Tr724 ANALİZ | CUMALİ ÖNAL
Halkın iradesi hiçe sayılarak Diyarbakır, Van ve Mardin’in meşru belediye başkanları görevden alındı. Erdoğan’ın memurlarının kayyım olarak bu üç kente atanmasını nasıl okumalıyız? Kayyım hamlesi, Menbiç’te yaşanan olaylardan, özellikle de İdlib’de yaklaşan fırtınadan bağımsız değerlendirilebilir mi?
Son bir haftadır İdlib’de cereyan eden olaylar Türkiye açısından hiç de iç açıcı değil. Halep-Şam otoyolu üzerinde bulunan stratejik Han Şeyhun’un Suriye güçlerinin eline geçtiği yönündeki haberlerin doğrulanması durumunda, Türkiye’nin 12 gözlem noktasından biri olan Murek karakolu ile bağlantısı kesilecek ve Türk askerleri Esed rejiminin insafına terk edilecek.
Her ne kadar Rusya ile Astana’da varılan anlaşma çerçevesinde bu karakolların ikmal yolları kesilmese de Türk askerleri Hizbullah’ın, Şii radikal grupların, Rus paralı askerlerinin, fanatik Suriye birliklerinin kuşatması altına girmiş olacak.
Türkiye’nin, S-400 füze savunma sistemleri konusunda ABD’ye taviz vermemesini sağlamak için yaklaşık iki aydır İdlib’e yönelik bombardımanlarını durduran Rusya, bu hedefine ulaştıktan sonra, bombardımanlara kaldığı yerden devam etmeye başladı.
Son iki haftada El Kaide çizgisindeki Heyet Tahrir Şam (HTŞ) ve Türkiye yanlısı milis güçlerinin kontrolünde bulunan İdlib’in yüzde 5’i rejim güçlerine karşı kaybedildi.
Rusya’nın bombardımanlara yeniden başlamasının diğer bir sebebi de Türkiye’nin Menbiç’te ABD ile muhtemel bir anlaşmaya varma durumu.
Böyle bir anlaşmaya Suriye’nin yanısıra Rusya ve İran da karşı çıkıyor. Her iki ülke de bu tür bir anlaşmaya sert tepki gösterdi.
Menbiç’te istediği şartları ABD’ye kabul ettiremese de dar kapsamlı bir güvenli bölge konusunda Washington’ı ikna ettiği öne sürülen Türkiye’nin buna karşın İdlib’de nasıl bir strateji izleyeceği bilinmiyor.
Dün, eğittiği bazı milis güçleri cepheye sürdüğü öne sürülen Türkiye’nin, Suriye rejim güçleri ile bir çatışmayı göze alması mümkün görünmüyor. Çünkü Rusya’nın buna müsaade etmesi söz konusu değil.
Ön cephe hattında Rusya ile varılan anlaşma kapsamında Türkiye’nin silahsızlandırması gereken radikal HTŞ güçleri bulunuyor. Bu güçler hem Türkiye’ye güvenmiyor, hem de muhtemel bir yenilgiyi sezdikleri anda kıyafetlerini değiştererek halk arasına karışarak kaçabiliyorlar.
Türkiye’nin en güvendiği milis birlikler olan Özgür Suriye Ordusu ise tam bir radikal gruplar koalisyonu. Aralarında Türkmen ve Uygur ağırlıklı grupların da bulunduğu bu koalisyonda 30’a yakın grup bulunuyor.
Ankara için risk, sadece kontrol noktalarında bulunan askerlerin güvenliği değil. İdlib’de yaşayan yaklaşık 2,5 milyon insan için de sığınabilecekleri tek güvenli liman Türkiye. Halihazırda en az 500 bin kişinin Türkiye sınırına yığıldığı tahmin ediliyor.
Peki son iki haftada Türkiye’nin açıktan desteklediği, silah ve mühimmat sağladığı, sayılarının 100 bine yaklaştığı tahmin edilen milis güçleri neden büyük kayıplar vererek geri çekiliyor?
Esed güçlerinin İdlib’i almak için saldırı başlattığı Nisan ayından itibaren en az 2 bin militan öldürülürken, bu rakamlara son iki haftada öldürülen yüzlercesi dahil değil.
Militanların büyük bir kısmının çatışma tecrübesinin olmaması, ağır bombardımanlar karşısında yaşadıkları çaresizlik ve tükenmişlik, uzun süre HTŞ’nin Türkiye destekli grupların cephe hattına sürülmelerine karşı çıkması da mağlubiyetleri artıran sebepler oldu.
Son günlerde HTŞ’nin izin vermesinden sonra Türkiye’nin eğittiği bazı milis güçleri cephe hattına gitti. Cephe hattının ağırlıklı milis güçleri HTŞ ve Ceyş el İzz bünyesinde bulunuyor.
Türkiye’nin eğittiği milis güçlerin, Türkiye’nin sağladığı hava ve kara desteğine bağlı olmaları da büyük bir dezavantaj teşkil ediyor.
İdlib’de yaşanan gerilemenin diğer önemli bir etkeni ise İran destekli Hizbullah ve diğer militanların tekrar cepheye dönmeleri. Bu gruplar, İdlib’de hem Türkiye ile karşı karşıya gelmemek, hem de bu bölgenin kendileri açısından stratejik olmadığını düşünmeleri ve ayrıca Rusya ile sık sık yaşanan görüş ayrılıklarından dolayı operasyonlara dahil olmamışlardı.
Ancak Suriye rejim güçlerinin tek başına muhalif milislerle baş edemeyeceğini anlamaları İran destekli grupların tekrar cephe hattına dönmelerine sebep oldu.
Suriye rejim güçleri, ayrıca Humus ve Deyr ez Zor bölgelerindeki askerlerinin de önemli bir kısmını İdlib’e kaydırarak muhalif milislere karşı büyük bir moral üstünlük sağladı.
Suriye rejim güçlerinin muhaliflerin elinde bulunan gelişmiş anti tank füzelerine yönelik operasyonlarını gündüz yerine geceye kaydırması, muhaliflerin bu silahları gece çok iyi kullanamalarından dolayı da Suriye kara birlikleri hızla ilerlemeye başladı.
Rusya ve İran destekli Suriye birliklerinin İdlib’de ilerleyişinin durdurulamaması halinde onbinlerce radikal militanın 2016’daki Fırat Kalkanı ve geçtiğimiz yılki Zeytin Dalı operasyonlarıyla Türkiye’nin kontrol altında aldığı El Bab ve Afrin bölgelerine kaçacakları tahmin ediliyor.
Ancak İdlib’in tamamen rejim güçlerinin kontrolüne girmesi durumunda Suriye’nin Afrin ve Carablus-El Bab arasındaki bölgelerin de boşaltılmasını istemesi kuvvetle muhtemel.
Suriye’deki gelişmeleri geleneksel diplomatik teamüllerin dışında Rus Lider Vladimir Putin ile şahsi düzeyde idare eden Erdoğan’ın, bundan sonra Putin’le hangi şartlarda masaya oturacağı belki de bölgenin kaderini tayin edecek.
Sonuç olarak İdlib’de sonu kestirilemeyen bir fırtına yaklaşıyor ve Erdoğan’ın bu fırtınayı iç kamuoyundan uzak tutması için her zaman yaptığı gibi bir harekette bulunması gerekiyordu. O hareket de istediği zaman kullanmak için hazır beklettiği ‘kayyım’ hamlesi oldu.
Türkiye günlerce kayyım olayına kilitlenirken, İdlib ve Menbiç’te yaşananlar belki de hiç konuşulmayacak.