YORUM | M. NEDİM HAZAR
Sinemamızda Dört Yapraklı Yonca olarak adlandırılan gruptan olan Fatma Girik vefat etti. Girik hakkında pek çok şey yazmak mümkün. Biz üç (ya da dört) yazı olarak planladığımız bu seride öncelikle bir arka plan vermek istiyoruz.
Başlayalım.
Türk Sineması, diğer ismiyle Yeşilçam’ın Altın Çağı’nı yaşadığı dönem yıllık film sayısı 300’ü aşıyordu. Bu rakama bugün bile ulaşamadı ülke sineması.
Elbette bu başarının altında pek çok sebep vardı ve bunlardan biri de Star Sistemi’ydi. Herhangi bir sanat eğitimi imkanının olmadığı dönemde Artis, Ses, Yıldız gibi dergilerin açtığı yarışmalarda dereceye girenler kısa süre sonra Yeşilçam’ın vazgeçilmez isimlerinden oluyor, Türk seyircisinin gönlünü kazanıyordu.
Star demek 7. Sanat’ı bir tür bağımlılık haline getirmek demekti. Marilyn Monroe, Humphrey Bogart, Grace Kelly, James Stewart, Clark Gable, Ava Gardner, Gary Cooper, Cary Grant ve Doris Day gibi onlarca isim, milyonlarca izleyiciyi her hafta salonlara topluyordu.
Ülkemizde de halkı beyazperdeye bağlayacak çok sağlam bir halka daha gerekiyordu… Başını dönemin magazin dergilerinin çektiği artist yarışmaları kısa sürede bu açığı kapadı ve Yeşilçam kendi starlarını oluşturmaya başladı.
Bir gazete ilanıyla sektöre girip ilk Kadın Star unvanını hak eden Cahide Sonku, 1951 yılında Yıldız Mecmuasının senenin en beğenilen kadın sanatçısı ödülünü alarak sinema kamuoyunun dikkatini bu mecmualara yönlendirmişti.
Yıldız Mecmuasının aynı yıl Türk sinemasına kazandırdığı diğer önemli isim Belgin Doruk’tu. Günümüzün saman alevi gibi yanıp sönen popüler isimleri düşünüldüğünde hem Yıldız Mecmuasının söz konusu yıldızları ne kadar titizlikle seçtiğini, hem de söz konusu oyuncuların ne kadar başarılı olduğunu daha net görüyoruz.
1970’li yılların ortalarına kadar sürecek olan bu altın çağ; siyasi çalkantılar ve televizyonun yaygınlaşmasıyla beraber makas değiştirecek ve sosyal değişimin oluşturduğu sert rüzgar Yeşilçam’ı bambaşka sulara sürükleyecektir…
11 Mayıs 1964’te TRT’nin ilk genel müdürü olarak göreve başlayan Adnan Öztrak’ın çabaları sonucu 31 Ocak 1968 akşamı ekranlarını açan TRT, haftada üç gün sadece Ankara ve çevresine yayın yapmaya başlamıştı.
İlk gün saat 19.30’da Nuran Devres isimli spikerin anonsundan sonra ekrana gelen TV Müdürü Mahmut Tali Öngören “İlk TV Konuşmacısı”, saat 20.00’de haberleri okuyan Zafer Cilasun da “İlk TV Haber Spikeri” olma unvanını kazanmıştı. Devrim Tarihi dersi ve Antalya’nın Eski Surları adlı belgesel filmin yer aldığı ilk günkü program sadece 80 dakika sürecek, saat 20.50’de İstiklal Marşı ile yayın sona erecekti.
TRT, 1971 yılı içinde İstanbul Teknik Üniversitesi vasıtasıyla İstanbul ve çevresini de yayın sahasına almış, ama henüz Yeşilçam için ciddi bir rakip olamamıştı. 27 Temmuz tarihinde TRT Genel Müdürlüğüne getirilen Emekli General Musa Öğün’ün çabalarıyla kurulmaya başlanan verici ağları TV yayınlarını giderek yurdun büyük bölümüne yansıtmaya başladıktan sonra ise, sinemalardaki seyirci sayısının azalması hissedilir hale gelecekti.
TRT bir yandan yayın ağını ve saatini genişletirken, diğer yandan içeriğini güçlendiriyor ve Türk halkı beyazcamı yavaş yavaş evlerine almaya başlıyordu.
Tüm bunlara rağmen Yeşilçam seyirciden büyük destek görüyor, insanlar sinema salonlarını doldurmaya devam ediyordu. Fakat bir şeylerin değişmeye başladığı da alttan alta kendini hissettiriyordu.
Tam da bu esnada Türkiye’nin batı yarısının tamamını yayın ağının içine almayı başaran TRT televizyonu, haftada bir yerli film göstermeye başlamış ve bu yolla sinemalarda o günkü seyirci sayısını belli oranda azaltmaya başarmıştı.
Bu durum yerli yapımcıları paniğe sevk etmiş ve Taksim’deki Venüs Sineması’nda yapılan Mısır Filmleri Toplu Gösterisinden esinlenerek mevcut erotik filmlere alternatif olarak “dini film” türünde şanslarını denemeye başlamışlardı.
Niyazi Mustafa’nın çektiği Rabia’tül Adeviye adlı Mısır filminin yerli versiyonuna iki yerli yapımcı, Memduh Ün ve Süreyya Duru aynı anda sahip çıktı. Basında uzun süre devam eden “Önce ben başladım, sen başladın” tartışmalarından sonra iki kesim de inadından vazgeçmiyor ve piyasaya hem Osman Seden’in yönetip Fatma Girik’in oynadığı, hem de Süreyya Duru’nun yönetip Hülya Koçyiğit’in oynadığı iki adet “Rabia” filmi çıkıyordu.
Bu arada, Akün Film sahibi İrfan Ünal, Rabia filminin orijinalini getirip piyasaya sürünce, aynı konuyu işleyen film sayısı üçe çıkmış oldu. Asaf Tengiz’in çektiği “Hz. Ömer’in Adaleti”, Nuri Akıncı’nın çektiği “Hz. Yusuf’un Hayatı” ve “Kız Evliya” ile Çetin İnanç’ın çektiği “Hz. Bilal-i Habeşi” de yine aynı dönem piyasaya sürülen dini filmlerden birkaçıydı.
Bir yanda şiddet ve mizah içeren erotizm, diğer yandan hiçbir dini ve felsefi gerçekliği, derinliği olmayan dini filmler… Yeşilçam tam anlamıyla tür ve tarz zehirlenmesi yaşamaya başlamıştı. Bu tabloya televizyonun hızla yayılması da eklenince yıllarını Yeşilçam’a vermiş birçok sinemacı piyasadan elini eteğini çekmeye karar vermişti.
Bunu soylemem gerek. Bence hizmetin boyle perishan duruma dushmesine sebep aslinda Islama ters gelen, bir muslumanin ugrasmamasi gereken konulara sanki normalmish gibi yaklashmak ve bunlari yapilmasinda bir beis olmayan, en fazla kuchuk gunah diyerek gecishtirilen bir shey gibi algilamak olmushtur. Allah ashkina diyorum, varmi Islamda boyle shey. Nasil olur da daha chok gunahlari chagishtiran bir endustrini chok guzel bir sheymish gibi anlata biliyorsunuz? Bunu size soylememin sebebi biliyor musunuz ne? Siz ve emsallerinize insanlar shu ve ya bashka sebeplerle mutedeyyin, dininde hassas insan gozuyle bakiyorlar. E sizler boyle malayani, dine ters dushen konulari sanki tamamen helalmish gibi anlatirsaniz, size bakan insan aynisini dushunmez mi?Allah ashkina, artik Islamda zulumden bashka yasaklanan bir shey kalmadi mi? Muzik, sinema, dans … Bunlar bir muslumanin hakkinda konusha bilecegi kachinci oncelikli konu ola bilir?
Hizmetten olan bir arkadashin bir barda chektirmish oldugu fotografini gordugumde “Iyi ish kapmak ichin gerekirse bara, diskoya da giderim” demesini hatirladim.
Vallahi, Islam bu degil. Yasaksiz, hich bir zorlugu olmayan hayat dunyada degil, Cennette.
Bu yaklaşımla sinemayı, müziği, youtube’u hatta tamamen interneti bırakmanız lazım. Siz buralarda ne arıyorsunuz? Internet günah’ın kol gezdiği bir yer. Bu yorumu okuduğunuz sayfada bile Google size müstehcen bir reklam çıkarabilir.
Muslumanin ugrasmamasi gereken konular islama akidesine ters olan fikirler, sozler ve davranislardir. Muslumanlar da pekala, muzik, sinema, tiyatro ile ilgilenebilirler ve bu konuda eserler ortaya koyabilirler. Sizin islam anlayisiniz ile herkesin ki ayni olmali gibi bir zorunluluk yoktur. Siz muzik, sinema, tiyatro ile ilgilenmeyebilirsiniz, ancak baskalarinin ilgilenmemesini istemek size dusmez. Musluman var olana helal dairede alternatif koymaz ise, o boslugu dolduracak olan seylerden de bir anlamda mesul olur. Yazar, malayani ve dine ters dusen hangi mevzuyu ele almiski bu yazisinda? Arkadasinizin size sozledigi bir sozu temel alarak, sinema, tiyatro ve muzigi tumden malayani olarak adlandirmak da ayri bir garabet zaten. Bahse konu arkadasinizla muhabbetinizi devam ettirip, hayirhahligi aliskanlik haline getirdiniz mi, mesela? Ayaginiza gelmis hayir firsatini degerlendirip, defterinizi iyiliklerle doldurdunuz mu? Yoksa, sadece bugz edip orada burada dillendirdiniz mi? M. Nedim Yazar, bu ve benzeri ortamlarda gorsel sanatlar alaninda yazan en yetkin ve guclu yazarlardan birisidir. Ben sahsim adina kendisine tesekkuru bir borc bilirim.
Sizin dushuncenize gore musluman pornografik filmlere de alternatif bulmali. Her halde kalkip da belgeseli, tarihi bir filmi pornoya alternatif gostermeyeceksiniz her halde. Ichkiye de alternatif bulmali mi? Yine soyluyorum, Islam bu dunyada sanki Cennetteymish gibi yasham soz vermiyor. Sinirlar, yasaklar var. Hayatini hich bir shekilde Islama uygun olmayan tarzda yashayan(her halde niye boyle oldugunu anlatmama gerek yok) o 4 kadinlari ibret dishinda nesi ile anmak dogru olur acaba? Yazarin bu konunun ehli olduguna zerre kadar shuphem yol zaten. Ama kabul edersiniz ki, Hollywood sinemadan anlayarlarla dolu. Ishin ehli olmak yeterli mi?
Ben sayin yazari chok mu chok severdim. Taa Zaman’dan beri Ahmet Turan Alkan’larla birlikte bir kach izledigim yazardi. O’nu dinini seven, yasaklarina, kurallarina uyan ve hep ichten, samimi biri olarak kabul ediyordum. Sitemim zaten bu yuzden.
Acaba sevdigi, ilmine guvendigi, inandigi insanlara, mesela diyelim Ahmet Kurucan’a bunu sorsa cavabi ne olur? Ben bir az da ileri gidip shunu sorayim: Acaba bu tur yazilarinin hepsini Peygamberimiz (sas)’in de her defasinda okudugunu bilse, yine yazar mi? Eger cevabi evet olursa daha fazla bir shey diyemem, sadece Rabbim’den hepimize hidayet dilerim
Alternatif koymak, sürekli olarak baskasinin belirledigi gündemi markaja almak ve ister istemez o terminolojide düsünerek is yapmaktir. Gündemi kendi terminolojiniz ile belirlemediginiz sürece benzesme kacinilmazdir.
Burdan da sunu anliyoruz: Mesele aslinda kitle calmak degil. Gündemi belirleyerek baskalarini kendi pesinden kosturarak alternatif aramasini saglamak. Bunu yaptigin zaman bütün kitleler senindir.
Sahsen yazarin yerinde olsam biraz daha ortada durarak yazardim ama sunu da unutmamamiz gerekiyor ki, bugün halki egitenler öncelikle sinemacilar. Bu durumda onlari odagimizin disinda tutamayiz. Bu insanlarin halki insa etmek, onarmak, dejenere etmek, yok etmek gibi görevleri var. Bu görevleri yadsiyamayiz ve devamli olarak analize tabi tutmaliyiz.
Tarik Akan´in bu dört yaprakli yonca hakkinda önemli bir tespiti vardi. Derdi ki, bu dört isim Türk kadininin modernlesmesinde, özellikle giyim kusaminda öncü rol oynadilar. Bu tespite kizabiliriz ama sonuc itibariyle dogru bir tespittir.
Bugün dizilerin dilimizi nasil etkiledigine bir bakin. Istisnasiz bütün dizilerde, hatta dönem dizilerinde bile anneler cocuklarina “anneeem, annecim annecim” diye sesleniyorlar. Ve etrafiniza bakin cocuguna “annecim”, yegenine “teyzecim” demeyen kadin kalmadi, erkekler bile cocuklarinin pesinden “babacim, babacim” diye kosturuyor. Böyle bir sey bir zamanlarin TRT´sinde asla olmazdi.
Bunun disinda yakin tarihinizi anlamak istiyorsaniz filmlere bakmak zorundasiniz. 50li yillara, 60li yillara, 70li, 80li, 90li yillara damgasini sosyal hayatta, sanatta ne vurmus, görmek istiyorsaniz, filmler size istatistiklerin veremedigini verecektir. Hani o seks filmleri bile size o dönem hakkinda paha bicilmez veriler sunacaktir.
Yesilcam oyuncularinin hayat hikayeleri ise cok büyük ibretlerle doludur. Cahide Sonku´dan baslayin, Esref Kolcak, Fikret Hakan, Yilmaz Güney, Cüneyt Arkin, Ömercik, yoksullugun binbir halini, intiharlarin en aciklilarini göreceksiniz. Sonra Ediz Hunun hayat hikayesini okuyun, o ne güzel ne imrenilesi bir hayat hikayesidir öyle!
Yesilcam tarihi bize Cumhuriyet tarihimizin fasist döngülerini, kamplasmalarini, hesaplasmalarini, polemiklerini, ideolojik körlüklerini cok iyi gösterir. Bu tarihte talihsizler, isini yürütenler de vardir, angaje oyuncular da vardir, kullanilmis aptallar da vardir. Kenan Parslar, Nubar Terziyanlar, Toto Karacalar basli basina incelenmesi gereken insanlardir. Ömercik, Yadigar Ejder, Feri Cansel olmadan Türkiyeyi, Türk insanini taniyamazsiniz. Yilmaz Güney gibi sahte evliyalari bilmek, tanimak zorundasiniz mesela.
Son olarak iki kizkardes: Ajda Pekkan ve Semiramis Pekkan. Biri Türkiye´de, digeri Fransa´da yasiyor. Ikisinin konustugu Türkceyi bir karsilastirin, kullandiklari kelimelere, diksiyona, vurgulara bir bakin, Cumhuriyet tarihi nasil bir film seridi gibi gözlerinizin önünden gececek!
Taliban yaklaşımı ile ne islama ne de hizmete bakamazsınız. Yanlışınızı düzeltmeye çalışacak yaşı da geçtim. Bana sinemayı ya da oyuncuları anlatacak kadar kendinizden geçebildiğinize göre yapacak çok şey yok. Yolunuz açık, bağnazlığınız bol olsun.
Nedim bey, yorumumda sadece sizin daha ortada durabileceginizi yazdim, diger bütün yazdiklarim sizi destekler nitelikte yorumlardi. Beni nasil oldu da Taliban bagnazligiyla suclayip daha fazlasini dilediniz anlamak güc.
Madem böylesi bir karsilikta bulundunuz, ben de size Yesilcami icsellestirecek derecede yazilar yazmanin mantiksizligini anlamaya davet edeyim. Sonucta hicbir dindar, oglunun veya kizinin sinemaya, hele hele oyunculuga bulasmasini istemez.
Beni sinemayi ve oyunculari anlatacak kadar kendimden gecmekle suclayip bu konuda biricik oldugunuzu da ilan ettiginize göre siz de biliyor olmalisiniz. Bi zahmet Yesilcam oyuncularinin anne-babalariyla olan iliskilerini de ele alin bir yazinizda. Sonucta bunlarin cogu dindarligiyla bilinen insanlar da degillerdi. Acaba bu anne-babalar oyuncu kizlariyla, ogullariyla ne kadar gurur duymuslar. Neyse ben simdi tespitte bulunmayayim yine. Siz varken..
Sayin yazar, yorumlari okudum, bir kisinin bile sinemacilarin idam edilmesini istedigi bir fikre rastlamadim. O kiyaslamayi nasil yapabildiniz? Yesilcam oyuncularini tanitirken gösterdiginiz hassasiyet, hosgörü ve dengeyi Yesilcama karsi olan insanlar söz konusu olunca neden gösteremiyorsunuz ve bu derece kibirli bir dille cevap yaziyorsunuz. Cevap veremediginiz icin mi yoksa derinlerde bir yerlerde sucluluk veya emin olamama hissi tasidiginiz icin mi? Böyle bir tepkiye gerek yoktu öyle di mi?