MAHMUT AKPINAR | YORUM
Kimse Fethullah Gülen’i sevmek zorunda değil. Elbette dileyen nefret edebilir, fikirlerini beğenmeyebilir, eleştirebilir. Gülen’in ve Cemaat’in tezlerine itiraz edebilir, karşı tezler, görüşler ortaya koyabilir. Fikri itirazı olanlar karşı argümanlar ortaya koyarak neden katılmadığını yazabilir, konuşabilir. Kin, nefret, küfür içeren aşağılamalara, ‘insandışılaştırmalara’ girmeksizin elbette herkes objektif, hukuki deliller getirerek, Gülen ve ithamlar arasında makul illiyet bağı kurarak suçlamada bulunabilir.
Ama sadece Türkiye’de bin 200 okul, 16 üniversite, binlerce dershane açılmasına vesile olmuş, ülkedeki orta-alt tabakanın çocuklarının eğitimine büyük katkı sağlamış, sosyolojik anlamda sınıflar arası mesafeyi daraltmış, dezavantajlı kesimlere fırsatlar sunmuş, ülkedeki ihtilafların çözümü için diyalog toplantıları düzenlemiş, en çok satan ulusal gazeteyi çıkarmış, kendi yazdığı yüzü aşkın kitaba ilave kurduğu yayınevlerinde binlerce kitap basarak kültür ve fikir hayatına katkıda bulunmuş birisine bir delil ortaya koymaksızın kolayca “terörist” diyemezsiniz.
Fikirlerine katılmasa bile, takdir etmemek bir kadirbilmezliktir. Her şeyin birbirine karıştığı bu ifritten dönemde başarıları-hayırlı işleri görmezden gelmek, hakkı savunma cesareti gösteremeyip susmak da anlaşılabilir. Lakin dünya adına hiçbir talebi ve lüksü olmamış bu kişiye ve ömrünü ülkesine, insanlığa adamış tertemiz milyonlara “terörist, vatan haini” demek bir karaketersizliktir, alçaklıktır, tiynetsizliktir, ahlaksızlıktır…
Peki, ulusalcısından Kemalistine, milliyetçisinden Kürtçüsüne, tarikatçısından masonuna bu kadar geniş bir kitle nefrette nasıl ittifak kurabiliyor? Nasıl oluyor da birbirine nefretle bakan kesimler Hizmet Hareketi söz konusu olunca iftira atmakta, kin kusmakta yarışabiliyor?
Her şeyden önce, bu kadar organize, yaygın, uzun süreli ve devletin tüm unsurlarıyla destek verdiği propaganda karşısında çok az insan akl-ı selimi, objektifliği koruyabilir. Bütün seslerin sindirilip herkesin küfretmeye özendirildiği, akla ziyan iftiraların atıldığı, adi katilin, tırnakçı hırsızın bile paçayı kurtarmak için Camia’ya suç attığı bir ortamda, ortalama insanların salim düşünmesini beklemek abes.
Bunu aydınların, toplum önderlerinin yapması, kitlelere, “Bu kadarı fazla! Gerçekler böyle değil!” demesi gerekiyordu. Ama iktidar, devletin tüm gücüyle bu aydınları sindirdi, susturdu, cezalandırdı. Herkesi ve her kesimi kendi söylemini tekrar etmeye mecbur bıraktı. Cenazenin arkasından taziyede bulunan gazeteci Kazım Güleçyüz’ün bile ‘terör’ gibi ağır bir suçlamayla tutuklandığı ortamda maişet derdinde koşan insanlardan cesaret beklemek fazla lüks. Hitler ve propaganda bakanı Gobbels’de aynı şeyi yapmış, gayet eğitimli, nitelikli Alman halkını düşünemeyen, öngöremeyen mankurtlara dönüştürmüştü.
Burada suçlanması gereken halk değildir. Vebal ve sorumluluk gereken zamanda ve yerde otoriterleşmenin, kirlenmenin karşısında duramayan, kolayca teslim olan aydınlar, alimler, akademisyenler, gazeteciler, siyasetçilerdir.
Ama sosyal, siyasi, dini gruplar açısından baktığımızda bu kesimlerin Fethullah Gülen Hocaefendi’ye neden düşman olduğu mazur görülemese de anlaşılabilir.
1980 öncesinde Hizmet Hareketi küçük bir guruptu ve dikkate alınmıyordu. Kitlelere hitap edecek durumu yoktu, statüko ve derin güçler açısından önemli tehdit değildi. Müspet hareket ediyorlar, kimseyle kavga etmiyorlardı. Okullar dersaneler açıyorlar, insan yetiştiriyorlardı.
Zamanla sayısı ve etkinliği arttı. Açtıkları okullardan-yurtlardan mezun olanlar hayatın her alanında görülmeye başlandı. Yurt dışına açıldılar, ticari organizasyonları oldu. Çocuklarını başarılı ve ahlaklı yetiştirmek isteyenlere bu okullar ortam sunuyordu. Cemaat’ten hazzetmese de pek çok kesim çocuklarını teslim etmekteydi zira bu dönemde ahlaklı ve başarılı çocuk yetiştirmek kolay değildi.
Ne var ki Camia’dan yetişen çocukların içinden askerler, polisler, hakimler, savcılar, kaymakamlar, üst düzey devlet memurları da çıkmaya başladı. Bu insanlar devlet içinde kurulu karanlık düzene muttali oluyor, dönen dolapları fark ediyorlardı. Önceden de bu dolapları farkedenler vardı. Fakat bu güçlü ve karanlık çarkla mücadele edecek cesaret ve iradeyi kimse gösteremiyordu. Münferit gayretler sindiriliyor, cezalandırılıyordu. Devlet içine kurulmuş bu derin-karanlık düzene çomak sokulamıyordu.
Okul-yurt açan; ılımlı, statükoya tehdit görülmeyen Cemaat, devletin içindeki derin yapılanmalara muttali olup, kirli ilişkilere takoz koymaya başlayınca, statüko sahipleri için “tehlike” görülür oldu. Birilerinin 100 yıllık kurulu düzeni bozuluyordu. Bu sebeple, devletten beslenenler, statükoya yaslananlar Cemaat’e husumet duymaya başladı, etkisizleştirmenin yollarını aradılar. 28 Şubat sürecinde kapsamlı ve sofistike bir plan yaptılarsa da sonuca ulaşamadılar. Müslüman halk seküler iddialarla yapılan taarruzları geri püskürttü.
Elbette Hizmet Hareketi’nin ve Hizmet’ten insanların da pek çok hatası kusuru vardı. Ama bu hatalar hareketi kökten yok etmeyi, toptan linç etmeyi gerektirecek şeyler değildi. “Hizmeti, Hizmet’ten daha az günahı, vebalı olanlar taşlasın!” desek taş atabilecek hiçbir siyasi, dini, sosyal grup kalmaz. Aksine “fazla dürüst olmak ve temiz kalmak” Hizmet insanlarının öne çıkan “kusuru” idi.
Hizmet Hareketi hayatın her alanında ülkenin ve toplumun problemlerine el attı, çözümler aradı. Ürettiği çözümler etkili ve başarılı oldu. Ama bu çabaların her biri farklı yönleriyle farklı kesimlere dokunuyor, çıkarlarına halel getiriyordu. Cemaat zamanla -yaptıkları sebebiyle- içte ve dışta pek çok düşmana sahip oldu. Çıkarlarını, koltuklarını, güç ve imkanlarını tehdit altında görenler kadar haset ve gıptayla düşmanlık besleyenler de ortaya çıktı. Bazıları dıştan ve alenen yok etmeye odaklanırken, hased ve rekabet duygusu içinde olanlar suskun kalmayı, zulmü, linci sessizce onaylamayı tercih ettiler.
Gülen’e kimler neden hasımdır?
- Derin devlet ve militer-statükocu zihniyet millete rağmen kurdukları ve darbelerle, kirli oyunlarla sürdüregeldikleri egemenliklerine Cemaat’i tehdit gördüler. Kurulu sistemden, statükodan, derin oluşumlardan beslenen bütün kesimler, beyaz-oligarşik yapılar, masonik gruplar cemaate hasımdırlar.
- Mustafa Kemal’i, Atatürk’ü samimi sevenler değil ama Kemalizm üzerinden konumlarını sürdürenler, ayrıcalık elde edenler Gülen’e ve önderi olduğu harekete düşman oldular. Zira Cemaat onların “eğitimsiz, yobaz, cahil..” şeklinde dindarlar için sıraladıkları klişe lafları ellerinden aldı. Etiketlemelerinin altını boşalttı. Üretip 100 yıl kullandıkları “irtica” kavramını işlevsiz bıraktı.
- PKK devletin ihmal ettiği, toplumun hor gördüğü ezilen Kürtler üzerinden kendisini üretiyor ve canlı tutuyordu. Dağ kadrosunu dışlanmış, eğitimden uzak Kürt gençlerinden oluşturuyordu. Gülen ve Hizmet Hareketi, PKK’nın “kendi faaliyet alanı” olarak gördüğü coğrafyada okullar, dershaneler, yurtlar, okuma salonları açtı ve PKK’nın propagandalarını boşa çıkarttı. Kürt gençlerin dağa değil okula gitmesini sağladı. Bu nedenle hem PKK, hem de derin-kanlı ilişkilerle bölgede etkili olanlar Gülen’i en büyük düşman olarak tanımladılar. Zira veriler okul, kurum açılan yerlerde terörün, ayrılıkçı fikirlerin, derin kanlı işlerin azaldığını gösteriyordu. Cemaat, Kürtler arasında İslam kardeşliğini de kullanarak etkili oluyordu. Oysa bu durum Kürtleri İslam’dan uzaklaştırmayı, seküler ve etnik ayrılıkçı kitleye dönüştürmeyi hedefleyen PKK’nın ve bazı Kürtçü hareketlerin hoşuna gitmiyordu.
- Aklı selim, şiddetten uzak durmayı tercih eden pek çok milliyetçi, vatanseverin yolu Hizmet Hareketi ile kesişti. Milliyetçi kesimin tabanı değilse de, yöneticileri Cemaat’e hep limoni baktılar. Zira Hizmet, yurt dışında açtığı okullarla ve lobi çalışmalarıyla “milliyetçilik” söylemini hamasetten, boş söylem olmaktan kurtarıyordu. Ayrıca Hizmet milleti, halkı ve ülkesi için çalışmanın şiddetsiz, çatışmasız, ötekini severek, eğitimle, kalemle, okulla olabileceğini gösterdi.
- Siyasal İslamcı kesimler Gülen’i ve Hizmet’i baştan beri sevmediler. 1980 öncesi şiddete, sokak gösterilerine uzak durduğu için Gülen’i ve arkadaşlarını “tırsak, korkak” diye etiketlerlerdi. Sonraki yıllarda harikulade işler yaptığını ve kendilerinden daha etkili sonuçlar aldığını görünce küçümsemeleri hasede ve husumete dönüştü. İslamcılar ‘tümden gelimci’ bir anlayışla kendilerini toplumun tepe noktasında yönetici, siyasi elit, halife olarak görür, diğer tüm cemaat ve tarikatların, dini grupların kendilerine biat etmelerini beklerler. İktidar olduktan sonra biat etmeyenleri ise Hayrettin Karaman’ın da fetvalarında görüldüğü üzere “asiler, bağiler” olarak tanımlayıp imhaya yönelirler.
- Diyanet camiasının hakşinasları hariç resmi din adamları Fethullah Gülen Hocaefendi’yi sevmezler. Zira o maaş ve beklenti olmaksızın dine hizmet etmeyi teşvik etti. Samimi, temsil ehli dindarlar yetiştirdi.
- Bir de bireysel veya kolektif anlamda kendisine haksız kazançlar, konumlar, imkanlar bekleyip ona erişemeyenlerin kuyruk acısı var. Elde edemediklerini arada bir illiyet bağı olmasa dahi Gülen’e ve Cemaate yükleyerek beceriksizliğini örtme telaşında olanlar var.
Dini gruplar, tarikatlar, cemaatler neden sevmiyor peki? Gülen ve lideri olduğu hareket kendisini biraz tepede konumlandırdı, onları küçümsedi de ondan mı?
Hayır, aksine Gülen diğer cemaat ve tarikatların gıpta ve hasetlerini tahrik etmemek için çok titiz davrandı. Onların şeyhlerinin isimlerini kendi arkadaşlarının çocuklarına, kurumlara isim olarak verdi. Çağdaşı olan cemaat/tarikat liderlerinin pek çoğunu ziyaret etti, ellerini öptü, azami hürmet gösterdi. Kendi arkadaşları içinde başka dini grupların aleyhine konuşmayı yasakladı. Bir dini gruba, cemaate müntesip olanların Hizmet’e devşirilmesini onaylamadı. Yurt dışında ve yurt içinde başka dini grupların işlerinin kolaylaştırılması, yardımcı olunması, yol ve yöntem gösterilmesi için arkadaşlarını teşvik etti. Nitekim Hizmet Hareketi’nin ürettiği yol ve yöntemler bugün hemen bütün dini gruplar tarafından taklit edilmektedir.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bünyesinde KADİM (Kültürler Arası Diyalog) diye bir birim vardı. Bunun kuruluş amacı münhasıran dini, sosyal gruplarla diyalog kurmak ve iyi ilişkiler geliştirmekti. Fethullah Gülen, diğer grupları gıpta ve hasede sevk etmeme noktasında azami titizlik gösterirken, ayrıca zirayetlerle, hediyeleşmelerle fitne ve dedikodulara engel olmak, bağları güçlendirmek, dayanışma içinde olmak istiyordu.
Bir dönem KADİM’in başında kendisi de başka dini gruplarda bulunmuş, cemaatleri iyi bilen gazeteci, ilahiyatçı Dr. Hamidullah Öztürk vardı. Hizmet’in itibar gördüğü, kıskanıldığı 2000’li yılların sonlarıydı. Kendisi hatırlar mı bilmiyorum, bir defasında ona, “Hocam dini gruplara, cemaatlere ziyaretler yapıyor, arada iyi ilişkiler gelişmesi için uğraşıyorsunuz. Bir sonuç alınabiliyor mu? Hasede ve husumete engel olmak mümkün olunabiliyor mu?” diye sormuştum. O da hep kendilerinin gittiğini ama iadeyi ziyaret olmadığını, çabalarının ilgisiz ve karşılıksız kaldığını söylemişti.
Fethullah Gülen bir beşerdi, elbette hataları olabilir ama sadece Türkiye’de değil geniş bir coğrafyada hayaller ötesi çok başarılı işlere imza attı. Afganistan’da açılan kız lisesinden mezun bir Afgan kızın Harvard Üniversitesi’ne girmesi, Türkiye’de Samanyolu Lisesi’ni bitiren başka bir hanımefendinin NASA’da çalışıp galaksi keşfetmesi bile ona madalyalar takmak için yeterliydi. Onun açılmasına vesile olduğu okullar, kurumlar yüzlerce ülkede harika işler başardı, köprüler kurdu. Bosna’da Boşnak, Sırp ve Hırvatın, Irak’ta Arap, Kürt ve Türkmenin aynı okulda, aynı sıralarda eğitim alıp barış içinde ve kardeşçe yaşayabildiğini göstermesi bile Nobel Barış ödülünü hak etmesine yeter.
Gülen’i eleştirenler, sevmeyenler keşke bunları objektif gerekçelerle yapsalar. İğrenç bir dille suçlayıp etiketlemek yerine keşke az insaflı, vicdanlı olsalar. Sadece kin ve nefretle, husumetle hareket etmeseler. Cenaze arkasından yapılan saldırılar, kullanılan kelimeler, küfürler Gülen’e düşmanlığın ilke ve adap sınırları aşıp aşırılığa gittiğini, saplantıya dönüştüğünü gösterdi.
Gülen nefreti hiçbir kesimde rasyonel ve geçerli sebeplere, makul gerekçelere dayanmıyor. Bazıları ideolojik farklılık nedeniyle hasım. Bazıları devlet ve kurumlar üzerindeki karanlık etkilerini aşındırdığı için düşman. Bazıları onun başardıklarına erişmenin kendileri için imkansız olduğunu görüp haset krizlerine giriyorlar.
Son dönemde yoğunlaşan saldırıların çoğu kısa vadeli ve pragmatik politik, ticari çıkarlara dayanıyor. Herkesin sövdüğü ortamda söverek prim yapmayı, aferin almayı umanlar, havuz medyanın etkisine kapılanlar az değil. Başta da söylediğim gibi halk ve kitleler kalabalığa uymakta, propaganda etkisine kapılmakta mazur olabilirler ama aydınlar, alimler, gazeteciler, siyasetçiler ve toplum önderleri asla mazur görülemezler…
Ellerinize sağlık hocam 10 numara 5 yıldız bir yazı olmuş. Hocamızın bırakabileceği hiç bir maddi mirası olamamış ama bize koskoca bir ufuk bırakmış. Allah cennetin en ali köşesine koysun. Bunlara da Allah hidayet nasip etsin değilseki öbür tarafta işleri zor.
Kaleminize ve gönlünüze sağlık hocam. Hizmetin içerisinde yıllardır yer alan bizler dahi meselelere bu denli geniş bir perspektiften bakamıyor, sahip olduğumuz nimetlerin farkına varamıyor, belki de bizlerden beklenen performansın çok gerisinde kalıyoruz. Yazınızla bir kere daha farkettim ki kusurdan münezzeh değiliz ama yürüdüğümüz yol en makul yol Elhamdülillah..
Çok teşekkürler Mahmut Bey. Derli toplu bir şekilde korkunç nefretin altında yatan ana sebepleri sergilemişsiniz.
yogun propogandadan halkin etkilenmesi normal fakat halk o kadar da masum degil, herkesin cemaatten tanidigi birileri var, kim kimin ne oldugunu biliyor.
Mahmut Bey, çok basit bir örnek vereceğim. Yüzbinlerce Ermeni (çoğunluğu kadın çocuk veya yaşlı) vatandaşları oldukları devlet tarafından çöllere sürülmüş, devlet belli yerlerde bilinçli olarak öldürmüş belli yerlerde katledilmelerine, çocukların kaçırılmasına, mallarının yağmalanmasını göz yummuş/desteklemiş.
Aradan 100 yıl geçmiş, devletin karanlık yüzünü geç de olsa gördüğünü sandığımız cemaat insanları dahi “ama işte ermeni çeteler de bizi öldürdü, vatana ihanet ettiler vs.” tarzı argümanların ötesine geçemiyor, bir kısmı olanları inkar ediyor bir kısmı da iyi ki olmuş diyor.
Sosyal medyada ve hatta haftalık sohbetlerde denk geliyorum. Mağdurları savunan sosyal medya hesapları mesele gariban suriyeliye, afgana gelince Zafer Partisinden daha keskin faşist kesiliyor.
Diyeceğim şudur ki cemaatten nefret edenlerin cemaatçilerden tek farkı +1 şeyden nefret ediyor olmaları. TCde sağ muhafazakar ortalama bir insanın nefret ettiği cemaatin nefret etmediği tek şey kendi grubu.
Ülke ztn ötekiye zulüm üzerine onları yok edip aşağılamak üzerine kurulmuş ve böyle bir ideoloji getirmiş. Bundan 30-40 sene sonra cemaatçilerin avrupada aynen şuan eleştirdiğimiz gurbetçiler gibi siyasal pozisyon alması çok gerçekçi bir ihtimal.
Ahmet Bey, bence münferit örnekler üzerinden genelleme yaparak haksızlık ediyorsunuz. Kendinizi de cemaatin bir parçası olarak görüyorsanız kendinize haksızlık ediyorsunuz, yok şayet dışarıdan bir eleştiri ise orantısız bir orantılama hesabı içerisinde sayıca az olup sesi çok çıkan küçük bir grubun argümanlarını milyonluk bir cemaate mal etme hatasına düşüyorsunuz.
Kimse hatasızlık, günahsızlık iddiasında değil. Düşünce kaymaları, yanlış fikirler, hatalı kararlar almak her zaman mümkün olabilir. Bahsini ettiğiniz o ‘Ermeni meselesi’ ve ‘mülteci sorunu’ hakkındaki bazı yorumlara zaman zaman ben de rastlıyor ve üzücü buluyorum. Ve fakat Mahmut Bey’in yazısında da ifade ettiği ölçü içerisinde “Hizmeti, Hizmet’ten daha az günahı, vebalı olanlar taşlasın!” dediğimiz noktada akan sular durur. Alicenap olan bunu kabul eder. Zira ki bu cemaatin bireyleri kadar hata-kusur itirafında bulunan, özeleştiri yapan, kendini zemmeden insanları başka hiç bir dini, sosyal, siyasi, ideolojik grupta bulamazsınız. Yenilenme ve gelişmeye bu denli açık ve bu konuda olağanüstü bir plastisite yeteneğine sahip başka kaç grup biliyorsunuz? Örnek verebilir misiniz? Son 10 yıldır uğranılan zulmü de gözardı etmeyelim lütfen.
“ulusalcısından Kemalistine, milliyetçisinden Kürtçüsüne, tarikatçısından masonuna” var olan bütün grupların kurucuları yurt dışı kaynaklıdır. Bağlıları ülkeyi yönetmek ve kontrol altına almak için bu grupları kurdular ve ülkeyi böyle idare ediyorlardı. Tasfiye demeyeceğim ama yönetimde yerlerine ülkenin gerçek ve has elemanları geçmeye başlayınca işler değişti. Kin ve nefreti de biz oluşturmuş olduk. Herkesi neden değiştiriyorsun. Onlardan da üst düzey değil ama orta ve alt düzeyde işlerine devam etmeliydiler. İhalelerden de 3 normal işadamı alıyorsa 1 tane onların işadamı da almalıydı. Bu grupların insanının cebine,midesine, konumuna ve uçkuruna dokunursan bütün değerlerini bırakır, satar savaşa başlar. Ulusalcılar ve Kemalistlerde zaten değer yok, Mlliyetçiler anında ülkeyi ve kişiliğini satar, tarikatçısı için para olsun makam olsun din iman gerisi hikaye çünkü ahlaki değerleri yoktur, kürtçüler kabilecilik ve inat üzerine konum kaybetmek istemezler değerleri kabilecilik olduğunda sıfırlanır, masonlar vazife gereği konum kaybetmemek için herkesle iittifak yapar ve kullanırlar, değerleri üst yapısına bağlılıktır. Bütün bu grupların ortaya çıkışı ülkenin gerçeklerinden ve doğallığından çıkmamıştır. Oluştrurulmuş gruplardır. Kimse demesin ki bu grupları bir araya getiren ve oluşturulan düşmanlık kendine kendine oldu. Bizim payımızda var ve bunu kulanan bağlıları da bunu gördü ve kullandı.
Yine efsane bir yazı olmuş. Ellerinize ve kaleminize sağlık.
Kıymetli yazar tespitleriniz çok isabetli ve değerli.
halk tanisaydi dusman olmazdi elbet… insan tanimadiginin dusmanidir…
Mükemmel bir yazı. Teşekkür ederim
Yazınızda katılamadığım tek nokta halkı mazur, hatta masum görmeniz. İçinde bir zamandır bulunmadığınız için uzaktan günahları küçük gözüküyor sanırım.
Bahsettiğiniz o grupların, hizblerin, tarikatların mensupları o halk. Türkiyenin her köşesinde şimdi f. to dedikleri iyi insanlar vesilesiyle bahar çiçeklerinin açtığını gören o halk. Anadolu’dan büyük şehirlere çocuğunu yollarken gönül rahatlığıyla, seve seve o evlere o yurtlara yollayan o halk. Şimdilerde o temiz insanlar devletten sökülünce ekonomik, ahlaki, güvenlik açısından nasıl çöküște olduğumuzu yaşayan o halk. Hırsızlara ve katillere suç üstü yapıldığı, çarşaf çarşaf delillerin ortada olduğunu görüp bilip hala onların peşine takılırken temizliğinden emin olduğu insanlara o hırsız ve katillerin iftiraları ile saldıran yine o halk. Ve bu U dönüşünü yaparken belki de en önemli itkileri içlerindeki haset duygusu.
Bu halkta mazur görülecek tek kesim, şimdi bu pislik düzen içinde büyüyen çocuk ya da genç olanlar. Onların doğru bilgiye ulaşması gerçekten çok zor. Diyor ya hani, “Gök demir, yer bakır”, öyle bir ortam. O sabiler bu ortamda filiz verebilir mi emin değilim.
Saygılarımla
Meriç sularında can veren küçük çocuklar için “onlar da terörist olacaktı” diyen vicdansız zihniyete karşı bu toplumun çocukları ve gelecek nesli için endişelen (terörist!) dimağlar…
Bu toplum neleri kaybettiğinin farkında mı!? Rabbim içimizdeki beyinsizlerden ötürü bizi helak etme.
Bu toplumun ruh cephesinde bir istiklal mücadelesi verilmeden değişim çok zor. Ama her daim yeni nesle bir şans verilmeli.
Çok iyi analiz
Bu üslup… bu nezaket… bu nezahet… bu nefaset…
İşte ben bunun için buradayım!
Teşekkürler değerli yazar.
Hocam, kisacik yorumu, daha yazıyı okumadan, “yazının başlığına” binaen yazıyorum. umarım site yönetimi de kabul eder.
“Fethullah Gulen’e neden düşmanlar?”
Çünkü Hoca Efendi milletini yürekten seviyordu. Birileri gibi milletinin(!) “anasını bellemek” (M.Cengiz ve Ağa babasi gibi) için milletini sevmedi. Hep milletinin “muasır medeniyetler” düzeyine ulaşması için çabaladı.