Yorum | Hakan Zafer
Diyanetin veya Nurettin Yıldız’ın ilkokul çağındaki çocukları evlendir(ebil)meye dair cevazları üzerine yazmak için sıramı bekliyor değilim ancak meselenin kaynağına odaklanmayı daha doğru buluyorum:
-Fıtrata uygun olmayan fetva dinî olabilir mi?
-Hayır.
-Peki, fıtrat dinin kaynaklarından mıdır?
-Evet.
Fıtrat
Hakikat bilgisine yatkınlık olarak tarif edebileceğim fıtrat, tesirlerden etkilenmemiş en yalın haliyle yaratılışsa eğer, yaratılışa uygun düşen davranmaya da fıtrîlik denilir. Kulunu en iyi bilen (Mülk 14), onu fıtrat üzere yaratan ve kendine aynı kelimeden “Fatır” ismini veren Allah’a inanma kabiliyetiyle beraber bahsi geçtiğine göre, aklı, insan fıtratından bir parça olarak düşünmek zorundayız
Burada önemli bir uyarıda bulunmam gerekiyor: Fıtrattan kasıt, genelin onayı değildir. Bir araya gelmiş insanların hoşuna gideni fıtrattan saymak akla ters düşer. Her birey yegâne diyebileceğimiz kadar kendine hastır ancak fıtratın duruluğu açısından yaratılışları birdir. Değişen, Kuran’ın seçtiği kelime ile “şakile”dir. (İsra 84) Bu kavram, davranışlarımızı şekillendirip, farklılaştıran karakter ve mizacı içine alır. Neml 14’de buna sağlam bir örnek var: Vicdan, fıtrata uygun olan hakikati bulur bulmasına da “bozguncu insan”, zulüm, haksızlık ve kibir marifetiyle bulmamış gibi davranmayı tercih eder.
Yaratılışın başından beri hakikate ve gereklerine yatkınlığın verilmesi, hatta yaratılış amacının bu olduğunun ifadesi (Zariyat 56) gösteriyor ki fıtrat, dini düşüncenin kaynaklarındandır ve din, sadece düşünce boyutuyla değil yaşanması yönüyle de fıtrî olana yönlendirir.
“Sen hakka meylederek yüzünü, Allah’ın insanları yarattığı fıtrata uygun olan dine çevir. Allah, yaratışını değiştirmez.” Rum 30
Öyleyse dini duygunun kaynağında insanın nitelikleri varken, inandığı din, insanı görmezden gelebilir mi? Korkuları, çaresizliği, engellenmeleri, sonsuzluk beklentisi, ihtiyaçları, anlamlandırma çabası, suçluluk hissi vs. varken bunları yok sayıp, gerek fizikî gerekse aklî yönden kaldıramayacağını ona yükler mi?
Elbette hayır.
*****
Madem dinî bakış açısıyla ilerliyoruz, üç noktaya vurgu yapmada yarar var.
1-İbadet bile olsa fıtrat sınırından çıkarılamaz.
İbadet, fıtrata ters gitmez ama insan sınır tanımaz becerileriyle kuralları, ilahi iradeye rağmen kendi koymaya başlayınca, ilk haliyle ibadet olan, son düzlükte delalete (bidat) döner.
İnsana teklif edilen dünyalık işlerde olduğu gibi ibadet hallerinin de fıtri olması gerekir. Tersi, Resulullah’ın (sav) “benden değildir” ve “dinde aşırı giden mağluptur” uyarılarına muhatap olur.
2-Emir ve yasaklar fıtratla çelişmez.
Ne ibadetler ne de yasaklar, bireyi basitleştiren aynılaştırma değil, en genel parantezde fıtrat dairesinde tutmak içindir. Yasakların varlığının, akılla anlam kazanması ve aklî yetilerden uzak kimselere terazi kurulmayacağından da anlaşılan, dinî yasakların, aynı zamanda dinin, insan fıtratının en çok sesini duyurmak istediği parçası olan aklın da takdiri anlamına gelmesidir.
Bununla ilgili olarak son döneme dair bir dindarlık tablosu var: Dinî olana, olumsuz dindarlık örnekleri yüzünden mesafe alırken yasakların geçerliliğini yitirdiğini düşünmek. Bunun nedenlerinden biri, önceki durumda yasağın neden konulduğuna bilinç düzeyinde ikna olmadan, “kimse yapmıyorsa ben de yapmam” gibi bir uyum tavrının benimsenmesi olabilir. “Neden yasaklar var” sorusuna cevap arama adına yeterli gayretin gösterilmemesini sonuç saydıracak bir itiraftır bu.
3-Dinî anlatım dili fıtrî olmak zorundadır.
Kuran’ın anlam haritası ve kavrayışının kolaylığı fıtrata uygunken, Resulullah’ın (sav) söz söyleme usulü ortadayken, insan kulağına yük olacak bencil şiveler, başkalarına, dinî olandan uzaklaşmanın yollarını açar. Bir süre sonra din diye kendini, ait olduğu grubu veya heveslerini anlatırken, büründüğü “mübarek tavır”, içeriği dine uygun hale getirmez.
*****
Son yıllarda sıkça karşılaştığım ve beni daha önce benzerini yaşamadığım türden endişeye sevk eden durumlardan birine burada değinmek istiyorum. Ben, namaz ibadetinin, dini bilincin devamlılığı ve yaşam esnasında dini dikkatlerin canlı tutulması adına bilinenin çok üzerinde bir etkiye sahip olduğuna dair şiddetli bir inanca sahibim. Bir şekilde, muhatabı olduğum dindarlık problemlerinin altında yatan önemli bir sebep olarak bunun, başta namaz gibi dini pratiklerden uzaklaşma veya yapar olduğu halde ibadetin dönüştürücü bilinç basamaklarına yükseltmesine izin vermemeden kaynaklandığını düşünüyorum. Son dönemde benzer tavsiyelerde bulunduğum kimselerden önemli bir çoğunluk “oooo hocam, namaz kılmak, oruç tutmakla olsaydı…” frenlemesiyle başlayarak namaz kılıp ibadet edip nerede sahtekârlık, arsızlık, hırsızlık yapan tanıdığı, bildiği varsa onlarla örneklendirerek devam ediyor. Henüz patlamamış bomba gibi bu tür, kişiler arası kötü iletişimden kaynaklı dini dönüşüm problemlerinin görmezden gelerek çözüleceğini zannediyoruz. Size bir itirafta bulunayım: Dindarlar adına bu kadar endişe duyacağım aklıma gelmezdi. Ben, hep daha bilinçli, eğitim alma meselesi farklılaşsa da insani ve dini irfana erişme konusunda yavaş ama yükselen bir seyir takip edeceğimizi düşünüyordum.
Çözüme dair söylenecek çok söz var ama kimsenin bu konuda tutarlı bir projesi yok maalesef. Bu yargıda bulunmamın bir sebebi, benzer durumlarla karşılaştıklarında dindarları adeta reflekse dönüşmüş, akla ilk gelen yol olarak insana, tarihin heybesinden seçtiği, yaşamadığını zannettirecek kadar başkalarını övmek veya böyle biri örnek göstermeleridir. Hâlbuki yaşanmışlığından şüphe duyduğu konuları, zaten ağır yükten imanı gevremiş modern zaman insanının sırtına atmaktansa, yok saymadan, yaşanan problemleriyle başa çıkma yollarına yöneltme daha tutarlı olacağı kanaatini taşıyorum.
Sonuç
Yüksek çıtalı hırsızlıkları,
Din algısının içini boşaltıp, üstüne beton döken tecavüzleri, tacizleri,
Artık alenen bir puta kurban sunmaya (rit) dönmüş, devlete, vatandaşlarını kurban etmeyi ve kardeşin kardeşi taassupla katletmesini,
Eşine az rastlanır boyutlardaki israfı,
İnsanın insanla, insanın tabiatla arasını, dönüşü olmayan biçimde açan dünyalık edinme ve tasdik edilme hırsını,
İnsan nefsinin elinde oyuncak olmuş adalet anlayışının geride bıraktığı zulümleri temize çıkaracak şey ne olursa olsun fıtri değildir. Fıtratta yoksa o dinden de değildir. Hatta bu türden aforizmalara, diskurlara, analojilere dinî terminolojiden fetva, cevaz, ruhsat gibi adlandırmalar yapılsa bile…