YORUM | M. NEDİM HAZAR
Zannederim modern hayatın en büyük ömür törpülerinden biridir yollar ve binalar.
“Drone”larla çekilmiş deprem bölgesi görüntülerini izliyorum saatlerce. İskambilden binalar gibi birbirine girmiş, yerle bir olmuş beton ve moloz yığınları. Birbirinin üzerine kapaklanmış bazıları, bu sebeple modern dünyanın başka bir ibretlik alanı olan yolları kapamışlar.
Acaba o sabaha karşı neler oldu?
Nasıl bir dehşeti yaşadı oradakiler.
Beyaz bir arabaya takıldı gözlerim. Muhtemelen depremden kaçmış ama bölgeden çıkamadan önüne inmiş kocaman binalar. Kalmış öylece.
Bu tür büyük acılar, dünyada ne kadar gereksiz işler adına hem vaktimizi hem enerjimizi, paramızı ne kadar boşu boşuna zayii ettiğimizi de gösteriyor.
Dünyevi olan pek çok gereksizliği bir anda arka plana itiyor büyük acılar.
İki metrelik mesafe için insanların birbirini boğazlayacak kadar kendinden geçmesi, şehirde yaşayan bizler için normal geliyor artık. En basit sıkıntıyı bile çok büyük bir tecavüz, tehlike addediyoruz ve bir anda zalimleşiyoruz, canileşiyoruz.
Önceki hafta, kutsal bir dönemecin ilk virajına girdik, iki gün sonra Regaib (Regaip değil TDK!) Kandiliydi.
Çok basit bir etkisinden söz etmek isterim girdiğimiz bu gufran döneminin. Biliyorsunuz, ülke nicedir sancılı bir süreci yaşıyor. Bu süreçten rahatsız olmayanlar kendi kalibrasyonlarına göre ellerinden geleni arkalarına koymuyorlar. İnsafsızlık, iz’ansızlık, vicdansızlık, kin ve nefret gırla gidiyor. Açıkçası vicdan bu manzara karşısında susmayı kendine yediremiyor. Ama bazen de durup kendi kendine sorası geliyor: Değer mi?
Bu kadar basit, malayani, geçici şeyler için bu kadar emek harcamaya, enerji tüketmeye, vakit sarf etmeye değer mi?
İşte tam bu esnada yetişti imdadıma…
Açıkçası kendimi biraz ‘suçüstü’ buldum.
Gazali’ye atfedilen o enfes cümlede denildiği gibi, ölülerin pişman oldukları şeyler için dirilerin birbirini yemesi gerçekten tuhaf geldi.
Şöyle deniliyordu mesela: “İnanmış bir gönül, yetmiş sene önce bir kötülük yapmış ve sırf bu kötülüğünden dolayı yetmiş bin defa istiğfar etmiş olsa dahi, bu kötülüğünü daha dün işlemiş gibi vicdanında terütaze duymalı, onun hacaletiyle iki büklüm olmalı ve Allah’tan af dilemeye devam etmelidir. Belki taakkulî, tasavvurî ve tahayyülî hatalar kulun amel defterine hiç yazılmayacaktır. Fakat insan bu seviyede dahi bir hata irtikâp ettiğinde, ‘Rabb’im! Ben nasıl oldu da Sana karşı bu türlü şeyler düşündüm. Nasıl oldu da hayal dünyamda böyle bir münasebetsizlikte bulundum. Meğer ben ne kadar saygısız bir insanmışım.’ diyerek yaptığı hatalardan dolayı sürekli iki büklüm olmalıdır.”
Galiba tam da bunun için önemliydi mübarek 3 aylar. İnsan, yitirdiği masumiyeti, dinginliği tekrar hatırlasın ve elde edebilmek için yeni bir başlangıç yapabilsin diye.
Şurası çok mühim değil mi sizce: “İnanın, böyle davranan bir insanın hiçbir kaybı olmaz. Bilakis ömrünü bu çizgide geçiren kişi, çokça tevbe ve istiğfar etmenin sevabıyla serfiraz olur. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), amel defterinde çok istiğfarı olan kimse için “müjdeler olsun” ifadesini kullanmıştır. Ayrıca o Rehber-i Ekmel, bir hadis-i şerifte her gün yetmiş defa, başka bir hadiste ise yüz defa istiğfar ettiğini ifade buyurmuştur. Hâlbuki biz biliyoruz ki, hayatı boyunca Cenab-ı Hak O’na hiçbir günah işletmemiştir. O (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ), masum doğmuş ve hep masum yaşamıştır. Evet O, hayatını vahyin teminatı altında sürdürmüştür. Ama bütün bunlara rağmen Nebiler Serveri (aleyhissalâtü vesselâm) her gün yetmiş veya yüz defa istiğfar ediyordu.”
Dünya böyle bir şeydi ve bizi biz olmaktan çıkarıyordu, kutsal ayların, kutsal günlerin insana en önemli katkısı da buydu sanırım; fabrika ayarlarına dönüş için fırsat oluşturması.
Zira sair zamanlar çok zor bu muhasebeyi yapmak, iç aynamıza bakıp, ruhumuzun boyunu ölçmek:
“Bir insanın kendisinin methedilmesini istemesi ne kadar mezmum bir duygu ve düşünceyse, kendini sorgulaması da o ölçüde faziletli bir ameldir.”
“Rabb’im bizi, hakikî mânâda kendini sorgulayabilen talihli kullarından eylesin!”
Sürecin ayıkladığı siz değerli hizmet insanlarının kullandığı bu nazik ve güzel dili hayretle ve hayranlıkla 10 yıldır takip ediyorum.
Üzerinize tekme tokatla geldiler, geliyorlar ve siz gerçek hizmet insanları ayetle, hadisle asilce cevap verdiniz ve veriyorsunuz..
Ben sadece hayranlıkla
Ve hayretle okuyor ve seyrediyorum..
Ve de aaaa bu ayet, bu hadis bu manaya işaret ediyor diyorum…
Allah zalimlere yanaştırmasın!..