YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN
Başlık biraz garip mi geldi?
Hemen peşin hükümlü olmayın, yazıyı okuduğunuz zaman başlıktaki her olayın birbiriyle ilişkili olduğunu göreceksiniz.
Önce Erdoğan’ın maskesi.
Malum olduğu üzere Koronavirüs dünyayı kasıp kavuruyor. Milyonlarca insan enfekte oldu, 250 binden fazla insan hayatını kaybetti.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Bütün ülkeler salgından daha az hasarla çıkmak için kapsamlı eylem planları hazırlayıp uygulamaya koydu.
Türkiye ise farklı bir oyun planı seçti.
Mesela tüm ülkeler salgının yayılmasını önlemek vatandaşlarının cebine para koyup evine yolladı. Erdoğan ise vatandaşa para vermek yerine halktan para topladı.
Gerçi parayı kamu gücüyle yani çoğunlukla resmi kurumlardan (Merkez Bankası gibi) topladı ama sonuçta salgın döneminde bunu başarmak herkesin harcı değil.
Normal bir ülkede halkın ‘ihtiyat akçesi ne oldu, nerde bizim paralarımız?’ diye iktidarı topa tutması gerekir ama dediğim gibi onlar normal ülkelerde oluyor.
Erdoğan rejiminin maske dağıtımı ise tam bir yılan hikayesine dönüştü. Aylar geçti ama kimse maskeyi nasıl bulacağını bilmiyor.
Türkiye içinde böyle bir karmaşa yaşanıyorken Erdoğan rejimi aralarında Amerika’nın da olduğu 55 ülkeye maske ve hijyen malzemesi gönderdi.
Tabi parasıyla. Üstelik ‘komisyonu’ bile var!
Peki kendi halkına maske dağıtamayan bir hükümet dünyanın 55 ülkesine neden maske gönderir?
Cevabı aslında basit: Erdoğan’ın dibe vuran itibarını toparlamaya ihtiyacı var. Bu yardımlar sayesinde kendine yer edinmeye çalışıyor. Ayrıca nasıl olsa Türkiye’de insan hayatının bir değeri yok.
Erdoğan için bu yardımlardan en önemlisi Amerika’ya gönderilenler.
Erdoğan bu yardımları o kadar önemsedi ki yardım paketlerinin yanına Trump’a hitaben bir de mektup koydu.
Mektupta hayli alttan alan bir üslup var.
Düşünsenize Trump’ın Erdoğan’a hitaben yazdığı “aptal olma, akıllı ol” mektubuna cevaben son derece alttan alan, ‘ne olur üstüme gelmeyin’ diyen bir mektup yolluyor.
Erdoğan’ın bütün oyun planı Trump’ın gönlünü kazanabilmek.
Çünkü ABD başkentinde Erdoğan’ın başka dostu yok.
S400’lerden CAATSA yaptırımlarına, Halkbank’tan Reza Zarrab’a kadar bir yığın problem var Erdoğan’ın önünde.
Ancak bütün bunların yanında acil bir konu daha var.
Erdoğan rejimi hazineyi boşalttı. Merkez Bankası yurt dışı net döviz rezervleri eksiye düştü.
Türkiye’nin berbat durumdaki insan hakları karnesi yurt dışından para bulma şansını da azaltıyor.
Bu aşamada Erdoğan’ın tüm umudu ABD ile döviz takası anlaşması yapabilmek. Ancak ABD tarafı ‘finansal gerekçelerle’ bu takasa şimdilik soğuk bakıyor. Yani uçak dolusu maskelere rağmen tablo pek parlak değil.
Bakalım Erdoğan rejimi kaç uçak yollayarak Washington’un gönlünü yapabilecek?
İSMAİL’İN ‘FANTEZİLERİ’
Okyanusun öte tarafında ise yeniden bir darbe söylemi ortaya atıldı.
Hem de öyle böyle değil.
Bizzat Erdoğan bol hamaset içeren bir video yayınladı. Tüm bakanlar, milletvekilleri ve yandaş gazeteciler topa girdi.
Havaya bakarsanız Erdoğan’a karşı bir darbe hazırlığı var.
Peki ne oluyor? Nerden çıktı bu darbe söylemi?
Aslında 15 Temmuz öncesi ortaya atılan darbe söylemi nereden çıktıysa oradan.
Yani Saray’dan.
Erdoğan 15 Temmuz 2016 öncesi, özellikle şubat ve mart aylarında yoğun bir ‘darbe geliyor’ kampanyası yapmıştı.
Odatv ve Perinçek ekibiyle de paslaşıp ‘Cemaat darbe yapacak’ algısı inşaa ettiler.
Ortada gerçekten bir darbe hazırlığı da yoktu ama Erdoğan çok ustaca oynadı ve 15 Temmuz akşamı uygulamaya konan kontrollü darbe sayesinde istediklerini aldı.
15 Temmuz gerçekten de Erdoğan için “Allah’ın lütfu” oldu. Ne ekonomik sorunlar kaldı ne yolsuzluk ne de fiyaskoya dönen dış politika tercihleri.
Erdoğan ve Ergenekon ittifakı 15 Temmuz’u bahane ederek ülkede rejimi değiştirdi, muhalifleri hapse tıktı ve medyayı tamamen kontrol altına aldı.
Ancak 15 Temmuz’un da bir raf ömrü vardı ve o süre doldu.
Artık yeni bir darbe oyununa ihtiyaç duyuyor.
15 Temmuz ile “Cemaati bitiren” Erdoğan yeni tezgahla hem çöken ekonomiyi kamufle edecek hem de az sayıdaki muhalif kesimin nefesini kesecek.
Bu tartışmaların bir mesajı da Anayasa Mahkemesi’ne.
AYM’den Saray’a rağmen bir karar beklenmiyor ama olur da aksi bir durum olursa diye sopayı gösteriyorlar.
Kısacası ortada bir darbe filan yok. Olamaz da çünkü TSK artık AKP İl Başkanlığı haline dönüştü.
Ne Hulusi Akar ne de mevcut komuta kademesi Erdoğan’a rağmen yemeğe bile gitmez. Ortada tek ihtimal var: 15 Temmuz’da olduğu gibi Saray’da planlanan çakma bir darbe. Sokakları hareketlendirecek suikastler dönemi de başlayabilir.
Gelelim ‘İsmail’in fantezileri’ne.
Erdoğan her ne kadar gücünün zirvesinde gözükse de gerçekte Ergenekon’a karşı eli o kadar da güçlü değil.
Çünkü ‘görünmez’ bir düşmana karşı seçenekleri sınırlı.
Elindeki en büyük koz ise halkı sahaya sürmek. AKP eski Gençlik Kolları Başkanı İsmail Karaosmanoğlu’nun tweeti bu bakımdan önemli.
İsmail Karaosmanoğlu eski Kocaeli Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’nun oğlu. Akranı bir çok AKP’li gibi hayli zengin.
30 Nisan’da Twitter hesabından şu mesajı paylaştı:
15 Temmuz’daki hain kalkışmaya kadar hobi amaçlı birkaç çakım vardı sadece. Şimdi, bir mangayı donatacak kadar silah ve mühimmatım var. Benim gibi de yüz binler var. Bir daha “başka şekilde” iktidar değiştirmeye niyetlenen olursa deneyeceğimiz çok fantezi var haberiniz olsun.
Normal şartlarda yani bu ülkede hukuk olsa savcıların İsmail Karaosmanoğlu’nu çağırıp “sen nerden buldun bir mangayı donatacak silah ve mühimmatı. Yüzbinlerce insanda ne silahı var?” diye sorar.
Ancak 15 Temmuz sonrası parti yargısına dönüşen adalet mekanizması söz konusu kişi AKP’li olunca üç maymunu oynamayı tercih ediyor.
Peki İsmail ne demek istiyor?
AKP’lilerin uzun zamandır silahlandıkları, AKP’den alınan referansların silah ruhsatı için yeterli olduğu herkesin bildiği bir sır.
Devletin bir bütün olarak Saray’a bağlandığı bir dönemde ‘kayıt dışı’na çıkarılmış silahların kimlere dağıtıldığı ise muamma.
Mafyayı silahlandırıp polis, asker ya da bekçi yapan Erdoğan ayrı bir rejim ordusu kurdu. Devletin tüm kurumları bugün eli silahlı çetelerin tehdidi altında.
Erdoğan bugüne kadar kol kola yürüdüğü ama çelme atmak için fırsat kolladığı Ergenekon’a karşı halkı sahaya sürme hesabı yapıyor.
Bir başka ifadeyle Abdüllatif Şener’in dediği gibi “kendi iktidarı için ülkeyi ateşe atmaktan çekinmeyen” Erdoğan, yeni tehlikeli bir oyun oynuyor.
İsmail’in ne tür fantezileri var bilmiyoruz.
Ancak ben bir uyarı yapayım: gerçek bir darbede tankları egsozuna atlet tıkayarak durduramazsanız. Bu işler Çukurambar kafelerinde ihale bölüşmeye benzemez.
EYY NETFLİX!
Malum olduğu üzere Faşizm ‘dil’de başlar.
Erdoğan rejimi 15 Temmuz’a dair ‘resmi bir söylem’ üretti ve herkesin onu tekrar etmesini istiyor.
‘Böyle absurd darbe mi olur?’ deyip o akşam yaşananlara dair sorgulama yapanlar ise kendini Silivri’de buluyor.
Türk medyasının bir kısmı zaten ‘resmi söylemi beğendiği’ bir kısmı da ‘bit yeniği var ama neden sorgulayıp başıma bela alayım’ dediği için aykırı bir yazıya, yayına rastlamak mümkün değil.
Yani Türkiye tam da Erdoğan’ın istediği gibi ‘tek ses Türkiye’ haline geldi.
Erdoğan herkesi susturdu ama Amerikan menşeli filmler ‘farklı şeyler’ söylemeye başladı.
Mesela Netflix’te yayınlanan ‘Designated Survivor’ dizisi.
ABD’de hatırı sayılır bir kitleye ulaşan dizi filmde ABD Kongre binası havaya uçuyor ve başkan dahil tüm kabine üyeleri hayatını kaybediyor.
ABD yasaları gereği Başkan, Başkan Yardımcısı ve Kongre üyeleri aynı anda bir yerde bulunamıyor. Başkan yıllık ‘Birliğin Durumu’ konuşmasını yaparken seçilen bir bakan güvenli bir yerde koruma altına alınıyor.
Eğer Başkan’a bir şey olursa bu kişi ‘Designated Survivor- Atanmış Varis’ olarak başkanlığı devralıyor.
Dizinin her bölümünde ABD siyasetine dair konular işleniyor. Ancak 2. Sezon 7. Bölüm Erdoğan rejiminin tepkisini çekti.
Türkiye’de sanürlenen bölümde özetle şunlar oluyor;
NATO Toplantısı için ABD’ye giden Türkiye Başkanı Fatih Turan, ülkede kısa süre önce gerçekleşmiş darbe girişiminin sorumlusunun ABD’de yaşayan Nuri Şahin isimli öğretim görevlisinin olduğunu söylüyor ve iadesini istiyor. ABD Başkanı ise darbe girişimin arkasında ordudaki bazı askerlerin olduğunu, Nuri Şahin’in demokrasiye inanan saygın bir öğretim üyesi olduğunu ve iade etmeyeceklerini ifade ediyor.
Nuri Şahin’in Gülen’i, Fatih Turan’ın da Erdoğan’ı işaret ettiğini söylemeye gerek yok. Ancak burada asıl dikkat çeken nokta 15 Temmuz yorumu. Milyonlarca insanın izlediği dizi “15 Temmuz sizin anlattığınız gibi değil” diyor.
Dizi Erdoğan rejiminin tepkisini çekti ve Netflix’e sansür uygulandı.
Netflix ise Türkiye piyasasından kazanacağı parayı düşünerek sansüre boyun eğdi. Tıpkı Twitter’in muhalif gazetecilere ait hesapları hükümetin baskısıyla kapatması gibi.
Dizinin ilgili bölümü Türkiye’de gösterilmiyor. Ancak dünyanın geri kalanı bu diyalogları izledi, izlemeye devam ediyor.
Bu noktada insan ister istemez sorma ihtiyacı hissediyor; bu panik neden?
Madem iddia ettiğiniz gibi 15 Temmuz gerçek bir darbe girişimi, göğsünüzü gere gere delillerinizi ortaya koyup meydan okumuyorsunuz?
Mesela o kadar bağırıp çağırdınız ama Gülen’in darbeyle ilişkisine dair Amerika’ya tek bir delil gönderemediniz.
Amerikan tarafı defaatle “delil yollayın gereğini yapalım” dediği halde siz Havuz medyasında çıkan deli saçması haberleri yolladınız.
Şimdi de bir dizide yer alan üç beş dakikalık bir bölüm için sansür uygulatıyorsunuz.
Bu paniğin ABD’de görülmediğini mi düşünüyorsunuz?