YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Türk modernleşmesinde önemli bir yeri olan Ali Suavi hem vaiz hem de öğretmen olarak eser ve yazılarında sonraki dönemlerde uygulanacak pek çok fikri ortaya koymuştu. Bunlar arasında laiklik, cumhuriyet, Latin harflerinin kabulü, hutbelerin Türkçeleştirilmesi gibi düşünceler yer almaktaydı.
Suavi, 1878’de V. Murat’ı tahta yeniden çıkarmak amacıyla Çırağan Vak’asını organize etmişti. Bu olay Abdülhamit’in yüksek duvarlarla çevrili Yıldız Sarayı’na kapanması ve daha da otoriter bir rejim kurmasının nedenlerinden birisi olacaktır.
VAİZ VE ÖĞRETMEN
“Ateşli ihtilalci”, “sarıklı ihtilalci” ve “Baş Veren İnkılâpçı” olarak tanımlanan Ali Suavi, sadece bir fikir adamı olmakla kalmamış, aksiyon yönüyle de öne çıkmıştır.
1838’de İstanbul’da dünyaya gelen Suavi, dönemin birçok aydınının aksine halkın içinden bir kişidir. Kendi ifadesine göre babası Hüseyin Ağa, kağıtçılıkla geçimini sağlayan “fakir ama dürüst” birisiydi.
Devrinin aydınlarının tersine ancak rüştiye bitirebilmiş, düzenli bir medrese eğitimi almamış, onun dini eğitimi memuriyet görevinin yanında cami derslerine devam etmek şeklinde gerçekleşmiştir.
Bir süre sonra Bursa’ya rüştiye öğretmeni olarak tayin edilmişse de bu görevi “ölçüsüz davranışları yüzünden” uzun sürmedi. Bu dönemde “Küçük Hoca” olarak tanınan Suavi on sekiz yirmi yaşlarında iken hacca gitmiştir.
Maarif Nazırı Sami Paşa’nın aracılığıyla Rumeli’deki memuriyet, sonrasında İstanbul’a dönen Suavi, Paşa’nın vasıtasıyla bir taraftan paşa konaklarına devam ederken diğer taraftan da Şehzade Camii’nde vaaz veriyordu.
“İyi hatipliği” ve dini konuların yanında siyasi konulara da değinmesi nedeniyle halkı etkilediği gibi “muhaddis” olarak tanındı ve şöhreti bütün İstanbul’a yayıldı. Vaazlarında cemaat camiye sığmıyor, Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa bile vaazlarını takip ediyordu.
Suavi, Avrupa hayatı hariç başındaki “her zaman temiz” sarığıyla özdeşleşecek hatta yanında yedek temiz bir sarık daha taşıyacaktır.
AVRUPA SÜRGÜNÜ
Ali Suavi’nin kariyeri, Filip Efendi tarafından çıkarılan Muhbir gazetesinin yazarları arasında yer almasıyla gazeteci olarak devam etti. Ancak gazetedeki yazılarında Tanzimat ricalini, Belgrat’ın teslimini ve Mısır’ın statüsünü tenkit eden yazılar kaleme alınca Kastamonu’ya sürüldü.
Kastamonu sürgününden kaçan Suavi’nin yeni durağı Yeni Osmanlıları finanse eden Mustafa Fazıl Paşa’nın desteğiyle Avrupa oldu. Önce Paris sonra da Londra’ya giden Suavi, burada Muhbir’i yayınlamaya başladıysa da “geçimsiz davranışları ve babasından devraldığı isyancı ruhu nedeniyle” Ziya Paşa, Namık Kemal gibi Genç Osmanlılarla arası açıldı. Suavi bu sırada bir İngiliz kadınla evlendi.
Fazıl Paşa ve Genç Osmanlıların Abdülaziz’le anlaşarak İstanbul’a dönmeleri üzerine Fransa’ya geçen Suavi, burada politik konular yerine ilmi konuları ele aldığı “Ulum” gazetesini yayınladı.
Ne yazık ki Suavi’nin Genç Osmanlılarla irtibatının olmadığı, İstanbul’a dönünceye kadar geçen bu altı yedi yıllık hayatı bir sır olarak kalmış, kimlerle diyalog kurduğu ve nasıl geçindiği gibi hususlar aydınlatılamamıştır.
Avrupa hayatı ona Arapça ve Farsçanın yanına Fransızca ve İngilizceyi eklemesini sağlamış, böylece batı kaynaklarına doğrudan ulaşma imkânı etmiştir.
BEŞ YÜZ KİŞİYLE DARBE
Abdülhamit’in izniyle İstanbul’a dönen Ali Suavi, padişahın güvenini kazanmış olacak ki önce kurulması planlanan Tercüme Heyeti’ne, bu olmayınca da Mekteb-i Sultani (Galatasaray Mektebi) müdürlüğüne tayin edildi. Bu sırada Ayasofya’da vaaz veren Suavi’nin kendisini övdüğü bir vaazı, padişah, Hünkâr Mahfilinden dinlemişti.
Mekteb-i Sultani’nin ilk Müslüman müdürü olan Suavi’nin bu görevi de uzun sürmedi. Azlinin nedenleri olarak; yaptığı ıslahatlarla okulda disiplinin bozulması, İngiliz elçinin görevden alınmasını istemesi ve İngiliz eşiyle birlikte okulda kalmasından dolayı çıkan dedikodular gösterilmektedir.
Sürekli yükselmek isteyen fakat bir türlü önemli bir makama gelemeyen Suavi, bundan sonra yeniden Genç Osmanlılara yaklaşarak Abdülhamit’e muhalif oldu. Artık amacı, doksan üç günlük bir hükümdarlıktan sonra tahtan indirilen V. Murat’ı yeniden tahta çıkarmaktı.
Bu amaçla harekete geçen Suavi, Şemsipaşa’daki yalısında toplantılar yapmaya başladı. Bir taraftan da taraftarları vasıtasıyla cami ve medreselerde Abdülhamit aleyhinde propaganda yaptırıyordu. Hatta bu suçlamalarla Fatih ve Ayasofya medreselerinden iki öğrenci tutuklandılar. Ardından da iki kişiyle birlikte Suavi’nin de soruşturulmasına karar verildiyse de sonradan bu karar geri alındı.
Bu gelişmeler, onun faaliyetlerinin takip edildiğinin de ispatıdır. Muhtemelen takipten vazgeçilmesi, Suavi’nin daha rahat hareket etmesini ve planını uygulamasını sağlamıştır.
Ali Suavi bundan sonra Osmanlı-Rus Harbi nedeniyle İstanbul’a gelen Rumeli muhacirlerini “Kırcaali’deki Müslüman halka yardım etme” bahanesiyle örgütlemiş ve onları padişahın “ihsan ve atiyyelerini almak üzere” V. Murat’ın gözetim altında tutulduğu Çırağan Sarayı önüne davet etmişti.
Bu sırada Rus ordusu İstanbul’a kadar geldiğinden halkta büyük bir memnuniyetsizlik vardı. Suavi bunu çok iyi değerlendirmiş hatta Basiret gazetesinde yayınladığı bir ilan vasıtasıyla planlandığı darbe için taraftarlarına işaret vermişti.
20 Mayıs 1878 günü Suavi’nin organize ettiği muhacirlerin bir kısmı Çırağan Sarayı yakınındaki Mecidiye Camii’nde toplandı. Diğer kısmı da Kuzguncuk’tan mavnalarla Çırağan rıhtımına çıktı. Ali Suavi’nin başında bulunduğu bir grup saray içine girerek V. Murat’ın bulunduğu yere ulaştı.
Olay sonrasındaki ifadelerden Ali Suavi’nin saray içinden bazı görevlilerle de iş birliği yaptığı anlaşılmaktadır. Bu organizasyonda Murat’ın annesi Şevkefza Kadın’ın parmağı vardı ve eski padişah darbeden haberdar olduğundan elbiselerini giymiş durumdaydı.
Murat’ın sağ koluna Suavi, sol koluna da komite üyelerinden Çerkez kıyafetli birisi girmiş ve “Sultan Murat çok yaşa!” sedalarıyla merdivenlerden indirmişlerdi.
Bu sırada muhacirlerin toplandıklarını haber alan Beşiktaş Muhafızı Yedi Sekiz Hasan Paşa, yeterli miktarda kuvvetle saraya gitti. Paşa, Ali Suavi’yi görünce elindeki sopayla başının sol tarafına vurarak onu yere düşürdü. Yaşanan çatışmalarda darbecilerden yirmi bir kişi öldürüldü ve otuz kişi yaralı olarak ele geçirildi. Ölenler arasında, tarihe “Çırağan Vak’ası” olarak geçen darbenin lideri Ali Suavi de bulunmaktaydı.
Hasan Paşa Suavi’yi öldürdüğü sopayı hayatının sonuna kadar makam odasına asarak sergilemiştir. Ali Suavi ve kurduğu cemiyetin önde gelenleri öldürüldüğünden ve karısı da evrakları yaktığından soruşturmalarda herhangi bir doküman elde edilememiş ve olayın birçok yönü karanlıkta kalmıştır.
İLGİNÇ FİKİRLERİ
Aklı ve zekâsından kuşku olmayan Suavi’nin az sayıda bir muhacir grubuyla nasıl böyle bir darbeye teşebbüs ettiğini anlamak mümkün değildir. Olayı ayrıntılı olarak inceleyen Uzunçarşılı, soruşturma ifadelerinden hareketle aslında bazı askerlerin desteğinin alındığını ancak “vakit yanlışlığı” dolayısıyla birlikte hareket edilemediğini ifade etmektedir.
Kırk yaşında vefat eden, “kendini beğenmiş, mücadeleci, ilmine mağrur bir inkılâpçı” olan Ali Suavi, “çok hırslı ve kabına sığmayan ateşli bir fıtrata” sahipti. Genellikle adı Çırağan Baskını ile duyulsa da aslında en önemli yönü, ortaya attığı fikirleridir.
Suavi, hilafeti şer’i esasa dayanmayan bir kurum olarak görmekte ve dini değil sadece “cismani” yönü olduğunu belirtmektedir. Ona göre hilafet, örfle ve hanedan kanunlarıyla ortaya çıkmıştır: Ayrıca İslam’da Hıristiyanlıktaki gibi papalık benzeri bir yapı hiçbir zaman olmamıştır.
Dini konularda kendini “müctehid” olarak gören ve “sekiz yüz yıl sonra Gazali arandığı gibi bir gün Suavi de aranacaktır” diyen Ali Suavi’ye göre “İslamiyet cumhuriyettir” ve “intihapla (seçimle) imamet” esastır.
O en iyi idare şeklinin cumhuriyet olduğunu ancak şimdilik şartlar uygun olmadığından önce meşrutiyetin tercih edilerek padişahın ve hükümetin kontrol edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Suavi’ye göre, imam adaletten ayrılamaz ve ayrıldığı takdirde imamlığı düşer.
Ali Suavi İslam ümmeti içinde milliyet realitesini kabul eder ve Kur’an’ın tercüme edilebileceğini söyler. Ona göre hutbeler her milletin kendi dilinde olmalı ancak “İslam’ın dili Arapça olduğundan” namaz, Arapça olarak devam etmelidir.
Tekke ve zaviyelerin İslam dünyasına sonradan girdiğini düşünen Suavi’ye göre bunlar Müslümanların medeniyet, ekonomi ve sanatta geri kalmalarına yol açmıştır.
Suavi, “Yarım Fakih Din Yıkar” gibi bazı makalelerinde ise devlet yönetiminde din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını ve medreselerin ıslahını savunmakta, Ortodoks vatandaşları memnun etmek için kabul edilen Rumi takvim yerine de Miladi takvimin kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
Onun yazıları incelendiğinde Şark-İslam ilimlerini Batı kültürü ve metotlarıyla açıklamaya çalıştığı görülmektedir. Herhangi bir bilimin uzmanı olmamasından kaynaklanan eksiklikle çok farklı konularda yazılar yazsa da hiçbirinde derinleşmemiş ve daha çok bir “ansiklopedist” olarak kalmıştır. Ancak ortaya attığı birçok fikrin, kendisinden sonraki İslamcı, Türkçü ve Batıcı fikir adamlarını özellikle de İttihatçıları ve cumhuriyetin kurucu kadrosunu etkilediği açıktır.
Her zaman ihtilalci bir yönü olan Suavi, zalim idarecilere karşı halkın toptan isyan etmesi gerektiğini düşünmekteydi. Tanpınar’ın Avrupa dönüşünde saraya vakitli vakitsiz girip çıktığını ve adeta “müşavir-i saltanat” rolünde olduğunu yazdığı Suavi, işsiz kaldığı dönemde Rus Savaşı’nın kaybedilerek Rusların Yeşilköy’e kadar gelmeleri ve binlerce muhacirin İstanbul’a gelmesiyle de “savaşın kaybedilmesinin nedeni” olarak gördüğü Abdülhamit’e karşı bir darbe organize etmiş ve bedelini de hayatıyla ödemiştir.
Fikir adamı yönünün yanında aksiyoner bir yapısı olan Suavi’nin lideri olduğu bu darbe, Abdülhamit’in daha da otoriter bir rejim kurmasında önemli nedenlerden birisi olmuştur.
***
Kaynaklar: A. H. Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, Çağlayan, 1988; H. Z. Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, Ülken, 1979; A. Uçman, “Ali Suavi”, DİA, 1989, C.2; İ. H. Uzunçarşılı, “Ali Suavi ve Çırağan Sarayı Vak’ası”, Belleten, VIII/29, 1944, B. Şehsuvaroğlu, “Ali Suavi ve Galatasaray Lisesi”, BTTD, Haziran 1968, S. 9; H. Çelik, Ali Suavi, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1993.