Faşizmin gölgesinde

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Tek bir cümle yazacağım girişine bu yazının ki hiç okunmasa da en azından bu ilk cümle okunsun, akılda kalsın. Çünkü doğrudur: İnsan öğütücü bir makine, Türk devleti. Hep böyle oldu. İnsanını, özellikle de aydınını, yazarını, sanatçısını, gazetecisini, akademisyenini, yetişmiş insanını bir türlü rahat bırakmadı. Bir cenderedir bu ortam. Devridaim bir akışta, nesiller boyu süren bir faşizmden muzdaripiz.

Bugün sizi çok ama çok eskilere götüreceğim. Unutulan, unutturulmak istenen, en azından hatırlanmak istenmeyen bir geçmiş. Anlatacağım öykünün kahramanı Muzaffer Şerif. Önüme bu sabah Twitter’da Hasan Mert Kaya’nın sıralı paylaşımları düştü, Muzaffer Şerif’le ilgili. Her ne kadar olayı bilsem de okudum. Hatta şunu söylemeden geçemeyeceğim, KHK’lık olduktan sonra ilk kez Muzaffer Şerif’le ilgili bir şey okudum. İnsan öğütücü makinenin nasıl on yıllardır zerre kadar değişmediğini gördüm. Görmekle kalmadım, iliklerime kadar hissettim. Çünkü bu kez Muzaffer Bey’le aynı saflardaydık. Daha önceleri, tarihsel bir figürün uğradığı herhangi bir haksızlığı inceler gibi okumuşken onun yaşam öyküsünü, bu kez ben de o haksızlıkların bir benzerinden muzdariptim. Doğum yıllarımız ve nesillerimiz farklıydı, ama yaşantılarımız, dışlanmışlığımız, başımıza gelenler aynıydı. Hepsinden daha önemlisi, başımıza gelenlerin nedeni ve faili aynıydı! İşte sizi götürdüğüm eskiler, aslında bir bakıma hiç bitmemiş, adeta zaman tünelinden geçerek bugünlere uzanmıştı. Bir tür labirente sıkışmıştık.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Muzaffer Şerif, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli beyinlerden biriydi. Küresel etkisi olan tüm bilim insanları içinde belki de alanında en derine etkide bulunmuş bir bilim insanıydı. Sosyal psikolojinin kurucu babalarından biriydi. Hasan Mert Kaya’nın ifadesiyle, “literatüre adıyla giren deneyi olan” biri!

Şerif, 1900’lerin başında dünyaya gelir. Büyük kent çocuğu değildir. Ödemiş’lidir. Ailesi varlıklıdır. İzmir Amerikan Koleji’ni bitirir, ardından İstanbul Üniversitesi’nde felsefe eğitimi alır. 1926 yılında lisans, 1928 yılında ise yüksek lisans derecelerini İstanbul Üniversitesi’nden alır. Uluslararası bir yarışmayı kazanarak ABD’deki ünlü Harvard Üniversitesi’ne okumaya gider. 1932 yılında Harvard’dan ikinci bir yüksek lisans derecesi alır. Kısa bir süre Türkiye’ye döner, sonra 1933’te yeniden Harvard’a, bu kez doktora eğitimine gider. Harvard’da başladığı doktorasını Columbia Üniversitesi’nde 1935 yılında tamamlar. Toplumsal Normlar Psikolojisi (The Psychology of Social Norms) adlı bir eser kaleme alır.

Şerif, 1936’da ülkesinde çalışmak için Türkiye’ye geri döner. Ankara Üniversitesi’nde çalışacaktır. O günlerin Türkiye’si, NAZİ rejimine göz kırpan, faşizmin etkisine girmiş, NAZİ’lerle savaş için önemli olan krom madeninin ticareti yapan bir ülkedir. Zaten ırkçı nasyonalizme ve tek parti yönetimine aşina olan Türkiye’de Alman faşizmi hayranlığı had safhadadır. Faşizme ve ırkçılığa karşı pozisyon alan ve görüşlerini çeşitli dergi yazıları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşan Muzaffer Şerif’in devletin hedefi haline gelmesi uzun sürmez. TKP’ye üye olur. Hem komünist olması, hem de Turancılığı ve Türk-üstünlükçü ırkçılığı eleştirdiği için yoğun tepki alır ve dışlanma süreci başlar.

1943 yılında Irk Psikolojisi başlıklı eserinde ırkçılığı akademik olarak eleştirir ve bu kitap Türkiye’de antifaşist hareketin bir tür başucu kitabı olur. Kitabı ve yazıları “şikâyet edilir”. 1944 yılında başka TKP’lilerle birlikte hapse atılır. Suçlama tanıdıktır: “Milli menfaatlere düşmanlık!” Tam 27 yıl hapis cezasına çarptırılır. İnanılmaz değerli bir beyin, salt politik düşünce ve kanaatlerinden dolayı vatan haini ilan edilmiş, vatan ve millet düşmanı olarak dışlanmış, hayatı karartılmıştır. Bu durum Şerif’i uzun yıllardır tanıyan Amerikan akademiyası için büyük bir şoktur. Hasan Mert Kaya’nın Tweet serisinde belirttiği gibi, Şerif dünyanın tüm akademik çevrelerinde saygı duyulan bir isimdir. Harvard’lı meslektaşlarının çabalarıyla Amerikan devleti devreye sokulur. Bunun etkisi gecikmez. 27 yıllık ceza almış olan Muzaffer Hoca, 40 günlük tutukluluğunun ardından serbest bırakılır. Muzaffer Şerif, Türkiye’den bir Amerikan askeri uçağıyla ayrılır. Çok büyük bir hayal kırıklığı yaşamış, artık ülkesine ebediyen küsmüştür.

Bu noktada Hasan Mert Kaya’ya sözü bırakayım: “Artık özgürdür ve orada [ABD’de] coşkuyla karşılanır. ABD’nin en saygın üniversiteleri peşindedir. Önce Princeton Üniversitesi’ne, ardından da Yale Üniversitesi’ne geçer. Türkiye’de yaşadığı onca değersizleştirme ve itibarsızlaştırmaya rağmen ülkesinden kopmak istemez Muzaffer Şerif. Çok partili sisteme geçildikten kısa bir süre sonra özlediği Ankara Üniversitesi’ndeki işine geri dönmek için başvuruda bulunur. Fakat devlet Muzaffer Şerif’i sakıncalı bulur. ABD’li eşi Carolyn Şerif reddedilmesi için şahane bir gerekçedir. ‘Devlet memurlarının yabancılarla evliliği yasak olduğu’ yasa maddesi uyarınca (…) başvurusu reddedilir”. Artık tüm köprüler atılmıştır.

Şerif Türkiye’den ve Türk toplumundan tümüyle kopma kararı alır. Bir daha hayatı boyunca hiç Türkçe yazmaz. Tüm bilimsel yazılarında ve kitaplarında “Muzafer Sherif” imzasını kullanır. Üç çocuğuna da Türkçe isim vermez. Şerif 1980 yılında Pennsylvania Üniversitesi’nden emekli olana dek ABD’de en etkili sosyal psikologlardan biri olarak görev yapar, binlerce öğrenci yetiştirir, temel eserler üretir. Şerif ölene kadar bir daha hiç Türkiye’ye ayak basmaz.

Öykü bu kadar! Bugün yaşanan öykülerle ne çok benzerlikler var, değil mi?

Türkiye hep faşizmin gölgesinde oldu. Onlarca nesil bu kuytuda harcandı. Ümükleri sıkıldı. Nefes almalarına engel olundu. Sonra özgür olunmayan ortamlarda olan neyse hep o oldu. Geri kalmışlık kurumsallaştı. İlerlemenin her türü baltalandı. Birey olunmasına izin verilmeyen insanların canavarlaşarak işgal ettiği, geometrik ortalamayla çoğalan kötülüğe teslim olan bir cehenneme dönüştü. Ve Muzaffer Hoca gibi insanlar, başka ülkelere ve toplumlara katkı sundular. Evrenselle kucaklaştıkları yerleri vatan edindiler. Bu kısır döngü hiç kırılmadı.

İnsan öğütücü bir makine, Türk devleti Anadolu coğrafyasının ve toplumunun cenderesidir. Mutsuzluk üretir, geridir, acımasızdır, ilkeldir, vahşidir.

Hukuk devletine olan özlemimiz işte bundandır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin