Eşcinsel doğulur mu olunur mu? 

YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU

(Farklı Boyutlarıyla Eşcinsellik-3)

Konu etrafında yapılan tartışmaların odak noktasında eşcinselliğin sebepleri yer alır. Çünkü eşcinselliğin (cinsel yönelimin) doğuştan genlerle gelen bir özellik olduğunun ispatlanması ona bakışı önemli oranda değiştirecektir. Eşcinselliğin doğuştan geldiği ispatlandığı takdirde hem onun değiştirilemez olduğu hem de insan doğasının ayrılmaz bir parçası olduğu ortaya konulmuş olacaktır. Bu durumda eşcinselliğe yönelik dile getirilen eleştiriler de büyük oranda anlamını yitirecektir. Bu açıdan şimdiye kadar defalarca eşcinsellik geninin bulunduğuna yönelik haberler yapıldı. Eşcinselliğin doğuştan gelen biyolojik ve genetik bir durum olduğu iddiası uzun zamandır topluma dayatılıyor. (Çok sayıda kişinin bu konuyu araştırmayı dahi bir çeşit ayrımcılık gördüğünü ve eşcinselliğin neden ortaya çıktığına dair sorulan soruları yanlış bulduğunu da belirtmekte fayda var.)

Ne var ki uzmanlara göre henüz böyle bir gen bulunabilmiş değil. Söz konusu iddiaları destekleyen kabul görmüş güçlü kanıtlar ve bilimsel veriler mevcut değil. İçlerinde gey ve lezbiyenlerin de yer aldığı birçok araştırmacı eşcinsellik geni diye bir gen olmadığını ifade ediyor ve homoseksüelliğin doğuştan geldiğine itiraz ediyor. Bilakis eşcinselliğin büyük oranda ailevî ve çevresel faktörlere dayandığına yönelik önemli araştırmalar var. Hiç kimsenin gey veya lezbiyen doğmadığını, harici faktörlerin onları buna sevk ettiğini ileri süren birçok araştırmacı var. (Bkz. Ebu Zaynab Abd al-Rahmân, Why Homosexuality is Prohibited in Islam, s. 51-66)

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki cinsel yönelimin nedenleri hakkında farklı teoriler ileri sürülmüş, farklı izahlar yapılmış olsa da henüz bilim adamları tarafından eşcinselliğin sebepleriyle ilgili net ve kesin veriler ortaya konulabilmiş değildir. Bir çok araştırmacı eşcinselliğin sebebinin tek bir faktöre indirgenmesinin yanlış olduğunu belirtmiş ve bunda çoklu faktörlerin rol oynadığını vurgulamıştır. Eşcinsellikte biyolojik, psikolojik, ailevî, sosyal faktörlerin biri, birkaçı veya bütünü birden rol oynayabiliyor. (Simon LeVay, Queer Science, s. 273)

 “Sexuality and Gender: Findings from the Biological, Psychological, and Social Sciences” başlığıyla uzun bir araştırma yazısı kaleme alan Dr. Lawrence Mayer ve Paul McHugh konuyla ilgili şu tespitleri dile getirmişlerdir: “Araştırmalar, genetik veya doğuştan gelen faktörlerin aynı cinsiyetten çekiciliklerin ortaya çıkmasını etkileyebileceğini, ancak bu biyolojik faktörlerin tam bir açıklama sağlayamayacağını; çevresel ve deneyimsel faktörlerin de önemli bir rol oynayabileceğini göstermektedir… Genlerin cinsel çekicilik ve davranışların gelişimine katkıda bulunmada mütevazı bir rol oynadığına dair kanıtlar var, ancak cinsel yönelimin doğasına ilişkin basit bir “böyle doğmuş” anlatısını destekleyecek çok az kanıt var.” (https://www.thenewatlantis.com/publications/part-one-sexual-orientation-sexuality-and-gender)

Amerikan Psikiyatri Birliği’nin 2015 yılında konuyla ilgili yaptığı şu açıklamalar bu konudaki yanlış algı ve kabullere dikkat çeker: “Bazı insanlar cinsel yönelimin doğuştan ve sabit olduğuna inanır; ancak cinsel yönelim bir kişinin yaşamı boyunca gelişir… Heteroseksüelliğe, eşcinselliğe veya biseksüelliğe neyin sebep olduğunu kimse bilmiyor… Şu anda eşcinsellik için biyolojik etiyolojilerin araştırılmasına yeniden ilgi var. Bununla birlikte, bugüne kadar eşcinsellik için herhangi bir spesifik biyolojik sebebi destekleyen bilimsel çalışma yoktur.” (https://web.archive.org/web/20150812010551/http://www.psychiatry.org/mental-health/people/lgbt-sexual-orientation)

Amerikan Psikoloji Derneği de insanların homoseksüel olarak doğduklarını destekleyen bilimsel bir kanıt olmadığını belirtmiştir. Dernek, “Bir kişinin belirli bir cinsel yönelime sahip olmasına ne sebep olur?” sorusuna şu cevabı vermiştir: “Bir bireyin heteroseksüel, biseksüel, gey veya lezbiyen yönelimi geliştirmesinin kesin nedenleri konusunda bilim adamları arasında bir fikir birliği yoktur. Pek çok araştırma cinsel yönelim üzerindeki olası genetik, hormonal, gelişimsel, sosyal ve kültürel etkileri incelemiş olsa da, bilim adamlarının cinsel yönelimin herhangi bir özel faktör tarafından belirlendiği sonucuna varmalarına izin veren hiçbir bulgu ortaya çıkmamıştır.” (https://www.apa.org/topics/lgbtq/orientation)

Tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan çalışmalar da eşcinselliğin genetik miras yoluyla çocuklara aktarılmadığını ve cinsel yönelimlerin daha çok çevresel faktörlerle şekillendiğini ortaya koymaktadır. Şayet insanların homoseksüel veya heteroseksüel olması genler aracılığıyla belirlenseydi tek yumurta ikizlerinin aynı cinsel yönelimlere sahip olması beklenirdi. Çünkü bunlar aynı genleri taşırlar. Ne var ki araştırma sonuçları bu yönde değildir. İkizlerden birinin homoseksüel olmasına karşılık diğerinin heteroseksüel olduğunu gösteren çok sayıda örnek vardır. Bir araştırmaya göre tek yumurta ikizlerinin %89’u farklı cinsel yönelimlere sahiptir. Neil Whitehead, geniş çaplı yapılan araştırmaların yaklaşık aynı sonuçları verdiğini ifade etmiştir. (Neil Whitehead, My Genes Made Me Do It!-Homosexuality and the Scientific Evidence, 6. Baskı, 2020, s. 157)

Demek ki eşcinselliğin çoklarınca öne sürülen iddia ve dayatmaların aksine göz, saç veya ten rengi gibi genlerden kaynaklanan kaçınılmaz bir sonuç olduğuna yönelik kesin deliller yoktur. Şimdiye kadar bu konuda tutarlı ve geçerli bir açıklamaya varılamamıştır.

Sosyolog Steven Goldberg az sayıda araştırmacının homoseksüelliğin biyolojik ve genetik faktörlere dayanmaksızın sadece çevresel faktörlerle açıklanabileceğini savunduğunu belirttikten sonra şöyle demiştir: Bu alanda araştırma yapan kimseler arasında eşcinselliğin çevresel faktörlere atıfta bulunmadan açıklanabileceğini iddia eden tek bir kişi bile tanımıyorum.” (Steven Goldberg, When Wish Replaces Thought, s. 63)

Belki bazı insanlar genetik olarak eşcinselliğe daha yatkın olabilir. Veya bazı insanların sahip olduğu bir takım karakteristik özellikler çevresel faktörlerle desteklendiğinde onları eşcinselliğe sevk edebilir. Ne var ki bilimsel veriler “eşcinsel olunmaz, eşcinsel doğulur” iddiasını yeterince desteklemiyor. Netice itibarıyla bazı kişiler sahip oldukları bir kısım biyolojik ve karakteristik özelliklerden ötürü eşcinselliğe daha yatkın olsalar bile, onların hayatlarına heteroseksüel veya homoseksüel olarak devam edip etmemeleri nasıl bir çocukluk geçireceklerine, yaşayacakları tecrübelere, alacakları terbiyeye bağlıdır.

Bu demektir ki çocuklarını homoseksüelliğe karşı korumak isteyen anne-babaların veya tıbbî, sosyal, dinî veya kültürel sebeplerle eşcinselliğe karşı olan grupların ya da toplumların bu konuda yapabileceği çok şey vardır. Eşcinselliğin tedavi ve terapiyle değiştirilip değiştirilemeyeceği tartışmalı bir konudur. (Daha sonra bu konu üzerinde duracağız) Eşcinsel yönelimler velev ki değiştirilemez olsa bile önlenemez değildir. 

Eşcinselliğe Yol Açan Çevresel Faktörler

Peki, yapılan araştırmalara göre eşcinselliğe yol açan başlıca çevresel faktörler nelerdir? Bu soruya cevap vermek kolay değildir. Yapılan araştırmalara bakıldığında çocuklukta görülen cinsiyet uyumsuzluğundan anne karnında maruz kalınan hormonlara, duygusal ihtiyaçların cinselleştirilmesinden baba figürünün zayıflık veya eksikliğine, fazla mastürbasyon yapmaktan aşırı anne ilgisine, heteroseksüel tercihlerin dışa yansımasını engelleyen korkulardan çocukluk döneminde maruz kalınan cinsel istismara, çatışmalı ailelerde yetişmekten çocukluk veya ergenlikte yaşanan eşcinsel tecrübelerin zamanla alışkanlık ve bağımlılığa dönüşmesine, hamilelikte alınan bazı ilaçlardan tüketilen gıdalara, annenin bağışıklık sisteminden başarısız cinsel tecrübelere kadar bu konuda çok farklı sebepler üzerinde duruluyor. 

Eşcinseller üzerinde yapılan birçok araştırma burada sayılan faktörlerin önemine dikkat çekmiştir. Mesela çocukluk döneminde cinsiyet kimliği bozukluğu yaşayan 610 çocuk üzerinde yapılan bir araştırma, bu çocukların ailelerinde çatışmaların sık olduğunu ortaya koymuştur. Aynı şekilde klinik psikologlar, homoseksüel danışmanlarının ailelerinde boşanma, ayrılma ve mutsuz evlilik gibi vakaların yüksek olduğunu gözlemlemiştir. Yani aile içi yaşanan huzursuzluk, stres ve yoğun hayal kırıklıkları gibi durumlar çocukların cinsiyet kimliklerini olumsuz etkiliyor. (Nicolosi, Homoseksüelliği Önleme Rehberi, s. 116)

Eşcinsel ve travestiler üzerinde yapılan başka bir araştırmada örneklem grubunun %57,14’nün anne-babasının ayrı yaşadığı, geri kalan %42,86’sının da problemli aile ortamlarında büyüdükleri ortaya konulmuştur. (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/101253) Daha sonra geniş olarak üzerinde duracağımız üzere demek ki bu konudaki önemli etkenlerin başında çocukların kötü bir aile ortamında yetişmeleri ve anne-baba ilişkilerindeki problemler geliyor.

Aynı şekilde bazı çalışmalar, çocukluk döneminde yaşanan cinsel istismarın veya eşcinsel deneyimlerin homoseksüelliği tetiklediğini göstermiştir. Mesela bu konuda yapılan kapsamlı bir araştırma, çocukluk döneminde cinsel tacize maruz kalan kimselerin ileriki yaşlarda kendini gey veya lezbiyen olarak tanımlama ihtimalinin üç kat arttığını ortaya koymuştur. (Laumann ve diğerleri, The Social Organization of Sexuality-Sexual Practices in the United States, s. 344) Başka bir araştırmada ise geylerin diğer kişilerle kıyaslandığında çocukluklarında çok daha fazla bu tür ilişkiler yaşadıkları ortaya konulmuştur. (Martin Mansovitz, “Early Sexual Behaviour in Adult Homosexual and Heterosexual Males”, https://psycnet.apa.org/record/2005-09878-001)

“Çocuklukta Kötü Muamele Yetişkinlikte Cinsel Yönelimi Etkiler mi?” başlığıyla yayınlanan başka bir makalede de şu sonuç dile getirilmiştir: “Epidemiyolojik çalışmalar, çocuklukta fiziksel ve cinsel istismar, ihmal ve şiddete tanık olma ile yetişkinlikte homoseksüel cinsellik arasında pozitif bir ilişki bulmuştur.” (A. L. Roberts ve diğerleri, “Does Maltreatment in Childhood Affect Sexual Orientation in Adulthood?” Archives of Sexual Behavior, Sept. 14, 2013, http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3535560/)

Homosexuality and the Politics of Truth (1996) kitabının yazarı Psikolog Jeffrey Satinover ise alışkanlık ve bağımlılığa dikkat çekmiştir. Ona göre geyliği bırakmanın zorluğu, bu kişilerin böyle doğmuş olmalarından kaynaklanmaz. Bilakis tipik gey davranışlarının kişiyi buna çok zorlayıcı (very compelling and, more precisely, compulsive) olmasından kaynaklanır. Satinover, zamanla cinsel eğilimlerin alışkanlıklara, sonra zorlamalara, ardından da bağımlılıklara dönüştüğünü ve bunun da iradeye üstün geldiğini ifade etmiştir.

İki milyon Danimarkalı üzerinde yapılan bir araştırmada homoseksüel ve heteroseksüel evlilik yapan kişilerin çocukluk dönemindeki aile ilişkileri ele alınmış ve şu sonuçlar ortaya konulmuştur: “Erkekler için eşcinsel evlilik; daha yaşlı annelere, boşanmış ebeveynlere, babaların yokluğuna ve en küçük çocuk olmakla ilişkilendirildi. Kadınlar için ergenlik döneminde anne ölümü ve ailenin tek ya da en küçük çocuğu ya da tek kız çocuğu olmak eşcinsel evlilik olasılığını artırmaktadır. Çalışmamız, çocukluktaki aile deneyimlerinin yetişkinlikte heteroseksüel ve eşcinsel evlilik kararlarının önemli belirleyicileri olduğuna dair popülasyona dayalı, ileriye dönük kanıtlar sunmaktadır.” (M. Frisch and A. Hviid, “Childhood Family Correlates of Heterosexual and Homosexual Marriages” Archives of Sexual Behavior, Oct. 2006, http://link.springer.com/article/10.1007/s10508-006-9062-2)

Haz yörüngeli bir hayat yaşanması, insanî ilişkilerin samimiyet ve sıcaklığını kaybetmesi neticesinde ait olma ihtiyacının daha derin hissedilmesi (gey ve lezbiyen grupları bu ihtiyacı karşılıyor), bireyler üzerindeki kontrol ve denetimin zayıflaması, pornografinin, açık saçıklığın, pedofilinin, ensest ilişkilerin artması, reklâm ve filmlerle homoseksüelliğin özendirilmesi, çocukların küçük yaşlardan itibaren cinsellikle ilgili konulara muhatap olmaları gibi durumlar da homoseksüelliğin yayılmasına katkı sağlıyor olabilir. Bunlar, üzerinde daha derin araştırmalar yapılması gereken konulardır.

 (Bir sonraki yazıda eşcinsellikle ilgili ailenin rolüne biraz daha yakından bakacak ve çocukları eşcinsellikten koruma adına dikkat edilmesi gereken hususları ele alacağız.)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Cok degerli bir yazi, cok önemli bir konu, cocuklari bu akimdan korumanin ( yasaklar ) disinda yollari da bu kösede okuma istediklerimiz arasindadir.

  2. Benim yorumum yazının konusuna değil yazım şekline dair olacak. Aslında hakkında daha iyi bilgi sahibi olmak istediğim bir konuyu heyacanla okumaya başladım.
    Maalesef yazının özensiz hazırlandığı, sanki sadece bir görevi yerine getirmek için bilimsel makalelerden c/p yapıldığını farkettim. Dolayısıyla yazınızı yarısına kadar okumaya sabredildim.
    Kendi yazınızı bir kez de siz okursanız ne eleştirim odak noktasının ne olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz.
    Tekrarlar, geçişler vs.
    Sağlıklı günler dilerim.

  3. Uzun zamandir cevap aradigim sorulara cevaplar buldum diyebilirim.dogum kontrol haplarinin sebebler arasinda oldugnu biliyorum.modaya uymak zorlamasinin sürükleyici bir etken oldugunu duydum.zor olani şu bu kişilerle konuşmak imkansiz.

  4. Sorunlar güç dağılımındaki dengesizliklerden kaynaklanıyor bence. Bir annenin de güç noktaları olmalı, babanın da. Güç sadece babadaymış gibi görülmemelidir. Aşırı güçlü görünmek karşındaki çocuğun o güçten korkmasına ve sağlıklı bağ kurmasına engel olur. Anne zayıf görünüyorsa kız çocuk bu rol modeli kabul etmek istemeyecektir ve içindeki kadın kimliğine düşmanlaşacaktır. Eğer kız çocuk kadın kimliği nedeniyle baskı görüyorsa hemde en savunmasız, zayıf dönemde, o kız içindeki kadın kimliğe yönelemeyecektir. Çünkü kadın kimliğini sahiplenmesi demek çok büyük şeyleri göğüslemesi gerek gibi düşünecek yada öyle zannedecektir. Eğer kız, kadın kimliği nedeniyle kısıtlamaya maruz kalıyorsa, hem çaresizlikten bu kimliğine sahip çıkmaktan vazgeçecek hemde kadın kimliğin ayıplı, günahlı, suçlu, kötü bir kimlik olduğunu zannedecek.

    Eğer erkek çocuk baba ile ilişkisinde sevgi ihtiyacını karşılayamıyorsa bu isteğini ayıplı, zayıf bir duygu olarak zannedecek. Kendi öz kimliğini ayıplı sanarak bastıracak. Bu sefer sevgi, babaya yani erkek kimliğe yönelim sekteye uğracak. Sevgi ihtiyacı ve erkeğe yönelim tamamen çarpıklaşacak. Babaya yönelim temel bir ihtiyaç iken, bu yönelimde sevgi ihtiyacı karşılanmadığından yönelimde tam sağlıklı yürümeyecektir. Bu dönemde her şey çorba olacaktır. Düzgün işlemesi gereken çarklar düzgün çalışmadığından taşların zamanında yerli yerine oturtulması, ebeveyn yardımıyla, mümkün olmayacaktır. Bir binayı sıfırdan yapmak restorasyondan kolaydır. Bir insanı düzeltmek için gelişim basamaklarına geri dönülecek, her parça ortaya konacak sonra hatalar yani yanlış zanlar görülüp düzeltilecek.

    Böyle bir süreç için çok az insanı ikna edebilirsiniz. Kimse yapı taşlarıyla oynamak istemez. Bir insanın gelişiminin en hassas noktalarına, o zaman yapılan hataları görerek, restorasyon yapmak, gelişimini öyle yada böyle tamamlamış birine tekrar yeniden geriye götürüp gelişimini yeniden ele almak çok büyük, zor bir olaydır.

    Yani temel sorunları bile çözemeyen bir dünya var. Kadına şiddet en az cinsellik gibi araştırılması gereken olaydır. Bunlar ferdi olaylar değildir. İnsanlığın seviyesi düştükçe arızalar ortaya çıkıyor. Bugün dünyada peş peşe güçlü tek adam liderlerin çıkması o liderlerin sorunu değil, insanların seviye sorunudur. Aşırı bir güç eğilimi varsa hem liderler düzeyinde hem her insanın içinde, bu güç sanki olması gereken insani toplumsal dengeyi bozuyor. Dengesiz bir toplumda her birey payına düşeni alıyor. Dengeyi bir kişi tek başına düzeltemez. Her kesin tek tek sorumluluk yüklenmesi gerekir.

    Yani ahlaksızlık artıyor. Fuhuş artıyor. Bunlar cinsel dürtülerle ilgili şeyler. İnsanlar insan çatısının dengesini yitirmiş. Çatı bozulmuş. Normalde ahlaki değerler olurdu, insanlar bu değerlere saygı duyarlardı. Ama şimdi duygu evdeki hanım ve fuhuş yaptığı kişi arasında paylaşılıyor. Bu duygunun bütünlüğünün bozulması evdeki hanımı etkileyecektir. İşte evdeki parçalanma, bütünlüğün bozulması burada başlar. O bütün, çocuk gelişimi için gereklidir. Ama bütün bozulunca, kişi aileye ait duyguları başkalarına paylaştırınca küçük çocuk yada bebek, ki bebek de herşeyi hisseder, o bütünden mahrum kalır. Çünkü yıkıntı kadının erkeğe soğukluğu, erkeğin suçluluk duyguları vs diye gider. Sonuç olarak çocuğa yönelim sahtedir, beklenilen performansta değildir. Çünkü çocuğun ihtiyacı belki de farkında olmadan kırılmıştır. Belki bu kırıklık içinde dediğiniz gibi daha eğilimli olanlar eşcinselliğe yönelecektir.

    Ama eşcinselliği sadece tek başına bir problem olarak görmemek lazım. Toplum ve insandaki yaralar, çürükler, bozulmalar neden ise eşcinsellik ve diğer sorunlar sonuçtur. Yani eşcinsellik suçlanma nedeninden çok asıl suçlanması gereken eşcinselliği doğuran nedenler. Mesela boşanma önemli yer tutuyor dediniz. Demek ki sağlıklı bir yuva ve ebeveynlerin rollerini sağlıklı yerine getirmesi önemlidir.

    Güç mücadelesi şeklinde geçen ilişkilerde roller tam oturmamıştır, roller tam kabul edilmemiştir. İşte bu durumdaki atıyorum 100 aileden belki 10 çocuk cinsel yönelimde şaşkınlık yaşayacaktır. Ayrıca sorun sadece cinsel yönelim bozukluğu değil. Aynı sorun çok farklı spektrumlarda sorunlu çocuklara neden olabilir. Mesela şiddete eğilim, uyuşturucu gibi. Yani olayın bir ucunda cinsel gelişim sorunları diğer ucunda şiddet, bağımlılık ve diğer sorunlar geliyor. Hepsi sanki iç içe geçmiş vaziyette. Ama eşcinselliğin artışı ile insanların firavunlaşması, rollerin bozulması ve dünyanın gittikte otoriterleşmesi arasında bağlantı olduğunu düşünüyorum.

    Mesela Türkler bu aralar konuşmaktan korkuyorlar. Yani muhaberat rejimi ile yeni tanışıyorlar. Bu rejimlerin altında bir sürü zincirleme reaksiyon olacak ve belki sonuç olarak eşcinsel sayısında ciddi artış yaşanacak. Örneğin cezalandırılırım diye konuşmaktan korkan adam bu durumu yani korkaklığı kendi erkeklik gururuna yediremeyebilir. İçten içe ağrına gider. Diyelim 30 milyon erkek içinden 1 milyonu bunu dert etsin. Bunu dert edenler de belki genetik yatkınlığı var. Bunlardan bir kısmı erkekliğini kanıtlamak için sokaktakilere sataşsın, kimi body çalışsın ama kimisi de evdeki hanımı üzerinden farkında olmayarak bu sıkıntısını gidermeye çalışacak. Diyelim 50.000 kişi evde hanımına şiddet uygulayarak devletin aşağılamasına karşılık gururunu toparlamaya çalışıyor. Bu evlerden 5000 tanesinde belki gay yada lezbiyen üretilecek.

    Yani nefis hak ettiği yere geri dönmedikçe, herkese hakkı teslim edilmedikçe, kimse kimsenin rolüne karışmadıkça, bu sapkınlığın sonucu ortaya çıkan cinsel yönelim bozukluğu düzelmez, artar. Eğer bu sorunları yani güce tapma sorunları çözülmüyorsa o zaman bunun sonucu olan eşcinselliğin çözülmeye çalışılması göstermeliktir, aldatmadır, eşcinsellerin arkasına saklanmaktır. Eşcinseller de sorunun kendilerine yıkıldığını fark ediyorlar ki yani insanlığın sapkınlığının sanki sadece kendi suçlarıymış gibi yaklaşıldığını gördüğünden ve insanların gerçek sorunu aslında çözemediğinden ve bu yüzden eşcinsellere yüklendiğinden, eşcinseller kendilerini bu baskıdan kurtarmak için bence eşcinselliğin doğal birşey olduğunu söylüyorlar.

    Çünkü sadece kendilerinin çözemeyeceği bir sorunu tamamen eşcinsellere yönelttikleri için ve sadece eşcinselleri suçladıkları için eşcinseller sorunu ret etmeye yöneliyorlar.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin