Ana Sayfa Yazarlar Mehmet Yıldız Fişleme sanatının kısa tarihi

Fişleme sanatının kısa tarihi

Haber-Yorum | Mehmet Yıldız

15 Ağustos 2013 tarihinde CHP milletvekillerinin fişlendiğine ilişkin bir soru üzerine bizim fişleme gibi bir sanatımız yok demişti Erdoğan. Bu konuşmayı aktardığım Ankaralı bir arkadaşım gülmüş ve “sen öyle san; şu aralar MİT’in tek işi cemaatçileri fişlemek” demişti. Daha o günlerde Mehmet Baransu’nun “Gülen’i bitirme planı 2004 MGK’da alındı” haberi yayınlanmamıştı.

Biraz geriye gidelim. Hürriyet gazetesi yazarı Şükrü Küçükşahin’in 13 Şubat 2012 tarihli yazısından öğrendiğimize göre 2010’da MİT Müsteşarı olan Hakan Fidan göreve geldikten bir süre sonra ziyaret ettiği önemli bir ismin, “Gülen Cemaati devlette örgütleniyor iddiaları var” sözüne, “Paralel bir örgütlenmeye devlet içinde izin vermemek ana görevimiz.” yanıtını vermişti.

Tam da o günlerde MİT’in cemaati fişlediği iddiaları yazılmaya başlandı. O zaman Taraf’ta yazan Emre Uslu bu iddiayı dile getirirken yandaş mahalle bütün gücüyle bunu yalanlıyor, Uslu’yu fitnecilikle suçluyordu. Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan, (Yasin Doğan müstearıyla) 15 Şubat 2012’de kaleme aldığı yazıda AK Parti ile Gülen cemaati arasında hiçbir zaman bir çatışma ve çekişme yaşanmamıştır, bundan sonra da yaşanmayacaktır.” diyordu.

Gelişmeler Yalçın Akdoğan’ı yalancı, Emre Uslu’yu haklı çıkardı. Sonraki aylarda AKP ile Gülen Cemaati arasındaki gerginlik artarak devam etti. Bunda Erdoğan’ın Medya İmamı Serhat Albayrak kontrolündeki tetikçi internet siteleriyle, şimdilerde bakanlık koltuğunda oturan Mustafa Varank’a bağlı trollerin büyük katkısı oldu.

2013’te patlak veren Gezi Parkı Olayları, Erdoğan’a ilk defa koltuğunu kaybetme korkusunu hissettirdi. Gezi Parkı Olaylarının Cemaat tarafından planlanıp organize edildiğine inanması, O’nun gerçeklikten ne kadar koptuğunun da ilk belirtisiydi.

Ardından dershane krizi patlak verdi. Cemaatin insan ve para kaynağı olarak gördüğü dershanelerin kapatılması için başlatılan çalışma, Gülen Cemaatiyle AKP’yi karşı karşıya getirdi. O güne kadar el altından Cemaat’i eleştiren Erdoğan ilk defa kamuoyu önünde eleştirmeye başladı. İki taraftan da sorunu suhuletle çözme taraftarı isimler kavganın büyümesini önlemeye çalışıyordu. Ancak Erdoğan’ın Cemaat’e diz çöktürme kararlılığı bütün çabaları sonuçsuz bıraktı.

Birkaç ay sonra patlayan 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, Erdoğan’a beklediği fırsatı verdi. Operasyonun “seçilmiş hükümete karşı yapılmış bir darbe” olduğunu iddia eden Erdoğan, cemaate karşı amansız bir savaş başlattı. Bir gecede 40 bin polis sürgün edildi. Hâkim ve savcılar görevlerinden alındı.

Cemaatin o günlerdeki en büyük naifliği, ülkenin bir hukuk devleti olduğunu sanmasıydı. 17 Aralık’ın Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala’nın hukuksuz bir emrini yerine getirmekte nazlanan bir bürokrata biz yasa yapan yeriz, gerekirse hangi yasa yapılıyorsa onu yapar, sizin yaptığınızı suç olmaktan çıkarırız… demesi iktidarın yapabileceklerinin sınırı olmadığını gösteriyordu.

Ne zaman başladığı bilinmez ama eldeki fişleme listeleri işte bu dönemde çok işe yaradı. İktidar kısa sürede bütün bürokrasiyi alt üst ederek, Cemaat’e selam vermiş kim varsa hepsini tasfiye etti. Hükümetin 2014 ve 2015 yıllarında öncelikli icraatı, fişleme listeleri üzerinden bürokrasiyi hallaç pamuğu gibi atmak ve tasfiye edilen bürokratların yerlerine yandaşlarını atamakla geçti. Sorun şu ki sürgün edilen bürokrat buharlaşmıyordu. Örneğin, İstanbul’dan Şırnak’a “sürülen” bir polis, hâkim, savcı, kaymakam veya herhangi bir kamu görevlisi orada da görevine devam ediyordu. Öyle bir şey olmalıydı ki hepsi adeta buharlaşmalıydı. İşte 15 Temmuz, iktidara bu fırsatı altın tepsi içinde sundu.

15 Temmuz gecesi uçaklar havada uçuşurken toplanan HSYK, anında darbecilerin kim olduğunu “tespit ederek” 2 Anayasa Mahkemesi, 140 Yargıtay, 48 Danıştay üyesi ve 2 bin 745 hâkim ve savcı hakkında gözaltı kararı çıktı. Yine 15 Temmuz’dan 3 gün önce gözaltına alınacak gazetecilerin listesi ve ev adresleri hazırlandı. Birkaç gün sonra ilan edilecek OHAL ve bu dönemde yayınlanan OHAL kararnameleri Türkiye Cumhuriyeti’ni yerle bir etti. Bütün kamu kurumları, iktidarın gözüne girebilmek için amansız bir cadı avı başlattı. Listeler havada uçuşuyordu.

Üstüne Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “tanıdığınız F..öcüleri ifşa edin, bu bir vatanseverlik borcudur” deyince koca bir ülke tımarhaneye döndü. İşyerinde gıcık kaptığı arkadaşını ihbar edenlerden tutun da oğlunu, eşini, komşusunu ihbar eden deliler ülkesi!

Erdoğan başbakanken adı Bimer’di, sonra Cimer oldu. Canı sıkılan birisi, canını sıkan biri olursa bir telefonla, bir maille ya da bir mektupla Cimer’e başvurup “Bu adam F…öcü…” demesi yeterli. Kürtaj Dede’nin “ararım 155’i, aldırırım seni… hain!” demesi gibi… Bu ihbarı alıp da gereğini yapmayan polis, hâkim veya savcı (aynı suçlamaya maruz kalmamak için) derhal gözaltı işlemini yapıyor, şahsı cezaevine gönderiyor. Bu şekilde ihbar edilen biri cemaatle bir ilişkisi yoksa bile derdini anlatıncaya kadar en az 4-5 ay hapiste kalıyor.

Geçen Nisan ayında 4 kişiyi silahla öldüren Eskişehir Osmangazi Üniversitesi araştırma görevlisi Volkan Bayar, bu konuda çarpıcı bir örnek: Cumhurbaşkanı’nın “ihbar edin” talimatını yerine getirip birlikte görev yaptığı 102 akademisyeni Gülenci diye ihbar eden Volkan Bayar, bu yüzden bazılarının hapse girmesine neden olmuş. İhbarların çoğu asılsız çıkınca bu defa mağdurlar tarafından mahkemeye verilmiş. Tabi mahkemede iddialarını ispat edemeyince işler tersine dönmüş. Sonrasını biliyorsunuz. Bu olay, 4 akademisyenin vahşice katledilerek hayatını kaybetmesine neden oldu. Bunun gibi yüzlerce facia yaşandı, yaşanıyor ve yaşanacak…

Bu tür ihbarlar artık bir havuzda toplanıyor. Kimin devletle bir işi olursa önce o havuza bakılıyor. 676 sayılı KHK ile devlet memurluğuna alınacaklar kişiler, artık ‘güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması’ndan geçmek zorunda.

Sizin Cemaat’le irtibatınız olmaması yetmez. Aileden, yakın veya uzak akrabadan birinin de ilişkisinin olmaması lazım. Bu şekilde bakıldığında Türkiye’de Gülen Cemaatiyle yolu kesişmemiş kimseyi bulamazsınız. İşte burada parti devreye giriyor. Geçmişte Cemaat’le ne ölçüde ilişkisi olduğu önemli değil. Eğer bugün o şahıs parti tarafından tezkiye ediliyorsa, pir ü pak sayılır ve bütün imkanlar önüne serilebilir demektir. İşte bu yüzden artık AKP teşkilatlarından referansı olmayan birinin devletle bir işini çözebilmesi imkânsız hale geldi.

En son örnek tıp fakültesi mezunlarına doktor olabilmek için getirilen güvenlik soruşturması şartı oldu. Düşünün, 6 yıl tıp okuyorsunuz, üstüne yıllarınızı verip ihtisas yapıyorsunuz… Güvenlik soruşturmasını geçemediğiniz için doktorluk yapamıyorsunuz. Hakkınızda bir soruşturma ya da mahkeme kararı olması da gerekmiyor. Yıllardır sağlık sektöründe doktor yetersizliği nedeniyle Yunanistan’dan veya İran’dan doktor ithal edilmesi gündemdeyken sizin doktorluk yapmanızın engellenmesi neyle izah edilebilir?

Bugün Türkiye’nin yarısı bu durumdan memnun. Çünkü devlette kolayca iş bulabiliyor. İhale alabiliyor. Kredi bulabiliyor. Vadesi gelmiş borçlarını bir referansla öteleyebiliyor. Komşusunun evine düşen yangının dumanları yükselirken o kazanımlarının tadını çıkarıyor. Bugün iktidar nimetlerinden yararlanan bu kitleyi, iktidar değiştiğinde pek iyi bir akıbet beklemiyor. Daha geçenlerde bir tanesi “hesap günü gelecek ve sizi mağdur edeceğiz” diye bugünün yandaşlarını tehdit etti.

Geçen haftaki yazısında Büyük birader sizin dostunuz olamaz diyen Tr724 yazarı Yavuz Altun, her AKP’linin kulağına küpe olması gereken şu satırları yazdı: Bugün AKP’liler Erdoğan’ın liderliğindeki devletin onların “dostu” olduğunu düşünüyor fakat aynı zamanda banka harcamalarından telefon konuşmalarına, internetteki aktivitelerinden nerede ne kadar zaman geçirdiklerine kadar her türlü bilginin son 5 yılda çıkarılan MİT ve Bilgi Teknolojileri Kurumu yasalarıyla o sevdikleri devletin elinde olduğunu unutuyor. Bu bilgileri devlet içindeki kişilerin rahatlıkla şirketlere para karşılığı satabileceğini yahut polisin ya da MİT’in istedikleri anda vatandaşların tepesine çökebileceğini ise ancak başlarına geldiğinde anlayacak durumdalar.

Son sözümüz de ihbarcılara…

BİMER, CİMER vb. yerlere isminizin gizli tutulması kaydıyla yaptığınız ihbarlar ileride başınızı ağrıtabilir. Çünkü bu dönemde o isimlerin gizli tutulma olasılığı çok düşük. Aşağıdaki örnekte görüldüğü gibi memurların özensizliği yüzünden gizli kaldığını zannettiğiniz isminiz ifşa olabileceği gibi, devran döndüğünde gizli tanıkların asılsız ihbarlar yüzünden başlarının ağrıyacağı kesin gibi görünüyor. Aynı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ndeki Volkan Bayar’ın başına gelenler sizin de başınıza gelebilir. Bizden söylemesi.

HENÜZ YORUM YOK