Ana Sayfa HABER Fırsat günleri ve Efendimiz’in Ramazanları

Fırsat günleri ve Efendimiz’in Ramazanları

YORUM | Dr. REŞİT HAYLAMAZ 

Yılın en bereketli mevsimi geldi, fırsat dolu günler yine kapıya dayandı. 

Üstelik bu yılın Ramazan’ı, öncekilerden çok farklı olacak. 

Her şeyden önce Ramazan’ı, birçok insan evinde karşılayacak, evinde misafir edecek ve muhtemeldir ki yine onu evinden uğurlayacak. 

Zira mabedler yüzümüze kapandı ve cemaat sevabından mahrum, hicran günlerini yaşıyoruz!

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Zâhire bakıldığında bu, çok büyük bir kayıp!

Ancak mü’min, kayıplarını da kazanca çevirmesini bilen insandır.

Eşya ve hadiselerin dili okunur ve iyi anlaşılarak bir duruş sergilenirse, “şer” görünümlü zeminler “hayır” meyvelerine dönüşebilir.

Nasıl mı?

Ona geçmeden önce Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Ramazanlarından bahsedelim:

Ramazan, İslâm’dan önce de bilinen, takvim olarak tedavüldeki bir ay idi. Şu da bir gerçek ki hemen her şey gibi o da gerçek gerçek kıymetini İslâm ile buldu. 

İnsanların kulağına kar suyu akıtmak, Perşembe’nin gelişini Çarşamba’dan hissettirebilmek için zaman zaman oruçtan bahsedilse, hatta belli zamanlarda oruç tutulsa da farz olarak oruç, Bedir’den hemen önce devreye girdi. Bu açıdan bakıldığında, Habeşistan hicretleri esnasında “Ey Melik!” diye başlayıp devam eden Hazreti Ca’fer’in (radıyallahu anh), Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) Necâşî’ye anlatırken, “O Peygamber bize namazı emretti; orucu ve zekâtı emretti!” demesi oldukça manidardır. Zira o gün ne namaz farz kılınmıştır ne de oruç ve zekât! Namaz, bu hitabetten 7, oruç ve zekât ise 10 yıl sonra farz kılınacaktır. 

Dolayısıyla Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), farz olarak ilk Ramazan orucunu, hicretin ikinci senesinde tutmuş oldu. 

Tabii ki bu, ilk terâvîhin o yıl kılındığı, ilk i’tikâfın o yıl gerçekleştiği, ilk fıtır sadakası uygulamasının o yıl devreye girdiği ve bayram namazının da yine ilk defa o yıl edâ edildiği anlamına geliyor.

O yıl, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dahil Bedir’e giden herkes oruçluydu. 

Üstelik havalar da sıcaktı. İbn-i Mes’ûd Hazretleri, halk nezdindeki itibarını sıfırlamak için üzerine işkembe attıktan sonra Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ile alay eden Ebû Cehil ve altı avânesinin, Bedir günü öldüğünün ve havanın sıcaklığı sebebiyle bedenlerinin de kokuştuğunun haberini verirken bunu açıktan söylüyor!

O günden sonra Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatında 9 Ramazan var; bunların beşi 30, dördü 29 gün sürüyor. 

Günümüz takvimlerini esas aldığımızda tahminen Bedir, Ekim sonu veya Kasım başı gibi bir zamanda gerçekleşiyor. Bahsini ettiğimiz bu dokuz Ramazan’ın miladi takvime göre farkı, üç ayın üzerinde. Bunun anlamı şu: Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu dokuz Ramazan orucunu Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında, yani yılın en sıcak günlerinde tutmuş oluyor. 

Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatında Ramazan, işlerin tatil edildiği bir zaman dilimi değil; görüldüğü gibi Bedir ve Mekke fethi gibi en kritik zamanlar, Ramazan’da yaşanıyor. 

Ramazan’a sığmış acı tatlı çok hâdise var:

O gün Hazreti Osmân (radıyallahu anh) ile evli kızı Rukiyye validemiz (radıyallahu anhâ), Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Bedir’de iken ve Ramazan ayında vefat ediyor. Dolayısıyla Habîb-i Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), cenazesine katılamadığı kızını, Bedir dönüşünde ve Şevvâl ayında mezarında ziyaret edip ona dua edebiliyor. 

Hazreti Hasan’ın (radıyallahu anh) doğumu, üçüncü yılın Ramazan ayına denk geldiği gibi Zeneb Bint-i Huzeyme (radıyallahu anhâ) validemiz ile izdivaç da bu yıl gerçekleşiyor. Mekke ordusunun intikam için geldiği haberi üzerine Uhud hazırlıkları da yine bu yılın Ramazan ayına denk geliyor. 

Başta Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Âişe validemiz (radıyallahu anhâ) olmak üzere beşinci yılın Ramazan ayı, ifk hadisesinin gölgesinde geçiyor. 

Cüveyriye validemiz (radıyallahu anhâ) ile izdivaç da bu Ramazan ayında ve birkaç gün önce savaşan taraf olmalarına rağmen bu evliliğin semeresi olarak Benî Mustalık kabilesinin tamamı Müslüman oluyor.  

Beşinci yılın Ramazan’ında iftira ile kaynatılan Medîne, altıncı yılın Ramazan’ına büyük bir kuraklıkla giriyor. Hudeybiye sonrasındaki açılım, Ramazan ayında da hız kesmeden devam ediyor ve farklı beldelere Medîne’den, şefkat yüklü bir akın var.   

Medîne’ye hey’etlerin gelişi hiç hız kesmiyor ve bunların önemli bir kısmı, yine Ramazan ayına denk geliyor. 

Seriyye ve gazveler de öyle. 

Detayları geçiyorum; işin özeti şu:

Ramazan geldi diye dünyaya kepenk indirilmemiş; görüldüğü gibi hayat devam ediyor!

Bir farkla ki O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatında dünya kendi kıymetinde, ukbâ da kendi ağırlığınca yer alıyor!

Bunun anlamı şu:

Evet, zamanımızın çoğu Ramazanlaşacak; ancak dünyayı da ihmal etmememiz gerekiyor.   

Hayatının her karesi ibadet eksenli geçen Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), Ramazan’da daha da yoğunlaştığı belli başlı ibadetler var:

Kur’ân ile meşguliyet, çok kritik bir yerde duruyor. Son yıl iki kez olmak üzere o güne kadarki her Ramazan’da Cibrîl-i Emîn geliyor ve karşılıklı mukabele yapıyorlar. 

Muhtemelen, sohbetlerimiz gibi bizim mukabeleler de on-line olacak; Kur’ân’ın muhtevasını anlamaya matuf bir tefsir veya en azından tefsirimsi bir meal takip ederek ve daha geniş katılımlarla dünya geneline yayılma fırsatını kaçırmamakta fayda var. 

Diğer yandan, 23 yıla yayılan vahyin, Ramazan aylarına yansıyanlarını da unutmamak gerekiyor, Sahâbe’yi kıvama erdiren! Bugünleri fırsat bilerek ve beklenen kıvama ulaşabilmek için daha çok okuma, daha çok dinleme ve daha çok seyretme de manevi beslenmemiz adına Ramazan’ın ayrı bir bereketi olur inşâallah…

Şüphesiz, Ramazan’ın ayrılmaz parçası Terâvîh ile Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) farz olarak eda ettiği Teheccüd, bizim için de hem gecelerimizi hem de ölüm ötesi hayatımızı aydınlatacak iki büyük reflektör. Farz namazlarımızın dışında kalan diğer namazlarımız ile bu ibadetlerimizi îfâ ederken kıble cihetimize koyacağımız “teheccüd mushafı”ndan Kur’ân’ı birkaç kere hatmetme fırsatımız var. Üstelik bu, bir taraftan namazlarımıza nitelik kazandırırken diğer yandan kalıcı bir alışkanlığa dönüşen güzel bir “Ramazan hediyesi” olabilir. 

Cömertlikte de zirve olan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Ramazan geldiğinde önüne geleni dağıtan bir rüzgâr gibi; nesi varsa onu muhtaçla buluşturuyor! İmkânı nispetinde herkes için aynı fırsat bugün de var; üstelik, diğer zamanlarda yapılanlara nispetle sevabı katlanmış olarak! Takdir edeceksiniz ki kime ve hangi alana verildiğinde daha çok sevap kazanılacaksa imkânları o istikamette yönlendirmek de ayrıca önemli.    

Genelde bizim alışık olmadığımız bir ibadeti var, Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem); “i’tikâf”ını hiç ihmal etmiyor. Hatta, fethin gerçekleştiği yıl Mekke’de olduğu için ve Huneyn, Tâif ve Ci’râne’de yaşanan hadiselerin yoğunluğundan yapamadığı i’tikâfını gelecek yıl kaza ediyor. 

Nasıl olsa evimizdeyiz; fırsat kapıya gelmişken bir odasını veya odanın bir köşesini “mabed” kabul edip daha dikkatli ve dünyaya biraz daha mesafeli ibadetimizi, i’tikâfımızı burada yapabiliriz. Hatta, bugüne kadar yapamadıklarımızın kazasını da. 

Görüldüğü üzere, dünyanın gündemi farklı olsa da bizim için Ramazan, fırsatlarıyla birlikte geliyor ve fertlere bakan yönüyle bu yılın Ramazan’ı daha bireysel. 

Azıcık bir irade ve birazcık bir gayretle günlerimizi planlayabilir ve gufranla tüllenen bu ayı, geleceğimizi de şekillendiren bir takvime dönüştürebilirsek, yarınlarımız bayram gibi bir bayram olur inşâallah…  

1 YORUM

  1. Önder
    Hocam arkadaşların çoğu beddua ediyor bedduadan sonra başına gelmeyen bela kalmıyor . Beddua makamında değiliz hizmetin yaşadığı süreçte hiçbir zaman bedduaya izin yok en cani adama bile beddua etmeye manen müsade yok . Belki zulme uğramış masum halle dua lazım belki yardım ve belayı kaldırması sadedinde . Bu hakkı bırakmak anlamına gelmediği gibi işler tersine döndüğü zaman af da mümkün değil. Af sadece ahiret adına olacak . Şeriatın hükmü icra edilecek. Tüm gasplar ve halar hak sahibine ödenmeden dünya veya kişisel aflar mümkün değil. Sadece bu af meselesi bile Allah’a sorulmadan karar verilemez dikte edilemez .