Ergenekon’un kini, hesabı bitmiyor?

ÖLÜMLERİN SORUMLUSU KİM?

YORUM | RAMAZAN F. GÜZEL

Bundan önceki 2 bölümlük yazı dizimizde, mevcut iktidarın mağdur ettiği akademisyenleri, Türkiye’de akademisyen olmanın nasıl zor bir durum olduğunu ele almıştık. Bu yazımızda ise insanlara zulmeden suç ortaklarının “saptırmalarına ve işin aslına” bir göz atalım. Bu yazı da doğal bir şekilde o serinin devamı oldu.

Prof. Dr. Haluk Savaş’ın yurtdışında tedavi olabilmek için verdiği pasaport alma mücadelesi ülke içinde olduğu kadar yurtdışında da büyük yankı uyandırdı. İnsaf sahibi herkesin, “Ülkede neler oluyor, insanlara bu kadar da zulmedilmez ki!” dedi.

Erdoğan-Avrasyacı-Milliyetçi ortaklığın dört yıldan fazladır hız kesmeden süren zorbalıkları ve hukuksuzlukları sorgulanmaya başlayacaktı ki, sosyal medyada bir karşı kampanya başgösteriverdi. Haluk hocanın bundan 6 yıl kadar önce twitter hesabından yapmış olduğu Ergenekon davalarına dair paylaşımları servis edilmeye başlandı. O paylaşımlarda özetle darbecilere karşı olduğu, bu yönde soruşturma ve davalara devam edilmesi gerektiği ifade ediliyordu.

Ama onun paylaşımlarını servisleyenler ise özetle: “Bakın görüyor musunuz, o kadar da masum değil. Hasta da olsa, ölmek üzere de olsa acımayın! Ona bakarak da diğer KHK’lılara acımaya kalkmayın sakın. Bakın, o da zamanında ETÖ davaları hakkında yorum yapmış. Affedilmez bir tutum…” diyorlardı. (Kaldı ki Prof. Savaş, yeni paylaşımlarında da davalara dair yeni yaklaşımlarını ortaya koymuştu.)

Açıkçası, onların bu servislerine kadar şu anki muktedirlerin neden ısrarla Haluk hoca üzerine bu kadar gittiklerini, o her davadan beraat etse de niye hala yakasını bırakmadıklarını, tedavisine izin vermediklerini anlayamıyordum… Bu paylaşımlarla anladım ki, herkesi olduğu gibi Prof. Savaş’ı da fişlemişler, bütün paylaşımlarını arşivlemişler ve en ufak bir yorumun, eleştirinin bile hesabını sormak için vaktini beklemişler!

Ergenekon davalarında da, sonraki hadiselerden de anladık ki Ergenekon müthiş arşivci, fişlemeci. Zaten şu 4-5 yıldır yapılamakta olan büyük operasyonlar, onların fişleme listeleri üzerinden gitmekte… Perinçek de zaten yakın zamanda bunun böyle olduğunu övünerek ekranlarda dile getirmişti.

Onların bu arşivciliği de ta 1950’lerdeki Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı dönemlerine, derin devlet tecrübelerine dayanıyor. Nato’nun soğuk savaş dönemi paralel yapılanması artığı olan bu yapı, o dönemden bu yana ayakta kalan tek gladyo… Çok acımasızlar, çok kinciler, hiç bir şeyi affetmiyorlar, fişleme ve eylem programları doğrultusunda sonuna kadar gidiyorlar. Hedefine kilitlenmiş Cruse füzesi gibi, kendisini de, hedefini de patlatmadan durmayacak gibiler.

Bu yolda da hiç bir etik sınırları yok, hedefleri/ kinleri haricinde her şey onlar için teferruat… Cezaevindeki bir Ergenekon tutuklusu amiralin youtube’a yansıyan ses kaydında “hükümetle anlaştıklarını, çıkacaklarını ve çıkınca çocuklara bile acımayacaklarını” dediği gibi, aynı istikamette ilerliyorlar.

GERÇEK SORUMLULAR

Peki 2002’den günümüze kadar ve halen –kesintisiz- 17 yıldır iktidarda hangi parti var?

AKP. (Adalet ve Kalkınma Partisi. Alparslan Kuytul, “Adaletsizce/Zulümle Kalkınma Partisi” diye adını koyduğu için halen hapiste. Onlar ise kendilerine Ak Parti diyorlar. Yaptıkları karalamalar, çirkeflikler, kirli işlerden dolayı insanın “Ak” kelimesini kullanmaya dili varmıyor.)

Bu iktidar, Cumhuriyet tarihinin en muktediri şu an; devletin bütün kurumlarına hakimler. Rejimi dahi deforme edip kendi istedikleri kıvama getirebilecek durumdalar. Ve Ergenekon soruşturmaları başladığında da aynı iktidar başta idi. Malum, 12 Haziran 2007’de bir ihbar üzerine Ümraniye’de bir gecekonduda operasyon yapılıp da bir kasa dolusu el bombası bulunmasıyla asıl soruşturma başlamıştı.

Aslında bunun da evvelinde 17 Mayıs 2006’da Danıştay 2. Dairesi’ne Alparslan Arslan’ın silahlı saldırı düzenlemesi ve 20 Mayıs 2006’de Muzaffer Tekin’in Danıştay saldırısı ile ilgili olarak tutuklanması işaret fişeği idi. (Orada dikkatli bir polis, katili yakalamasaydı o dönem bu katliam “büyük bir gerici kalkışması” olarak lanse edilecek, belki iş bir sıkıyönetime bile vardırılabilecekti… Çok hassas dönemlerdi.)

O dönemlerde iktidar, kendisine karşı daha öncesinde de “Eldiven”, “Ayışı”, “Sarıkız” gibi darbe teşebbüslerini görmüş ve teyakkuza geçmişti. Erdoğan, kürsülerde “Ben bu davanın savcısıyım!” diye bağırıyordu. Sonradan bazı emniyet amirlerinin açıklamalarından da öğreniyoruz ki, Erdoğan o dalga dalga giden Ergenekon operasyonlarını bizzat takip ediyor, yönetiyor, talimatlarını şahsen veriyordu. Hatta yer yer: “Hala şu paşayı niye içeriye almadınız, niye o hala ortalıkta dolaşıyor!?” diye telefonda amirleri azarlıyormuş da…

Sonra arada bazı ittifaklar oldu; Erdoğan, Ergenekon ile bir menfaat anlaşmasına gitti. Erdoğan onları hapisten çıkaracak, eski konumlarını iade edecek, onlar da Erdoğan’ın kafasında kurguladığı rejimi kurmasına yardımcı olacaklardı.

Sonrasında muhalif kesimlerin bir bir ortadan kaldırılması süreci başladı. İlk planda Kürtlerin ve Gülen Cemaati’nin üzerine gitmişlerdi.

Yine başta aynı iktidar var… Balyoz, Ergenekon davalarında toplam 500 kadar insan tutuklanmışken, şimdi sadece Fetö dedikleri davalardan işlem yaptıkları insan sayısı 510 bini geçmiş vaziyette. İçeride yüzlerce insan hayatını kaybetti; işkencelerle, kötü muamelelerle, hatta tecavüzlerle!..

Bunları dile getirmeye kalktığınızda da hemen Ergenekon Davası döneminde hayatını kaybetmiş olan isimler gündeme getiriliyor: Türkan Saylan, Kuddisi Okkır, Ali Tatar.

İlaçları verilmediği için cezaevinde ölen/ ihmal suretiyle öldürülen Halime Gülsu’dan bahsediyorsunuz, “Ama Türkan Saylan!..” diyorlar. Cezaevinde işkence ile öldürülmüş olan Gökhan Açıkkollu öğretmeni yazıyorsunuz, “Ama! Ali Tatar!” diyor hemen birileri…

Birileri bana Türkan Saylan’ın ölümü ile mağdurlara yardım için içli köfte yaptığı için içeriye alınan ve orada öldürülen Halime Gülsu arasındaki illiyet bağını açıklayabilir mi acaba? Ya da diğer ölümlerle ilgili..? Veya Haluk Savaş’ın yaşadıkları ile Kuddisi Okkır’ın yaşadıkları arasında bağ kurabilecek kimse?!

Ben olanı söyleyeyim; aynı iktidar kendi diktasını kurmak için sırayla insanlara, topluluklara  zulmediyor, acı çektiriyor ve böyle böyle öldürüyor da… 12 Eylül darbecisinin dediği gibi, Bir sağdan, bir soldan adam asıyorlar!

Darbe sürecine giderken o dönem derin yapının sağı-solu birbirine vurdurması ile ilgili olarak da “İti ite kırdırdık” demişlerdi. Bu iktidar da kendi rejiminin inşasında insanları birbirine karşı kullanıyor, kırdırıyor, kendine alan açıyor ve yoluna devam ediyor.

KUMPAS?

“Ergenekon kumpastı” demiş ve bir anda tutukluları salmışlardı.

Fakat davalar hiç bir zaman ortadan kalkmadı. Son 1,5 yıldır her duruşmasında “Ergenekon davaları bu sefer karara bağlanacak” haberleri yapılıyor… Son duruşmada da “karar duruşmasının 1 Temmuz 2019’a ertelendiği” ifade edildi. Yani seçim sonrasına.

Bütün o davaların sahibi olan Erdoğan, o dizginleri hiç elden bırakmıyor. (KCK davalarında olduğu gibi.) Şunu herkes çok iyi biliyor ki, Ergenekon ile işi tamamen bittiğinde ve de kendisini güç olarak hazır hissettiğinde eski dosyaları bir anda işleme koyacak ve o torbadaki herkesi bir sabah vakti içeri tıkacaktır.

Ergenekon Davaları kumpas mıydı? Asıl kumpas neydi? başlıklı yazımızda detaylı bir şekilde izah etmeye çalıştığımız gibi, Ergenekon sanıkları HSK’ya başvurarak “Ergenekon hakimlerinin muhreç olduğunu, Ergenekon davasının hukuksuz olduğunu ve dolayısıyla da verilmiş olan kararların geçersiz sayılması gerektiğini” ifade etmişlerdi. Fakat bu taleplerini HSK reddetmiş, Oda TV başta olmak üzere davanın tarafı bir çok kesim bunu kızgınlıkla karşılamıştı. Ergenekon savcılarının Cemaat ile iltisakına dair iddialarla ilgili de somut bir veri ortaya konmamış, HSK da iddiaların üzerinde durmamıştı.

Belli ki işleyen bir proses var ve devam ediyor. Dananın kuyruğu seçimlerden sonra kopunca o zaman göreceğiz kumpası vs!.. Olayın asıl tarafları o zaman kozlarını paylaşacaklar.

KİME NE OLDU ASLINDA?

Tekrarlıyorum; 2002-2019 yılları arasında -17 yıldır!- iktidarda hep AKP ve Erdoğan vardı ve de bu dönem içerisinde meydana gelmiş olan bütün kayıplardan, ölümlerden kendileri sorumludur.

Ergenekon Davası görüldüğü esnada hayatını kaybetmiş olan ve günümüzde her bir kayıpta isimleri gündeme getirilen Türkan Saylan, Kuddisi Okkır ve Ali Tatar’ın vefatlarını tek tek ele alalım.

YARBAY ALİ TATAR

2009 yılında “Amirallere Suikast Soruşturması” sırada, Yarbay Ali Tatar hakkında inceleme başlatılmış, savcıya ifade vermesinin ardından mahkemece 5 Aralık’ta tutuklanmış, üst mahkemeye başvurması üzerine 9 gün cezaevinde kaldıktan sonra Tatar serbest bırakılmıştı. O dönem dosyanın savcısının itirazıyla hakkında yeniden tutuklama kararı çıkarılan Tatar, cezaevine gitmeden –bir veda mektubu bırakarak- intihar etmişti.

Üzücü, yaralayıcı bir hadise. Genç bir subayın hayatına son vermesine neden olacak bütün saiklerin iyi irdelenmesi gerekiyordu. Öldüğü gün evini iki subayın ziyaret ettiği ve “bildiklerini konuşmaması konusunda kendisine ağır baskı uyguladıkları ve onun buna dayanamayarak böyle bir yola başvurduğuna” dair iddialar da var. Bütün iddia ve saiklerin iyi tetkik edilmesi gerekmektedir.

TÜRKAN SAYLAN

Ergenekon’un ikinci iddianamesinde sanık Tuncay Özkan’da ele geçirilen belgelerde; Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Başkanı Türkan Saylan ve Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) Başkanı Gülseven Yaşer’in Sivil Toplum Kuruluşları Birliği’nin (STKB) yöneticisi konumunda bulundukları ifade edilmişti.

Bunun üzerine Ergenekon Operasyonu dahilinde 13 Nisan 2009’da ÇYDD eski başkanı Türkan Saylan’ın oturduğu ev ve başkanlık ettiği ÇYDD’nin çeşitli merkezlerinde aramalar yapılmıştı. Gözaltı işlemi olmayan Saylan, kanser rahatsızlığından dolayı 18 Mayıs 2009’da hayatını kaybetmişti.

“Askerî casusluk ve fuhuş çetesine yönelik soruşturmada çetenin fuhuş elemanı olarak kullandığı 18 kadın askerden 13’ünün Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden (ÇYDD) burs almış olması” iddialarından yola çıkarak dernek ve yöneticileri hakkında bir dizi soruşturmalar yürütülmüştü…

Hakkında çeşitli iddialar atılmış olsa da hayatı başarılarla dolu Türkan Saylan gibi bir bilim kadının vefatı ülke ve bilim adına bir kayıptır.

KUDDİSİ OKUR

20 Mayıs 2006’de Muzaffer Tekin, Danıştay saldırısı ile ilgili olarak tutuklandıktan sonra evinde yapılan aramalarda Ergenekon Örgüt Şeması’na dair bazı dökümanlar ele geçirilmişti. Sorgusunda Tekin, bunları İş adamı Kuddusi Okkır’dan aldığını söylemiş ve bunun üzerine 20 Haziran 2007’de Okkır gözaltına alınmıştı. Kendisi hakkında “Ergenekon’un kasası olduğu, örgütün önemli belge ve dökümanların arşivini tuttuğu” iddiaları bulunmakta idi.

Tutuklu bulunduğu Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde beyin ve kemik metastasına yakalanan Okkır, sırayla Bayrampaşa Devlet Hastanesi, Haseki Devlet Hastanesi ve buradan da Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Göğüs Cerrahisi Bölümü’ne götürülmüş, son olarak da 10 Mayıs 2008’de Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne yatırılmıştı. O dönem kendisinin SSK ödemesi bulunmadığı için tedavisinin devlet, cezaevi bünyesinde yürütüldüğü ifade edilmişti.

En son eşinin Kuddusi Okkır’ın kanser olduğuna dair sağlık raporunu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunması üzerine, savcılığın talebiyle nöbetçi mahkeme tarafından 1 Temmuz 2008 tarihinde Kuddusi Okkır serbest bırakılmış, 6 Temmuz 2008’da da vefat etmişti.

Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Okkır’ın sağlığı için cezaevinde gerekli tedbirlerin alınmadığı iddiaları ile ilgili olarak, “Olayın incelenmesi için müfettişler görevlendirdiğini, yapılan incelemelerin ardından, suçlu bulunanların cezalandırılacağını” söylemişti. Fakat incelemeler sonucunda, “bir ihmal olmadığı” gerekçesiyle kimse hakkında bir işlem yapılmamıştı.

ÖZETLE…

Hiç bir dava insan hayatından önemli ve öncelikli değildir, önce bunun altını kalınca çizmeli.

Devlet ve iktidar önce bireylerin yaşamlarını güvenceye almakla yükümlüdür. Bundan doğacak zararlardan devlet –hem idari, hem de cezai anlamda- kusursuz sorumludur. (Bakınız Anayasa 125. m.)

Hem 2008 yılındaki, hem de 2015 sonrasından günümüze yaşanan ölümlerden, ihmallerden devlet, devleti idare edenler sorumludur. Bunu görmeyip, bir dönemin mağdurların hesabını başka mağdurlardan sormaya kalkmak, en hafif ifade ile vicdansızlıktır!

– Ergenekon gladyosu, soruşturmaları esnasında hayatını kaybedenler üzerinden başkalarının hayatına son vermeye bahane bulmaya çalışsa da katildir,

– Kendisi hakkında işlem yapan iktidara (AKP ve Erdoğan’a) dişi kesmediği için hırsını gariban bazı kimselerden çıkarmakla korkak bir müptezeldir,

– Yıllardır yok etmek için kafasına koyduğu toplulukları yok etmek için ölmüş insanların arkasına gizlense de iflah olmaz bir soykırımcıdır,

– ETÖ davaları döneminde ölenleri görüp de şimdiki ölümleri, işkenceleri görmeyenler alçak birer riyakardır,

– Mağdurların kimliğine göre tepki verenler, bunlara bir de bahaneler, kılıflar uydurmaya çalışanlar sefil birer yaratıklardır,

– Bu yaşanan insanlık suçlarına sessiz kalan, görmezden gelen kitleler ise suçun ortak failleridirler.

Ki, “En büyük trajedi, kötülerin zulmü değil, iyilerin bu zulme karşı sessiz kalması…” (Martin Luther King)

Şimdi elinizi Haluk Savaş gibi hasta insanların, bin bir sıkıntı ile uğraşıp yaşam savaşı vermekte olan KHK’lıların yakalarından yavaşça çekiniz ve vicdanlarınızın üzerine koyunuz. Halen kaldı ise…

Her düşene tekme vurmanın, yağmadan pay kapmanın hüküm ferma olduğu bu topraklarda böyle bir insanlık, evrensel değerlere saygı beklemek biraz hayalcilik midir yoksa?!..

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin