Bir kısım Hıristiyanlar arasındaki yaygın inanışa göre Hz. İsa şu anda Tanrı katında oturmakta fakat bir vakit yeniden yeryüzüne dönecek. Buna ‘İsa’nın ikinci gelişi’ deniyor. İlki, şeriatını vazetmek üzereydi malum. Bu ikincisi ise ‘yargılama’ dönemi. Onun yokluğunda günahlara dalanlar, bu ikinci dönemde cezalarını bulacaklar.
İnançlı ya da inançsız pek çok otoriter politikacı, kendilerini ‘efsanevî’ figürlerle kıyaslar. Kendi icraatlarını tarihteki bazı büyük değişim ve dönüşüm zamanlarına benzetmeye kalkışır. Psikolojik seviyede bu, ebeveynleri taklit ederek ‘büyüdüğünü’ zanneden çocuğun davranışıdır. Burada ‘büyümek’ elbette ‘tarihe mal olmak’ demek. Otoriter politikacıların en büyük amaçlarından birisi de zaten bu. Yani bir çeşit ‘büyük işler başarmak’ arzusu… Bu da, insanları çoğu zaman haddini aşmaya, ‘zulme’ itiyor.
Adolf Hitler’e yakın işadamı Ernst Hanfstaengl, hatıralarında Hitler’in iktidara geldikten sonra özellikle Napolyon’u örnek almaya başladığını anlatmıştı. Zira Napolyon, Avrupa’nın kontrolü ve Moskova’ya kadar uzanan ‘hırsıyla’ Hitler için bir ‘hedef’ teşkil ediyordu. 1940’ların başlarında, Hitler Napolyon’un ülkesi Fransa’yı, büyük ölçüde Avrupa’yı teslim almış, gözünü Moskova’ya dikmişti. Napolyon’un oğlunun Avusturya’daki mezarını babasının yanına taşıtmış ve burada Napolyon’a saygılarını sunmuştu.
***
Dün 21 Mayıs’tı ve beklenen oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 16 Nisan referandumunun kendisine tanıdığı hakkı kullanarak bir partinin başına geçebilecekti. Ben şahsen CHP’yi tercih edeceğini düşünüyordum ama o yine AKP’de karar kıldı!
3 dönemlik başbakanlığını ‘çıraklık, kalfalık ve ustalık’ şeklinde tarif eden Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı dönemini ve referandum sonrasını nasıl tarif edeceğini merak ediyordum uzun süredir. İlk işareti, 15 Temmuz benzetmesiyle verdi. Darbeci askerlerin Cumhurbaşkanlığı uçağına girip bir şey yapamadan çıkmalarını, Peygamber Efendimiz’in (sav) Hicret yolculuğu esnasında yaşanan mağara olayına benzetti. Sonraki açıklamasını uçakta gazetecilere yaptı: “Peygamber bile herkesi kucaklayamadı” dedi.
Birçokları ‘politika’ zannetse de, ben Erdoğan’ın bunlara ciddi anlamda inandığını düşünenlerdenim. Kendisini açıkça ‘vazifeli’ görüyor. Eskiden beri ‘politika üstü’ bir konum ihraz etmenin yollarını arıyordu. Diğer siyasetçilerle birlikte TV programına çıkmama, Cumhuriyet tarihi içinde Menderes’ten başlayan bir ‘mitos’ yaratma, Osmanlı’nın dirilişiyle ilgili ‘muştular gibi’ konuşmalar yapma bunun işaretleriydi.
İleride bir gün Erdoğan’ın psikolojisiyle ilgili kitaplar yazacaklar, muhtemelen en büyük motivasyonunun bu ‘tarihe geçme’ ülküsü olduğunu söyleyecektir. Bunun için de, büyük dönüşümleri hedeflemesi gerekti. 2011’de yüzde 50’ye yakın oy aldığında, 2023 ve 2071 hedefleri koyması laf olsun diye değildi. 2023 hedefine dair en ‘güzel’ betimlemeyi, kulakları çınlasın, Etyen Mahçupyan yapmıştı: 100 yıllık parantez kapanacak.
İkincisinde, yani Alparslan’ın Malazgirt Savaşı’nı kazanarak Anadolu’yu Müslüman Türklere açmasında ise Erdoğan’ın gözettiği ‘misyon’ bir çeşit ‘İslamî diriliş’.
Tabi bunlar öyle bugünden yarına olacak şeyler değil. Büyük düşmanlar, büyük fetihler, büyük dönüşümler gerekiyor. Eğer imkânı olsa Suriye’ye bir ucundan girip Esad’ı devirmek istiyor ama şartlar ona el vermiyor. Hâl böyle olunca ülke içine dönüyor her defasında. Dünkü kongrede yine ‘FETÖ’ deyip durdu. 15 Temmuz’u andı bolca. Şimdilik en büyük ‘hikâyesi’ bu. Delik deşik bir kurgu ama umurunda mı? Değil. Tarihe peki ‘zorla’ geçilir mi? Elbette, nihayetinde Napolyon da geçmiş tarihe, Hitler de…
***
Tiranlık şöyle bir şeydir: Bir canavar her gün evinize gelir ve “Canını bağışlamam için bugün neleri feda edebilirsin?” diye sorar.
Hitler’in ordusu Sovyet Rusya’ya doğru ilerlerken, yol üzerindeki köylerde, kentlerde ne var ne yoksa yakıp yıkarmış. İnsanlara vahşice zulmedermiş ki direniş olmasın. O günlerde bir grup Rus, Nazi askerlerine yakalanmadan köyden kaçmaya çalışır. İçlerinde küçücük bir bebek de vardır. Askerler çok yakındadır, adeta nefes bile almadan hareket ederler. O ara bebek ağlamaya başlar. Herkes bebeğin susması için çabalar ama sonuç vermez. Sonunda ne mi olur? Bebeği öldürürler.
Tarihten öğrendiğimiz bir şey varsa, o da insanlar üzerinde yoğun bir baskı kurarak onlara istediğinizi yaptırabileceğinizdir. Sadece bir zaman meselesidir. Bu yoğun baskının yolu da belli: Korkutmak.
***
21 Mayıs bu açıdan önemli bir dönüm noktası. Hürriyet’ten Murat Yetkin’e göre Erdoğan AKP’de temizliğe başlayacak. Yani Erdoğan’ın partiye ikinci gelişi, bir çeşit ‘cezalandırma’ dönemi olacak. ‘Erdoğan şeriatını’ harfiyen uygulamayanlar değişecek. Yetkin, ‘siyasete gözünü Erdoğan’la açanlar’ şeklinde bir kategori oluşturmuş. Partideki kadroları böyleleri dolduracak, diyor. Yani Erdoğan artık ‘aykırı görüş’ istemiyor.
Her ne kadar olağanüstü kongrede bundan sonra AKP için başarı çıtasını “yüzde 50+1” olarak belirlese de, “Tek Lider, Tek Parti” döneminde muhalefete ihtiyaç olacak mı göreceğiz. Ancak şurası kesin ki, Erdoğan Türkiye’de az çok makama mevkie ulaşmış, ‘kaybedecek çok şeyi olan’ herkesi iyiden iyiye korkutmuş. Son TÜSİAD toplantısından da kısmen bunu anlamak mümkün. Ana muhalefet partisi CHP, hareket etmekte zorlanıyor. Sözcü gazetesine polislerin adım atması bir şeylerin başlangıcı görünümünde.
Murat Belge geçenlerde verdiği bir röportajda, Hitler’in Almanya’daki önde gelen sanayicileri ikna etmesiyle birlikte faşizme hız kazandırdığını anlatmıştı. Referandumu ucu ucuna kabul ettiren Erdoğan, şimdi muhtemelen böyle bir mutabakatın peşinde koşacak. Bunun için de o meşhur soruyu soracak: Canınızı ve malınızı bağışlamam için neleri feda edebilirsiniz?
Hiçbir diktatör, hiçbir faşist kendisini “Şeytan’ın hizmetkârı” olarak görmez, hepsi de istisnasız “Tanrı’nın eli” olarak icraat yaptıklarını düşünmüştür. Büyük dönüşümler, büyük fetihler insanlara böyle hissettirir çünkü.
Eğer uluslararası konjonktür de müsaade ederse, 21 Mayıs sonrası Erdoğan için ‘ustalığın da ustalığı dönemi’ olacaktır. Sadece AKP içinde değil, ülke için de icraatının ‘olağanüstü’ olmasını beklemek gerekir. Zaten OHAL’in ülke (aslında kendisi) huzur bulana kadar süreceğini beyan etti. Şu kadar söyleyeyim: Doğan Grubu’nun başına Abdurrahim Boynukalın ‘kayyım’ olarak atanırsa hiç şaşırmayın…