YORUM | MAHMUT AKPINAR
İnsanlık tarihinde büyük, acı olaylar, yıkımlar, felaketler yaşanmış bunların bazıları sonraki dönemlerde farklı hayırlara vesile olmuş, yeni oluşumları, doğumları berberinde getirmiştir. “Hayır olduğu sanılan şeylerin altından şerler, şer gibi görünen şeylerin altından hayırlar” çıkmıştır. İstanbul’un fethi bizim tarihimizde çok önemlidir. Ancak bu vaka Batılıları güvensiz hale getirmiş, yeni arayışlara girmelerine neden olmuş, coğrafi keşifleri tetiklemiştir. Rönesans, reform ve sanayi inkilabı gibi Batı adına pek çok olumlu gelişme içinde bulundukları kuşatılmışlıktan, sıkışmışlıktan çıkma arayışının sonucudur.
680 yılında meydana gelen Kerbela Vak’ası İslam tarihinde en can yakıcı olaydır. Hz. Peygamberin göz nuru torunu Hz. Hüseyin ve beraberinde 70 kadar ehli beyti çöl sıcağında Emevi Halifesi Yezid’in talimatıyla kuşatılmış ve açlığa, yokluğa, ölüme mahkûm edilmişledir. Hz. Hüseyin Emevilerin saltanatına, iktidarına tehdit ve tehlike addedildiği için hunharca başı kesilerek öldürülmüştür. Ehli Beyt’e Hz. Peygamberin soyuna, Haşimilere ve bazı sahabelere baskı Kerbela’da yaşanan katliamla son bulmamıştır. Emevilerin ve Yezid’in kanlı komutanı Haccacı Zalim Mekke ve Medine’yi kan gölüne çevirmiş, Kabe’yi mancınıklarla taşlamış, Ehli Beytten bulduğu insanları katlettirmiştir. Ehli Beyt’e yakın duran ve onları destekleyen Sahabe ve Tabiinden insanlar da bu kıyımdan nasibini almıştır. Öyle ki Ehli Beyt ve Emevilerin “düşman”, “hain” ilan ettiği Sahabe, ve Tabiinden insanlar hayatta kalabilmek için evini, yurdunu terkedip dünyanın ücra ve güvenli yerlerine dağılmışlar, yeni ülkelere, coğrafyalara ulaşmışlardır. Anadolu içlerinden Hindistan’a, Çin’e Afrika’ya kadar dağılan bu insanlar gittikleri yerlerde Müslümanlık adına tohum olmuş ve o beldelerin İslamlaşmasına zemin hazırlamışlardır. Ehli Beyt Emevilere karşı görünürde dünyevi bir kayıp yaşamışsa da “menavi saltanatın sahipleri” olarak yeryüzüne dağılmışlar, tasavvuf ekollerinin, İslami faaliyetlerin taşıyıcı damarı haline gelmişlerdir.
HİKMET PENCERESİNDEN YAŞANANLAR
Bediüzzaman 15. Mektup’ta Kerbela’da yaşanan vakaya hikmet penceresinden şöyle bakar: “Hasan ve Hüseyin (r.a.) ve onların hanedanları ve nesilleri, mânevî bir saltanata namzet idiler. Dünya saltanatı ile mânevî saltanatın cem’i gayet müşküldür. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi—tâ, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve surî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı mâneviyeye tayin edildiler. Âdi valiler yerine, evliya aktablarına merci oldular
“Hilafeti islamiye noktasında Hz Ali’nin ve ehli beytin muvaffakiyetsizliği nedendir?” sorusuna “O mübarek zat, siyaset ve saltanattan ziyade, daha çok mühim vazifelere layıktı. Eğer tam muvaffakiyeti siyasiye ve tamam saltanat olsaydı, Şahı Velayet ünvanı kazanamayacaktı. Halbuki zahiri ve siyasi hilafetin pek çok fevkinde manevi bir saltanat kazandı ve üstad-ı küll hükmüne geçti, hattâ kıyamete kadar saltanat-ı mânevîsi bâki kaldı.”
“Hazreti Ali’nin Muaviye ile mücadelesini ve meselenin özünü ise şöyle izah eder: “Hazret-i İmam-ı Ali, ahkâm-ı dini ve hakaik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler…”
19.Mektup beşinci nükteli işaretinde:
“Mübarek İslâmiyet ve nuranî Asr-ı Saadetin başına gelen o dehşetli, kanlı fitnenin hikmeti ve vech-i rahmeti nedir?” sorusuna cevaben: “Nasıl ki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her taife-i nebâtâtın, tohumların, ağaçların istidatlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; herbiri kendine mahsus çiçek açar, fıtrî birer vazife başına geçer. Öyle de, Sahabe ve Tâbiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatları tahrikedip kamçıladı. “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!” diye her taifeyi korkuttu, İslâmiyetin hıfzına koşturdu. Herbiri, kendi istidadına göre, câmia-i İslâmiyetin kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemâl-i ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadîslerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına, bir kısmı hakaik-ı îmâniyenin muhafazasına, bir kısmı Kur’ân’ın muhafazasına çalıştı, ve hâkezâ, herbir taife bir hizmete girdi. Vezâif-i İslâmiyette hummâlı bir surette sa’y ettiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan âlem-i İslâmiyetin aktârına, o fırtına ile tohumlar atıldı, yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat, maatteessüf, o güller ve gülistan içinde, ehl-i bid’a fırkalarının dikenleri dahi çıktı.
“Güya dest-i kudret, celâlle o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi. O hareketten gelen bir kuvve-i anilmerkeziyye ile, pek çok münevver müçtehidleri ve nuranî muhaddisleri, kudsîhafızları, asfiyaları, aktabları âlem-i İslâmın aktârına uçurdu, hicret ettirdi. Şarktan garba kadar ehl-i İslâmı heyecana getirip, Kur’ân’ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı.”
YOLA ÇIKIŞ GAYESİNE DÖNMEK
Hizmet Hareketi gönüllere girmek, Müslümanların ve insanlığın problemlerine çözümler üretmek bunun için çaba sarfetmek, didinmek için yola çıktı. Hiçbir dönemde hedefi güç, iktidar, zenginlik olmadı. Hal diliyle ve temsille insanlara ulaşmanın devletle, güçle, parayla, etiketle ulaşmaktan her zaman daha etkili ve verimli olduğuna inandı. Dünyanın heryerine dağılmayı ve İslamın güzelliklerini, evrensel insani değeleri yaymayı misyon edindi. Bu nedenle gencecik insanlar hayatının en güzel günlerini bilmedikleri coğrafyalarda, tanımadıkların insanların hizmetinde, onların çocukları için harcadı. Dünya da bu insanlara kucak açtı bağrına bastı.
Ancak AKP iktidarları döneminde bu siyasi hareketin yetişmiş insan kaynağına duyduğu ihtiyaç nedeniyle ve bazı insanların bu siyasi hareketin “ülke ve Müslümanlar için iyi şeyler yapacağına” dair iyiniyeti nedeniyle iktidarla, güçle, devletle, servetle olması gerekenden daha fazla hemhal olundu. Hizmet etmeye ve insan kazanmaya harcanması gereken imkanlar, enerjiler bazen siyasete payanda yapıldı. İnsanlığa sunulacak reçetenin devletin imkanlarıyla, en azından desteğiyle olacağı gibi bir zanna kapılma oldu. Kolay elde edilen imkanlar, makamlar, binalar bir miktar meslenin ruhunu öldürdü, davanın içini boşalttı. Siyasi güçle bireysel- kollektif bazı angajmanlara girildi ve bunlarla elde edilen zahmetsiz kazanımlar “Hizmet” suretinde göründü.
Siyasetle ve devletle girilen maksadı aşan ilişkiler nedeniyle Hizmet sivil bir tebliğ hareketi, evrensel bir insani hareket olma yolundan uzaklaşıyordu. Siyasetle, devletle, güçle anılmaya başlıyordu. Dahası bu birliktelikten dolayı AKP’nin defoları, hastalıkları, usulsüzlükleri Hizmet’e de malediliyordu ki hareket kirli bir siyasi iktidala yolunu ayırdı.
Şimdi Hizmet ve Hizmet insanları ağır bir baskı ve zulüm altında. Bu durum şimdilerde “şer” gibi görünsede uzun vadede Hizmet hareketinin bağımsızlığını, sivilliğini koruması ve kirlenmiş bir siyasi partinin gölgesinden çıkması nedeniyle büyük kazanım haline gelecektir.
Reçete biraz acı ama Kader Hizmet’e asli fonksiyonlarına odaklanma, gerçek ajandasına yönelme ve yeryüzüne dağılarak bütün insanlığa ulaşma yollarını açtı.