ihtimaline isi getirdi ve bunu “o dönemde” diyerek zaman verecek sekilde yapti.
      “O dönem”de hangi Hristiyan kadin (sanki dini vecibeymis gibi) evinde Müslüman kocasinin ve Müslüman cocuklarinin yaninda domuz eti yemis, icki icmis, bunu kim aktarmis, bu bilgiyi bugün hatirlatan kim, yazar burda kimin gölge yazarligini yapiyor ara ki bulasin. Aramaya gerek de yok, cünkü böyle bir kadin olmadi. Fakat yazarimiz cok kurnaz, cünkü böyle bir kadinin olma ihtimali bugün var, cocuklarini etkileme ve Hristiyan yapma ihtimali büyük ve Avrupada bunlar yasaniyor, bugün babasi Türk oldugu halde Hristiyan ismi tasiyan tonla cocuk var.
      Iste bu hepimizin gözünden kacan ve önlem alinmasi gereken meseleyi bizden önce kimlerin gölge yazarligini yaptigini bilmedigimiz yazarimiz ele aliyor ve diyor ki: Olur böyle seyler!

  4. Ufuk bey’in yorumuna katiliyorum. Ben de yaklasik yirmi yildir ABD’de hem ders verdim hem de cok sayida akademik ortamlarde bulundum. Hangi konuda yazarsaniz yaziniz, eger kendinizin ortaya koydugu fikir degilse kaynagini belirtmeniz gerekiyor. Aksi takdirde, kahvehane ortamlarinda veya sokaktaki tartismalardan bir farkiniz kalmiyor. Bir fikir ortaya konulurken, fikri ortaya atanin da bilinmesi gerekiyor. Bildigim kadariyla Islami ilimlerde bu konu daha hassas tutulmustur. (Bkz. Buhari’nin bazi hadisleri ravilere bakarak kitabina koymamasi gibi.)

    • Fikri ortaya atanin etkinlik alani da önemli. Sayet cennete gitmenin önünü bu sekilde acanlar deginmeye bu kadar degemyecek kadar cok uc, marjinal, herhangi bir tabani olmayan biri veya birileri ise o zaman da problem.

  5. Ahmet hoca, size değil ama gölgeliğini yaptıklarınızın gerçeğinin “8 milyar insanın 1,5 milyarı Müslüman. Hepsi cennete bile gitse -eğer diğerleri cehenneme gidecekse- 6,5 milyar cehenneme mi gidecek? Rahmetim her şeyi kaplamıştır” (7/156), “Rahmetim gazabımı geçmiştir” (Buhari, Tevhid, 55) ayet ve hadislerinde anlatılan gerçeği nereye koyacağız? Sorularına “Cehenneme kaç kişiyi atarsa (haşa) Rahman’ın rahmetini inkar edersiniz” sorusuyla karşılık versek ayıp olur mu?
    Mesela şimdikilerin bir milyarını yakarsa, (haşa) az mı çok mu olur?
    Şeytanın yaratılış hikmetlerini açıklarken, hurma çekirdeği-yağmur, tavus kuşu-tavus yumurtası örneğini verip “ehemmiyet kemiyette değil keyfiyette” demiyor muyduk? Yanlış mı söylüyorduk?

  6. Şu bir şükür sebebi ki, Ahmet Kurucan beyin yazdığı bu yazilardaki çok büyük somut hataları gören ve bunlara ayrı ayrı, farklı noktalarından dikkat çeken insanlar var.
    Şu da bir buğz sebebi ki Ahmet Bey kaynaklarından yoksun bir şekilde bu kadar marjinal ve kabul edilmesi ihtimal dahilinde bile olmayan ifadeleri Ramazan ayının son on günü gibi bir dönemde dahi yazmaktan hicap etmiyor. Yazık, çok yazık. Veyl olsun.

    • Dediğiniz gerçekten güzel.
      Gerçi Ahmet Kurucan hocanın bundan önceki benzeri görüşlerinden ötürü, Prof. Dr. Ayhan Tekineş hocanın da Sacit Arvasi hocanın da yorumlar yaptığını biliyoruz.

  7. Teoloji bilgim akademik düzeyde olmamakla birlikte Ahmet Kurucan Bey in makalelerini cok ufuk acıcı bulmaktayim. Ahir zamanda Islam-Hiristiyan imtizacı, Hz Isa’nin kendi cemaati ile Islam cemaati arasinda köprü olması, Hiristiyanlarin kendi seriatleriyle amel edip Hz Peygamberimizi de tanıması gibi hususlar aksi halde ne ile açıklanacak?

    • Soru güzel.
      Konuyla ilgili dini bilginizin akademik düzeyde olmadığını söyleyerek başlamanız da güzel.
      Ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğine ait bilgimizin olmadığı (Hrıstiyanların hem İslama tabi olup olup hem de kendi şeriatlarıyla amel edeceklerini kabul ettiniz mi?) geleceğe ait bir konuyu, olmayan dini bilgimizle “demek ki böyle olacak” şeklinde gerçekleşeceğini varsaymak doğru olur mu?
      Sizce,
      “Allah birdir, Hz. Muhammed (SAV) Allah’ın rasulüdür” diye iman etmek ve
      Suat Yıldırım hocamızın mealindeki, “Allah, Meryem’in oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır” (Maide 17) şeklinde iman etmek ile “Allah üç uknumdan biridir” diyenler de kâfir olurlar. Halbuki bir tek İlahtan başka ilah yoktur. Eğer bu batıl iddialarından vazgeçmezlerse içlerinden kâfir kalanlara mutlaka can yakıcı bir azap dokunacaktır. (Miade 171) şeklindeki ayet meali
      aynı kalpte yer bulabilir mi?

    • Zann ile açıklanmaması gerekir herhalde değil mi? Insanoğlu biz bilemeyiz Allah(CC) bilir de diyebilmelidir değil mi? İslam’ın temel esaslarından (gaybı sadece Allah’ın(cc) bileceği gibi) uzak olan bir insan hangi esaslara göre mümin olduğunu ifade edebilir ki? Insanoğlu her şeyi “bi-le-mez”. Ama sınırlarını bilse kendisi için çok iyi bir şey yapmış olur. Ahmet Bey’in bu yazıları zihinleri idlal etmekten başka hiçbir sonuç doğurmuyor. Varsa faydalı bir sonuç ispat etsin birisi deliliyle birlikte lütfen.

  8. Hocaefendi’den dini emirlere gösterilmesi gereken hassasiyet adına bazı ikazlar:

    Başkalarına karşı tolerans gösterilecek diye kat’iyen dindeki usûlden fedakârlıkta bulunulamaz, dinin farzları, vacipleri terk edilemez ve sünnetlerine dokunulamaz.(Kendi Ruhumuzu Ararken)

    Bazıları sistemin getirmiş olduğu zorluklara bakarak, İslâm’dan taviz verme veya nasslarda tekellüflü tevillere gitme yoluyla değişik cevaz kapıları aralıyorlar. Bunlar bilmiyorlar ki, böyle yapmakla ciddî bir hata işliyorlar.

    Çünkü, herkes içinde yaşadığı devre göre, İslâm’dan taviz verirse, ortada ne din kalır, ne de iman. Sonra, bu sistemin getirmiş olduğu problemlere çözüm İslâm’da aranmaz ki! Neden?.. Zira, problem İslâm’dan kaynaklanmıyor. O halde çözüm de İslâmî esaslar içinde aranamaz..(FF1)

    Şimdi millette bir hastalık var; her şeyin kolayına fetva veriyorlar. “Zorlaştırmayınız!” hadisini yanlış anlıyorlar. Oysaki, zamanımızda değerler altüst olmuş, doğruyla yanlış birbirine karışmış. Şimdi bu hayat tarzının getirdiği arızalardan dolayı, dinin rükünlerinden taviz mi vereceğiz? (FF2)

    Yahudilere bakın, yaz-kış demeden çok küçük yaşlarda çocuklarını alıp her Cumartesi adeta merasime götürür gibi sinagoga götürüyorlar. Biz ise bunu ancak bayramdan bayrama yapıyoruz. Onlar dinî giyim-kuşam tarzlarından da hiç taviz vermiyorlar.

    Uçak yolculukları dahil caiz damgası olmayan yiyecekleri yemiyorlar. Kendi değerlerine olan ihlas ve samimiyetlerinden dolayı da Allah bu dünyada onları mükafatlandırıyor. Bizde ise maalesef bu ölçüde bir ciddiyet yok. Oldukça zayıfız bu konularda.

    Bir ürkeklik, bir çekingenlik var. Halbuki dinimizi değişik surlarla tahkimat altına alıp korumamız gerekir. Farzlar, vacibler, sünnetler, müstehablar, menduplar bu hususta iç ve dış sur hükmündedir. Mecbur olmadıktan sonra katiyen taviz verilmemeli, dinî değerleri koruma ve yaşama konusunda çok ciddi ve kararlı olunmalıdır. Burada Abdullah b. Mübarek’in bir sözünü hatırlatmak isterim; “Edepli davranmakta gevşeklik gösteren kimse sünnetlerden mahrumiyet ile cezalandırılır.

    Sünnetleri edada gevşeklik gösteren kimse bir gün gelir farzlardan mahrum bırakılır. Farzlarda gevşeklik gösteren kimsenin akıbeti ise marifetten mahrum kalmaktır.”(Sohbet-i Canan)

    İnsanlarla beraber ve onlarla içli-dışlı yaşamanın, mü’min açısından birtakım olumsuz sonuçlar doğuracağı düşünülebilir. Oysa mü’minin böylesi insanlarla iç içe olma mevzuunda, kendi dinî değerlerinden taviz verme adına bir endişesi olmamalıdır.

    Çünkü, hiç kimse, Allah ile irtibatı olan insana, olumsuz bir şey bulaştıramaz ve bulaştıramamalıdır da. Bence herkes kendini tam bir murâkabe altında bulundurmalı, nefsinden çok korkmalı ve kendi dininin yenilmez, sarsılmaz gücüne de inanmalıdır.

    Hiçbir mü’minin, İslâm’ın, Efendimiz’in ve Kur’ân’ın yeterliliğinden bir şüphesi yoktur ve olmamalıdır da. “Acaba bize bir şey bulaştırırlar mı?” diye korkanlar, ancak kendi dinamiklerinden şüphesi olanlardır. (Yol Mülahazaları)

    Çağın önemli bir mütefekkirlerinden acı bir itirafı vardır.”Biz iman ve İslâm adına değişik şeylere teşebbüs ettik, ama yanılmışız. Bu milletin öncelikle imana ihtiyacı varmış…” der. Evet, insanların ne ile karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, her şeye rağmen dinlerinden dönmeyecek kadar sağlam bir inanca, ahireti dünya yamaçlarında geziyor gibi görmeye ve her gün bu yakîni daha da artırıp katlamaya, dininden taviz verip bozgunculuk yapmayacak kadar bu mevzuda metanete ihtiyaçları var. (Kendi İklimimiz)

    *Kaynak:
    https://twitter.com/fatihkumas4/status/1646977461916426240?s=20

    • Evet dogru. 1- Erkam bin Erkam evlerinden birtürlü cikamadik (ilk basta dogru olan bu yanlis anlasilmasin, 60 li, 70 li, 80 li, 90li yillarda)
      2- Sanki disariya pogram yapilirken karsi tarafa „uygun olma „ hale getirme sendromu var. Yeme icirme ayri. Asien bunlari artik. Kimse bunu istemiyor artik. Yok ne güzel pogram olmus vs.Teblig önemli, insanlarda bunu istiyor yoksa güzel olan 1001 pogram, davet … var disarda.
      3- Bazi ülkerde o ülkeye göre kendi kendimizi sinirlandirma var. Adamin yanlisini bile söyleyecdksin. Din özgürlügü ise herkese DIN özgürlügü.

      Müslüman nerde olursa olsun, Kati rejimlerde ilk basta tedbir yapabilir o ayri, aciktan, öcü misali saklanarak, gizli saklisi olmadan, bütün insanlara güzelliklerini göstererek ( riya degil) kabul ettirmeli ve imrenilecek uhuvvet-ihlas herkese anca böyle sirayet eder.

      Örnek:
      Iranda basörtüsüz gezmek ne kadar yanlissa, Almanyada Anayasa mahkemesinin bile okulda ögretmenlik yapma hakim olmak … icin karar vermesi gerektigi o kadar yanlis. Buna Anayasa Mahkemesi karar verecek.

  9. Aslan bey 1- Böyle biri olmazsa, böyle bir fikir nasıl olacak? Ahmet veya Mehmet olmadan, Ahmetin veya Mehmetin fikri de olmaz. Siz kişiyi veya adedini arıyorsunuz. Oysa fikir ortada.. Varsa fikriniz veya eleştiriniz buyurun. 2- ”Toplumda Karşılık” kriteri, dinen veya bilimsel bir karşılık olamaz. 3- Bu bir önceki toplumsallık ile çelişkili.. Şimdide sayı bağlamaz diyerek, ”akımlara” bakalım, yani hangi mahalleden (mutezile, maturidi vs) bir söyle diyorsunuz. Fikre ne zaman sıra gelecek.. Saygılar..

  10. Ahmet abi, ilminizin ve cesaretinizin hayranıyım…
    1) Yukarıda yazdığınız görüşleri “alimlerin görüşleri” diye verdiğinize göre, bu görüş sahiplerinin alim olduğunu tasdik ediyorsunuz şeklinde anlıyoruz. Doğru mudur?
    2) Konu, İslam’la ilgili fıkhi bir konu olduğuna ve bahsettiğiniz alimlerin de İslam alimi olmadığını söylemediğinize göre, “İslam alimleri demişler” şeklinde anlıyoruz. Haklı mıyız?
    3) “Tahrif, hidayet ve nur kaynağı olarak gösterilen Tevrat veya İncil’in metninde değil, din adamlarının, ruhban sınıfının bu metinler üzerinde yapmış oldukları yorumlarda ve çok anlamlı kelimelerde ayetteki maksadın dışına çıkartacak tercihlerdedir” diyen “İslam alimleri” olduğuna ve bu anlatıma -yazınızdaki diğer konteks bağlamına- göre Kur’an’ın hidayet ve nur kaynağı olarak gösterdiği “bugünkü” Tevrat ve İncil’deki bütün bilgiler de doğru mudur?
    4) Yani Hz. Nuh (AS) ile ilgili Genesis 9/21’de anlatılan “Şarap içip sarhoş oldu, çadırının içinde çırılçıplak uzandı” hadisesi aslında temelde doğru ama ifadeleri mi değiştirilmiş? Nasıl anlamalıyız?
    5) Yine Hz. Süleyman’ın (AS) Eski Ahit’te Süleyman’ın öyküsü 1. Krallar kitabı 3’te bahsedilen “Süleyman’ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı. Karıları, onu yolundan saptırdılar” bilgisi doğru mudur? Yoksa çeviri hatası mı?
    6)) Ya da Genesis 19/30-36’da Lut (AS) ile ilgili bahsolunan: “Lut Soar’da kalmaktan korkuyordu. Bu yüzden iki kızıyla kentten ayrılarak dağa yerleşti, onlarla birlikte bir mağarada yaşamaya başladı. Büyük kızı küçüğüne, “Babamız yaşlı” dedi, “Dünya geleneklerine uygun biçimde burada bizimle yatabilecek bir erkek yok. Gel, babamıza şarap içirelim, soyumuzu yaşatmak için onunla yatalım.” O gece babalarına şarap içirdiler. Büyük kız gidip babasıyla yattı. Ancak Lut yatıp kalktığının farkında değildi. Ertesi gün büyük kız küçüğüne, “Dün gece babamla yattım” dedi, “Bu gece de ona şarap içirelim. Soyumuzu yaşatmak için sen de onunla yat.” O gece de babalarına şarap içirdiler ve küçük kız babasıyla yattı. Ama Lut yatıp kalktığının farkında değildi” Böylece Lut’un iki kızı da öz babalarından hamile kaldılar” bilgileri doğru olabilir mi? Yoksa metni tahrif olunmamış, bir hidayet ve nur kaynağı olan Tevrat’ın yanlış çevirisi mi?
    7) Ya da Hz. Davut (AS) ile ilgili 2. Samuel 11’in hemen başındaki 2. cümlede bahsolunan: “Bir akşamüstü Davut yatağından kalktı, sarayın damına çıkıp gezinmeye başladı. Damdan yıkanan bir kadın gördü. Kadın çok güzeldi. Davut onun kim olduğunu öğrenmek için birini gönderdi. Adam, “Kadın Eliam’ın kızı Hititli Uriya’nın karısı Bat-Şeva’dır” dedi. Davut kadını getirmeleri için ulaklar gönderdi. Kadın Davut’un yanına geldi. Davut aybaşı kirliliğinden yeni arınmış olan kadınla yattı. Sonra kadın evine döndü. Gebe kalan kadın Davut’a, “Gebe kaldım” diye haber gönderdi” bilgisi ve biraz ardından, kadının kocası Uriya’nın komutanına bir mektup yazdığını söyleyen 14 ve 15. cümlelerdeki “Sabahleyin Davut Yoav’a bir mektup yazıp Uriya aracılığıyla gönderdi. Mektupta şöyle yazdı: “Uriya’yı savaşın en şiddetli olduğu cepheye yerleştir ve yanından çekil ki, vurulup ölsün” bilgileri metin olarak doğru ve yalnız meal olarak mı değiştirilmiştir?
    8) Bu yorum için yaklaşık internetin yardımı ve bir saatlik bir araştırmayla aklıma gelenlerden 20 kadar linkten yararlanarak yazdığım bu yorum dışında, peygamberlerin yalanları, zulümleri, hileleri, aldatmaları, aldanmaları, fahişelerle yatmaları vb. hemen aklıma gelenlerle ilgili daha fazla araştırma yapma gereği hissetmedim sen zaten biliyorsundur.
    9) Birileri “Ahmet hocamız gibi, Büyüğümüzün yetiştirdiğini, alim-molla abimiz, İslam alimlerinin görüşleri dediği yerde, tasdik ve tahrif farkını da izah buyurarak konuyu böyle ele aldığına göre, doğru olabilir” diye düşünmeden önce, sizin son değerlendirme yazınızı mı beklesin? Bunları sonra mı düşünsün?
    10) Şeytan da vesvese vermek için sizin yazı serinizi bitirmenizi bekler mi abi? O da bayramda da bayram arası verip “tamamlamadan vesvese vermek yiğitliğe sığmaz” diye mi düşünür?
    Saygılarımla abi…

  11. İnşallah, Ahmet Kurucan hoca, dediği gibi hakka ve doğruya ulaştıracak delilleri hakkıyla görür.
    İnşallah, takipçilerinin kafa karışıklığı içinde haktan sapmasına, batıla tafrafgirliğine neden olmaz.

  12. Rhein nehrinin kenarında,
    giden bir trendeyim.
    Ahmet abinin yukarıdaki yazısını okuyorum.
    Aklıma takılan soru: “Madem Hristiyan, Yahudi değil ateist, deist, agnostik bile iyilik yaparsa Cennete girecekmiş. Etrafımda nehir gibi kızlar var.
    Onlarla da olsam, iyiliğimi de yapsam, cennete de gitsem…”
    Sonra, “Tövbe tövbe estağfurullah diyorum. Mübarek Ramazan günü.
    Aklımda deli deli sorular. Sen aklıma ve kalbime mukayyet ol Allah’ım”

  13. Kabul gören Alimlerden onlarca birbirine zıt hükümler var. Ahmet Kurucan eminimki İmamı Azam dan dan İmamı hanifi dende Maturidi mshebinin kurucularından da daha fazla ilmi ve elinin altında kayankları bir de goog le var. İmamımı azamın doğru düzgün kitapları bile yoktu. Eski imamları kaynak göstermesinin sebebi bana kalırsa gelenekçileri az biraz ikna etmesi içindir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin