YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Depremin çok ağır hasar verdiği şehirlerin belediye başkanlarının neler yaptıklarını neler söylediklerini takip etmeye çalışıyorum. Kentlerdeki imar izinlerini veren ve yapıların yönetmeliklere uygun inşa edilmesini denetleyen belediyelerin başkanlarını bu aralar ortalarda görmek neredeyse mümkün değil. Ortalarda görünmedikleri gibi suçlamaların odağında da değiller. Mesela en çok evin yıkıldığı şehirlerden biri olan Malatya’daki belediye başkanlarının ilk bir iki gün takım elbise ve kravat giyerek taziye ziyareti yapar gibi birkaç yere gittikleri görüldü. Sonra diğer kentlerin başkanları gibi kendilerinden bir daha haber alınamadı. Muhtemelen vatandaşın tepkilerinden korktukları için fazla dikkat çekmemeye gayret ediyorlar.
Şehirde bu kadar bina yıkılmasında, bunca zayiat verilmesinde hiç suçları yokmuş gibi tartışılmıyorlar bile. Oysa bunlar sadece Belediye Başkanı değil aynı zamanda inşaatlarla bir şekilde şahsi irtibatları olan kişiler. Mesela Battalgazi Belediye Başkanı Osman Güder’in ortağı olduğu şirketin 2016 tarihinde yaptığı 88 dairelik site depremden sonra kullanılamaz hale geldi. Ülkedeki sistemi anlatması için çok önemli bir örnek olduğu için yazıyorum. Bir şehirde belediye başkanısınız ve aynı zamanda inşaat firmasına ortaksınız.
Hem şehirdeki arazilere dair karar veren, tarım alanlarını imara açılmasında tercih kullanan, imara açtıkları araziler üzerinde yapılan binaların kanuna ve yönetmeliklere uygunluğunu denetleyen bir makamı işgal edeceksiniz, hem de bu işten para kazanacak firmanız olacak. Hakemin bir takım formasıyla maça çıkıp gol atması gibi.
Her şeyi bir tarafa bırakın, böyle bir sistemde sağlıklı kentlerin, güvenli binaların inşa edilmesi mümkün müdür? Türkiye’deki siyaset de -parti gözetmeden söylüyorum- bu hesapsız hırsızlığa koruma sağlamaya yarıyor sadece. Yerel yönetimleri oluşturan, belediye başkan ya da meclis üyelerinin neredeyse tamamına yakınının müteahhitlik yapıyor olması ya da bu müteahhitlerle bir şekilde irtibatlı olması çarpıklığın fotoğrafını yeterince gösteriyor.
Osman Güder sadece bir örnek. Kamu yetkisi kullanırken inşaat işleriyle ondan çok daha karışık ilişkiler içinde olan yığınca insan var. Büyük fiyakalarla açtıkları yollar depremle kullanılmaz hale gelmiş, yüzbinlerce ev ve resmi bina enkaz yığınına dönmüş, on binlerce insan yetkililerin ihmal ve görevi kötüye kullanmaları sonucunda hayatlarını kaybetmiş ama yargı üç beş müteahhitten başka kimseyi sorumlu görmüyor.
Depremin ağır hasar verdiği 11 ilde belediye başkanlığı yapan hiç kimsenin yargı ile karşı karşıya kalma korkusu yaşadığını zannetmiyorum. Gözaltına alınan müteahhitler de bir süre yargılanır, biraz tutuklu kalır kamuoyu ilgisi kaybolunca da hepsi yedirdiği rüşvet oranında birer birer salıverilir ve kısa bir zaman sonra sorumluluk bakımından 6 Şubat depremi hiç yaşanmamış hale gelir. 17 Ağustos felaketinden sonra tutuklananların kısa sürede nasıl dışarıya salındığını hatırlayalım. O zaman ceza almayanların iliklerine kadar partizanlaşmış bugünkü yargı sisteminde ceza alacağını düşünmek saflıktan başka bir şey değildir.
6 Şubat’tan bugüne kadar yaşadıklarımıza bakarsak memleket depremlerle cayır cayır yanarken, yüzbinlerce insan enkaz altında kalırken siyasetin köpeği ‘yargı’ saçını taramaya devam ediyor.
Bu felaketin gerçek sorumlularıyla ilgilenmeyen Türkiye yargısı, işsiz bırakılmış, hapse atılmış insanların garip gureba çocuklarına, ailelerine yardım ettiği için bu sefer de Manisa’da 20 kişiyi gözaltına aldı. 2023 yılının Türkiye’sinde, kendisi tok olarak yatarken komşusunun aç kalmasını içine sindiremediği için yardım edenler başına neyin geleceğini bilememenin endişesiyle yaşıyor. Bu ülkede çalarsın çırparsın, binlerce insanın ölümüne neden olursun, yüzbinlerce insan sizin çaldıklarınız yüzünden enkaz altında kalır ve yine de güvenle yaşamaya devam edersiniz. Ama mazluma yardım ederseniz ensenize binerler.
Felaketlerin dilini anlamamakta bu kadar ısrarcı davranırsanız, bu -Allah muhafaza- felaketleri büyütmekten başka bir işe yaramaz. Firavun dönemindeki Mısır gibi dilini anlamamakta ısrar ettiğiniz felaket, anlayacağınız zamana kadar sizi bırakmaz.
“Bu ülkede çalarsın çırparsın, binlerce insanın ölümüne neden olursun, yüzbinlerce insan sizin çaldıklarınız yüzünden enkaz altında kalır ve yine de güvenle yaşamaya devam edersiniz. Ama mazluma yardım ederseniz ensenize binerler.”
Peki neden? Çünkü bu toplum ekseriyetle yolsuz; “Çalıyor ama çalışıyor” veya “Bırakın birbirlerini yesinler” diyen bir toplumdan ne beklenir ki.
Ben şahsen insanların alçaklık seviyesini görende ve defalarca gördüğüm halde hayretler içinde kalıyorum.
Dört zalim bir araya gelsin, bir araya gelmeyen 40-50 mazlumu istediği gibi sevk ve idare eder ve rahatlıkla zülüm ederler…
Ben böyle bir ortamda oldum.
Ortama dahil olduğum ilk gün, oturduğum yer yüzünden darbe edildim ve karşılığını verdim. Herkes üzerime geldi gibi oldum.
Hangi cehenneme düştüm diye düşünürken,
ve gözlemlerken
ve de analizini yaparken baktım ki toplam dört kişi bir olup bütün ortamı sindirmişler zülmediyorlar.
Zülmün derecesini anlamak için örnek vereyim:
Zalim lerden biri bir zaifin sırtına atladı beni o tarafa bu tarafa taşı dedi ve o zayif taşıdı…
Gözümle gördüm.
Yaşlı bir adama zalimlerden biri
-öksürme….öksürme…
Deyince olayın vehametini anlamıştım artık…
İslahı olmayan dört zalim, ortamdaki 40 elli kişiye kan kusturuyordu..
Kimisi korkaktı…
Kimisi gülleden korkmayan ama temkinli ve sabırlıydı…
Kimisi yalakaydı…
İyiler arasında kulis yaptım ve neticede düşünsel birliktelik eyleme dönüştü ve dört zalimi dağıttık…
Şimdi maalesef TC de kötüler iyilerden daha çok birlik olmuşlar ve bu iyilerin ittifakı artırma ile darmadağın olacaktır.
Daha çok birlik…