Eyvah, çocuğum ateist oldu!

MAHMUT AKPINAR | YORUM

Sadece yurtdışına çıkan ailelerin çocuklarında değil, Türkiye’de de gençler arasında deizm ve ateizm yaygınlaşıyor. İman hizmetine adamış insanların çocukları arasından da, “Ben artık deistim, ateistim!” diyenlere şahit oluyoruz. Çoğu zaman ebeveyn bundan haberdar olmuyor. Çocuklar sert tepki görecekleri için bu yönlerini gizliyorlar. Yaşanan ağır travmaların etkisiyle büyüklerden de itikadını kaybedenler çıkabiliyor.

Bunun sebepleri neler diye düşünecek olursak;

Birinci sırada din istismarının çok yaygın olmasını söyleyebiliriz. Siyasal İslamcı iktidar ve ona payanda olan cemaat/tarikatların güce, zenginliğe, makama tamah etmeleri, bunlara ulaşmak için dini, ahlakı yok saymaları, sui-misal olmaları gençleri İslam’dan soğutuyor.

Annesi babası KHK’larla işinden edilmiş, hayatları karartılmış, ebeveynleri hapse giren, aile düzeni dağılan çocuklarda da deizme, ateizme yönelme görülebiliyor. Bazı çocuklar başlarına gelenlerden Erdoğan kadar Hizmet Hareketi’ni de sorumlu tutuyor. “Babam/annem Hizmet’te olmasaydı bunlar başımıza gelmeyecekti!” diye düşünerek, İslamdan uzak kalmayı tercih ediyor.

Ayrıca günümüzde dünyaya yayılan hedonizm (hazcılık), gösteriş, tüketim çılgınlığı, marka bağımlılığı, kolay para kazanma, kısa yoldan şöhrete erişme vb salgın halinde gençleri etkiliyor. Gençler din ve inançlara mesafeli durma eğiliminde oluyor.

Bunlara ilave aile içi problemler, iyi temsil sergilenememesi, ebeveynlerin gençlere usulünce yaklaşamaması, pedagojik hatalar yapılması çocukların ebeveynlerinden ve onların inançlarından uzaklaşmasına sebep olabiliyor.

Anne babalar bu çocuklara nasıl davranmalı? 

Elbette bu çocukların İslam’ı, iman hakikatlerini yeniden tanımaları, ikna olmaları için imkanları, fırsatları seferber ederiz. Yıldırmadan, bıktırmadan mantıklarını, duygularını iman esaslarıyla doyurmaya çalışırız. Yeniden mümin haline gelmeleri için başta hal dilimizle, davranışlarımızla ve  (usulünce) sözle nasihat ederiz. Onlar için dua ederiz, maddi manevi bütün tedbirleri alırız. Ama her şeye rağmen, iman kalplerde Allah’ın yaktığı bir ateş olduğu için aciz kalabiliriz.

Çocuklarımızın mümin olmasına gücümüz yetmeyebilir. Nitekim Hz. Peygamber, amcası Ebu Talib’in hidayetini çok istemesine rağmen bu mümkün olmamıştı, vaka üzerine indiği ifade edilen ayette: Sen, sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin; ama Allah hak edeni doğru yola iletir. O, doğru yolu seçenleri iyi bilir.” (Kasas 56) buyurulmaktadır.

Keza, peygamberlerden kendi çocuklarına, eşlerine hükmedemeyenler, söz geçiremeyenler olmuştur. Hazreti Nuh’un hanımı ve oğlu ona itibar etmemiş,  gemiye binmeyip ehli küfür olarak boğulmuşlardı. Hz. Lut’un hanımı kendisine inanmamıştı. Hazreti Yakup Aleyhisselam’ın çocukları onu dinlememiş, kardeşleri Yusuf’a zarar vermek istemişti. Bütün bu örnekler kalplerin ancak Allah’ın elinde olduğunu ve sadece onun hidayete erdirebileceğini gösteriyor. Bize düşen dua ve sebeplere riayet etmek olmalıdır.

Sert, zecri uygulamalar çocuğu daha da uzaklaştırıyor!

Ebeveyn olarak çocuklarımızın iyi yetişmesi, imanlı olması için elimizden gelen her şeyi yaparız ancak biz onların ‘Rabbi’ değiliz. Müslüman olmak, iman bireysel tercihtir. İmanın en değerlisi özgür iradeyle, tahkik ederek tercih etmektir. Dinde zorlama yoktur. (Bakara 256)

Bediüzzamanın dediği gibi, “Medenilere galebe ancak ikna ile olur icbar ile değil.”

Çocuklarımızı medenice, güzel ve makul yollarla iknaya çalışırız, çabalarız, ama evladımız da olsa kimseyi iman etmeye zorlayamayız. Ayrıca evlatlarımızın bizden ayrı bir kişiliği, kimliği ve hesabı var. Herkes Allah karşısında hesabını kendisi verecek. Dünyada olduğu gibi ahirette de çocuklarımız eylemlerimden, kararlarından bizzat kendileri sorumlu olacaklar.

Evladın hayır hasenatı, güzel amelleri vefatından sonra da anne babaya hanesine yazılmaya devam eder. Bu nedenle hepimiz çocuklarımızın mümin ve salih olmasını çok arzu eder, bu konuda tehalük gösteririz.  Ancak biz bu çocukların yaratıcısı değiliz, rızkını veren değiliz. Onların iradeleri üzerinde mutlak ipotek koyma yetkisine sahip değiliz. Buna Allah da, cari hukuk sistemleri de müsaade etmiyor. Bizim çocuklarımızla ilişkimiz onlara iyi ebeveyn olmakla sınırlı. Vazifemiz, onlara örnek olmak, iyi yetiştirmeye çalışmak, belirli yaşa kadar ihtiyaçlarını, bakım-görümlerini karşılamaktır.

Ne var ki bunları tekmil ve fevkalade yapsak bile -peygamberlerin bu konularda ihmali olduğunu düşünemeyiz- çocuklar iman etmeyebilir. Bizim istediğimiz veya Allah’ın istediği çizgide olmayabilir, farklı yönlere gidebilirler. Bu noktada bize düşen çocuklarla bağı koparmamak, onları kendimize düşman etmemek, her şeye rağmen ebeveyn-çocuk ilişkilerini korumak ve sağlıklı bir zeminde tutmaya çalışmak olmalıdır.

Eğer çocuğumuz Müslümansa onunla ebeveyn-çocuk ilişkisinin yanında, dindaş/duygudaş/davadaş ilişkisine de sahip oluruz. Öyle olmadığında onları reddetmemiz gerekmiyor. Kur’an bize Hz. Nuh ile oğlu arasında geçen konuşma üzerinden nasıl davranmamız gerektiğini söylüyor. Oğlu inanmıyor, gemi yapılmış, tufan başlamış, sular yükseliyor. Hz Nuh hala küfürde ısrar eden oğluna sevgi ve şefkat dolu bir üslupla hitap ediyor ve, “Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla birlikte olma”.(Hud Suresl 42) diyor.

Küfürde olan evladına karşı benzer sıcaklığı ve şefkati Hz. Lokman’da da görüyoruz. Lokman suresi 13-19 arası ayetler Hz. Lokman’ın oğluna nasihatlarını ihtiva eder ve burada da şefkat dolu bir hitap vardır. Keza Kasas suresi 9. ayette evlatlar “gözbebeği, göz aydınlığı” olarak anılır. Peygamberimiz’in (sas) çocuklarıyla ve torunlarıyla ilişkisi hep şefkat ve merhamet üzere olmuş, asla şiddet, dışlama, öfke içermemiştir.

Yusuf Suresi (2024) isimli kitabın 100. sahifesinde Fethullah Güln Hocaefendi, Hz. Yakup’la, Yusuf’u kuyuya atan ve yalan söyleyen diğer çocukları arasında Kur’an’da geçen ayetleri ve ilişkiyi şöyle tefsir ediyor: “Yakup AS çocuklarının Yusuf AS hakkında yalan söylediklerini anlıyor, fakat onların yüzlerine çarpmıyor, çünkü onları bütün bütün kendisinden uzaklaştırmak istemiyor. Perdeyi yırtarak onları yalnızlığa terk etmiyor.

İslami ve pedagojik kaynaklar problemleri çözme ve ağır hasarlara sebep olmama açısından çocuklarımız bizden farklı düşünse, inansa ve uygulamalara girseler bile onlarla ebeveyn ilişkisini, aile bağlarını korumamız, şefkat ve merhamet göstermeye devam etmemiz gerektiğini söylüyor. Çocuklarımızla “dindaş” olma paydasını kaybetsek bile, aile olma paydamız, anne-baba olma mükellefiyetimiz devam ediyor.

Onun tercihlerinden memnun olmadığımızı ifade edebiliriz, onu iknaya çalışabiliriz, “kendimzizi ve ailemizi ateşten koruma (Tahrim:6)” sorumluluğuyla hareket ederiz.  Ama bunu onun kişilik haklarına saldırma, evden atma, evlatlıktan reddetme noktasına getirmemeliyiz. Böyle yaparsak çocuklarımızı tamiri ve tadili mümkün olmayacak şekilde ve ilelebet kaybedebiliriz. Ama evlat-ebeveyn ilişkisini korursak, onun bireysel alanına saygı duyarsak bağımız devam eder.

Belli dönemlerde bir hevesle yöneldikleri deizm-ateizm kalplerinde kemikleşmez, umulurki tekrar Müslümanlığa yönelirler. Fakat anne-baba çok sert tepki gösterir ve dışlarsa, bu dönüşler çok düşük oluyor. Aradaki ilişki tamir edilemeyecek kadar tahrip edilirse, deizm, ateizm bu defa çocuğun aileden intikam alma aracına da dönüşebiliyor. Bir hevesle, rüzgarla yöneldikleri o düşünceler sığınakları haline geliyor.

Özellikle ergenlik dönemlerinde ve genç yaşlarda insanoğlu reaksiyoner oluyor, bir kalıba girmek, disipline edilmek istemiyor. Eğer onlara zaman tanımak, toleransla yaklaşmak yerine geleneksel bazı hocaların dediği gibi evden kovmaya, harçlığını kesmeye, evlatlıktan reddetmeye kalkarsanız, çocuğunuzu dünyada ve ahirette ilelebet kaybedebilirsiniz. Çocuklar sizin baskıcı tavırlarınıza  reaksiyon gösterir, daha uç şeyler yapar. Anne babadan intikam almak için ifrat noktalara yönelir.

Ben ergenlik çağlarımda inançlıydım ama biraz hoyrat ve rahattım. Babam ise sert ve disiplinliydi, geleneksel yöntemlerle yaklaşır, beni zorla eğip bükmek, şekle sokmak isterdi. Namazlarımı aksattığımda harçlığımı kesmekle, beni evden kovmakla tehdit etti, o yaşlarda bir gencin hazmedemeyeceği şeyler söyledi. Normalde namazlarını kılan, kazaya kalanların çetelesini tutan ben, bu safhadan sonra babamın göreceği zamanlarda ve yerlerde namaz kılmamaya başladım. Beni tehdit ettiği andan itibaren ondan bir daha harçlık istemedim.

Ekonomik durumumuz iyiydi ama ben en ağır işlerde çalışıp ihtiyaçlarımı karşıladım ve bir daha harçlık istemedim, asla babama boyun eğmedim. Hayatımı babamla aynı şehirde ve ortamda kalmamak üzere planladım. Babam esnaf olmamı ve yanında çalışmamı istese de ondan kurtulmak için üniversite okumaya karar verdim. Allah onun dularıyla benim talebimi birleştirip her ikimiz için de hayırlı olacak bir sonuç ortaya çıkardı ve beni üniversitede güzel insanlarla karşılaştırdı. Sonraki yıllarda babamla hep iyi geçindik, belki de en memnun olduğu, hayır dua ettiği çocuğu oldum.

Çocuklarımız bazı yanlışlar yaptığında, bizim hoşnut olmayacağımız yollara girdiklerinde hemen tepki vermek, sert çıkışlar yapmak ve geri dönülmez hasarlar açmak yerine kendimize ve çocuğumuza zaman tanımalıyız. Bazı şeyler zamanla anlaşılacak ve düzelecektir, yoluna girecektir. Ama ne olursa olsun çocuklarımızla ebeveyn-çocuk ilişkisini, aile bağlarını korumalıyız. Onların bizden bağımsız, bizden farklı tercihleri olabilecek bireyler olduğunu kabullenmeliyiz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin