YORUM | AHMET KURUCAN
Batı ülkelerindeki ya da daha genel bir isimlendirme ile gayrimüslimlerin çoğunluklu olduğu ülkelerdeki yaşayan Müslümanlar için Cuma namazının farz olup olmadığı konusuna başlamıştık. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.
İlk yazımda çok geniş bir şekilde meseleyi ele alacağımızı söylemiş ve Cuma Namazının tarihi serüvenine farz kılınması ele alarak konuya girmiştik. O temel üzerinden hareket edecek olursak, ilk Cuma namazını kim kıldırmıştır? Bugünkü manasıyla elbette ve elbette Allah Resulü (sas) kıldırmıştır. Sadece ilk değil; hayat-ı seniyyeleri boyunca, seferde veya hazarda, başka bir ifadeyle kendisinin hazır bulunduğu her yerde ve her zamanda Efendimiz kıldırmıştır.
MEDİNE ŞEHİR PLANI VE İMAMLAR
Medine şehir tarihinden öğrendiğimiz kadarıyla Efendimizin sağlığında Mescid-i Nebi’nin bulunduğu yer merkez olarak kabul edecek olursak Medine’de yaklaşık 9 veya daha fazla mahalle vardır. Bugün de varlığını devam ettiren Kûba bunlardan sadece birisidir. Hz. Ömer “Avali” denilen Medine’nin yukarı kısmına düşen bir mahalde oturuyordu. Mısır’dan Hz. Peygamber’e (sas) gönderilen cariye Hz. Mariye de yine Avali’de Beni Nadir kabilesinden kalan hurma bahçeleri ile muhat bir mahalde yaşamaktaydı. Beni Nadir, Beni Kureyza ve Beni Kaynuka Yahudilerinin yaşadığı ayrı mahalleler vardı. Sakife pazarı kurulmadan önce Nabati adı verilen ve genelde Yahudi’lerin hâkim olduğu pazar yerinin olduğunu da biliyoruz. Yine tarihi kayıtlara göre her mahallenin mescit olarak tespit ettikleri bir mekânı vardır ve halk vakit namazlarını buralarda kılmaktadır. Kimi kaynaklar Medine içinde vakit namazları kılınan mescit sayısını 17’ye kadar çıkartmaktadır. Taif, Yemame, Ben-i Mustalık vb. olmak üzere sayıları Medine içindeki kadar olmasa da Medine dışında da mescitler vardır.
Hz. Peygamber (sas) bu mescitlere detaylarının hadis ve siyer kitaplarında görülebileceği belli şartlara haiz insanları imam olarak görevlendirmiştir. İmam derken, bugünkü manasıyla devlet görevlisi, yaptığı işe karşılık maaş alan değil, cemaatin önüne geçip imamlık yapmaya layık olan kişi manasını kastediyoruz. Nitekim fıkıh alimleri bu kişilerin ortak özelliklerinden hareketle imamda bulunması gerekli olarak şartları belirlemişlerdir.
CUMA NAMAZINI KİM KILDIRIR?
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu bilgilerin Cuma namazı ile alakası nedir diyecek olursanız; Allah Resulünün (sas) sağlığında bildiğimiz kadarıyla Medine içinde yer alan mescitlerin hiçbirinde Cuma namazı kılınmamıştır. Cuma kılmak için herkes uzak-yakın demeden akın akın Mescid-i Nebi’ye gelmiş ve namazlarını Efendimizin arkasında kılmışlardır.
Efendimizin vefatından sonra da devletin başına en üst düzey yönetici olarak seçilen Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali kıldırmıştır. Dolayısıyla Cuma namazını yaşanan şehrin en büyük camisinde devlet başkanının kıldırması bir gelenek haline gelmiştir. Nitekim fıkıh kitaplarından Cuma namazının sıhhat şartları arasında fiili durum ve bu fiili durumun gelenek haline almasından hareketle ‘Cuma namazlarını devlet başkanları kıldırır’ hükmü verilmiştir. İlerleyen dönemlerde şehirlerin büyümesi, bir tek caminin şehir ahalisini almaması, yeni yerleşim yerlerinin merkeze uzak dolayısıyla Cuma namazı için şehre inme şartının koşulmasının hayatın tabii akışına muhalif biçimde ümmet-i Muhammedi zorlayıcı bir şart olması hasebiyle fukaha bu şartı yumuşatmış ve ‘Devlet başkanının temsilcileri veya onun/onların izin verdiği insanlar Cuma kıldırabilir’ demişlerdir ki bu, şehirlerde valiler, şehirlere uzak yerleşim birimlerinde ise valinin onay verdiği liyakatli kişiler olmuştur.
‘SİYASİ’ BİR NAMAZA DÖNÜŞEN CUMA
Yukarıda Cuma namazını kim kıldırır sorusuna cevap sadedinde belirlediğimiz bu çerçeve, hutbelerde ele alınan konuları da içine katarak söyleyecek olursak Cuma’yı tabiri caizse “siyasi bir namaz” diyebileceğimiz, devlet otoritesini zımnen tanımayı da içine alan bir mahiyete büründürmüştür. Siyasi namaz yerine siyasi manası daha belirgin ve daha ağırlıklı olan namaz da denilebilir. Bunun en önemli göstergelerinden biri hiç şüphesiz bazı fıkıh kitaplarında “Bir camide iki defa Cuma kılınmaz” içtihadıdır ki bunun altında yatan temel sebep bahsini ettiğimiz siyasi anlamdır. Aslında şu ya da bu sebeple Cuma’ya yetişememiş insanlar ikindiye kadar devam eden Cuma vakti içinde kendi aralarında cemaat olarak Cuma’yı kılabilirler. Ama bu, o dönemin şartlarında “Siyasi otoriteyi ret anlamı taşır veya ona kapı aralar” düşüncesiyle kabul edilmemiştir. Böyle bir durumla karşılaşan insanlar ne yapacak denirse, fukahanın genel kanaati Cuma yerine günün öğle namazını kılınmasıdır. Hatta “O vakit namazı ferden ferda kılınmalı, cemaatle kılınmamalıdır” diyen fukaha bile vardır ki bugünden düne baktığımızda anlam vermekte zorlandığımız görüşlerdir bunlar. Fakat bu görüşler iktidar savaşlarının çok şiddetli ve kanlı bir biçimde yaşandığı o şartlarda anlaşılabilir şeylerdir.
Cuma hutbelerinde halifelerin, sultanların isimlerinin okunması, onlara dua edilmesi ve bazı yörelerde valinin veya onay verdiği kişinin elinde kılıç ile hutbe okumasını da aynı çerçevede değerlendirmek lazımdır. Yoksa Cuma hutbesinde illa devlet başkanının adının zikredilmesinin ya da devletin hukuki gücünü, hukuka uyulmadığı takdirde yaptırım uygulamasını temsil eden kılıcın hutbede ne işi olabilir? İşte bütün bunlardan dolayı Cuma namazı Efendimiz döneminde hiç olmadığı şekliyle siyasi boyut kazanmıştır. Cuma namazına siyasi anlamı daha ağırlıklı diyenler bu açılardan haklıdır.
Bu yaklaşıma destek verecek bir başka unsur ise Cuma hutbeleri konularıdır.
Kaldığımız yerden devam edeceğiz nasipse.