YORUM | AHMET KURUCAN
Yurtdışında çok zor şartlar altında habercilik yapan bir kanalın açık olan bildirimleri vesilesiyle haberim oldu. Yoksa çoktan beri iradi olarak zift ve eracifle dolu havuz medyasının sularına yanaşmamaya özen gösteriyorum. Ülkemin gündemini tarafsız habercilik yapmaya çalışan yazılı ve görsel kanallar ile sosyal medya platformlarından takip etmeyi tercih ediyorum.
İsmini ilk defa duyduğum Akit TV yorumcusu ve aynı zamanda Akit gazetesinin yazarı olan Mustafa Albayrak, “28 Şubat” başlıklı bir yazı kaleme almış. O yazıda “Yere düşmüş adamı tekmelemek Müslümana yakışmaz” demiş ve gerek Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök gerekse 28 Şubat’ın yaşı 80’i yaşını aşmış haşmetli generallerinin tutuklanmaları ile alakalı görüşlerini serdetmiş. Ben bu yazıda Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök hakkında kaleme alınan ve bir zihniyeti ele veren şu sözleri önemsedim.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Şöyle diyor bu yazar: “Peygamberimiz (as) nasıl ki Mekke’nin fethinden sonra kendisine en büyük düşmanlığı yapan başta Ebu Sufyan’ı, Hint’i ve amcası Hz Hamza’yı şehit eden Vahşi’yi affedip hatta Ebu Sufyan’ı bir de onore etmişse bugün devlete ve milli güçlere teslim olmuş Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök’e de bu şekilde davranılmalıdır… Çünkü onlar öz eleştirilerini yapmış, bize mağlup olmuş ve silahları ile milli güçlere teslim olmuş rakiplerdir. Bugün Devletin ve Milletin yanında olan bir Demirören Medyayı çok ucuz bir fiyata adeta savaş ganimeti olarak veren Aydın Doğandır…”
Üç cümlelik bu alıntının ilk cümlesi siyasi lider olarak Peygamber Efendimizin bir icraatının T.C. devleti tarafından da birebir model alınarak uygulanmasını salık veriyor. Bir kıyas yapılıyor ama yapılan kıyasta asıl ile fer’ ve tabii ki ortak illet noktasında müthiş bir uyumsuzluk var. Haydi analoji diyelim, şu analojideki benzetmelere bakar mısınız; bir tarafta İslam’ın hem sabit hem de normatif değerlerine idari sistem içinde ağırlıklı bir yer veren Hz. Peygamber, diğer tarafta laik, sosyal ve hukuk devleti denilen T.C.. Bir tarafta Müslüman oluncaya kadar Müslümanlara kök söktürmüş Ebu Süfyan, karısı Hind ve bir köle olan savaşçı Vahşi, diğer tarafta Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök. Bir tarafta devlet başkanı olarak idari tasarruf yetkisini kullanan vahy ile müeyyed Peygamber Efendimiz diğer tarafta “…bu şekilde davranılmalıdır” sözüyle tavsiyede bulunulan malum u meçhul yani Erdoğan mı, yargı sistemi mi, derin devlet mi adresi belli olmayan bir makam!
İkinci cümle ilkinden çok daha dehşet verici. “Bize mağlup olmuş” diyor. “Biz” diye ifade ettiğiniz “siz” kimsiniz? “Siz”, “biz” iseniz sizinle dini, siyasi, ideolojik, kültürel görüş farklılığına sahip T.C. vatandaşları kim? Mesela “biz”, “siz” iseniz “biz” kimiz, “ben” kimim, “onlar” kim? Mağlup olma ne demek? Benim bildiğim galip ve mağlup siyaset ve hukuk bilimi ile uluslararası ilişkilerde savaş ekseninde kullanılan kavramlardır. Bu durumda hangi savaştan bahsediyorsunuz? İdeolojik kamplaşma ve mücadele dese anlayacağım ama adam savaş diyor. “Aydın Doğan’ın medya patronu, Ertuğrul Özkök’ün de yayın yönetmeni vasfıyla yaptıkları tercihlerden dolayı bu kavram kullanılıyorsa, savaş mı yapıyordu bunlar devletle ya da devlet mi savaş yapıyordu bunlarla? Tek taraflı mıydı bu savaş? Bizim neden haberimiz yoktu bu savaştan? Bu bağlamda basın hukuku veya ceza hukuku nerede duruyordu? “Silahları” diyor, “teslim” diyor. Kafanın karışmaması imkansız. Bunları 22 yaşımda üniversite mezunu oğluma anlatmakta zorlanırım. Zorlanırım çünkü tam anlamıyla savaş terminolojisi kullanılıyor. Bir de “milli güçler” ne Allah aşkına? Kim o milli güç? “Biz” dediğiniz “siz” misiniz yoksa?
Üçüncü cümleye gelince, Hürriyet yayın grubunu “çok ucuz bir fiyata adeta savaş ganimeti olarak veren.” Bu cümlede savaş ganimeti kavramının altını çizmek isterim. İsterim ama cümleyi öncesi ve sonrası ile birlikte mütalaa edecek olursanız hiç de şaşırtıcı değil. Zira baştan bu yana söylenen şeyler bir zihniyetin ürünü ve şuursuzca dışavurumu. Dün tağut dedikleri devlete 20 yıllık iktidarları sonucu tapar hale gelen ve siyasi görüşlerine muhalif bütün vatandaşlarını düşman olarak gören bir zihniyetten bahsediyoruz çünkü. Zaten mevcut uygulamaları da bunu açıkça göstermiyor mu? 15 Temmuz sonrası üzerine çökülen Cemaat için meydanlarda, “Ganiiiimet! Ganiiiimet! Evleri, otelleri artık sizin. Helal hoş olsun,” demişlerdi hatırlarsınız.
Pekala gelelim asıl soruya… Neden önemsedim ben bu cümleleri? Şundan dolayı: Otoriter ve totaliter idarelerin faşizme doğru giden yolda aştığı bir takım eşikler vardır. Türkiye ve İslam dünyasındaki örneklerine baktığımızda siyasal İslamcı idareler de buna dahildir. Onlar ilk önce söylemleri ile toplumsal ayrışma ve kutuplaşmayı gerçekleştirirler. Nitekim 2010 Anayasa referandumundan itibaren Erdoğan’ın Türkiye’de yaptığı budur. Soğan ve patates terörü diyeyim, gerisini siz getirin.
Toplumsal ayrışmayı takip eden ikinci devre siyasal radikalizmdir. Liderlerin seçim meydanlarını aratmayan Meclis grup konuşmaları ve bu konuşmalarda siyasi rakiplerine ve onların milyonları bulan müntesiplerine karşı kullandıkları öfke, nefret ve kin kusan ötekileştirici ve kutuplaştırıcı dil diyeyim, gerisini siz getirin.
Üçüncü devre teolojik radikalizmdir. İşte Mustafa Albayrak’ın yazdığı şeyler tam da bu noktada yerini almaktadır. Dini değerlerin ve bir zamanlar Müslümanların uygulamış olduğu hukuki sistemde referansını dinden alan dolayısıyla duyulduğu zaman ilk defa akla dinin geldiği ve onun meşrulaştırıcı gücünün kullanıldığı noktadır burası. İsterseniz o üç cümlede geçen buna dair kavramları ve tabirleri tekrar hatırlayalım: Hz. Peygamber, galip-mağlup, teslim olma, savaş ganimeti.
Ve son nokta eylemsel radikalizmdir. İşte bu son aşama radikalizmin terörizmle kesiştiği ve yerine göre bütünleştiği yerdir. Orman yangınları esnasında yaşananlar diyeyim ve ardından gerisini siz getirin dememe gerek var mı sorusunu sorayım. Her Allah’ın günü buna örnek olabilecek nice hadiseler yaşanıyor ülkemizin dört bir yanında. Evet, gördüğünüz gibi İslamcı zihniyet buram buram teolojik ve eylemsel radikalizm kokan söylem ve eylemleri ile ayakta ve hayatta. Bir hatırlatma: Radikalizm terörizmden daha kapsamlı ve daha köklü bir kavramdır ve terörü besleyen ana damardır. Unutmayın, terörizm sebep değil bir sonuçtur.
Son sözüm: “Yere düşmüş adamı tekmelemek Müslümana yakışmaz,” cümlesinden hareketle Mustafa Albayrak nam şahsa. Teoride doğrudur bu cümle ama ya pratikte? Mesela senin de yılmaz destekçisi ve yalakası olduğun Erdoğan ve rejiminin 2010 referandumundan beri yaptıklarına bakınca böyle olmadığını görüyoruz. Yani yere düşmüş bir insana, bir topluluğa hatta nice vaatler verdikleri milletine karşı sürekli tekme vuran Erdoğan ve şürekası değil mi? Eğer bu soruya cevabınız bütün dünyanın dediği gibi evet ise demek ki Müslümanlar yere düşmüş kişi ve kişileri tekmeliyor. Sakın yanlış anlamayın, kimseyi tekfir etmiyorum. “Ehli kıble tekfir edilmez”, “Tenzili inkarın olmadığı yerde te’vilin inkarı tekfiri gerektirmez” kaidelerini biliyorum. Dolayısıyla yere düşeni sürekli tekmeleyen Erdoğan’a, sana ve senin gibilere “Müslüman değilsiniz” demiyorum ama sormadan da edemiyorum işte. Çünkü siz diyorsunuz: “Yere düşmüş adamı tekmelemek Müslümana yakışmaz,” diye.
Ehli vicdan olupta müslüman olmayanların nefret ettiği tiplerdir bunlar…
Ve artık bir müslüman olarak sevmediğim müslüman tipleridir bunlar…