Ana Sayfa Eğitim Evliya Çelebi’yi nasıl bilirsiniz?

Evliya Çelebi’yi nasıl bilirsiniz?

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU 

Evliya Çelebi on ciltlik seyahatnamesinde sadece Osmanlı coğrafyasını değil çevre ülkeleri de anlatmıştır. Ancak bu meşhur seyyahın Osmanlı dünyasında keşfi Tanzimat devrinde olmuştur.

Evliya Çelebi eserinde bir taraftan gezdiği yerlerde gördüğü toplumların yaşayışlarını, geleneklerini, menkıbelerini, yeme içme kültürünü anlatırken diğer taraftan okuduğu kaynaklardan hareketle oranın tarihi hakkında bilgi vermiş ve böylece 17. Yüzyıl dünyasını tasvir etmiştir.    

SEYYAH-I FAKİR

Evliya Çelebi eserinde kendi adını zikretmemiştir. 1611’de Unkapanı’nda, Kanuni’den itibaren sarayın kuyumcubaşısı olan, beş padişaha çeşitli görevlerle hizmet eden ve Kâbe’nin Altınoluk’unun ilk dökümünü de yapan Derviş Mehmet Zıllî Efendi’nin oğlu olarak dünyaya gelen Evliya, soyunu fetih sonrasında İstanbul’a gelen Kütahyalı bir aileye bağlamaktadır.

Evliya’nın hayatında en etkili olan kişi ise anne tarafından akrabası olan, sadrazamlık görevinde de bulunan ve tayin olduğu yerlere onu da götüren Melek Ahmet Paşa’dır. Paşa, IV. Murat’ın kızı Kaya Sultan’la evlenerek saraya damat da olmuştu.

Paşa tarafından IV. Murat’a takdim edilen Evliya, Enderun’da eğitim almış ve güzel sesi, hoşsohbet, nüktedan ve hazır cevaplı oluşuyla padişahın en sevdiği “musahibi” konumunu elde etmişti.

Ahmet Paşa sadrazamlık yapsa da azledildikten sonra İstanbul dışında farklı yerlere beylerbeyi olarak görevlendirildiğinde yanında Evliya da yer almış ve bu sayede birçok yeri gezme, görme ve tanıma imkânı elde etmiştir.

Evliya’nın hayatına bakıldığında seyahat için hiçbir fırsatı kaçırmak istemediği anlaşılmaktadır. Bu nedenle seyahatnameyi okuyanlar onu bazen bir savaşta bazen bir elçilik heyetinde bazen de bir paşanın maiyeti olarak göreceklerdir.

SEYAHAT YA RESÛLALLAH!

Kendi anlatımına göre bir gece rüyasında Peygamberimizi görmüş ancak heyecanlanarak “şefaat ya Resûlallah” diyeceği yerde “seyahat ya Resûlallah” demiş ve Hz. Peygamber de onun halini anlayarak Mekke-Medine’ye seyahatinin ve kabrini ziyaretin gerçekleşeceğini vaat etmiş, sahabeler de ona dua etmişler hatta Sa’d bin Ebu Vakkas “gezdiği gördüğü yerleri yazmasını” tavsiye etmiştir.

Rüyasını tabir ettirdiği Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Abdi Dede de “ibtida bizim İstanbulcağızı tahrir eyle” demiş ve Hammer’in ifadesiyle “yüz kırk yedi farklı dil” duyacağı gezileri ve gördüklerini kaydetme serüveni başlatmıştır.

Evliya Çelebi’nin 1640’ta İstanbul’dan ayrılarak Trabzon, Anapa ve oradan da Kırım’a gitmesiyle başlayan gezileri, Girit seferine katılması ve sonrasında Erzurum, Tiflis ve Bakû ile devam etti.

Bu sırada Celali isyanlarına tanıklık eden Evliya, Beylerbeyi Murteza Paşa’nın maiyetinde Şam’a gidince Suriye ve Filistin’i, Paşa’nın Sivas’a atanmasıyla da Orta ve Doğu Anadolu’yu görme imkânı elde etti. Onun Anadolu seyahatlerinde birçok Celali lideriyle karşılaştığı ve Celâlilere yakınlık duyduğu anlaşılmaktadır.

Melek Ahmet Paşa’nın Sadrazam olmasıyla Saray’da görevlendirilen Evliya, bu görevi sırasında devlet işleyişini yakından inceledi. Evliya eserinde, sarayda şahit olduğu paşaların hayatı, isyanlar, haksız uygulamalar, evlilikler, yaşanan dram ve yüz kızartıcı olayları samimi bir şekilde anlatmaktan çekinmedi.

Paşa’nın sadrazamlıktan azledilip Özi Beylerbeyliği’ne atanmasıyla Rumeli’de Sofya, Rusçuk gibi bölgeleri gezdikten sonra Van beylerbeyi olmasıyla da İran ve Bağdat’ı gördü.

Evliya Çelebi’nin “gözlem” amaçlı seyahatleri; çeşitli paşaların maiyetinde yer alması, seferlere katılması ve elçilik heyetlerinde bulunmasıyla daha kolay bir şekilde gerçekleşiyordu.

O bu vasıtayla Bosna ve Temaşvar’ı da görmüş, Fazıl Ahmet Paşa’nın Avusturya seferine iştirak ederek Budin, Eğri ve Macaristan’ın birçok yerini gezme imkanına kavuşmuş, bir elçilik heyetiyle de Viyana’ya gitmiştir.

Buna karşılık Danimarka, Hollanda ve İspanya’ya dair anlattıklarının “hayal ürünü” olduğu tahmin edilmektedir. Evliya’nın seyahatleri bundan sonra da devam etti ve Edirne, Gümülcine, Selanik, Teselya ve Mora’ya kadar gittikten sonra Kandiye’nin fethinde de bulundu (1669).

Evliya’nın son seyahati ise hac niyetiyle başlasa da onun hedefinde farklı yerler görme arzusu vardı. Bu nedenle 1671’de çıktığı bu yolculuk Bursa, Kütahya, Afyon, Aydın, Ege adaları, Muğla, Rodos, Antalya, Adana, Maraş, Antep ve Şam üzerinden Mekke’ye kadar devam etti. Hacdan bir gün önce Mekke’ye ulaşan seyyahımız böylece arzusuna nail oldu. Bu yolculuk sayesinde bizdeki en kapsamlı hac güzergâhı eseri de kaleme alınmış oluyordu.

Sonrasında Mısırlı hacılarla Kahire’ye giderek Mısır’ı karadan ve Nil üzerinden dolaştı. Amacı Nil’in kaynağına ulaşmaktı. Burada kaldığı süre içinde Sudan ve Habeş eyaletine de gitti.

Seyahatlerini burada noktalayan ve eserine göre bekar yaşayan Evliya’nın nerede ve ne zaman öldüğü tespit edilememiştir. Gezdiği binaların ve camilerin duvarlarına kendi yazısıyla “seyyah-ı âlem Evliya ruhiyçün El fatiha” yazan seyyahın, kabri de henüz bulunamamıştır.

ERZURUM SOĞUĞU TASVİRİ

Evliya Çelebi seyahatlerini düzenli bir şekilde aktarmış, sadece kendi gözlemlerine değil görgü tanıklarından dinlediklerine, halk arasında anlatılan olağanüstü olaylara, kerametlere, doğaüstü yaratıklara, başka yazarlardan okuduğu bazı bilgilere de yer vermiştir. Mizacının bir sonucu olarak bazen de abartılı anlatımlara başvurmuştur.

Bu tür farklılıklar, dikkatli bir okur tarafından kolaylıkla fark edilse de bazen yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermektedir. Halbuki eserde bazen “dirler ama görmedim, acayib rivayetdir” gibi ifadeler kullanarak deyim yerindeyse okuyucuyu uyarmaktadır. Ancak bunlara dikkat etmeyen bir okuyucu için seyahatname “güvenirliğini” kaybetmektedir.

Örneğin Erzurum’un soğuğunu anlattığı “damdan dama atlarken havada donan ve sekiz ay sonra havanın ısınmasıyla “mırnav” diyerek buzları çözülüp yere düşen kedi” hikayesinin sonunda “meşhur latife-i darbımeseldir” ifadesi yer almaktadır.

O eserinde saray, çarşıları ve eserleriyle İstanbul’u, uçsuz bucaksız Osmanlı ülkesini, komşu memleketleri, çeşitli dini, etnik ve mesleki gruplarıyla Osmanlı toplumunu ve gündelik hayatı, mahalleleri, devlet adamları ve memurları, alimleri ve şairleri okuyucunun gözünde canlanacak şekilde tasvir etmiştir.

Abartılı ve süslü anlatımları nedeniyle eserin ilk sekiz cildi basıldıktan sonra bile birçok bilim adamı gerçekliğinden şüphe duymuş, bazı yolculuklarının hiç gerçekleşmemiş olduğu iddia edilmişse de yapılan araştırmalarla eserinde yer verdiği birkaç yer hariç diğer yerleri gördüğü anlaşılmıştır.

HAMMER’E BORÇLUYUZ

Seyahatname’yi ilk defa 17. yüzyılın tarih kaynakları arasında gösteren ise Osmanlı tarihini (Staatsverfassung und Staatsverwaltung des Osmanischen Reiches) kaleme alan Avusturyalı tarihçi Joseph von Hammer-Purgstall oldu. Hammer eserinde de seyahatnameden yararlandı ve ilk defa iki cildinin İngilizce olarak yayınlanmasını sağladı.

Seyahatnameye ait sekiz cilt yazma Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde, tam takım olarak da Pertev Paşa ve Beşir Ağa kütüphanelerinde bulunmakta, ayrıca İstanbul ve yurtdışı kütüphanelerinde ayrı ciltler yer almaktadır.

Osmanlılarda ise 1880’lerden itibaren A. Vefik Paşa, A. Mithat Efendi, Şemseddin Sami ve Necip Asım seyahatnameye dikkat çektiler. Bizde ilk seyahatname baskısı Tanzimat devrinde seçmeler şeklinde basılmış ve yoğun ilgi görmüştü.

Bunun üzerine 1846’da ikinci defa basılmış ancak Meclis-i Vâlâ tarafından “eserin uygunsuz tabirleri, bazı yalanları ve boş hikayeleri” içermesi gerekçesiyle dağıtılması engellenerek yakılmasına karar verilmiştir.  Kitapçılar da çözüm olarak aynı baskıyı Mısır’da yaptırarak piyasaya sürmüşlerdi.

Daha sonra İkdam gazetesi sahibi Ahmet Cevdet, Necip Asım gözetiminde formalar halinde ilk altı cildini yayınlayarak hem ilim dünyasına hem de halka ulaşmasını sağladı. Bu yayın sırasında Abdülhamit rejiminin sansür kurulu müdahalede bulundu ve “Abdülhamit’in bu tür yayınlara izin verilmemesi” yönündeki iradesi nedeniyle yayın durduruldu. Yine yapılan araştırmalara göre sansür kurulu yayın esnasında da birçok yerde sansür uygulamıştır.

Seyahatnamenin yedi ve sekizinci ciltleri, Türk Tarih Encümeni tarafından Kilisli Rıfat gözetiminde basılmış (1928), dokuz ve onuncu ciltler ise Latin harfleriyle Maarif Vekâletince bastırılmıştır.

Fuat Köprülü’nün “Mısır’da Bektaşilik (Türkiyat Mecmuası, 1940)” adlı makalesinde tarihi kaynak olarak kullanması ve Cavid Baysun’un İslam Ansiklopedisi’nde kaleme aldığı maddeyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, temel başvuru kaynaklarından birisi haline gelmiştir. Son olarak Yapı ve Kredi Yayınları seyahatnamenin on cildini büyük bir titizlikle ve Latin harfleriyle yayınlamıştır.

Hammer’e göre eserini “Wahrheitsliebe-gerçeği gerçeğe uygun olarak anlatma tutkusu” ile kaleme alan Evliya Çelebi, seyahatlerini “kuru bir bilgi yığını” olarak anlatmak yerine kendi ifadesiyle “bî-riyâ” ve hoş bir üslupla anlatmış, Osmanlı idaresinin olumlu ve olumsuz yönlerini açıklıkla ortaya koymuş ve günümüze miras olarak muhteşem bir kültür hazinesi bırakmıştır.

***

Kaynaklar: F. İz, “Evliya Çelebi ve Seyahatnamesi”, Belleten, 1989, C. LIII, S. 207-208; C. Baysun, “Evliya Çelebi’ye Dair Notlar”, Türkiyat Mecmuası, 1955, C. XII, M. İlgürel, “Evliya Çelebi”, TDV İA, 1995, C. 11; M. Duman, “Evliya Çelebi Seyahatnamesi”, Evliya Çelebi’nin Dünyası, İstanbul, 2013; R. Dankoff, Seyyah-ı Alem Evliya Çelebi’nin Dünyaya Bakışı, İstanbul, YKY, 2010; U. Demir, “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin İlk Baskıları”, Osmanlı Araştırmaları, 2015, S. 46.

1 YORUM

  1. Demir Denizhan
    Hocam her yazınızda, bizim araştırıp vakit harcayacağımız konuları, derleyip kaynakçalarıyla sunduğunuz için çok teşekkür ediyor ve okumaktan keyif aldığımı belirtmek istiyorum. Zaman zaman tarihimizde bilimin geldiği noktalarla ilgili yazılarınız oluyor. Yaşanan büyük depremlere o zamanki insanların bakış açısı ya da Taküyiddin Efendinin rasathanesi gibi konular vardı. Bu yazınızda Evliya Çelebi’nin nasıl bir tarzı olduğunu daha iyi anlamış olduk. Seyahatnameden başka yerde konusu pek geçmeyen Hazerfen Ahmet Çelebi ve Lagari Hasan Çelebi için de bir yazı olabilir mi acaba?