HABER-ANALİZ | GÖKSEL İLHAN
Ülkeler, milli güç unsurlarından biri olan askeri gücü oluşturmak ve geliştirmek için önce milli hedeflerini ortaya koyarlar, sonra ülkenin içinde bulunduğu politik-askeri güvenlik ortamını, karşı karşıya kaldığı tehditleri ve bunların önceliklerini tanımlarlar. Milli hedefler, güvenlik ortamı, tehditler ve tehditlerin önceliklendirilmesi, konuya katkı yapabilecek sivil/askeri güvenlik uzmanları, düşünce kuruluşları ve stratejik kurumların katılımıyla yapılan tartışmaların, akademik çalışmaların ve derinlemesine analizlerin sonucunda belirlenir.
Bir ülkenin muhatap olabileceği tüm muhtemel tehditlere karşı güç geliştirmesi mümkün değildir. Buna en zengin ülkelerin ekonomik gücü dahi yetmez. Bu yüzden ülkeler tehditleri tasnif ederler, önceliklendirilirler ve ancak buna göre güç oluştururlar. Bazı tehditlere, askeri güç haricindeki diğer güç unsurları ile karşılık verilir. Bazı tehditlere karşı bir uluslararası güvenlik ittifakına üye olunarak tedbir alınır. Bilindiği üzere Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya üye olması Sovyet işgali ihtimaline karşı alınan stratejik bir tedbirdir.
NATO gibi bir güvenlik ittifakına üye olan ülkeler, ortak güvenlik ve tehdit anlayışının gereği olarak, askeri güç ihtiyaçlarının tamamını milli kaynaklarla karşılamak yerine, ittifak üyesi olmanın sağladığı avantajlardan yararlanırlar. 1993 ve 1999’da Balkanlarda gerçekleşen mezalime Türkiye ancak NATO üyesi olarak doğrudan karşı koyabilmiştir. Devam eden Suriye iç savaşı esnasında topraklarına balistik füze atılabileceği tehdidini öngören Türkiye, NATO ülkelerinin Patriot ve SAMP-T sistemlerini Adana, Kahramanmaraş ve Gaziantep’e konuşlandırarak tedbir almıştır. Diğer yandan İran’dan gelebilecek balistik füze tehdidine karşı NATO’ya tahsisli ABD’nin AN/TPY-2 radarının Malatya-Kürecik’e kurulması, Türkiye’nin NATO’nun üst katman balistik füze savunma sistemine yaptığı çok belirgin ve önemli bir katkıdır.
KATILIMCILIKTAN UZAK YÖNETİM
Yukarıda ülkelerin savunma ihtiyaçlarını ve önceliklerini belirlerken, konuya katkı yapabilecek sivil/askeri güvenlik uzmanlarının, düşünce kuruluşlarının ve stratejik kurumların katılımıyla yapılan tartışmalardan, akademik çalışmalardan ve derinlemesine analizlerden bahsetmiştik. Maalesef Türkiye’de uzun yıllar boyunca böylesine katılımcı süreçlerin ortaya konulduğu pek de söylenemez. AKP dönemi de dâhil, savunma stratejisinin ve ihtiyaçlarının kontrolü çoğunlukla askerlerin tekelinde kalmıştır. Batılı ülkelerdeki emsallerinin aksine, savunma konularında yetkin ve eğitimli olmayan bazı siyasetçilerin bu durumu değiştirmek gibi bir çabaları da olmamıştır.
Bugünün dünden farkı, ülkeyi giderek şiddeti artan bir diktatörlük ve bilgisizlik üzerinde yöneten Erdoğan’ın, stratejik tüm konularda askerleri, savunma uzmanlarını ve akademik dünyayı tek kalemde yok sayarak bütün kararları tek başına almasıdır. Orduyu 15 Temmuz’dan hemen sonra Suriye’ye sokan, Türkiye’nin NATO’ya üyeliğinin devamını sorgulayan, antidemokratik politikalarını eleştiren ülkelere aba altından sopa gösteren ve kritik bir dönüm noktası olarak Rusya’dan S-400’lerin satın alınması kararını veren Erdoğan’dır. Bu konularda sesleri tok çıkan diğer kişiler ise Erdoğan’dan duyduklarını sürekli ‘playback’ yapan destekçileridir.
TÜRKİYE’NİN HAVA SAVUNMA İHTİYACI NEDİR?
Türkiye’ye havadan gelebilecek tehditleri tasnif edecek olursak, bunlar balistik füzeler, savaş uçakları ve seyir füzeleridir. Savaş uçaklarından kaynaklanan tehdit, savaş uçakları ile veya hava savunma sistemleriyle karşılanabilir. Balistik füzelere ve seyir füzelerine karşı, bu füzeleri önleme kabiliyeti olan hava savunma sistemleriyle karşı konulabilir. Ancak hava savunma sistemlerinin her çeşidi balistik füzeleri önleyemez. Örneğin Patriot hava savunma sisteminin PAC3 (Patriot Advanced Capability) modeli bu maksatla kullanılabilir.
Balistik füzeler:
- Kısa menzilli (Short-Range, 1000 km’ye kadar)
- Orta menzilli (Medium-Range, 1000 – 3000 km)
- Ara menzilli (Intermediate-Range, 3000 – 5500 km)
- Kıtalararası (Intercontinental, 5500 km’den fazla) balistik füzeler olmak üzere dört sınıfa ayrılır.
İster Patriot PAC3, ister S-400 veya benzer diğer sistemler alınsın, bu klasmandaki kısa menzilli sistemler sadece kısa menzilden atılan balistik füzeleri önleyebilirler, diğer balistik füzeleri önleyemezler. Bu şu anlama gelir: Örneğin Suriye’den Adana, Kahramanmaraş veya Gaziantep gibi sınıra yakın şehirler hedef alınırsa veya İran’ın Türkiye sınırına yakın bölgelerinden Türkiye’nin sınıra yakın şehirleri hedef alınırsa, Patriot ve S-400 gibi sistemler önleme yapabilir. Bu sistemler, Suriye ve İran’dan Türkiye içinde daha uzak mesafelere atılabilecek füzeleri önleyemezler. Orta menzilli veya daha uzun menzile sahip balistik füzeleri önleyebilmek için ABD’nin karada konuşlu THAAD veya genellikle gemilerde konuşlu Aegis füze sistemleri gibi daha gelişmiş sistemlere ihtiyaç vardır.
Patriot ve S-400 gibi sistemlerin atılan balistik füzelere başarıyla angaje olabilmeleri için, balistik füzelerin atıldıkları andan itibaren uzaydan takip edilmeleri, füzelerin geliş istikametlerinin ve muhtemel düşme noktalarının Patriot ve S-400 sistemlerine verilmesi gerekir. Bu da ancak uzayda konuşlu füze ihbar uyduları ve Malatya-Kürecik’te konuşlu olan AN/TPY-2 radarı gibi çok uzun menzilli radarlar vasıtasıyla yapılabilmektedir. ABD tarafından uzaya konuşlandırılan ısıya duyarlı füze ihbar uyduları, dünyanın her tarafındaki balistik füze atışlarını 24 saat süreyle takip etmektedir. Herhangi bir yerden balistik füze ateşlendiğinde, uydular ve uzun menzilli radarlar, ateşlenen füzenin lokasyonunu, atıldığı istikameti, füzenin menzilini ve muhtemel düşme noktasını belirlemektedir. NATO’da bu bilgiler ABD tarafından tüm üye ülkelere ve hava savunma sistemlerinin komuta kontrol merkezlerine iletilmektedir. Bu bilgiler olmadan Patriot veya S-400 ancak kısıtlı kabiliyetle balistik füzelere karşı kullanılabilir. Türkiye’nin isteği üzerine Adana, Kahramanmaraş ve Gaziantep’te konuşlandırılan NATO ülkelerinin Patriot ve SAMP-T sistemleri böylesine entegre bir komuta kontrol sisteminin parçası olarak görev yapmışlardır. Türkiye hangi kısa menzilli hava savunma sitemini alırsa alsın, bu sistemleri balistik füzelere karşı etkin olarak kullanabilmek için NATO’nun entegre komuta kontrol sistemlerine ihtiyaç duyacaktır. S-400, Patriot veya başka bir hava savunma sistemi, NATO füze komuta kontrol sistemi ile entegre olmadan balistik füzelere karşı etkin bir varlık gösteremez.
Öte yandan, orta, ara ve uzun menzilli balistik füzelere karşı NATO ülkeleri içerisinde kabiliyete sahip olan tek ülke hâlihazırda ABD’dir. Türkiye de dâhil NATO ülkelerinin tamamı, balistik füze tehdidine karşı korunmalarını, ABD tarafından NATO’ya gönüllü olarak tahsis edilen; uydu komuta kontrol sistemi, Malatya-Kürecik’teki uzun menzilli radar sistemi, Aegis gemilerinde ve Romanya’da konuşlu füze savunma sistemleri vasıtasıyla sağlayabilmektedir.
Balistik füzeler dışında havadan gelebilecek diğer tehditler savaş uçakları ve seyir füzeleridir. Bunlara karşı S-400 ve Patriot sistemleri oldukça etkindir. Ancak yine de bu sistemlerin, tehdit ülkeye yakın mesafelerde konuşlandırılmış radar ağından gelen ‘tehdit uyarı’ (cueing) bilgilerine gereksinimleri vardır. Ayrıca herhangi bir kriz durumunda ileri noktalarda radar kaplamasını oluşturmak/genişletmek maksadıyla NATO’nun ve NATO’ya üye ülkelerin havadan erken ihbar kontrol sistemleri (AWACS) kullanılmaktadır. Bunlar da hava komuta kontrol sistemine tam entegre olarak çalışırlar. Kısacası sistem bir bütün olarak ele alınmazsa ve alınan hava savunma sistemi ile NATO/milli komuta kontrol sistemleri arasında tam bir entegrasyon sağlanamazsa, hangi füze sistemi alınırsa alınsın ihtiyacı karşılayamaz.
NATO’DAKİ DOĞU BLOKU HAVA SAVUNMA SİSTEMLERİ
Soğuk savaş sonrasında NATO’nun genişlemesi sonucu, Polonya, Macaristan, Bulgaristan ve Romanya gibi eski Sovyet ülkeleri, Rus yapımı silah ve sistemleriyle NATO’ya katılmışlardır. Bu konudaki en büyük problem bu sistemlerin NATO’ya entegrasyonun sağlanması konusunda yaşanan zorluklar olmuştur. Doğu ve Batı bloklarının silah ve sistemleri tamamen farklı standartlara ve iletişim/uyum protokollerine sahiptirler. Bu nedenle herhangi bir Doğu silah sistemini NATO’nun komuta kontrol sistemine entegre etmek oldukça zor ve yüksek maliyetlidir. Eski Sovyetlerden gelen NATO üyesi ülkeler, eldeki sistemlerinin yaşlanarak envanterin çıkmasını beklemekte ve daha sonra NATO’nun kendi sistemlerini tedarik etmeyi planlamaktadırlar. Kıbrıs Rum Kesimi tarafından Rusya’dan ithal edilen ve Türkiye’nin baskısı sonucu Yunanistan’a verilen S-300 hava savunma sistemi bu ülke tarafından kullanılmaktadır. Yunanistan bu sistemin NATO hava komuta kontrol sistemine entegre edilmesi konusunda yüksek maliyetler ve teknik zorluklarla karşılaşmıştır.
S-400 hava savunma sistemi tedarik edildiğinde karşılaşılması muhtemel diğer bir problem, lojistik idame zorlukları olacaktır. Patriot veya başka bir sistem de alınsa lojistik idame önemli bir faktör olacaktır. Önceki yıllarda terörle mücadelede kullanılmak üzere Rusya’dan satın alınan MI-17 askeri helikopterleri, yedek parça akışı sağlanamadığından ve Güneydoğu’daki arazi yükseltilerinde yeterli performansla çalışamadığından kullanılamamış ve depolarda çürümeye terk edilmiştir.
ERDOĞAN’IN ŞANTAJ YÖNTEMİ
Erdoğan, Türkiye’de yürüttüğü demokrasiye zıt politikalarına ve insan hakları ihlallerine ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin karşı çıkmalarını, şantaj yöntemleriyle önlemeye çalışmaktadır. AB’yi terörle, göçmenlerle ve insan hakları aktivistlerinin esir alınmasıyla, ABD’yi Suriye’de tek taraflı hareket edilmesiyle ve İncirlik’i kapatma söylemiyle, NATO ülkelerini ittifaktan ayrılma sinyalleriyle tehdit eden Erdoğan aynı şekilde S-400 konusunu da ilişkileri gittikçe kötüleşen ABD ve AB ülkelerine karşı bir koz, hatta şantaj unsuru olarak kullanmaktadır. Erdoğan’ın birkaç milyar dolarlık maliyeti olan bu silah ticaretinden beklentisi, Türkiye’deki rejimi diktatörlüğe dönüştürmesi karşısında ABD ve AB’nin sessiz kalmasını sağlamaktır. Ancak silahlanma bütçeleri yüzlerce milyar doları bulan bu güçlerin birkaç milyar dolarlık bir ticareti kaçırmama uğruna, uluslararası meşruiyetlerini sağlayan değerlerden vazgeçmelerini beklemeleri hayaldir.
ÜLKEYİ HAVA SAVUNMASIZ BIRAKAN KİM?
Yukarıda detaylarıyla açıklanan Türkiye’nin hava savunma ihtiyaçları, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) en az 20 yıldır üzerine çalışılan konulardır. Uzun menzilli hava savunma sistemleri konusundaki zafiyet AKP’nin iktidara geldiği ilk günlerden bu yana hükümete anlatılagelmiştir. Son on beş yılda bu konuda hiçbir somut ilerleme sağlanamamış, birkaç yıl önce Çin’in FD-2000 hava savunma sisteminin tedarikiyle ilgili gelişmeler sağlansa da, sonradan bu tedarikten vazgeçilmiştir. Erdoğan’ın son dönemlerde yüksek sesle ve sıklıkla ifade ettiği S-400 hava savunma sistemine ülkenin acil ihtiyacı olduğu söylemi, bu konuda son on beş yılda sonuç alıcı bir politika izlememiş olan AKP Hükümeti’nin tavrı göz önüne alındığında, samimi olmaktan son derece uzaktır. Türkiye’nin hava savunma sistemleri konusunda son on beş yıldır yaşadığı zafiyetin asıl sorumlusu AKP Hükümetidir.