Etik tutarlılık ve moral üstünlük 

PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM

Her siyasi hareketin ön plana çıkardığı meseleler vardır. Siyasi rekabetin temelini siyasi hareketlerin ön plana çıkardığı meseleler ve bunlar için geliştirdiği çözüm önerileri belirler. Siyasi partiler bu döngü üzerine kurulur, diskur oluşturur, seçimlere girer, muhalefet eder, iktidara gelebilirse veya ortak olabilirse politika üretir. Siyasi partilerin diskurlarıyla eylemleri seçmen nezdinde esas alınır, oy verme davranışlarını doğrudan etkiler. Diskur ve eylem arası bütünlük ve tutarlılık, siyasi partilerin güvenilirliğinin ana dayanak noktasıdır. Etik tutarlılık ve moral üstünlük olmazsa siyasi partiler güven ve dolayısıyla oy, hatta iktidarı kaybeder.

Tıpkı bireylerde olduğu gibi, politik partilere de güven duymak isteriz. Oy verilen partiye güven duymamak düşünülebilir mi? Oy veren seçmenlerin, yani reşit vatandaşların, rasyonel davrandıklarından hareketle, güven duyulmayan bir siyasal partiye oy verilmesi anlamlı olamaz. Hayatın olağan akışında siyasal partiler ancak güven temelinde vatandaşlarından oy alabilir. Bu bakımdan her partinin ana hedeflerinden biri, etik tutarlılığı yitirmemek, moral üstünlükten taviz vermemektir.

Örneğin politik spektrumun solunda yer alan partiler sınıfsal ilişkilere ilişkin aldıkları net bir pozisyonla kendilerini belli eder. Sosyal demokrat, demokratik sol, komünist ya da sosyalist partiler, ezilenlerin hayat standartlarının iyileştirilmesini, sömürünün sonlandırılmasını, çalışan kesimlerin sosyal koşullarında ilerleme sağlanmasını, refah devletini, sosyal devlet önlemlerini – kısaca ekonomik eşitliğe götürecek politikaları diskursal düzeyde savunur ve fiili alanda da bunları hayata geçirmeye gayret eder. Ya da çevreci/yeşil siyasal hareketler iklim değişiminin, küresel ısınmanın, içme sularının kirlenmesinin, hava kirliliğinin, mikro plastik oranlarının ve diğer çevresel sorunların giderilmesine odaklanır. Yeni enerji kaynaklarının geliştirilmesini önceler, fosil enerji kaynaklarının tüketiminin ve üretiminin sınırlandırılmasını savunur.

Hiç siz diskursal seviyede işçi sınıfının haklarını savunan bir sol partinin sendikal örgütlenme hakkının aksine hizmet eden politikalara imza attığını gördünüz mü? Ya da çevreci bir siyasi hareketin küresel petrokimya şirketlerinin çıkarlarına hizmet eden politikaları geliştirdiğini duydunuz mu? Eğer böyle bir şey olursa, bu partiler inandırıcılıklarını derhal kaybeder. Etik tutarlılık ve moral üstünlük siyasi partiler için her şeydir. Nasıl ki ekmek üreten bir fırının ürünlerinden cam veya çivi gibi yabancı maddeler çıkarsa müşteri bir daha o fırına güvenmez ve ürünlerini satın almazsa, siyasi partiler de moral üstünlüklerini yitirirler ve etik tutarlılıktan taviz verirlerse normal koşullarda seçmen desteklerini, yani tabanlarını kaybederler.

AKP, uzun adıyla Adalet ve Kalkınma Partisi, etik tutarlılığını ve moral üstünlüğünü kaybetti.

Esasen bu bir süreçti ve bir defaya mahsus bir hatadan kaynaklanmadı. Mesela fırın analojisinden hareket edecek olursak, ekmeklerden düzenli olarak yabancı maddeler çıktı. Sadece bir defalık münferit bir olumsuzluk yaşanmadı.

İsminde adalet terimini kullanan AKP, öncelikle adaletsizleşti, adaleti çökertti. 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonları esnasında ve sonrasında işlemekte olan adalet sistemi durduruldu, akamete uğratıldı mesela. Ya da 15 Temmuz 2016’nın peşi sıra yürütme erkine bağlanmış – yani fiilen ortadan kaldırılmış – olan yargı erki üzerinden iki buçuk milyon insan kriminalize edildi, yüz altmış binden fazla kamu görevlisi ihraç oldu, sekiz bine yakın akademisyen üniversitelerdeki daimi pozisyonunu kaybetti, binlerce düşünce suçlusu hapse tıkıldı, yüzlerce meşru yollarla seçilmiş politikacı hapsedildi. Böylece AKP, ismi olan adalet kavramını kullanamaz hale geldi.

Yine 2013’ten itibaren irtifa kaybetmeye başlayan ekonomi, 2016’dan sonra serbest düşüşe başladı. Böylece ülkenin kalkınması sekteye uğradı. Gelişme durdu. Ekonomide, finansta, dış ticarette, kur dengesinde, araştırma ve geliştirmede, büyümede, bölüşümde, insani gelişmişlikte, altyapıda ve diğer ilgili alanlarda çöküş yaşandı. Enflasyon dünyanın en yüksek ikinci enflasyonu haline geldi. Paranın değer kaybı cumhuriyet döneminin en vahim durumuna tırmandı. Böylece AKP’nin adındaki ikinci terim olan kalkınma da sıfırlanmış oldu.

Bunlar partinin düşüşe geçmesini izah ediyor; ama daha esas soruna değinmedik. Tüm bunlar bir şekilde teknik gerekçelere ve elde olmayan faktörlere dayandırılabilir. Denilebilir ki, mesela, “Adalet normal seyri dışına çıktı çünkü ülkede ciddi bir güvenlik tehdidi vardı.”, ya da “İç ve dış faktörler ekonomiyi geriletti.”

Hâlbuki etik tutarlılık ve moral üstünlük, bundan çok daha başka, daha vahim ve dip bir problemdi.

AKP kurulduğundan beri dürüstlüğü ve muhafazakâr-mütedeyyin kesimin insan haklarına ilişkin sorunlarını birincil siyasi öncelik olarak göstermiş, bu konularda diğer partilerle kendisi arasında kimliğini belirleyici farklılıklara dikkat çekmişti. Buna göre “Bunlar Müslüman, kul hakkı yemezler, harama el uzatmazlar!” algısına oynamışlar, bu imajı yerleştirmişlerdi. Dahası içeride ve dışarıda “mazlum Müslümanların” sesi ve hak savunucusu olmaya soyunmuşlar, tüm diskurlarını bunun üzerine inşa etmişlerdi.

Fakat öykü onları nereye getirdi? Heyhat!

17 Aralık 2013’te inşallah, maşallah, Allah, selamünaleyküm, hayırlısıyla, kısmetse, Allah’ın izniyle falan gibi dini terminolojiyi kullanarak sıfırlama operasyonları yaptılar. Açıkça hak-hukuk çiğneyerek ve kendi jargonlarıyla “haram yoldan” elde ettikleri paraları ayakkabı kutularından ve gizli kasalardan apar topar başka yerlere kaçırdılar. Baba oğul fısıldaşarak “Paraları sıfırladın mı?”, “Henüz sıfırlayamadım ama sıfırlayacağım inşallah babacığım!” diyaloglarını internete düşen tapelerden dinledik. Herkes bu boyutta veya kalibrede bir yolsuzluktan ötürü neredeyse küçük dilini yutmuştu. Böylece söylemlerle eylemler arasındaki farklılık ortalığa saçıldı. Etik tutarlılık bitmişti, moral üstünlük yerle yeksan olmuştu!

Dürüst AKP’den hırsız AKP’ye sert bir geçişe tanıklık edildi.

Derken 2024 yılına geldik. İlk işaretlerini Mavi Marmara skandalıyla vermişlerdi zaten; ama Gazze konusunda kraldan çok kralcı davranan, yerel seçimlerde Gazze’de hayatını kaybeden çocukların adını kullanmaktan tutun da, her siyasi toplantıda Gazze-Filistin meselesini bir tür banko oy sağlayıcı kaynak olarak algıladıklarını gösteren birbirinden aşağılık eylemlerin haberlerini okudunuz, videolarını izlediniz. Derken AKP genel başkan yardımcısı Nihat Zeybekçi’nin o mide bulandırıcı cümlesi geldi: “Katliam ayrı, ticaret ayrı!” AKP, bir taraftan Gazze’yi ve kurbanları suiistimal ediyor, diğer taraftan İsrail’le çok ciddi stratejik ticari ilişkileri, özellikle savaşta kullanılacak mal sevkiyatını devam ettiriyordu. İşte Nihat Zeybekçi denen adam, bu etik tutarsızlık karşısında pişkince, adeta “ne olmuş yani kardeşim” diyordu! Öyle ya, Zeybekçi’nin dediği gibi, bire altı karlılıkta milyar dolarlık işler varken, kim AKP’nin Gazze konusundaki tutarsızlığını ırgalardı ki!

Böylece AKP dönemi hızlı bir erime sürecine girdi. Etik tutarlılık bitmişti. Çünkü AKP’de başta Erdoğan olmak üzere hiç kimsenin böyle bir kaygısı yoktu. Belagat şehvetiyle papağan gibi on yıllardır zikrettikleri Filistin Davası, Gazze, Müslüman mazlumlar, İslami davaları, ümmetleri, kul hakkı yememeleri, dürüstlükleri ve “eminlikleri”, “namazında niyazında iyi Müslümanlıkları”, “temizlikleri ve ilkeleri”, ve daha neler, neler, hepsi kupkuru retorikti!

Yani ez cümle, hepsi kuru gürültüydü.

Esasında bunların hiçbiri zerre kadar umurlarında değildi.

Kollarda Rolex saatler, ıstakozlu Monako Monako’da girişi VIP lüks kulüp restoranlarda sürülen jet sosyete hayatı, Maldivler’de cümbür cemaat maaile beş yıldızlı tatiller, katlar, yatlar, yazlıklar, kışlıklar, kestane balları, ejder smoothieleri – “bir lokma, bir hırka” diye çıktıkları yolda yeni stilleri ve yaşam biçimleri olmuştu. Daha önce eleştirdikleri “beyaz Türkler” bile bunları yapmamış, yapsalar bile magazinlik olmamış, haydi oldular diyelim, söylemsel olarak bunca fakir-fukara edebiyatı ve İslami “sadelik” söylemlerini siyasal akça olarak kullanmaya yeltenmemişlerdi! Etik tutarlılık da, moral üstünlük de yerlerde sürünüyor, ancak tüm bu yüz kızartıcı rezaletlere karşın kösele yüzlü jet AKP sosyetesi İslamcı yeni zenginler ve devleti soyarak zengin olan İslamcı oligarklar tınmıyor, bana mısın demiyorlardı.

Bunlar rivayet odur ki, zamanında Allah’larına “Bizi utandırma!” diye dua ederken, esasında “Bizim ar damarımızı çatlat!” manasında talepte bulunmuşlar! Yani bunların duasında mevzu utandıracak işler yapmaktan sakınmak değilmiş. Ahlaki bariyerlerin yok oluşu ve utanma mevhumunun tükenişine dair bir temenniymiş meğerse. Duaları mı kabul oldu, yoksa kandırmayı umdukları Allah’larının gazabına mı uğradılar, orasını ben bilemem. Bildiğim, bir yok oluş sürecine girdikleri, bu sürecin geri dönüşünün artık imkânsız olduğu, gün geçtikçe daha fazla insanın istikametlerine doğru tüküreceği bir çöküş merhalesine geçildiğidir.

Ya da sade bir siyaset bilimi yorumuyla söyleyecek olursam:

Etik tutarlılık ve moral üstünlük kaybedilmiş, rejimin iktidarı meşruiyetini yitirmiştir. Ahlaki yetersizliğin sonunda – kendileri katiyen utanmasalar da – ortalama her insan evladı için utandırıcı bir sondur bu gelmekte olan!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin