YUSUF ÜNAL | YORUM
Evde yalnızdım, içerisi alabildiğine sessiz. Akşam namazını kılıp çıkacaktım. İçimde sebepsiz bir taş bir yumru. Dışarısı soğuk, canım sıkkın, ben bezgin. Gurbetin sızısı belki, bilmiyorum. Bazen sarar böyle, nefesimi daraltır.
Biraz oyalandım. Ben oyalanırken birden duvardaki saatten ezan okunmaya başladı, İstanbul ezanı hem de. Sustu, her şey sustu; akreple yelkovanın koşusu, makinaların hışırtısı, kedilerin mırmırı. İçimdeki taş yerinden kımıldadı, yumru yassıldı. İçi çekirdekli bir dünya kurulmaya başladı oramda. Bir an kendimi evde hissettim, ana yurdumda. Ilık süt içmiş gibi bir sıcaklık dolaştı damarlarımda. Zemheride bir ilkyaz sıcaklığı.
Sessizlik sözünü kesti ezan başlayınca, örtüldü sanki dünyanın diş izleri. Sekerek yürümeye başladı dünya, gözümden düştü. Zamanın tüylerini okşamaya başladım, evden hiç çıkasım gelmedi. Bir çiçeğe su vermiş bir kekliği öpmüşçesine bir sevinç yerleşti gönlüme. Her yan serpilmiş bahar oldu kış ortasında. Ezandır bu bilirim; diri tutar imanı, can suyu bağışlar amellere.
Bir gök kaldıran portakalıdır ezan, dalıp gideriz turuncusuna. Canın çeker de soymaya kıyamazsın hani. Kıyamaz da başına konan devlet kuşu ürkmesin diye pür dikkat susarsın. Şimdi sustuğun kadar güzelsin, bilirsin. Sustuğun kadar Allah’a yakın. Nehirlerin dinlediği seslerdir bunlar zira, denizlere akan, göklere yükselen. Cennet’i görmüşlüğü bile vardır Allahualem bu seslerin, kim bilir…
Ama içeride oyalanmayıp da hemen çıksaydım dışarı, bu sesi duyamazdım. Bizim buralarda ezan sesleri boyamıyor şehirleri. Bu mahrumiyet içimi dağlıyor. Keşke diyorum kendi kendime, keşke memleketten tek bir şey getirme imkânım olsaydı! Boğaz yerli yerinde dursun yedi tepesiyle. İstanbul, Bursa, Amasya, Erzurum yerinde. Ankara simitlerini kim yerse yesin, Antep baklavaları kime afiyet olursa olsun. Hatta Mihrimah Camii, Sultan Ahmet, Eyüp bile yerinde kalsın. Bana ezanları versinler yeter…
Benim gibiler için gurbette yaşamak labirentte yaşamak gibidir. Ezan sesi duyanlar o labirentten çıkabilir. Ezan; dağılan hayatlarımızın pusulasıdır çünkü, Çoban Yıldızı’dır. Toparlar bizi, iki yakamızı bir araya getirir, yönümüzü kıbleye çevirir… Eksik söyledim, yalnızca gurbette değil, sılada da yol gösterir o. Nihayetinde sıla dediğimiz de labirenttir baştanbaşa, topyekûn dünya gurbettir insana.
Alıp başını şeytanın peşinden gitmek isterken misal, yahut bir anlık eteğini tutmuşken mini bir günahın; ezana yakalansan gidemezsin. Bırakırsın tuttuğun eteği. Sıtkın sıyrıldığında yaşamaktan, yorulduğunda nefes almaktan; bir ezan duysan yüzün çiçeklenir, tazelenirsin. Bir ırmağı çevirip dökmüş gibi olursun içine. İçinde papatyalar, içinde gelincikler sonra. Kalbine şiir bile yağar belki…
Bilir misiniz; ezanı beklemek sağaltır insanı, içinin kirini alıp denize döker. Nasıl dökmesin ki yüzyıllar ötesinden yürüye yürüye geldiği halde hiç yorulmamış bir sestir ezan. Bizim kadim dostumuzdur o, semtimizin günde beş vakit açan gül ağacıdır. Onun gölgesinde doğduk biz, onun gölgesinde büyüdük sarmaşıklar gibi. Gelgelelim şimdi ezansız semtleri geçtim, ezansız şehirlerde hatta ülkelerde yaşıyoruz. Nasıl edip de kendimizi avutacağız bilmem ki…
Günlerimizi ezanların doldurduğu o çocukluk yıllarını yâd etmek bir parça teskin edebilir gönlümüzü. Sonuçta ucundan kıyısından da olsa Müslümanlığın çocukluk rü’yasını görmüş bir nesil sayılırız biz. Dünyadan kulağımıza üflenen ilk sesti ezan ismimizin başında. İlk oyunlarımızı da o sesin yankısında, cami avlusunda, minare gölgesinde oynadık. Evlerimizin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördük, akşamüstlerinde bir minderin köşesinden okunan Kur’an’ı Kerim sesini işittik de hayata öyle karıştık. Eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine Müslümanlığı hissederek büyüdük sayılır.
Gelgelelim sonra bize bir şeyler oldu da gurbete düştük, ezansız topraklar yurt oldu bize. Ezansız kalmanın bir çiçeğin güneşi yitirmesi gibi olduğunu oradan biliyoruz. Âh şöyle bir ezan sesi koyabilseydik gurbetin yanına, benim gibilerine yeterdi sanki. Vakit eriştiğinde her dalda bir kuş öter gibi şehbal açsaydı, şehir bir ezan bahçesine dönseydi, minareler ezan ağacına… Ezana uyup gurbetin kasvetini uğurlayabilirdik. Zaten gurbet dediğin nedir ki bize, ezan sesini duymadığın yerden başka…
Ezana uyarsak ipliğe güzel bir gün geçirirdik, annelerimizden ilk bunu öğrenmiştik belki. Zamanı ezana göre yönetmeyi iyi bilirdi onlar. Ezanla başlar, ezanla bitirirlerdi günü. Ezandan önce ezandan sonra diye ayırırlardı vakti. Ezan bir çiçekti onlar için. Günde beş vakit açardı da yerini sevsin diye ha bire titizlenirlerdi.
Bunlar bizden çok uzaklaştı şimdi a dostlar, zamanı kaybettik biz, hüküm giydik gurbetlik çekmeye…
Ama biliriz ki yüce Rabbimiz perdeleri kapatır da ardına kadar açıverir kapıları. Bir de bakmışsın büyük cetlerimizin yaptığı gibi- hani Galata, Beyoğlu gibi Frenk semtlerine yerleşen büyük cetlerimizin- yerleştiğimiz yerlerde ezan çiçekleri boy vermiş. Hiç olmazsa evlerimizin içinde, ezan saatlerinden olsun beş vakitte ezan çiçekleri açmış. Evimiz imana gelmiş, biz imanın hariminde kalmışız. Ezan götürüp yeryüzünün kalbine bırakmış bizi ve kendi evimizde bari Müslüman saatine uymaya başlamışız…
Kahrımızı ezana bağışlarız o zaman değil mi, gurbetliğimizi ezana. Ben öyle yapacağım. Ezana bağışlayacağım tüm çektiklerimi, cümle mahrumiyetlerimi. İçimdeki o çekirdekli dünya çimlenecek o vakit, umuyorum; cümle ezan çiçekleri açacak. Değermiş diyeceğim sonra kulağımı gökyüzüne dayayıp, göklerin nice yüz bin minareden nura gark oluşunu bir kere görmek için bile yaşamaya değermiş…
Not: Bu yazıda pek çok şairden ilham aldım. Onların imge ve metaforlarından istifade ettim, dizelerini aldım. En azından bazılarının adlarını anarak onlara buradan bir selam vermek isterim: Yahya Kemal, Arif Nihat Asya, İbrahim Tenekeci, Gonca Özmen, Can Bahadır Yüce, Ömer Erdem, Hasan Çağlayan, Birhan Keskin…
bilmem ki nasıl bir yorum yazılır böyle bir içli ve yürek taşıran yazıya… gurbet elde bu yazıyı okurken aynı an da TV den ezan okunması ayrı bir tevafuk oldu. bir taraftan ezan sesi bir taraftan ezan hasreti yazısı götürdü beni çok ötelere… gün de 5 vakit ezan, yuyup yıkardı kirlenmiş ruh dünyamızı… yüreğinize ve kaleminize sağlık.
Çok güzel edebi ve anlamlı yazınız için teşekkürler
Enfes bir hasret yazısı… Çağlayan’a da yakışırdı.