HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye konusunda geri manevra yapacağını açıkladı. Erdoğan’ın Şam ile diyalog sözleri gerçekten 2011 öncesine dönüleceğini mi gösteriyor, yoksa bir seçim manevrası mı? Suriyeli Kürtlerin, odağa alındığı iki taraflı bir operasyon olma ihtimali var mı?
Balık hafızalı olmayanlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “U” dönüşlerine ilişkin onlarca örnek hatırlar. Benim gibi eski kuşaklarsa, bu manevraları gördükçe, “Dün dündür, bugün bugündür” dediği için yıllardır eleştirilen Süleyman Demirel’e ne büyük haksızlık ettiğimizi zihinlerinde döndürüp dururlar.
Erdoğan’ın dönüşlerinden size kesitler sunmayacağım. Sosyal medyada gereğinden fazla karşınıza çıkıyordur. Ama Suriye konusundaki geri manevrası, “Çözüm Süreci” denilen dönemden bu yana yaşanan en kritik eşik olarak önümüzde duruyor.
Bir dönem, akşam yemeğine kapı komşu ülkeye gidip gelenler, ailece birlikte tatil yapmalardan sonra, Ankara’nın “Yeni Osmanlıcılık” hülyaları depreşince Suriye yönetimini devirmeye kalkmak, Tayyip Erdoğan’ı tanıyanlar için sürpriz bir yaklaşım değil.
Kendisini Kasımpaşa’nın çamurundan alıp siyasette önünü açan Necmettin Erbakan’a dirsek gösteren ve ona yaşadığı sürece hayatı zehir eden birinin, başkalarına neler yapmayacağını anlamakta geciken ve bunun faturasını en ağır ödeyen Gülen Cemaati ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad oldu.
“Hizmet Hareketi” adı verilen Gülen Cemaatini ülkeden silmeye çalıştı, Esad ise ülkesini kaybetme tehlikesiyle yüz yüze bırakıldı. Bu iki imha hareketini de örneklendirmeye gerek yok. Yaşanan acı süreç hâlâ devam ediyor.
İKİ SÖZÜ SÖYLEYEN DE TAYYİP ERDOĞAN
Saray yönetimi, Suriye’nin vilayetlerini 81 Düzce, 82 Halep, 83 Şam diye Türkiye’ye katma hesapları yaptığı dönemde, bizzat Erdoğan aynen şu sözleri (5 Eylül 2012) haykırmıştı:
“En kısa zamanda Şam’a gidecek; Fatihamızı okuyacak; Emevi Cami’nde namazımızı da kılacağız.”
Bu işgalci zihniyetin faturası sadece Suriye’ye değil, her iki ülkeye de ağır oldu. İki ülkede yaşananların sorumluluğu da Beştepe’de oturan Tek Adam’dan başkası değil elbette. Türk siyasetini bilenler, bunu defalarca dile getirdi. En veciz ifade edense Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu oldu:
Suriye’yi karıştıran AKP olmuştur! pic.twitter.com/uLdTJwocW8
— Milli direniş™ (@Milli_direnis) August 20, 2022
“Maalesef Suriye’yi karıştıran ilk adımları Türkiye attı, AK Parti iktidarı attı.”
Aslında bunu Erdoğan’ın kendisi de o zamanlar bu niyetini gizlemedi. 29 Kasım 2016’da İstanbul’da düzenlenen “Parlamentolararası Kudüs Platformu” adlı sempozyumda açıkça dile getirdi:
“Bizim Suriye’nin topraklarında gözümüz yok. Mesele, toprakların gerçek sahipleri, topraklarına sahip olsunlar, bunu sağlamak için yani orada bir adaletin tesisi için varız. Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümranlığına son vermek için biz oraya girdik.”
ŞAM’I ADRES GÖSTERENLER, KILIÇDAROĞLU AĞZIYLA KONUŞMAKLA SUÇLANDI
Erdoğan’ın bu ihtirasının iki ülkeye yansımaları şunlar oldu:
😡 22 milyonluk Suriye nüfusunun yarısı, yerlerinden oldu. Bir kısmı ülke içinde, 7 milyonu ülkelerinin dışına çıkmak durumunda kaldı.
😡 Türkiye 4 milyon dolayında Suriyeliyi barındırmak zorunda bırakıldı.
😡 Türkiye’nin demografik yapısı, Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllarda bile bu kadar değişmedi. (Resmi rakamlara göre ülkede 7 milyon sığınmacı yaşıyor.)
😡 2019 sonu itibariyle Suriyeliler için 40 milyar dolardan fazla para harcadığımızı bizzat Erdoğan açıkladı.
😡 Yarım milyon Suriyeli bu savaşta hayatını kaybetti.
😡 Türkiye’nin bir günde vatanı için hayatını feda eden 34 askeri toprağa verdiği günler oldu. (Toplam sayı resmi olarak açıklanmıyor. 800 dolayında olduğu bilgisi yaygın)
😡 Türkiye’nin içine yerleşen ve şu an “uyuyan hücre” konumundaki on binlerce IŞİD’li ya da başka terörist ülkede yaşıyor.
Bütün bu olumsuzlukların tek bir sorumlusu var. O da Beştepe Sarayı’nda ikamet eden zat.
Bütün bunların sonunda baktığımızda Türkiye Suriye’ye girmedi, Suriyeliler Türkiye’ye girdi.
Bu dönemde, “Şam yönetimiyle görüşerek sorunları görüşerek çözüme kavuşturalım” önerisinde bulunan herkes düşman sayıldı. Erdoğan, Mart 2020’de Dolmabahçe Sarayı’nda eski milletvekilleriyle yaptığı istişare toplantısında AK Partili Aziz Akgül, benzeri önerilerde bulununca bizzat Erdoğan’dan fırça yedi.
Kendisinin bölge insanı olduğunu ve sorunları yakından takip ettiğini söyleyen Aziz Akgül, ““Şam yönetimiyle görüşülse daha iyi olmaz mı?” dediğinde aynen şu ifadelerin muhatabı olmuştu:
“Bu Kılıçdaroğlu ağzı. Zaten bunu Bay Kemal de söylüyor.”
TALİMAT PUTİN’DEN GELİNCE SÖZLER FARKLI OLMAYA BAŞLADI
Erdoğan, 5 Ağustos’ta Soçi’de Rus lider Putin’i ziyaret ettikten sonra her şey birden değişmeye başladı. Putin, Suriye konusunda operasyon izni isteyen muhatabına, adres olarak Şam’ı gösterdi.
Konuyu, 19 Ağustos’da Ukrayna lideri Zelensky ile görüşme sonrası dönüşte uçaktaki kendi gazetecilerine anlatan Erdoğan, 5 Ağustos’ta aldığı talimat doğrultusunda yeni bir sayfa açtığının mesajını verdi:
“Bizim Esed’i yenmek, yenmemek gibi bir derdimiz yok. Eğer Türkiye’de muhalefet olayı böyle bir noktaya taşıyorsa bu muhalefetin hem kalitesini hem de gramını ortaya koyar.”
Düne kadar, “Esad ile görüşerek sorunları çözelim” diyen herkesi “Bay Kemal ağzıyla konuşmakla” suçlayan Erdoğan, şimdi kimin ağzıyla konuşuyor acaba?
Her suça bir günah keçisi bularak yoluna devam eden Erdoğan’ın beslemeleri, Suriye konusunun faturasını da dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na yıkıp işin içinden sıyrılmaya çalışıyor.
Bu nasıl dünya lideri ki her önüne gelen Erdoğan’ı kandırabiliyor?
Aslında Erdoğan, aleyhinde söz söyleyen herkese hakaret davası açıyor. Asıl davayı, kendisini her fırsatta akıl ve muhakeme kıtlığıyla itham eden bu Saray beslemelerine açmalı.
Erdoğan’ın yeniden Esad yönetimiyle barışmaya çalışması, eskiden olduğu gibi yeniden ailece gidip gelmelerin başlaması girişimi, aslına bakılırsa yanlıştan dönülme gibi görülebilir. Böyle değerlendirildiğinde sarf edilen sözler son derece önemli.
Gazze’ye yardım götürme iddiasıyla yola çıkıp 9 kişinin hayatını kaybetmesine sebep olunan Mavi Marmara faciasından sonra “Giderken bana mı sordunuz?” diyebilen Erdoğan, yakında ayaklanan muhaliflere ve cihatçılara, “İsyan ederken bana mı sordunuz?” derse kimse şaşırmaz.
Beğenilmeyen Erdoğan’ın yeni geldiği noktadaki duruşu değil. Önce iki ülkenin mahvına yol açmanın hesabını vermesi gerekiyor. Ayrıca orduyu Ortadoğu bataklığına sokmaktan gözü gibi koruyanları niçin tasfiye ettin diye sorulmalı.
ERDOĞAN’IN YENİ HESABI BU OLABİLİR
Ancak, Erdoğan’ı ve alet olduğu politikaları iyi bilenler, Tek Adam’ın Suriye ile barışmaktan öte hesabının bulunduğunu gündeme getirmeden edemiyorlar. Aslında Erdoğan, Rusya destekli Suriye lideri Esad karşısında yenilgiyi müttefik Suriyeli güçlerin 2016 Aralık ayında Halep’ten çekilmesiyle kabullenmek zorunda kalmıştı.
Erdoğan’ın Kiev dönüşünde söylediği sözler, 5 yıl önce kaybedilen savaşın bugün resmen kabul edilmesinin ifadesinden başka bir şey değil. Bugün kabullenildiğinin açıklanmasının muhtemelen bir sebebi var.
Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan’ın Esad ile barışmasının faturasını Suriyeli isyancı muhaliflerden çok Kürtler ödeyecek. Erdoğan, ilk aşamada Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) işgal ettiği bazı bölgelerden tavizler verecek.
Bunun karşılığındaysa Esad ile birlikte Suriye Demokratik Güçleri (SGD) üzerine gitmenin altyapısı hazırlanacak. Seçim öncesinde kuzeyden TSK güçleri, güneyden de Suriye ordusu operasyonlar düzenleyecek.
ABD’nin desteğindeki Suriye’deki Kürtler ise kontrol ettiği alanları ilk etapta daraltma yoluna gitmek durumunda kalacak. Kürtler, Batı’nın kendilerini sattığından yakınacaklar. Erdoğan ise seçim öncesinde PKK’ya yönelik (iktidar SGD’yi PKK olarak görüyor) yeni başarılar kazanmış olmayı, seçmene satmanın peşinde.
Esad’a uzatılan “yenildim, barışalım” eli, göründüğü gibi bir hamleye benzemiyor.