YORUM | AHMET KURUCAN
Amsterdam seyahatinden sonra önceden planlanan bir başka seyahate çıktım 4 günlüğüne. Bu defa duraklarım Florida eyaletinin üç şehriydi: Jacksonville, Tampa ve Orlando. Üçünde de haddimin çok ama çok fevkinde ilgi ve alakalarını eksik etmeyen, yapılan programlara hafta sonu hafta başı demeden tüm imkanlarını zorlayarak katılan, can kulağıyla dinleyen ve ardından da katkılarını, eleştirilerini ve sorularını yönelten herkese teşekkür ederim.
Yanlış okumadınız? Eleştirilerini dedim, katkılarını dedim. Dün ile mukayese edildiğinde soru sormanın bile söz konusu olmadığı geniş katılımlı bu programlarda insanımız eleştirel düşünceyi merkeze koyarak dinliyor, ardından saygı ve nezaket çerçevesinde düşüncelerini ifade ediyor. “Katılmıyorum” diyor, “Peki şurayı nasıl anlamalıyız, açar mısınız?” diyor, “İyi ama bir başkası da şunu yazıyor şu kitabında, buna ne dersiniz?” diyor vs.
Memnun olmamak elde degil. Kur’an’ın “atalar kültü” kavramı ile izah edebileceğimiz ve kınayarak anlattığı eşik aşılmış gibi geldi bana hamdolsun. Ya da o eşiğin aşılması adına gerçekten büyük bir mesafe katedilmiş. Amsterdam’da olduğu gibi buralarda da kız-erkek gençlerimiz ve kadınlarımızın çok ön planda olduklarını gözlemledim. Özgüvenle ve düşüncelerini net bir şekilde ifade edebilen dille konuşuyorlar. Kısa süreli de olsa müzakereler yapıyorlar. “Daha önce böyle demiyordunuz” diyerek sorgulamalarda bulunuyor ve 20 yıl önce yazdığım bir yazıda, yaptığım bir sohbette dile getirdiğim düşünceyi öne sürüyorlar. Dersini çalışmadan, konusuna vakıf olmadan bu kitlenin karşısında konuşmacı olarak çıkanların işi bundan sonra çok zor. Benden hatırlatması:))
Memnuniyetle müşahede ettiğim bu manzaranın arka planındaki nedenleri adına aklıma gelenleri sıralamak istiyorum.
1-Bencillik anlamında değil insanın kendinin idrakinde olması anlamında bireysellik eski dönemlere nispetle daha hakim olmuş insanımızın dünyasında. Eger malumatfuruşluk saymayacaksanız İngilizce tabirlerle ifade edeyim bunu. Selfish değil individual. İslami ve insani değerlere göre doğrusu da budur zaten. Allah insanı tek tek yaratmış, emir, yasak ve tavsiyelerini teker teker insanlara sunmuştur, ahirette de mükafat ve mücazatı bu esas üzerine verecektir.
Tekrar edeyim, uzmanlarının kimlik, kişilik ve kendilik diye anlattığı, bizim huviyet, şahsiyet ve ferdiyet dediğimiz ya da yine İngilizce kavramlarla identity, personality ve own ya da self diye ifade ettiğimiz bütünlüğe kavuşmuşlar. Fert olmanın şuuruna ermişler. Ama bu şuur onları takım halinde çalışmaktan alıkoymuyor, aksine “bir elin nesi var, iki elin sesi var” felsefesiyle hayata bakıyor ve lokal olarak maddi manevi imkanlarını bir araya getirerek kurumlar açmanın, yerel, bölgesel ve küresel networkler oluşturmanın lüzumuna inaniyorlar. Katkı sunmak istiyorlar yaşadıkları topluma. Sorunun değil çözümün bir parçası olmayı arzu ediyorlar. Gelecek adına çocukları başta olmak üzere kendileri adına duydukları endişeleri aşmada bu kurumların, bu birlikteliğin ve bu networkün önemli olduğuna inanıyorlar.
2-Yerel şartlardaki eğitim ve fırsat eşitliğinin bu özgüveni yakalamada önemli bir faktör olduğu kanaatindeyim. Amerika’nın yerlisi denebilecek asırlardır burada yaşayan insanlarla birlikte olmaları, onların çocukları ile aynı okullarda öğrenim görmeleri ve onlardan bırakın eksiklerinin olmasını başka bir dil ve kültüre sahip bulunmaları ve hepsinden öte gerek kendilerinin gerekse anne babalarının yaşamış oldukları sıkıntılardan hareketle bunu aşma düşünce ve çabaları bu özgüveni elde etmede etkin bir rol oynamış.
Musibetlerin, sıkıntıların insanı erken olgunlaştıran bir yanı vardır. Ben gençlerimize baktığımda bu olgunluğun izlerini gördüm. Teorik değil pratik hayattan ve bizzat kendi yaşadıkları hadiselerden hareketle soru soruyorlar. Sözgelimi “Hristiyanlık’ta” diye başlayan sorusu okuldaki Hristiyan arkadaşları ile yaşadığı bir tecrübeye dayanıyor. “İncil’de” dedigi zaman artık siz anlıyorsunuz ya okuduğu ya da diyalog faaliyetleri ekseninde katıldığı programlardan ve bizzat bir papazdan dinlediği bir soruyu dile getirecek. Nitekim öyle oluyor. Şu an Uber şoförlüğü yapan İlahiyat mezunu birisi bana İncil’i bütünüyle bitirdiğini ve mahallesindeki insanlarla müzakerelere başladığını söyledi ki takdir etmemek elde değil.
Şunu görmüş gençlerimiz, çalıştığımız müddetçe aşamayacağımız dağ-dere-tepe yok bu ülkede. Yeter ki disiplinli bir şekilde çalışalım, yeter ki iyi bir gelecek planlamasi ile bugünleri değerlendirelim.
Lise 9,10,11 sınıf gençler ile oturdum, bir saate yakın dertleştim. Gelecek planlarını sordum. Öyle detaylı bir şekilde anlattılar ki alternatiflerini bile belirlemişler. “Şu üniversite, bu bölüm, burs alamazsam, alırsam, ailem izin vermezse, verirse, eyalet içinde bir üniversite olursa üniversite harcı ve ev masrafları, dışında olursa….” Evet bütün ihtimalleri neredeyse daha bu yaşlarda masaya koymuşlar. Tebrik etmemek elde mi?
Sonra kendimi düşündüm. Lise 9-10-11 sınıfta iken benim böyle gelecek planlarım var mıydı diye. Yoktu. Olsaydı gerçekleştirme imkanı ve zemini var mıydı? O da yoktu. Ama burada var ve bu varın farkında gençlerimiz.
3-Rehberlik hizmetinin varlığı. Başarısı diyecektim ama varlığı demenin daha uygun olduğunu düşünüyorum. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde belirttiği piramidin kimisi dördüncü kimisi beşinci katından tabana hatta tabanın da altına düşmüş anne babalar en temel zaruri ihtiyaçları için bütün güçleri ile hayata asılırken çocuklarının elinden tutan birilerinin varlığı onların güvenlerinin tazelenmesine vesile olmuş. Bu bir.
İkincisi çok kısa sürede ürünlerini de görmüşler. Büyük bir özveri ile çalışan abileri ve ablaların sanki kendi çocukları sanki kendi kardeşleri imiş gibi çocuklarına sahip çıkmaları, bazılarına göre diyarı gurbet bazılarına göre diyarı kurbette çocuklarının önünde-arkasında, sağında-solunda göz kulak olmaları gerçekten para ile pul ile satın alınabilecek bir kıymet değil. Tabii ki düne nispetle maddi imkanların azlığı, YMCA ya da Boys and Girls Club’lar misali bir binaya sahip olamamanın getirdiği dezavantajlar da var. Var ama buna sahip olamamanın getirdigi sıkıntıların da farkındalar. Ben inaniyorum ki bu farkındalık onların en kısa zamanda öylesi binalara kiralik da olsa sahip olmalarına da vesile olacak.
Yeterli mi rehberlik hizmetleri? İki-üç günlük seyahat, kısa vadeli birlikteliklerde yaptığımız muhabbetlerle bunu tespit etmem elbette imkansiz. Bununla beraber yeterli olmadığını söylesem yanlış bir beyanda bulunmuş olmam. En büyük eksikliğin çocukların konuştuğu dil ve içinde neş’et ettikleri kültüre tam anlamıyla vakıf olan eleman açığı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ama eski ve kalabalık yerleşimlerin söz konusu olduğu yerlerde bu açığın gün geçtikçe kapandığını da ifade edeyim.
4-Bir de sorular ekseninde bir değerlendirme yapıp bitireyim. Yüzdelik oran ver derseniz vereyim, % 95 oranında sorular din, % 5’de Hizmet Hareketi ile ilgili idi. Yemeklerde, çay ve kahve içme aralıklarında sorulan sorularda bu oran değişmedi. Söz konusu soruların hemen hepsi farklı bir sosyo-kültürel zeminde yetişiyor ve yaşıyor olmanın gündeme getirdigi sorulardı diyebilirim. Deizm, Agnostisizm, Ateizm diyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Hayır, inançla ilgili bir soru ile karşılaşmadım. “Tabii ki karşılaşmazsınız. Böylesi sorunları veya soruları olanlar o ortamlara katılmaz” diyebilirsiniz. Belki de doğrudur. Belki diyorum çünkü benim gördüğüm gençler ve yetişkin insanlar eğer bu eksende soruları olsa onu soracak cesarete sahiplerdi.
Pekala soruların mahiyeti neydi? Sorular benim “Gelecek Projeksiyonu” yazı serisinde yeni kaleme almaya başladığım sorunlarla alakalı idi genelde. Dinin normatif alanda sunmuş olduğu emir, yasak ve tavsiyelerini merkeze koyan, kimi zaman “Neden?” diyerek hikmet avcılığı ekseninde, kimi zaman “Nasıl?” diyerek günümüz şartlarında onların hayata taşınma keyfiyeti çerçevesinde, kimi zaman da “Nasıl yani?” diyerek şaşkınlığın ve imkansızlığın göstergesi sayılacak bir mahiyet taşıyordu sorular.
Hasılı; gençler için konuşacak olursam verili kimlik ile kazanılmış kimlik ayrımını çok iyi yapan, kişiliği oturmuş ve kendi olma yolunda yol alan, aldığı ve alacağı eğitim ve öğretimle dünyaya açık, özgüveni yüksek, yaşadığı topluma uyum içinde katkı sağlamayı hedefleyen, sorunun değil çözümün bir parçası olarak insanlığa hizmet etmeyi ideal olarak benimseyen, dinine hizmet etmeyi sorumluluk şuuru çerçevesinde kabullenen ve kabullenme aşamasında olan insanlardı hepsi de.
Ebeveynlere gelince; onlar da yasal statülerini halletmiş ve/ya halletme yolunda mesafe kat etmiş, birçokları itibariyle aile birleşimi gerçekleşmiş, ekonomik bağlamda kendi ayakları üzerinde durabilecek pozisyona ulaşmış ve entegrasyonla beraber hem kendilerinin hem de çocuklarının dini kimliklerini koruma ve inşa etme emniyeti ve endişesini iç içe yaşayan kişilerdi.
Bir tek mesele kaldı geride; boşanma vakaları. Bunu da bir başka yazıda değerlendireceğim nasipse.