YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin dinî alanda yaptığı tecditle ilgili başladığımız yazı serisinin sonuncusunda, önce onun dinî söylemini, arkasından da yapılan hizmetlere zarar gelmemesi adına dikkat çektiği hususları ele alacağız.
10. Doğru Üslubu Kullanmak
Bir insan dinî hakikatleri sadece muhataplarına söylemek suretiyle tebliğ vazifesini yapmış olmaz; onun nasıl söylediğine de bakılır. Önemli olan, gönülleri fethetmeye, insan kazanmaya kilitlenmek ve bunun gereği olarak da netice alacak, vicdanlarda tesir uyaracak, muhataplar nazarında inandırıcı olacak şekilde konuşmaktır. Ne zaman, nerede, ne denileceğini doğru tayin etmektir.
Muhatapların kültür seviyelerini, düşünce dünyalarını, hissiyatlarını, hassasiyetlerini, beklentilerini ve tepkilerini hesaba katarak söz söylemektir. Bir insan din adına söylediği sözlerle tepki çekiyor, insanları küstürüyor, kaçırıyorsa o dine hizmet etmiyor, ona zarar veriyor demektir. Netice itibarıyla akim kalacak meselelerde ısrarcı olan kimse Allah’ın akıl nimetini kullanmıyor demektir. Hakkı hakikati bilmek kadar, onları doğru bir şekilde ifade etmek de önemlidir. Hatta zaman ve zemin uygun değilse doğruları hiç söylemeyip sükût etmektir doğru olan.
Yanlış anlaşılmasın, elbette sözlerin sinelerde makes bulmasını sağlayacak, bizim vasıtamızla insanlara hidayet edecek olan, Allah’tır. Fakat O, hikmet ve imtihan dünyasında, icraatlarını belli vesileler üzerinden gerçekleştirir. İşte mümine düşen de en uygun vesileleri bulup kullanabilmektir.
Hocaefendi’nin yazı ve sohbetleri sadece kullandığı “üslup” ve “söylem” üzerinden bir tahlile tâbi tutulacak olsa, onun bu konuda da nasıl bir tecdit yaptığı yakından görülecektir. Başta İrşad Ekseni olmak üzere birçok eserinde nazari olarak da bu konuda takip edilmesi gereken yolu göstermiştir. Biz konunun detaylarını bu konuda yapılacak derinlikli araştırmalara havale ederek burada bazı ana noktalara kısaca temas edeceğiz.
Kur’ân-ı Kerim, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s) dine çağrısını şöyle anlatır: “De ki: İşte benim yolum! Ben, Allah’a –körü körüne değil– basiret üzere davet ediyorum.. bana tâbi olanlar da öyle…” (Yûsuf sûresi, 12/108)
Demek ki irşat ve tebliğ faaliyeti düşünerek, taşınarak, hesaplayarak, planlayarak yürütülmesi gereken mukaddes bir vazifedir.
Aynı şekilde başka bir âyet-i kerimede Allah’a davetin usulü şu ifadelerle ortaya konulur: “Sen insanları Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öğütlerle dâvet et, gerektiği zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et.” (Nahl sûresi, 16/125) Keza Cenab-ı Hak, Firavun’u irşat için gönderdiği Hz. Musa ve Hz. Harun’a, ona karşı yumuşak bir üslup kullanmalarını emreder. (Tâhâ sûresi, 20/44) Peygamber Efendimiz (s.a.s) de kolaylaştırmayı zorlaştırmamayı, müjdelemeyi nefret ettirmemeyi emreder. (Buhârî, ilim 11)
Maalesef Müslümanların Kur’ân’ın bu tavsiyelerine uymamalarının bedeli çok ağır olmuştur. Onların hiddet ve şiddetleri, sertlik ve kabalıkları, iş bilmezlikleri nicelerini dinden, diyanetten soğutmuştur.
Hocaefendi bu gerçeği şöyle anlatır: “Müslümanların Allah Resûlü’nün takip ettiği usulü yeterince iyi takip etmemeleri, meseleleri gerektiği kadar makul ve yumuşak bir üslupla sunmamaları şimdiye kadar bize çok pahalıya mâl oldu. Pek çok kimse bu yüzden dinden soğudu, mabetten uzaklaştı. Meselelerimizi, balyozla kafalarına vuruyor gibi kabalık ve huşunetle arz ettiğimizden ötürü bizden ürktüler, kaçtılar. Yanlış usul ve üslubumuzla insanların ümitlerini kırdık. Hatalarını yüzlerine vurarak, onlara liyakatsiz olduklarını söyleyerek, dini onlara zor göstererek Allah’la kullarının arasına girdik. Çok basit hatalarımız yüzünden ağır faturalar ödemek zorunda kaldık.” (Gülen, Işık-Karanlık Devr-i Daimi, s. 97)
Biraz daha detaya girecek olursak, Hocaefendi, tıpta geçerli olan “Hastalık yok, hasta vardır.” sözünün dine çağrıda da geçerli olduğunu söyler. Yani fertlerin genel karakterlerine, yetiştikleri kültür ortamlarına, duygu ve düşünce dünyalarına uygun konuşulmasını tavsiye eder. Birinde işe yarayan bir üslup, başka birinde işe yaramayabilir; birine fayda veren sözler bir başkasının tepkisini çekebilir.
Muhatabına bir şeyler okumadan önce, onun zihin ve kalb dünyasını okuyamayan bir kimse, neticede onun canına okuyabilir. O bu konuda şunları söyler: “Bazen hak ve hakikati bütün bütün inkâr eden mülhitlerle, bazen mütereddit ve mütehayyirlerle, bazen de farklı bir çizgide dinlerini yaşamaya çalışan müminlerle muhatap olabilirsiniz. İşte daha başta muhatap olunan insan çok doğru okunmalı, sahip olduğu mizaç ve meşrep itibarıyla doğru tanınmalı, içinde yetiştiği kültür ortamı iyi bilinmeli ve ona empatiyle yaklaşılmalıdır. Bütün bunları çok iyi ölçüp tarttıktan sonra söze nasıl başlanacağına, hangi argümanların değerlendirileceğine, ne tür bir dil kullanılacağına ve nasıl bir üslupla yaklaşılacağına karar verilmelidir.” (Gülen, İstikamet Çizgisi, s. 126)
Muhataplarla aramızdaki ortak noktaların öne çıkarılması ve bunlar üzerinde durulması da oldukça önemlidir. Hocaefendi bunun gerekçesini, “Sizin anlattıklarınızla kendi düşünce sistemleri arasında bir kısım koordinatlar yakalarlarsa, söylenenleri daha kolay kabul ederler.” (Gülen, Işık Karanlığı Boğarken, s. 214) şeklinde izah eder. Aynı şekilde mümkün mertebe ihtilaf ve çatışma noktalarından uzak kalınması, muhatapların kutsallarına ilişilmemesi, inanç ve değerlerine saygı duyulması, anlatılan konuların aidiyetlere bağlanmaması, detayın kavgasının verilmemesi de tepkisel davranışların önüne geçecek ve söylenilen sözleri tesirli kılacaktır.
Hocaefendi, özellikle farklı kültür ve medeniyet havzalarında yaşayan ve oralarda hizmet etmek isteyen kimselerin, misyonerlik havasından uzak kalmalarını, onlara tepeden bakmamalarını önemser. Onun şu tavsiyeleri oldukça fıtri ve makul olduğu için herkes tarafından kabul görebilir: “Bir yere gittiğimizde, bize ait güzellikleri insanlara anlatıp sevdirerek onlarla paylaşırken, oraya ait güzellikleri de almasını, alıp kendi değerlerimizi zenginleştirmesini bilmeliyiz. Bu suretle, tüm insanlığın değerlerini bir potada eritmek suretiyle, herkesin içinde kendinden bir şeyler bulabileceği bir evrensel insanî değerler manzumesi meydana getirebiliriz.” (https://herkul.org/kirik-testi/makul-ve-dengeli-hareket/)
O, sahip olduğumuz değerleri ve müktesebatı başkalarıyla paylaşmamayı cimrilik olarak gördüğü gibi, başka kültür ve medeniyetlerin güzelliklerine karşı alakasız kalmayı da bir çeşit mahrumiyet olarak görür. Dolayısıyla bize ait güzelliklerin bir alış-veriş havası içinde paylaşılmasını tavsiye eder. Farklı bir ifadeyle, ona göre yapılması gereken şey, diyalog vesilesiyle insanların bir araya toplanması, herkesin kendinde olan güzellikleri ortaya sermesi ve böylece bir güzellikler sergisi meydana getirilmesidir.
Şayet bizler, sahip olduğumuz inancın, fikirlerin, dünya görüşünün doğruluğundan eminsek onları ortaya serdikten sonra beğenilip beğenilmeyeceğinden endişe etmemize gerek yoktur. Güçlü olan değerler, dayatmaya, şovenliğe, hamasete, propagandaya ihtiyaç duymaz. Yapılması gereken şey, fıtrî ortamlarda güzellik meşherleri oluşturduktan sonra insanları özgür iradeleriyle baş başa bırakmaktır.
Din adına konuşan, yazan kimselerin bütün bunları göz önünde bulundurmaları sanıldığı kadar kolay değildir. Belki de günümüz müminlerinin en büyük eksiklerinden biri, çağın şartlarına uygun bir dinî söylem ve üslup geliştirememeleridir. Belki de on binlerce mürşit ve mübelliğin, minberlerde, kürsülerde, salonlarda, televizyon ekranlarında harıl harıl İslâm’ı anlatmalarına rağmen arzu edilen değişimin gerçekleşmemesinin önemli bir sebebi budur. Ve yine şayet Hocaefendi’nin sözleri milyonlarca gönülde makes buldu, bir tohum gibi toprağa düşüp meyveye yürüdüyse bunun sebebi de onun çağın insanına hitap edebilme kabiliyetidir.
Hocaefendi’nin bir yazısında söylem geliştirme merkezlerinin açılmasını tavsiye etmesi oldukça dikkat çekicidir: “Günümüzde bizim en büyük eksiklerimizden birisi, herkesi kucaklayıcı ve âlemşümul bir söylem geliştirememiş olmamızdır. Keşke çağımız insanına yüksek bir üslûbu kazandıracak, diyalog merkezleri gibi söylem geliştirme merkezleri de olsaydı. Bu müesseselerde “tepki almadan, reaksiyona sebebiyet vermeden farklı kültür ve anlayışlara sahip insanlarla nasıl diyalog kurulup nasıl konuşulacağı” izah edilebilseydi. Elimizde Kur’ân ve Sünnet gibi her çağın problemlerine çözüm sunacak engin iki kaynak mevcut. Fakat kanaatimce bunların değişik toplumlara ve farklı kültür çocuklarına en uygun bir tarzda takdimi için müşterek bir beyan diline ihtiyaç var.” (Gülen, Yenilenme Cehdi, s. 135)
11. Güzergâh Emniyetini Sağlamak
Hakkı, adaleti, iyi ve güzel olanı ikame etme adına hizmet etmek tek başına yeterli değildir. Hizmet etmek kadar, yapılan hizmetleri muhafaza etmek ve bunlara zarar vermemek de o kadar önemlidir. Zira niyetler, hedefler, gayretler ne kadar güzel olursa olsun, güzellikten hoşlanmayan birileri mutlaka olacaktır. Bulanık suda balık avlayanlar saflıktan, temizlikten, duruluktan hoşlanmayacaktır.
Zulümden nemalananlar hak ve adaletten nefret edecektir. Karanlıkta yaşam sürdüren yarasa ruhlular tutuşturulan bütün meşaleleri söndürmeye çalışacaktır. Kurdukları çıkar çarklarıyla toplumu sömüren zorbalar, kirli düzenlerinin değişmesine karşı her türlü direnci gösterecektir. Zihinlerinde kast sistemleri oluşturan ve kendilerini de bunun en tepesine yerleştirenler sahip oldukları imtiyaz ve ayrıcalıkları bırakmak istemeyecektir. Hepsinden önemlisi çağ nifak çağı olduğu için, düşmanlığa kilitlenmiş nice kimseler kendilerini suret-i haktan gösterecektir.
İşte bütün bu kesimlerin varlığı hesaba katılmaz, yürünen güzergâhın emniyeti sağlanmaz ve onlardan gelebilecek kötülüklere karşı önlem alınmazsa ıslah ve tamir adına ortaya konulan onca emek ve gayret muhalif esen bir rüzgârla birlikte heba olabilir. Zira tahrip tamire göre çok daha kolaydır. Bu yüzdendir ki Hocaefendi, “Güzergâh emniyetini sağlamak bana farz-ı ayn gibi geliyor. O emaneti emniyet ve güven içerisinde varması gerekli olan yere ulaştırma, öyle mühim bir vazifedir ki şayet her şeyi kılı kırk yararcasına düşünmez, güzergâhın her noktasında karşılaşabileceğiniz muhtemel tehlikeleri hesaba katmaz ve çevreden size bakan nazarların bakışlarındaki manayı okuyamazsanız emanetin sorumluluğunu yerine getirmemiş olursunuz.” (Gülen, Yenilenme Cehdi, s. 128) sözleriyle meselenin hassasiyetini ortaya koymuştur.
Hocaefendi’nin konuyla ilgili şu uyarı ve ikazları iman ve Kur’ân hizmetinin başarılı olması adına fevkalâde önemlidir: “İnsanlığın faydası adına gerçekleştirilen projelerin korunması, bin bir emekle ortaya konulan birikimlerin heder olmaması, yarın birileri tarafından zayi edilmemesi, insanlığa sunulan hizmetlerin kalıcı olması adına bugünden ne kadar tedbir alınsa değer. Cizvitlerin, Urartuların yaptığı gibi iç içe surlar örülmelidir ki kötü niyetlilerin elleri oraya ulaşmasın, Allah’ın inayet ve keremiyle başlamış ve devam etmekte olan bir açılıma halel gelmesin, dünyanın dört bir tarafında cihanpesendâne hizmet veren güzel insanların emekleri zayi olmasın.” (Gülen, Işık Karanlığı Boğarken, s. 217)
Hocaefendi’nin farklı zamanlarda dile getirdiği, uyûn-u sahire olma, temkin ve teyakkuz içinde yol alma, tedbiri elden bırakmama, kimsenin gıpta damarını tahrik etmeme, temsilde temadi sayesinde güven telkin etme, vehimleri izale etme, çok alternatifli yürüme, endişeye sevk edici davranışlardan uzak durma, bir şekilde oluşmuş olan cepheleri genişletmeme, kanun ve nizama uygun iş yapma, şeffaf olma, öndekilerin her daim topluma hesap vermesi, hüsnüzan etmenin yanında adem-i itimatı da unutmama, aidiyet mülahazasına girmeme, müspet hareketi ilke edinip kimsenin aleyhinde olmama, başkalarının yanında sevdiğimiz insanları nazara vermeme, herkesin yaptığı hizmeti alkışlama, kötülükleri bile iyilikle savma, kötülüğe kilitlenmiş insanlara koz ve malzeme vermeme gibi prensiplerin güzergâh emniyetiyle yakından alakasının olduğunu söyleyebiliriz.
Mesela Hocaefendi’nin şu sözleri, şeffaflığın, temsilde temadinin ve vehimleri izale etmenin önemini gösterir: “Karakterinizi, ruh yapınızı, hissiyatınızı, iç dünyanızı bir “showroom”da, bir galeride teşhir ediyor gibi teşhir edeceksiniz. El âlem gelecek, girecek, gezecek, görecek, bakacak ve sizin hakkınızdaki vehimlerinden kurtulacak. Siz belki de bu süreci fark edemeyeceksiniz. Onlar gelecek, sizin üzerinize bir işaret koyacak ve daha sonra
geldiğinde bu işaretin yerinde durup durmadığını kontrol edecekler. Daha sonra
bir kere daha gelecek ve aynı desen ve şivenin olup olmadığına bakacaklar ve böylece hakikî Müslümanlığı gerçek derinlik ve enginliğiyle görecekler.” (Gülen, Yaşatma İdeali, s. 216)
Hocaefendi’nin şu açıklamaları ise güzergâh emniyetini sağlamada diyaloğun ne kadar hayatî bir yerinin olduğunu ifade eder: “Toplumun farklı kesimleriyle, farklı dünya görüşlerine sahip insanlarla barış ve huzur içinde bir arada yaşamak istiyorsanız diyalog yolları araştırmak zorundasınız. Herkesi kendi konumunda kabul edebilmek, insanların sizin düşüncenize uymayan yanlarına tahammül edebilmek, varsa bazılarının sertlikleri, müsamaha duygunuzla onların sertliklerini kırmak, evrensel insanî değerlere uygun hareket tarzınızla onlardaki benzer duyguları harekete geçirmek ve evrensel insanî değerler açısından aynı yolda olduğunuzu hissettirmek güzergâh emniyetini sağlamanın gereklerindendir. Size ters gelmeyen ve akidenizde delik açmayan bir kısım meselelerde belli platformlarda farklı kesimden insanlarla bir araya gelebilir, müşterek hareket edebilirsiniz. Evet, siz insanların konumlarına saygı duyarsanız onlar da size saygı duyarlar. Siz onlara değer verirseniz onlar da size değer verirler. İnsanların insanlıklarına sığınmak, bazı meseleleri onların insanlığına emanet etmek, aynı zamanda kendi insanlığınızı yaşama ve yaşatmanız anlamına gelir. Bu konuda yapmanız gerekenleri yapmazsanız yürüdüğünüz yolda birçok engelle karşılaşırsınız.” (https://herkul.org/kirik-testi/taviz-degil-peygamber-yolu/)
Güzergâh emniyetini sağlamanın önemli esaslarından biri de herkese karşı saygılı olmak, farklılıkları müsamahayla karşılamaktır. Zira burada mukabele esası devreye girecektir. Biz başkalarının kültürüne, yaşantısına, değerlerine saygı gösterirsek onlar da bizimkine gösterirler. Hocaefendi’nin ifadesiyle civanmertlik bekliyorsak önce biz civanmertlikte bulunmalıyız. Teveccüh bekliyorsak önce biz teveccüh göstermeliyiz. Unutmamalıyız ki âlemin bizden beklediği, bizim âlemden beklediğimizdir. (Gülen, Işık Karanlığı Boğarken, s. 34)
Güzergâh emniyetini sağlamanın yollarından biri de evrensel düşünebilmek ve meselelerimizi dünya meselesi hâline getirebilmektir. Hocaefendi’nin şu yaklaşımı oldukça ileri bir ufka işaret eder: “Eğer ortaya koyduğunuz güzel işlerin kabul görmesini veya en azından bunlara ilişilmemesini istiyorsanız, meselelerinizi bir dünya meselesi hâline getirmelisiniz. Öyle ki dünya üzerinde hegemonya kurmak isteyen, çatışmadan beslenen veya kin ve nefretlerinin kurbanı olmuş bir kısım zalim ve mütecavizler size engel olmak istediğinde, sizi başkaları savunmalı, “Hayır, bunlara ilişmeyiniz, bunlar insanlık adına çok güzel işler peşinde koşuyorlar.” demeliler.” (Gülen, Işık Karanlığı Boğarken, s. 216)
Sonuç Yerine
Kur’ân müminlere, birçok âyet-i kerimede tebliğ ve irşatta bulunmayı, hakkı tavsiye etmeyi, Allah’ın dinine yardım etmeyi, iyiliği emredip kötülükten nehyetmeyi, inzar ve tebşiri (uyarma ve müjdelemeyi), Allah yoluna çağrıda bulunmayı, yeryüzünü ıslah ve imar etmeyi emreder. Bunların hangi yol ve metotlarla yapılacağına dair icmali bazı prensipler de vaz eder. Fakat bütün bu emirlerin çağın şartlarına göre yerine getirilmesi, bu hedeflere ulaştıracak vasıta ve yolların bulunması beşerî içtihatlara bırakılır. Bu da ancak hem Kur’ân ve Sünnet’in ruhuna vâkıf olan hem de yaşadığı çağı yakından bilen büyük âlimlerin, müçtehit ve mücedditlerin işidir. Buraya kadar yapılan izahlardan da anlaşılacağı üzere Hocaefendi bu konuda Müslümanların önüne çağın gereklerine uygun engin ve zengin bir tecrübe koymuştur. Bu tecrübe ve birikimi değerlendirmek ve Hocaefendi’nin açtığı bu yolda yürümek ise bir derdi ve davası olan Müslümanlara düşen önemli bir sorumluluktur.