BÜLENT KORUCU | YORUM
O gün gelecek, inanıyoruz…
Ahmet Burhan Ataç’a sorulduğunda; nasıl yaşadığı, neden ve nasıl öldüğü sual edildiğinde konuşacak: “Küçücük bedenim anneme, babama ve bana reva görülenlere direnemedi, kanser oldum. Tedavi olmak istedim, engellediler. Havaalanından geri çevirdiler, Almanya’daki hastane randevuma gidemedim. Babam cezaevindeydi, yanımda annemin gelmesine izin vermediler. Tedavim engellendiği için tümör yayıldı. O psikolojiyle vücudum tedaviyi kabul etmedi. Ben öldüm! Yüzümde babamı gördüğümde ya da anneme sarıldığımda beliren buruk sevinçle hatırlanıyorum. Onu affetmeyeceğim…”
Makbule Özer’e sorulduğunda; ‘hangi suçtan dolayı, 82 yaşında ve hastalıklarınla cezaevine girdin’ denildiğinde şunları söyleyecek: “Ben şeker, kemik erimesi, astım ve hipertansiyon hastası ve yüzde 52 engelime rağmen bastonuma dayanarak eşimle birlikte tutuklandım. Yaşım ve hastalıklarım bile insafa getirmedi. Şikayetçiyim…”
Sanatçı Hozan Cane’ye sorulduğunda; Edirne Cezaevi’nde ve hala kabuslarında gördüğü manzarayı anlatması istendiğinde, “15 günlük bebeği görünce kusmaya başladım. Sıcaktan etleri pişmişti, koltuk altı ve bacak aralarının eti kalkmıştı. Süt, bez, su vermiyorlardı. Çok işkence gördüm ama hiç biri böylesine etkilemedi beni!” diyecek.
Gökhan Açıkkollu’ya nasıl can verdiği sorulduğunda; geri adım atmayacak, susmayacak: “Sadece bir öğretmendim. Gözaltında ağır işkence ve baskılara maruz kaldım. Ağır şeker hastasıydım, ilaçlarım bile verilmedi. Emniyet nezaretinde işkencelere dayanamayarak kalp kriziyle öldürüldüm. Vefatımdan sonra masumiyetimi kabullendi ve görevime iade ettiler. Çocuklarıma onurlu bir baba ve darp esnasında kırılmış bir gözlük bıraktım. İki elim yakasındadır.”
Şeyma Yıldırım’a sorulduğunda; hangi gerekçeyle iffet ve onuruna dokunulduğunu bir kez daha haykıracak: “Gemiler İsrail’e değil Gazze’ye gitsin dediğim için tutuklandım. Gözaltında ve cezaevinde insan onuruyla bağdaşmayan muamelelere maruz kaldım. Çıplak arandım, başörtü ve elbiselerim kesildi. Üstüne inkarla, yalancı konumuna düşürülmek istendik. Tek suçumuz haksızlığa karşı susmamaktı. Kimseye hakaret etmedik.”
Beş yaşındaki Fadime Nefes, dört yaşındaki Funda Peri, üç yaşındaki Aslan Miraç, iki yaşındaki Masal Işık ve bir yaşındaki Aras Bulut’a sorulduğunda; şöyle ağlayacaklar: “Annemiz hurda toplayıp, ekmek almak üzere çıktığında biz evde yalnız kaldık. Isınalım diye bıraktığı soba devrilince hepimiz melek olduk. O, itibardan tasarruf etmeyip şatafat içinde yaşarken biz yoksulluktan öldük.”
Atanamayan Hakan Öğretmen’e sorulduğunda; neden genç yaşta intihar ettiğini, hayattan onu neyin kopardığını dile getirecek ve diyecek ki: “Okudum öğretmen oldum; 6 yıl atama bekledim. Yandaşları iş bulup yuva kurarken bizler uzaktan iç geçirdik. Okullar öğretmensiz, biz işsiz, böylece yıllar geçti. Çaresiz kaldım, Onun adaletsiz düzenine isyan ettim.”
Emekli Hüsnü Bey’e sorulduğunda; ahir ömrünü neden kahırla geçirdiğini şu cümlelerle özetleyecek: “Bizi açlığa, yokluğa mahkum etti. Harçlık verememenin mahcubiyetiyle torunlarıma el öptüremez oldum. O, sarayında bir günde 4 bin 797 emeklinin maaşını harcarken; biz, ülkedeki fakirliğin sorumlusu ilan edildik.”
Geriye sadece 50 bin dolarlık çantalı Emine Hanım ve İhale Kralı Mehmet Cengiz kalacak. Bir de ‘sıfırcı’ Bilal…
“Yarın arkamdan bir Tayyip Erdoğan vardı, dürüst, ahlaklı, mert, vicdanlı bir adamdı, diye anılmak en büyük arzum.” dedi önceki gün. Suçüstü yakalandığında ‘çalıyor ama çalışıyor’ diyenlerin bile çoğu bin pişman.
Bence şansını fazla zorluyorsun ve sen bunu hakettin!