Fıkıh ve güncel sorunlarımız

YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 40)

Kaldığım yerden devam ediyorum. Son olarak şunu yazmıştım: “Kur’an ve sünnet özelinde sabiteler ile değişkenler arasındaki ayrımın, fıkıh özelinde ise verili sorunlarımıza Allah’ın maksadı ve insanların maslahati ekseninde cevap verip veremediklerine bakılmasının merkeze konularak tenkid ve tasnifin yapılması gerektiğine inanıyorum.” Burada geçen tenkid ve tasnife günümüz Türkçesinde ayıklama ve sınıflandırma, kategorilendirme manası verebiliriz.

Konumuz fıkıh olduğu için fıkıhtan devam edeceğim. Seleften devir aldığımız devasa fıkıh külliyatımız ve hukuk müdevvanatımız var ve bu miras tabiatı icabı fert, toplum ve devlet hayatının bütününü düzenliyor. Sadece İslam’ın fıkhına ait bir özellik olarak şunu da ilave etmeliyiz, bu miras aynı zamanda Müslüman ferdin namaz, oruç, hac gibi ibadet hayatına ait meselelerde de düzenlemeler getiriyor.

Buraya kadar tamam. Herhangi bir itiraza mahal yok. Ama bir husus eksik; hangi fert, hangi toplum, hangi devlet? İbrahim Halebi’nin Mülteka’l Ebhur adlı meşhur eserini ele alalım. İbrahim Halebi 1460 Halep’de doğmuş 1594 yılında İstanbul’da vefat etmiş Hanefi alimidir. Darü’l kurra’da öğretim üyeliği, Fatih camiinde de imamlık yapmış bir insandır. Kısa adıyla Mülteka dediğimiz fıkıh eserinde 17 binden fazla fıkhi mesele hakkında hüküm vardır ve bu kitap yıllarca Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Konumuzla alakalı yönü ise şu; bu kitap mahkemelerde görev yapan hakimlerin ve müftülerin başvuru kaynaklarından biridir. Hatta kitabın kullanım yaygınlığına bağlı olarak yapılan bazı değerlendirmelere göre Mülteka resmi ya da yarı resmi kanun kitabıdır.

Şimdi ibadetlerden bir örnek verelim; bu kitapta cemaatle namaza geç gelen ve bir rekatı kaçıran insan namazını nasıl tamamlayacak hükmünü ele alalım. 1523 yılında İstanbul’da yaşayan Mehmet Amca ile 2023 yılında yine İstanbul’da yaşayan bir başka Mehmet Amca için değişen bir şey yok. Aynı hüküm her ikisi için de geçerli. Detaya gerek yok sanırım. 

Aile hukukuna geçelim; 1523’de İstanbul’da yaşayan aynı Mehmet Amca eşiyle olan bir anlaşmazlığından hareketle ona ‘boş ol’ demiş ve Mülteka’da geçen hükümlere göre boşamaya taalluk eden hükmî yaptırımlar devreye girmiş, devlet eliyle de takibi yapılarak uygulanmış. 

2023’de yaşayan Mehmet Amca da kendisinden 500 yıl önce yaşamış adaşı gibi eşiyle benzer bir anlaşmazlık yaşamış ve o da eşine ‘boş ol’ demiş? Şimdi soru şu, bu Mehmet Amca da Mülteka’da geçen hükümlere göre mi hareket edecek? Mesela, boş ol demesine rağmen boşamadan vazgeçerse eşine geri dönme imkanı var mı? Nikahı yenileme zorundalar mı? Bir başka soru, boşama gerçekleşti diyelim, mehir, nafaka, miras, çocukların velayeti gibi hususlarda aynı hükümler mi uygulanacak?

Cevap vermeden önce dikkatlice düşünün; aradan 500 yıl geçmiş. İki Mehmet Amca’nın yaşadığı yer de İstanbul ama iki İstanbul arasında sosyal ve kültürel olarak dağlar kadar fark var. Örfler, adetler değişmiş. İdari sistem değişmiş. Padişahlık gitmiş yerine Cumhuri idare gelmiş. O idari sistem içinde kanunlar değişmiş. 1523’de İslami değerlerin hakim olduğu bir hukuk anlayışı hakim. Şimdi öyle değil. Sistem bütünlüğü önemli bir faktör. İşin içine inanç boyutu da girince yaptırımlar daha farklı bir şekilde hayat buluyor. Mesela, Mehmet Amca evde karısına boş ol dediği an boşama tahakkuk ediyor, bunun illa mahkemede hakim önünde söylenmesi gerekmiyor. Boşamanın gerçekleşmesi için hakim kararı gerekmiyor. Resmi makamlara söylemeniz yeterli. 1500’lü yıllardan önce buna bile gerek duyulmuyor. O söz ağızdan çıktığı an hukuki yaptırımlar devreye giriyor. Ödenmemiş mehir aciliyet kazanıyor, nafaka kendiliğinden tahakkuk ediyor. Miras deseniz hakeza. Eğer eşler arasında bu konular üzerinde bir anlaşmazlık olursa mahkemeler o zaman devreye giriyor. 

Pekala ya şimdi? 2023 yılı İstanbul’unda Mehmet Amca eşine evde boş ol dese bu yaptırımlar devreye giriyor mu? Tarafların gönüllü olarak o hükümleri uygulamasını kastetmiyorum, devletin yaptırım gücünden bahsediyorum. Tabii ki girmiyor, çünkü yürürlükte değil o hükümler. O zaman ana soru şu: yürürlükte olmayan hukuk olur mu?

Tam da burada İslam fıkhında çoklarının kabul ettiği bir hususa işaret edip yazıyı sonlandırayım. Bazı hukukçular der ki: ‘Ölüler dirilere hükmedemez.’ Genellemeler yanlıştır. Bugün ölmüş gitmiş nice insanların ortaya koyduğu teoriler halen daha bizim hayatımıza hükmediyor. Hayır, bu sözü söyleyenlerin kastı şu; içtihadi bir meselede yaşayan, devrinin ve şartlarının idraki içinde bulunan bir fakihin verdiği hüküm geçerlidir, ölü bir insanın değil. Neden? Cevap gayet açık ve net; şartlar değişmiş. İçtihadi hükümler beşeri düşüncelerdir ve üretildiği sosyo-kültürel zeminin izlerini üzerinde taşır. Mehmet Amcaların boşanma misallerinde olduğu gibi değişen sosyo-kültürel zemin ister istemez hukuku hükümlere de tesir edecektir. Zira çok tekrar ettiğimiz bir sözle hayat dünde yaşanmaz, bugünde yaşanır. 

Hangi fert, hangi toplum, hangi devlet demiş ve fertten başlayarak fıkhi ahkamın hem sabit hem de süreklilik içinde değişime açık olan yönleri itibariyle somut iki misal vermeye çalıştım. 

Devam edeceğim nasipse.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Bir ev var. Bugünün ihtiyaçlarını karşılamıyor. Fikirler ise çok. Duruma bakılırsa evi tuğla tuğla sökmek ve yeniden yapmak gerekiyor. Gerçi eve ihtiyaç yok diyenler de var ayrı ve önemli bir konu da.. Bu ev tuğla tuğla söküldükten sonra yine bugüne göre tuğla tuğla örülebilir mi? Sanırım örülemez. En azından yeni tuğlalar lazım. Belli yerlerinde beton, belli yerlerinde demir, ahşap, hatta plastik kullanabilir miyiz, bunlar yeni evin statiğine, mimarisine uygun olur mu, olursa neye göre olur, olmazsa neye göre olmaz. Uygun görülürse eski ile yeninin oranı nasıl olacak? Bırak bu modası geçmiş binayı yık yerine yepyeni bambaşka maddelerden ev yap diye enerjik bir şekilde kenarda bekleyenler var. Bıraksan ne dikeceği hiç belli değil.
    Diğer taraftan bu binayı tekrar yapmadan önce yeni iklim şartlarını, yeni trafik şartlarını, yeni sosyal yapıyı, yeni ekonomik durumu gözden geçireceksin. Ne bileyim sadece misafirlerin girdiği bi odan olmayacak belki.
    Acaba yeni evler aynı zamanda üretilen yerler mi olacak, yani işyerlerimiz mi olacak, böyle bir trend de var.
    Dur tamam şimdi buldum işte. Biz kendimizi çok kurnaz zannediyoruz. Sen önce iklim şartları neden böyle, napmalı, trafik, ulaşım nasıl olmalı, akrabalık, komşuluk nasıl olmalı, ortalama bir Müslümanın maddi durumu nasıl olmalı, nasıl tüketmeliyiz, bunu yeni helalleri, haramları, mendupları, müstehapları nedir bilmeden ev falan yapma. O evi yıkma, kenarda bekleyenleri coşturma.
    Hülasa bu iş öyle okumalar yaptım demekle olmuyor. Öyle bir okuyacaksın ki, tuğla tuğla, çivi çivi, basamak basamak. Perde nedir bileceksin, nereye gelir, amacı nedir anlayacaksın, o zaman o evin olması gereken manzarası gözlerinin önünde belirir. Şu an şu haliyle hiç kimsenin gözünde beliremiyor. İş artık tespitte bulunma zamanını geçmiştir. Zaman bunları yapabilecek yetkinlikte insanları yetiştirmekte. Ve öyle görülüyor ki bugünün ilahiyatçıları bu disiplinlerarasılığa sahip değil.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin