Ana Sayfa Manşet Esir kadınlar için, diğer bütün kadınlara sesleniyorum!

Esir kadınlar için, diğer bütün kadınlara sesleniyorum!

KONUK YAZAR: TUBA HANDAN

Kadın olmak geçmişten beri zayıflık olarak görüldü. İnsan olmanın gerektirdiği şekilde saygı göremedi kadınlar. Tüm donanımlarına rağmen, toplumda hak ettikleri yeri elde edemediler. Modern toplumlarda, önlerindeki engeller kaldırılmaya çalışılsa da, dünyanın birçok yerinde, onlar için aşındırıcı sert rüzgârlar var hâlâ.

Türkiye’de 4-5 yıl öncesine kadar kadınlar için ümit veren gelişmeler vardı. Ancak son yıllarda bu ümidi kıran, endişe verici olaylar yaşandı. Kadınlar, yüreklerini alev alev yakan ateşlerden kaçıramadılar. İster gazeteci, ister akademisyen veya ev hanımı olsun fark etmedi. Suçsuz yere acı çektiler.

KÖTÜLÜĞÜN ÇITASI

Yazar Bülent Korucu, “Kötülüğün çıtası yükseldi” (20 Kasım 2015) başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Bu yazısından beri yaşanan olayları gözden geçirdiğimizde, kötülüğe herhangi bir çıtanın konulmadığı, sınırsız öfke, sınırsız zulüm ile karşı karşıya bırakıldığımızı görüyoruz. Sözgelimi, bu yazıyı yazan Bülent Korucu’nun evi, polislerce basılmış, yapılan aramada bulunamayınca, akıl dışı bir tasarrufla onun yerine eşi götürülmüş, çocuklarına da, “Babanız gelmezse, annenizi göremezsiniz” denmişti. Bu şekilde yüzlerce kadın, eşlerinin yerine cezaevlerini doldurdu. Bir kadını, bir anneyi, eşine duyulan öfke nedeniyle pervasızca alıp götürmek, haksızlığı bile bile yapmak, çocuklarının başında olması gereken masum bir kadına karşı insan olmaktan vazgeçmek… Kötülüğün çıtası şimdi nerede?

YENİ TÜRKİYE’DE MANZARA

Uzun bir süredir kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin önlenemeyen şekilde çoğaldığı, bunların sıradan vakalar arasına girdiği, kadının kocasına bağlı olarak yüceltildiği ya da kocasına bağlı olarak alçaltıldığı, gözaltına alındığı, tutuklandığı yeni bir Türkiye burası. Kadının kendi başına bir birey sayılmadığı Türkiye. Kadınlar, yıllarca süren, nice mücadeleler sonucunda kariyer yapsalar da, onların makamlarından alınmaları ve tutuklanmaları bir saate sığdırılacak kadar kolay oldu. Kimler yoktu ki tutuklananlar arasında: Rektör ve akademisyenler, kalemi kuvvetli tanınmış yazarlar, milletvekilleri, yargıçlar, yüksek yargıçlar öğretmenler, okuyan çocuklara katkı olsun diye sarma yapan, börek açan, mantı büken ev hanımları, 75’lik teyzeler, öğrenci kızlar, yeni doğum yapmış anneler…

ZULME MARUZ KADINLAR

Sevgili Peygamberimiz, hayatı boyunca söz ve davranışları ile ve son olarak veda hutbesinde, kadınların Allah’ın emanetleri olduğunu önemle ifade etse de, kıymeti yüksek emanetler, erkeklerin kendi dünyalarında oluşturdukları acımasız savaşlar içerisinde hırpalanıyor.

Bir zamanlar kız çocukları babaları tarafından sadece kız oldukları için diri diri toprağa gömüldüler. İçlerine şeytan girdi denerek, diri diri ateşe atıldılar. Kadına yönelik bu zulümler, zaman ve zemin değişse de, hız kesmedi hiç. Önlenmesi için cılız sayılacak gayretler de işe yaramıyor maalesef. Özgür kadınlar, haksız ve hukuksuz olduğu açıkça ortada olan ve insanlık onuru ile bağdaşmayan bu muamelelere karşı güçlü bir ses çıkarmalı. Yardım nidaları her yerden duyulan hemcinslerinin hürriyete kavuşmalarında kutlu gönüllüler olmalı.

BEBEKLERİNDEN AYRILDILAR

Kadınlar, polis baskınları ile sabah gün aydınlanmadan, çocuklarının gözleri önünde kelepçelenerek götürüldüler. Bazı kadınlar cezaevinde olan eşlerini ziyarete geldiğinde kucaklarındaki yeni doğmuş bebeklerle alıkonuldular. Bazı kadınlar ise, yeni bir iş ararken, çocuklarına haber veremeden, gözaltına alındılar. Hatta dışarıda, araçta bekleyen biri down sendromlu beş çocuğunun, gözyaşları içinde yapayalnız kalmalarına aldırış edilmeksizin bir hapisteki kocasını ziyarete gelen bir kadın cezaevinde tutuldu.

Bebeği ile alınan annenin, bebeği için yedek kıyafet ve bez almasına dahi müsaade etmediler. Bebeğine anne sütü veren kadınlar, bebeklerinden ayrılarak gözaltına alınıp, uzak şehirlere ifade vermek üzere götürüldüler. Yakınları tarafından emzirmeleri için getirilen bebekleri ile günlerce görüştürülmediler. Cezaevinde, karnındaki ikiz bebeklerini kaybetti bir anne. Doğum yapmasına sayılı günleri kalan kadınlar, cezaevlerinin herkesçe bilinen olumsuz koşullarına rağmen tutuklandılar.

Kalabalık koğuşlara bırakıldılar. Hastanede doğum yapan kadınlar, doğumhanenin kapısında, gözaltına alınmak ve akabinde cezaevine götürülmek amacıyla polislerce beklendiler. Kapı önündeki polis ve cezaevi tehdidi altında, sağlıkları açısından, riskli bir şekilde çocuklarını doğurdular. Doğumun üzerinden henüz bir saat dahi geçmeden, yardım almadan doğrularak oturması mümkün olmayan lohusa kadınlar, ellerine takılan kelepçelerle hastaneden çıkarıldılar. İkiz doğum yapan, bebeği yoğun bakıma alınan anneler, bebeklerini geride bırakma acısı ile için için ağladılar.

ÇOCUKLARIN TRAVMASI

Birçoğunun eşleri cezaevine alınmıştı zaten. 9 ay bebeğinin doğmasını endişeler içinde bekleyen anneler, bebeklerine kavuşma sevincini yaşayamadılar. Süt kuzuları ise, onları karınlarında taşıyan meleklerinin kokusunu duyamadılar. Kimi çocuklar, çocuk esirgeme kurumlarına alınarak cezalandırılmış oldular. Kimisi, ruh sağlığı yerinde olmayan ya da çocuk psikolojisinden anlamayan birilerine bırakılarak, şiddetin her türlüsüne maruz kaldılar. Anne ve babaları alınan bazı çocukların akrabaları, kendilerine ulaşılmasına imkân tanımadılar. Komşuların kimi, devlet otoritesinden duyduğu korkuyla, kimisi de, insanlığını yitirip, çocukları da, anne ve babaları gibi terörist görerek, onlara sahip çıkmadılar. Küçük yaştaki çocuklar, uzun süre evlerinde perişan hallerde beklediler.

12-13 yaşındaki çocuklar, 4-5 yaşlarındaki kardeşlerine haftalarca, yalnız baktılar. İşten atılan anne ve babaların mal varlıkları ve bankadaki paralarına, geride kalan çocuklar “Ne yer ne içer?” diye düşünmeden el koydular. Lise giriş veya üniversite sınavlarına hazırlanmakta olan çocuklar, maddi ve manevi yoksunluklarla motivasyon kaybı yaşadılar. Sınavda başarılı olma ümitleri tükendi. Kimisi küçük yaşına rağmen okul ve sınavlarını unutarak kardeşlerine ekmek getirme derdine düştü. Okul arkadaşları ya da öğretmenleri, cezaevinde olan anne ve babalarından bahisler açarak, onlara da terörist demekte beis görmediler. Nezarethane ve cezaevi süreçlerinde bazı kadınlar tacize maruz kaldı. Polislerden bazıları, sorgu sırasında işkence yaptığı erkeklere, eşleri ve kızlarından bahisle, onlara tecavüz edeceklerini söyleyerek ve hatta sorgu odasına getirterek, kadınları kirli metotlarına alet ettiler.

Tüm yaşatılanlar, kadınlara insan olduklarını unutturacak cinstendi. Bu tasarrufları yapanların, kadını insan yerine koymayan, seviyesiz, hastalıklı zihinlere sahip oldukları, acı bir gerçekti.

İŞKENCEDİR, SOYKIRIMDIR

Uzun uzun anlattığımız bu olaylar, maalesef bütünün içinde küçük örnekler. Annelerin, yavrularının güven içinde olduklarını, temel ihtiyaçlarının karşılandığını bilmelerine, çocuklarında annelerinin şefkatli sesini duymaya, “Anne!” der demez yanında olduğunu görmelerine şiddetle ihtiyaçları varken, kaçma şüphesi bulunmayan sabit ikametgâh sahibi, haklarında kesin ve inandırıcı tek bir delil dahi bulunmayan, doğumdan yenice çıkmış annelerin gözaltına alınması, tutuklanması en hafif tabirle işkencedir. Şuursuz haldeyken dahi ağızları annelerinden gelecek sütü bulma çabasında olan tazecik bebekler aç bırakılıyorsa, bunun adı, soykırımdır.

HAKSIZ YERE ACILAR ÇEKMESİNLER

Bir kadın olarak, bu yıl kutlanacak olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün, dünya üzerindeki, tüm kadınların, bir daha haksız yere acılar çekmemesi için, atılacak güçlü adımlarla, anlamlı kılınmasını istiyorum.

Savaşların yaşandığı bölgelerde çocukları ile hayatta kalmaya çalışan kadınlar, maddi yoksunluklar nedeniyle aç biilaç kalan kadınlar, düşük ücretlerle ağır işlerde çalıştırılan kadınlar, liyakatine rağmen, iş dünyasında yolu kapatılan kadınlar, tek başına hasta çocuklarını büyüten kadınlar, tutuklanan kadınlar… Her biri, dünyanın daha yaşanılası bir yer olmasına katkı sunabilecek nitelikteki kıymetli duyguları yitirilen, ümitleri tükenen, yaşam enerjisi kaybolan kadınlar.

Çaresizlik içinde ciddi sorunlarla baş etmeye çalışan Dünyadaki her bir kadının hikayesine ayrı ayrı eğilmek, gözyaşlarını silmek gerekir.

Ama özellikle 15 Temmuz’dan bu yana cezaevlerinde olan, tek kişilik hücrelerde aylarca tutulan, dış dünyadakilerce adeta unutulan kadınları hücrelerinden çıkarmak ve onları unutmadığımızı, unutmayacağımızı söylemek istiyorum.

NESİBE ÖZER’İ TANIR MISINIZ?

Cezaevinde tek kişilik hücrede tutulan bir kadın var ki, Türkiye’nin nasıl bir karanlığa yol aldığını tek başına göstermeye yeter. O kadın, Nesibe Özer. HSYK İkinci Daire’nin eski başkanı olan bu değerli hukukçu, terörist damgası ile hücreye konuldu. Yıllarca Bakırköy adliyesinde ağır ceza mahkemesi başkanlığı yaptı. HSYK’nın önceki seçimlerinde hâkim ve savcıların yarısından fazlasının oyu ile HSYK’ya üye olarak seçildi. Kendisinden önce HSYK üyesi olanlarla uğraşmak yerine, hâkim ve savcıların, mesleklerini ifa ederken ideal bir şekilde çalışmalarına katkıda bulunmak için ciddi gayretler gösterdi. Birçok adliyeyi, görevi süresince ziyaret ederek, hâkim ve savcıların sorunlarını dinledi. Onlara meslek büyükleri olarak moral verdi.

Ne yazık ki, kendisinden sonra göreve gelen HSYK üyeleri, teamüllerin aksine, onu çocuk mahkemesi hâkimi olarak görevlendirdiler. 15 Temmuz sonrasında da, daha önceden oluşturdukları listeye ekleyerek, gözaltına aldırdılar. Bununla da yetinmeyerek, tecride mahkûm ettiler. Ülkesine bu kadar hizmet eden, hukukun üstünlüğü tek gayesi olan, tecrübeli, önemli bir hukuk kariyeri olan bir yargıç, hukuksuzca ve insafsızca kendi sesinden başka bir ses duyamayacağı bir cezaevi hücresine nasıl konulabilir? Yargı camiasının yüz akı olan bu değerli yargıcı hücreye koyanlar nasıl bir kin ve nefretle böyle bir haksızlığın içine girebilmektedirler? Bu kararı alanlar hala nasıl biz hukukçuyuz diyebiliyorlar?

EY KADINLAR…

Bir kadın olarak, bu yıl kutlanacak 8 Mart’ın, dünya üzerindeki tüm kadınların bir daha haksız yere acılar çekmemesi için atılacak güçlü adımlarla anlamlı kılınmasını istiyorum. Buna, cezaevlerine haksızca konulan kadınları, özgürlüklerine kavuşturmakla başlamalıyız. O zaman, kadınlar günü hakkıyla kutlanır ve kadın olmanın onuru, hoş bir esinti olarak ruhlarda hissedilir…

İnsana saygı duyan, bebek ve çocuklara kayıtsız kalamayan latif varlıklara, tüm kadınlara sesleniyorum: Belki son günlerde ülkemin insanları burunlarına koklatılan eterlerin etkisine girmiş, uykudan uyanamıyor olabilirler. Onların uyanmalarını beklersek zaten iş işten geçmiş olacaktır. Geçmişte kendisine işkence edilen çocuk ve kadınlara bugün el uzatmamız ne yazık ki mümkün değil. Fakat hâlâ yapabileceğimiz bir şeyler var bugünün çocuklarına. Minicik kalplere sarılabilir, annelerine kavuşturma gayreti göstererek, değerli varlıklarınızla katkıda bulunabilirsiniz…

HENÜZ YORUM YOK