YORUM | M.NEDİM HAZAR
Michael Mann (yönetmen olan değil) yaşadığımız çağın en önemli sosyologlarından... Tarihsel ve karşılaştırmalı sosyoloji alanında pek çok değerli araştırmaya imza atan bu akademisyenin “Faşistler” isimli çalışması bir başucu kitabı olmakla beraber bizim gibi faşizmin ayak seslerinin iyiden iyiye duyulduğu toplumlar için son derece ufuk açıcı ve yol gösterici bir kaynak.
Aslında bir sonraki kitabı olan “Demokrasinin Karanlık Yüzü: Etnik Temizliği Açıklamak” ile birbirini tamamlayan yapısı var Faşistler’in. Eğer bu yazı ilginizi çekerse ve daha fazlasını okumak isterseniz ustanın bu iki eserini mutlaka peş peşe okumanızı salık veriyorum.
Çalışmaları kabaca, yükseliş ve pratikler olarak iki kısma ayırmak mümkün. Birinci kitap Nazizm (ve diğer altı faşist kült) ekseninde Faşizmin yetiştiği vasat, kendine yer edinmesi, yükselmesi ve yerleşmesi anlatılırken, ikinci kitapta artık pratiğe yansıyan ve yıkıcı olan faşizan uygulamalar ve sonuçlarından bahsediyor.
Kitabı okuduğumuz zaman ülkemizde yaşanan gelişmeler daha berrak bir şekilde zihnimize oturmakla kalmıyor, ülkenin geleceği hakkında da fikir sahibi olma imkanı doğuyor. Zira Mann, kitabın önsözünde tüm faşist hareketlerin benzer refleksler göstererek neşv ü nema bulduğunu ısrarla vurguluyor.
Girizgahı çok fazla uzatmak derdinde değilim ama Faşistler pek çok bağlamda bugünü anlayabilmek için son derece idrak kolaylaştırıcı bir çalışma.
Sosyoloji profesörü Michael Mann, kitabında pek çok faşizm tanımı ile beraber kendi tanımını da yapıyor ama bence en can alıcı nokta Faşizmin Amentüsü denilebilecek 5 önemli maddeyi kitabına koyması.
Maddeler şunlar;
1: Milliyetçilik… Herkesin tespit ettiği gibi, faşistlerin “organik” ve “yekpare” bir millete derin ve popülist bir bağlılıkları vardır ve bu da dışarıdaki ve (özellikle) içerideki düşmanlara yönelik fevkalade güçlü bir algı içerir. Faşistlerin etnik ve kültürel çeşitliliğe çok az tahammülleri vardır; çünkü bu, milletin organik ve yekpare birliğini bozacaktır. Bu organik birliği sözüm ona tehdit eden düşmanlara karşı gösterilen saldırganlık, faşizmin aşırılığının asıl kaynağıdır. Irk doğuştan gelen bir özellik olduğu için, ırkçılığa çalan milliyetçiliğin daha da aşırı olduğu ortaya çıktı. Onunla doğarız ve ancak ölümümüz ya da yok oluşumuz onu ortadan kaldırabilir. Bu yüzden ırkçı Nazi milliyetçiliği, “saflığa” karşı daha takıntılıydı ve millete katılmak için doğru değer ve tutumları gösterenlere genellikle izin veren İtalyan kültürel milliyetçiliğinden çok daha ölümcül oldu…
2: Devletçilik. Bu hem bir amaç, hem de bir örgütlenme biçimini içerdi. Faşistler devlet iktidarına tapıyorlardı. Kurumsallaşmış otoriter devlet, sözüm ona, krizleri çözebilir, toplumsal, iktisadi ve ahlâki kalkınmayı sağlayabilirdi. Devlet, aslen organik olarak görülen bir milleti temsil ettiği için, “liderlik düsturuna” biat eden parti seçkinlerinin dile getirdiği tekil ve birleşmiş bir iradeyi tecessüm ederek otoriter olması gerekiyordu. Araştırmacılar faşist erek ve devletlerin “totaliter” niteliğini vurguluyorlar. Uzmanlar, faşist amacın “toplumun topyekûn dönüşümü” olduğunda hemfikir olsalar da, yol boyunca bu hedeften ayrı düşülebildiğinin altını çizerler. Bu araştırmacılar, tamah edilen faşist devleti muhalif parti, korporatist ve sendikalist öğeler içermesi bakımından muğlak veya çelişik görür ve genelde, iktidar olmuş faşizmin şaşırtıcı şekilde güçsüz bir devlete sahip olduğunu belirtirler.
3: Aşkınlık… Faşistler mevcut toplumsal düzenin özünde uyumlu olduğuna dair muhafazakâr önermeleri kabul etmediler. Çıkar grupları arasındaki gerilimin toplumun olağan bir özelliği olduğu yönündeki liberal ve sosyal demokrat görüşleri reddettiler. Ayrıca uyuma kapitalizmin alt edilmesi yoluyla ulaşılabileceğine dair iddiaları da yadsıdılar. Faşistler, siyasal sağdan, merkezden ve soldan benzer şekilde türediler ve tüm sınıflardan destek gördüler. Hem sermayeye, hem emeğe, hem de bunlar arasındaki ihtilafları kızıştıran liberal demokratik kurumlara saldırdılar.
4: Temizlik… Elbette bu temizlik “imandan olan” değil. Başka bir şey… Muhalifler ‘ ‘“düşman” olarak görüldüğü için, ortadan kaldırılmaları, ulusun bunlardan temizlenmesi gerekiyordu. Bu, eylem içindeki faşist saldırganlığıydı. Siyasal düşman temizliğinin 20. yüzyıl sonlarında azalmış olmasına rağmen, “etnik temizlikle” son zamanlarda tekrar aşinalaşmamız şaşırtıcıdır. Organik milliyetçiler etnik düşmanlarla baş etmenin genelde daha zor olduğunu düşünürler çünkü siyasal kimlikler daha kolayca değişebilir. Komünistler bastırılabilir, bazıları öldürülür, ama fikirlerini değiştirirlerse birçoğu da ulusa katılabilir. Dolayısıyla siyasal temizlik genelde canice başlar ama “düşman” pes ettiği ve ulusa asimile edildiğinde yumuşar. Etnik temizliğin düzeyi sıklıkla tırmanır; çünkü “düşmanın” asimile olmasına izin verilmeyebilir. Faşizmlerin çoğu, değişen düzeylerde olsa da, hem etnik, hem de siyasal temizliğe karışmıştır.
5: Paramilitarizm… Faşizmin hem bir temel değeri hem de örgütsel biçimiydi. Tabandan kendiliğinden türeyen “halkçı” bir hareket olarak görülüyorsa da, ulusun öncü birliğini göstermelik de olsa temsil etmesinden dolayı da seçkinciydi. Uzmanlar faşist hareketlerin yoldaşlığına onların tanımlayıcı özelliği olarak yönelir; kuşkusuz bu hareketler de, savaşlarıyla olgunlaşmış yoldaşlıklarını, organik ulusun ve yeni insanın sembolü olarak gördüler.
Şiddet, faşist “radikalliğin” temeliydi. Yasal usulleri cinayetlerle alaşağı ettiler. Bu yolla halk, sınıf aşkınlığını “kafaları birbirine çarparak” gerçekleştirecekti. Böylece, seçkincilik ve hiyerarşi, yaratılacak otoriter devlete hâkim olacaktı. Hiçbir vakada, faşist hareket sadece bir “parti” olmadı.
Gerçekten de, İtalyan faşistleri yıllar boyunca sadece paramiliterler şeklinde örgütlenmişlerdi. Faşizm her zaman üniformalı, düzen içinde, silahlı, tehlikeli ve mevcut düzeni radikal biçimde istikrarsızlaştıran bir haldeydi. Faşizmi, dünyanın birçok askerî ve monarşi diktatörlüğünden aslen ayıran, paramiliterliğinin “tabandan doğuyor olması” ve vahşi niteliğiydi. Bu, ona hem seçimlerde hem de seçkinler arasında bir popülerlik kazandırıyordu.
Faşistler şiddetlerini her zaman “savunmacı” ama “başarılı” olarak sundular – bu yolla şiddetin esas sebebi olan düşmanlarına boyun eğdirebiliyorlardı. Herkes olmasa da, birçokları onlara inandı ve bu da onların popülerliklerini, oylarım ve seçkinler nezdindeki çekiciliklerini artırdı. Böylelikle paramilitarizm, -her ikisini de aslında hor gördükleri- seçim demokrasisi ve mevcut seçkinlere yönelik belirgin bir açılım sağladı.
Faşizmin amentüsü böyle…
Bir rejime bütün alem faşist dese bir anlamı yok. Keza rejimin kendisi “ben faşist değilim” diye kendini paralasa da beş kuruşluk kıymeti yoktur. Faşistin ayinesi eylemleridir, işleridir, söylemleridir.
Yoksa “dünyanın en özgür ülkesiyiz” ya da “Bizdeki basın özgürlüğü Mars’ta bile yok” türü tatavalara sadece gülünür.
Yukarıda faşizmin temel unsurları, karşımızda ülke. Bakalım neyle yönetiliyoruz!