YORUM | M. NEDİM HAZAR
Güneşin o ışıktan yapraklarını bir papatya falı gibi koparıyor Eylül. Yakamıyor enseleri eskisi kadar ve biz yazın sıcak sıkılmalarından esintinin ürperticiliğine doğru gidiyoruz koşar adım…
Eylül serin, Eylül’e serili hüzün.
Ne çok yazı yazılmış, uğruna ne kelimeler dökülmüş Eylül’ün. Dallarında düşmek için fersiz bir serin rüzgârı bekleyen yapraklarıyla titreyen sonbahar ağacı gibi Eylül ve kelimeler.
Ama en çok da hüzün ile yan yana…
Ve ayrılık.
Sokaklar kanları çekilmiş, damarları fırlamış veremli bir roman kızı gibi geliyor insana. Ağaç kabuklarında soğuğun parlak ışıltısı.
Âşıklar dokunmaz ağaç gövdelerine Eylül ayında!
Gemiler daha hüzünlü salınır Eylül denizinde, gözler daha dalgın, her an ağlamaya, boşalmaya hazırdır bu mevsimde.
Nedensiz bir sızı titretir içimizi; derinden, kemirgen ve ısrarcı.
Bir örgü tığı gibi ince ve ucu kancalı:
“Böyle eylülde gideceksen
Sözüm geçmez gönlüme
Ben ekime kalamam…”
Farkında olmadan severiz aslında bu acımtırak duyguları.
Kekremsi de olsa Eylül’ün tadı, onsuz da yapamayız.
“Hüznümü çıkardım bu sabah naftalin kokulu sandığımdan
Çünkü aşkım;
Hüznün bile daha güzel aşk sandıklarımdan
Ve gözlerin Eylül Eylül
İstanbul bile daha bir güzel
Daha bir sen…”
Bir senfonidir bu; güneş ile bulutun, rüzgâr ile yaprağın, yağmur ile gözyaşının bestelediği, buruk, kırılgan bir senfoni! Tülden siyah bir tente gibi sarmalar duyguları bulutlar. Eylül sabahları güz akşamüstlerinden daha çok gölgeler gözlerimizi. Bakışları eşikten çevirmek isteriz. Zira biliriz, her ayak sesi gideninkidir. Eylül’le gelinmez Eylül ile gidilir, Eylül’e gidilir!
“Eylül’e girdim Eylül’e girdim
her ömrün bir eylülü vardır
onca yaşadım
şimdi bildim.”
Camları buğu tutmaya başlar evlerin, cadde asfaltlarında ıslak yalnızlık rüzgarları. Pencereleri buhara boğan her nefes, her yüz kendi yalnızlığına gömülür. Yitiğini bulmaktan umudunu yitirmiş çocuk gözleridir ruhlar. Umutsuz, hüzünlü, korkak!
Sonra uzar yalnızlıklar, bir yaz sabahı gölgesi gibi. Nafiledir arayışlar, boşunadır çabalar. Eylül, bitimidir yazın, başlangıcı ayrılıkların.
“Eylüllerden yaz yap bana
Bir dönümlük bir çocukluk
gökkuşağı uçurtma
mayın mantar ütopya
yalancı mücevherler gibi…”
Dönüş aynalaradır, yaz mevsiminin götürdükleri gizlidir aynalarda. İlkbahardaki sen değilsindir aynaya bakan. Ve bir mevsim eksiltmez Eylül’e giren.
‘Ben bir Eylül, sen Haziran’ diyor şair:
“Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar…
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor gözbebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan.”
Gidişler Eylül’ledir, gidişler Eylül’edir…
Ertelenir aşklar bir başka bahara, hoş geldin denir, uzak tutulan duygulara; hüzün merhaba!
Akşamlar buruk, eller soğuk, gökyüzü kurşun ağırlığında!
Fakat yine de isteriz sonsuz bir tutkuyla.
Biz Eylül’süz ne yaparız?