YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
Evrim teorisinin tanımı yapılırken görüldüğü üzere, onun en önemli iddialarından biri, rastgele meydana gelen genetik değişimlerin ve çevre koşullarının etkisiyle farklı türlerin oluşmasıdır. İşte evrimciler, gerek tür içindeki varyasyonların, gerekse türleşmenin oluşmasını bir kısım mekanizmalara bağlar. Böylece öne sürdükleri hipotezleri bilimsellik kılıfına sokmaya, onları belirli biyolojik prensiplerle ilişkilendirmeye çalışırlar.
Bu konuda ilk akla gelen mekanizma, Darwin tarafından geliştirilen doğal ayıklanmadır. Neo-Darwinizm’le birlikte genlerde veya kromozomlarda meydana gelen mutasyonlar da evrimin önemli mekanizmalarından biri hâline gelmiştir. Bunlar, evrimin en önemli iki mekanizması olarak kabul edilir. Bunların yanında adaptasyon ve izolasyon da ortak gen havuzunda önemli değişimlere sebebiyet verdiği için evrimin başlıca mekanizmaları arasında yerini alır. Evrimin mekanizmaları bunlarla sınırlı değildir. Bazı evrimciler bunların sayısını on beşe kadar çıkarır. Fakat diğerlerinin etkisi zikrettiklerimize nazaran daha sınırlıdır.
Evrim teorisinin geniş kitleler nazarında makuliyet kazanmasında ve ikna edici bir hüviyete kavuşmasında söz konusu mekanizmaların önemi büyüktür. Çünkü evrimciler, hipotezlerinin doğruluğunu göstermek için, Allah’ın tabiatta vaz etmiş olduğu biyolojik prensiplere dayanıyor ve bunları kendi iddialarını destekleyecek şekilde ustaca takdim ediyorlar. İnsanlar da bu mekanizmaların tabiattaki mevcudiyetlerine, işleyişlerine ve neticelerine bakarak evrimin gerçekleşebileceğini zannediyorlar.
Öte yandan, konu hakkında yeterince bilgisi olmayan bazı kimseler de, evrimle mücadele etme adına tabiat yasalarını ve biyolojik gerçekleri inkâr ediyor ve böylece hem yaptıkları haklı itirazları gölgede bırakıyor hem de alay konusu oluyorlar. Hâlbuki takdir etmek gerekir ki evrimciler tabiatı didik didik etmiş, çok önemli yasalar tespit etmiş ve canlı formların işleyişiyle ilgili biyolojik prensipleri ortaya çıkarmışlardır. Fakat elde ettikleri bu verileri, daha önceden zihinlerinde hazır bulunan evrim şablonuna uydurabilmek için işlerine geldiği gibi yorumlamış ve çarpıtmışlardır.
Bizim buradaki maksadımız, evrim mekanizmalarını tanıtmak değildir. Zira bugüne kadar evrimle ilgili binlerce eser kaleme alınmış ve söz konusu mekanizmalar tafsilatlı bir şekilde incelenmiştir. Biz, kısaca söz konusu mekanizmalar hakkında bilgi verdikten sonra, bunların, yeni hayvan türlerini ortaya çıkaracak bir potansiyele sahip olup olmadığını irdeleyeceğiz.
1) SONRADAN KAZANILAN ÖZELLİKLERİN DEVRİ
Daha önceki yazımızda da değindiğimiz üzere Lamarck’ın öne sürdüğü mekanizma, canlı yapıların sonradan kazandıkları özellikleri yavrularına aktarabilme özellikleriydi. O, organların kullanılıp kullanılmamasına göre her nesilde meydana gelecek küçük değişimlerin uzun devirler içinde birikerek yepyeni hayvan türlerini ortaya çıkarabileceğini iddia ediyordu. Günümüzde hâlâ bu görüşü savunan küçük bir azınlık olsa da, bu yaklaşım bilim camiası arasında güncelliğini kaybetmiştir. Çünkü canlıların yaşamları boyunca sonradan kazandıkları özelliklerin kalıtım yoluyla yavrulara aktarılamayacağı ispat edilmiştir.
Mesela August Weismann, 1887 yılında fareler üzerinde yaptığı bir deneyde bunu göstermiştir. O, 20 döl boyunca fare kuyruklarını kestiği hâlde, 21. dölde doğan farelerin yine uzun kuyruklu olduğu görülmüştür. Genetik bilimindeki gelişmelerle birlikte sonradan kazanılan özelliklerin (modifikasyonların) aktarılamayacağı da kesinlik kazandı ve Lamarck’ın hipotezi değerini yitirdi.
Aslında bu herkesin gözlemleyebileceği bir gerçekliktir. Halter çalışan bir insanın kol kasları gelişse de çocuğu güçlü kol kaslarıyla doğmaz. Müslümanlar ve Museviler nesillerdir sünnet olmalarına rağmen çocukları yine sünnetsiz doğuyor. Bu sebeple biz de bu konu üzerinde daha fazla durmayacağız.
2) DOĞAL SELEKSİYON
Darwin’in evrim kuramının merkezinde doğal seleksiyon (doğal ayıklanma, tabii seçilim) vardır. Darwin’e göre bu, tüm evrim sürecinin itici gücü ve motoru gibidir. Richard Dawkins de bütün canlıların varlığının ve şeklinin doğal seleksiyonla açıklanabileceğini iddia etmiştir. Peki, nedir doğal seçilim?
Doğal seçilime göre daha güçlü olan, yani daha çok hayatta kalabilen ve daha çok üreyebilen biyolojik yapılar hayatta kalır. Sınırlı besin kaynaklarına ulaşma, düşmanlardan korunma, zor iklim şartlarına direnme gibi konularda müthiş bir mücadelenin sürüp gittiği tabiat, tür içinde mevcut olan sayısız genetik çeşitlilik arasından çevre şartlarına en uygun olanları seçer, diğerlerini ise eler. Farklı bir tabirle, fizikî ortama ve çevre koşullarına uyum sağlayabilen özellikler doğal seleksiyon tarafından ödüllendirilirken, uyum sağlayamayanlar ise cezalandırılır.
Bir türün varyasyonları arasından seçilen ve hâkim duruma gelen avantajlı organizmalar, kendilerine hayatta kalma şansını veren özellikleri kalıtım yoluyla yavrularına aktarırlar. Nesiller geçtikçe söz konusu avantajlı özellikler popülasyona ait üyelerde daha çok görülmeye başlar ve bunlarda önemli değişimler ortaya çıkar. Aslında burada gen havuzuna yeni bir bilgi eklenmediği gibi, var olan bilgiler de kaybolmamaktadır. Sadece çekinik genler baskın duruma geçmektedir. Darwin, bu evrimsel sürecin uzun yıllar işlemeye devam etmesi neticesinde, yani tabiata yeterli zaman verilmesi durumunda, yeni canlı formlarının (türlerin ve daha üst sınıfların) oluşabileceğini öne sürmüştür.
Doğal seçilimi birkaç örnekle zihne yaklaştırmaya çalışalım. Diyelim ki tavşan popülasyonu arasında bulunan bazı fertler diğerlerine oranla daha az suya ihtiyaç duyuyor. Şayet uzun süren bir kuraklık yaşanırsa, bunların hayatta kalma şansı daha fazla olacaktır. Çünkü susuzluğa dayanıklılık, onlara rekabet etmede ve hayatta kalmada avantaj sağlayacaktır. Hayatta kalan tavşanlar bu özelliklerini daha sonraki kuşaklara aktaracak ve bu özellikler git gide popülasyon içinde yayılmaya başlayacaktır. Dolayısıyla daha sonraki popülasyonları oluşturan tavşanlar daha az suya ihtiyaç duyan üyelerden oluşacaktır.
Aynı kural, kendi cinslerine göre daha hızlı koştuğu için yırtıcı hayvanlardan korunabilen ceylanlar için de, zirai ilaçlara karşı tür içindeki diğer fertlerden daha dirençli olduğu için hayatta kalabilen bakteriler için de geçerlidir.
Darwin’in doğal seçilim fikrini ortaya atmasında en önemli etki, yapay seçilim üzerinde yaptığı gözlemlerdir. Darwin’in, suni aşılama ve kültürleme yoluyla hayvan soylarının nasıl ıslah edildiğini, verimin nasıl artırıldığını ve yeni ırkların nasıl elde edildiğini görmesi, oldukça dikkatini çekmiştir. İnsanlar, belirli özelliklere sahip olan hayvanları birbiriyle çiftleştirmek suretiyle sadece onların üremesine izin veriyor ve böylece arzu ettikleri özelliklere sahip ırkları ortaya çıkarabiliyorlardı. Mesela bir çiftçi, daha çok süt veren inekleri elinde tutup sadece onların çoğalmasına izin vermek suretiyle, nesiller geçtikçe öncekilerden çok daha fazla süt veren ineklere sahip olabiliyordu.
Darwin, buradan hareketle tabiatın da çok daha uzun bir zaman dilimi içerisinde benzer seçimleri yapabileceğini iddia etti. Aslında, kendisi de bunun zorluğunun farkındaydı. Bu yüzden, “Eğer kompleks organlardan herhangi birinin teorimde ifade ettiğim, birbirini takip eden, küçük değişimlerle meydana gelmediği gösterilebilirse, teorim kesinlikle çürütülecektir.” diyordu (Behe, Darwin’in Kara Kutusu, s. 48). Çünkü yeni bir türün ortaya çıktığına dair yaşanmış hiçbir tecrübe yoktu. Fakat bunun aksini gösteren bir kanıt da mevcut değildi. O hâlde niye olmasın, diyordu.
Ne var ki doğal seleksiyonun bir hedefi ve planı yoktur. Bir adım ötesini hesap edemez. Çünkü bir hedefi kavrayacak şuur ve akla sahip değildir. Bu yüzden geleceği planlayamaz, akıllı seçimler yapamaz. Sadece emsallerine göre daha avantajlı konumda olan fertlerin hayatta kalmalarını sağlar. Fakat ne yapay ne de doğal seçimde ortaya yeni ve farklı organlar, yapılar çıkmaz. Yapay seçimle yapılabilecek olan şey, en fazla aynı türe ait farklı ırkların elde edilmesidir. Fakat burada da sınırlar vardır. Bir tavuğun vereceği yumurta sayısı, bir ineğin vereceği süt miktarı veya bir atın ulaşabileceği hız sınırı az çok bellidir. Edward S. Deevy’in ifadesiyle domuzlara kanat takamayız, tavuklara silindir şeklinde yumurta yumurtlatamayız (Rifkin, Darwin’in Çöküşü, s. 108). Doğal seçimde gözlemlenen de aynı türe ait bireylerde meydana gelen bir kısım değişikliklerdir.
Ne yapay ne de doğal seleksiyonun yaptıklarına bakarak biyolojik formların uzun zamanlar içerisinde yepyeni türlere dönüşeceğini söylemek oldukça abartılı bir yorumdur. Hiçbir gözleme ve ikna edici bilimsel veriye dayanmaz. Balıklardan sürüngenlere, omurgasızlardan omurgalılara kadar canlılar arasındaki muazzam yapı farklılıklarına baktığımızda, bütün bunların doğal seleksiyonla yavaş yavaş nasıl oluştuğu konusunda hiçbir tatmin edici cevap bulamayız. Göz, beyin, kanat gibi oldukça kompleks organ ve yapıların doğal seleksiyon süreciyle nasıl meydana geleceğinin mantıklı bir açıklamasını yapamayız. Söyleyeceklerimiz bir kısım yanlış kıyaslardan ve usta bir hayal gücüyle ortaya konulmuş spekülasyonlardan öte geçmez.
Aynı şekilde Darwin’in tasvir ettiği üzere tabiatta canlılar arasında sürüp giden amansız mücadele ve kavga, daha güçlü ve çevre şartlarına daha uyumlu üyelerin hayatta kalmalarını kısmen açıklasa da, daha güzel ve sanatlı yapıların nasıl ortaya çıktığını ve hayatta kaldığını açıklamaktan acizdir. Hayvanların sahip oldukları dişleri, pençeleri, hızları, güçleri, dayanıklılıkları, yağları, tüyleri, savunma sistemleri, kabiliyetleri vs. bir şekilde doğal seleksiyonla irtibatlandırılabilir. Fakat farklı hayvan türlerinin sahip olduğu rengarenk tüylerin, göz alıcı desenlerin, insanı büyüleyen nakışların, hayret verici sanat ve estetiğin, incelik ve zarafetin tabii seleksiyonla açıklanması hiç de kolay değildir. Bütün bu sanatlı yapıların ortaya çıkması, akıl ve şuur sahibi yüce bir Yaratıcı olmadığı sürece kör madde ve tesadüflerle açıklanamaz.
Darwinciler, doğal seçilimin sırtına kaldıramayacağı kadar büyük bir yük yükledikleri için, sürekli onu abartma ve büyük gösterme eğilimindedirler. Yazılan kitaplardaki “Doğal seçilim bizden şunu ister, şu tercihi yapar, şu komutu gönderir, şunu hayatta bırakır, şunu öldürür, şunu umursamaz, şunu düşünmez…” gibi ifadelere bakılacak olursa, âdeta onun her şeye gücü yeten akıl ve şuur sahibi bir Yaratıcı gibi takdim edildiği, tabiata vehmi bir rububiyet verildiği görülür. Hatta Francisco Ayala ve Ernst Mayr gibi evrimciler onun yaratıcı bir güç olarak tanımlanabileceğini ifade ederler. Hâlbuki onun hiçbir yaratıcı gücü yoktur; yaptığı tek şey mevcut organizmalar arasından en uyumlusunu seçmekten ibarettir. Ne var ki bu, çoğu zaman gözden kaçırılan bir husustur.
İnanan bir mü’min nazarında doğal seleksiyon, oluşacak gıda zinciri ve besin piramidi vesilesiyle canlıların rızıklarını temin edebilmeleri ve bulundukları koşullara ayak uydurabilmeleri için Allah tarafından konulmuş bir yaratılış kanunundan veya tabiat yasasından başka bir şey değildir. Ayrıca doğal seçilim sayesinde canlı türlerinin başıboş ve sınırsız bir şekilde çoğalarak dünyayı kaplamalarının da önüne geçilmiş olur. Aslında “doğal seçilim” şeklindeki kullanım problemlidir. Çünkü seçim, şuurlu bir faaliyet olduğu için, seçici bir iradenin varlığını zorunlu kılar. Bu yüzden doğrusu, “ilahî seçim”dir.
Canlılar arasındaki mücadele ve rekabetin, doğadaki tek gerçeklik olmadığının da altını çizmek gerekir. Tabiat, her zaman güçlülerin zayıfları ezdiği, sadece güçlülere yaşama hakkının tanındığı acımasız bir mücadele arenası veya savaş alanı değildir. Farklı bir ifadeyle, mücadele, tabiatın ne tek ne de en baskın özelliğidir. Günümüzde çekilmiş belgesellerde de açıkça görüldüğü üzere, mücadelenin yanı başında müthiş bir yardımlaşma ve dayanışma, şefkat ve merhamet, koruma ve fedakârlık da hükmünü icra eder.
J, A. Thompson ve P. G. Geddes, Life: Outlines of General Biology isimli eserlerinde tabiatı şöyle resmederler: “Tabiatla ilgili olarak konuşulanlar, gerçeğin bir kısmının abartıldığı tam bir karikatürdür. Vahşi tabiatta şiddetli bir eleme olduğu, yavruların ve körpelerin öldüğü, dişlerin ve pençelerin kandan arınmadığı bir ortamın olduğu.. hatta bundan daha fazlası doğrudur. Kısıtlı imkânlar ve zorluklar karşısında bir organizma, yarışı yoğunlaştırırken, bir diğeri yavrularını korumayı artırır; birisi silahlarını sürekli yenilerken, bir diğeri, müşterek yardımlaşmayı tercih eder. Gerçek şu ki, var olma mücadelesi, rekabete dayalı olmak zorunda değildir; bu mücadele sadece kendini zorla kabul ettirmekle değil, yavruların, arkadaşların, akrabaların korunmasıyla da gösterilebilir. Dünya sadece güçlünün değil, şefkatlinin de mekânıdır” (Jeremy Rifkin, Darwin’in Çöküşü, s. 123).
Tabiatta güçlülerle zayıfların birlikte yaşaması da doğal seleksiyonun etkisinin sınırlı ve muvakkat olduğunu gösteriyor. Çevresel şartların etkisiyle bir nesildeki zayıf hayvanların tamamının yok olması bile, bir sonraki neslin tüm üyelerinin sağlıklı olmasına yol açmıyor. Yeni popülasyon arasında yine zayıf, sakat ve hasta hayvanlar varlığını devam ettiriyor.
Darwincilerin doğal seleksiyonun mahiyet ve işleyişine dair yaptıkları açıklamalara sathi bir nazarla bakan kimse, onun tüm canlı türlerinin ortaya çıkışını izah ettiği vehmine kapılabilir. Ne var ki konuya daha derinlemesine bakıldığında, öne sürülen iddialar ile gözlemlenen gerçeklik arasındaki muazzam açıyı fark etmek hiç de zor olmayacaktır. Hemen herkesin gözlemleyebileceği “güçlülerin ayakta kalacağı” şeklindeki basit bir kuralın nasıl olup da tek bir ortak atadan milyonlarca farklı canlı formunu meydana getirebileceği, gerçekten izahı imkânsız bir hâdisedir.
Nobel ödüllü genetikçi T. H. Morgan’ın şu ifadeleri doğal seleksiyona biçilen rolün büyüklüğüne yapılmış bir itirazdır: “Hayata en uygun olanların, hayatta kalma şanslarının onlar kadar uygun olmayanlardan daha fazla olduğu, söylemeye bile ihtiyaç olmayan, herkesin bildiği bir gerçek olsa gerektir.” Gertrude Himmelfarb’ın şu sözleri de aynı gerçekliğin farklı bir ifadesidir: “Hayatta kalanların hayatta kaldığı görüldükten sonra, bunların hayatta kalmaya en uygun olanlar olduğu kararına varılmıştır” (Arif Sarsılmaz, 110 Soruda Yaratılış ve Evrim Tartışması, s. 92-93).
Aslında, “en uygunun hayatta kalacağı” fikri üzerine oturan doğal seçilimde, totolojik bir önermenin gizlendiği veya bunun fasit bir daireye işaret ettiği gözden kaçmamaktadır. Çünkü hayatta kalanların kimler olduğu sorusuna verilen cevap, “en uygun olanlar”dır. En uygun olanların kimler olduğu sorusu da, “hayatta kalanlar” olarak açıklanır. Dolayısıyla tabii seleksiyon, bir yönüyle herkesçe bilinen bir gerçeğin farklı bir ifadesinden başka bir şey değildir.
Son olarak şunu da belirtmek gerekir ki, doğal seçilimin iş görebilmesi için hâlihazırda varyasyonların bulunması gerekir. Darwin’in de ifade ettiği gibi, avantajlı varyasyonlar meydana gelmediği sürece tabii seleksiyon hiçbir şey yapamaz. Doğal seçim, en uygun olanın hayatta kalmasını izah etse de, bunun nasıl ortaya çıktığını açıklayamaz.
Haftaya evrim teorisinin mekanizmalarını ele almaya devam edeceğiz…
Bugun dunyada isleyen muesses sosyo ekonomik nizam ilk olarak bizim anadoluya geldigimiz yıllarda normandiya kralı william ın yanında bir takım yahudi tefeci ile ingiltereye gidip orayı kolonize etmesiyle basladı bu kolonizasyon hareketinde yerli duk ve dukalar lordlar kralın emri altında kral adına tefeci tarafından kendilerine verilen borcla hayatlarını dondurmeye basladılar magna karta nın bugun konusulmayan bir cok maddesi bu borc ve tefecilik sisteminin isleyisine dair tarafların hakkının belirlenmesi ile ilgilidir. Islamiyet gibi hak ve adaleti yerine getirme uzerine bir cemiyet kuramayan avrupa hristiyanlıgında bu isleyis ekonomik ve maddi gelisim gibi sonuclar verdi, aslında ingiltere hollanda ve baltık toplumlarının isleyisine dair olan para uzerinden isleyen maddi entegrasyon hak gozetmeyi beceremeyen toplumlarda para ve mal hareketini kral ile ile duzenleyen bu yapıda maddi imkanlara kavusamayanın hayat hakkının olmadıgı bir duzendir. ( bugun canlar kimin icin caliyor) bu duzende zayıf olan yok olur guclu ve acımasız olan herseyin cogunu alır. en tepedekine hizmet ettigin surece kofteden sende ısırabilirsin paylasım modeli olusur. insanın heva ve hevesinin pesine dusurulmesine borc kamcısı ile calistirilmesina dayanan bu duzen toplumun guvensizlesmesi olcusunde islerlik ve itiraz edilememezlik kazanmıstır. Robin hood lar bu adaletsiz duruma isyan etmis sistem dısı yasamaya calismis. borcu donduremeyip topraklarını kaybeden lordlar istyan etmistir. Fakat maddi imkanların gelismesi ve yontici sınıfın elinde kamcı gibi isleyen bu duzen askeri gucude tetiklemis ve kendine boyn egmeyenleri ezmeye yonelmis butun avrupa karsı koyabilmek icin bu sisteme girmistir. Borcu dondurebilmek icin cografik kesifler ve sanayi devrimi gibi bir noktaya gelinmistir. Insanlıgını kaybettigin olcude acımasızlasan ve bu olcude hayatta kalabildigin bu sistemde darwinin iddia ettigi gibi seleksiyon ( acımasızlık seleksiyonu ) vardır. Hristiyan rahipleri elestiri getirdiginde her defasında dogal seleksiyon demisler esya varlık isleyisini kendi kurdukları sistemi savunabilmek icin aynı sekilde tanımlamaya calismislar ve tabiatta da aynı duzenin hakim oldugunu iddia etmisler itirazları susturmak istemislerdir. Bediuzzamana gore heva ve heveslerini yasama arzusunu devam ettirebilmek icin bunu yapmıslar sen calis ben yiyeyim duzenini isletme pesinde kosmuslardır. Bunun yanında avrupada bu haksız duruma itiraz etmek ve adaletsizlikleri giderebilmek icin hak arayısları ve demokratik hareketler baslamıstır. Avrupa demokrasisi bu haksızlıklara karsı gelismistir. Bugun Cin de yeni bir rejim insa edilmis ve demokrasi cephesine karsı en etkili ilerlemesini yapmaktadir. Demokrasi cephesinin toplumu adilane ve en verimli bir sekilde isletebilmesi maddeten manen gelisimi saglayabilmesi icin bir destege ihtiyacı vardır. “Avrupa ikidir , sefahat pesindeki avrupa ve hak adalet pesindeki avrupa, biz hak ve adalet pesindekilerle ittifak edecegiz. Bediuzzaman” Halıkın na mutehani adı var en bası hak, ne guzel sey hakkı tutup kaldırmak . Mehmet Akif ERSOY. Allah yardımcımız olsun , darwinizm biyolojik cesitliligi acıklamaya calismaktan cok ote bir ideolojidir, seytanca kurulup isletilen bir sistemi temellendirme calismasıdır. https://en.wikipedia.org/wiki/Darwinism
Elinize sağlık
Hocam, seriyi okumaya devam ediyorum. Fakat bu yazida ilk basta bahsetmis oldugunuz “Biz, konunun bilimsel ve teknik yönünü işin uzmanlarına bırakarak burada felsefi ve teolojik bir değerlendirmesini yapmaya çalışacağız.” prensibinden uzaklastiginizi dusunuyorum.
Ayrica “Aslında “doğal seçilim” şeklindeki kullanım problemlidir. Çünkü seçim, şuurlu bir faaliyet olduğu için, seçici bir iradenin varlığını zorunlu kılar. Bu yüzden doğrusu, “ilahî seçim”dir.” yaklasiminiz cok garip. Dogal secilimde gecen “dogal” kelimesi dogaya guc atfetmez. Dogal/suni ayrimini yapar. Yani “dogada halihazirda bulunan, dogada bulunan kanunlara gore isleyen, insan mudahalesi olmadan” anlamina gelir. “Secilim” kelimesi ise edilgendir zaten, kimin sectigi ile ilgilenmez. Bir onceki yaziniza yaptigim yorumda da bahsettim, hakkaniyetli bilim insanlari “Yaratilista ustun bir guc var miydi?” ile ilgilenmezler, bu bir iman tercihidir. Onun yerine “Yaratilis nasil meydana geldi?” sorusunun cevabini vermeye calisirlar.
Ilk yazinizda belirttiginiz ve en sonda bahsedeceginizi soylediginiz “Kur’ân’dan bir evrim teorisi çıkarmanın mümkün olup olmadığı, Allah’ın canlıları evrimle yaratıp yaratmadığı, Hz. Âdem’in atalarının bulunup bulunmadığı, Kur’ân âyetlerinin evrim teorisine geçit verip vermediği gibi konuları” merakla bekliyorum.
[…] Evrim teorisinin mekanizmaları (1) (Yüksel Çayıroğlu – 11.02.2021) […]